@tubi371
|
Selam! Yazım yanlışları için şimdiden özür dilerim; telefon üzerinden yazdığım için yazım hataları olabiliyor. Elimden geldiğince düzeltmeye çalışıyorum. Kitabı okuduktan sonra lütfen oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın, geri bildirimleriniz benim için çok önemli. Keyifli okumalar dilerim.
"Güçlüyüm! çünkü başka seçeneğim yok. Düşersem tutanım olmayacak,biliyorum." Bölüm 2; kaybolan yıllar ༒
"Otur."
Sesini duyunca irkildim. Tamam, sapık gibi adamı incelediğimi kabul ediyorum. Yine de dikkatimi ondan ayıramadım. Geçip masanın önündeki deri koltuğa oturdum; öylesine rahattı ki burada kıvrılıp uyuyabilirdim. Sandalyeye yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamıştı. O kol kasları ne yiğidim. Kol kasları, güneşin altında bronzlaşmış gibi parlıyor, her hareketinde gücünü ve özgüvenini yansıtıyordu.
"Benim kim olduğumu biliyorsun zaten"
Maalesef biliyorum... Kafamı salladım, iç çekerek gözlerimi kaçırdım. O an, ağır bir çekmeceyi açtı ve içindeki fotoğrafları bana uzattı. Fotoğrafları alıp incelemeye başladım. Gözlerim birer birer karelerin üzerine kayarken, her birinde aynı kadınla çekilmiş fotoğraflar vardı.
Kadının yüzü neredeyse aynadaki yansımam gibiydi; sanki yıllar öncesine ait bir ben. Gözlerindeki ifade, dudaklarının kıvrımı, yüz hatları... Her ayrıntı, benimle olan şaşırtıcı benzerliğini ortaya koyuyordu. Bu görüntüler içimde bir yerleri derinden sarsıyor, aklımda cevaplanmayı bekleyen onlarca soruyu doğuruyordu.
"Bu fotoğrafları bana göstermen hiçbir şeyi değiştirmez kadın annem ola bilir ama senin benim öz babam olduğunu nereden bilebilirim?"
Kaşları havalandı, sanki yalan mı söylüyorsun der gibiydi. "Devir kötü, götü kollamak lazım," dedim, hafif bir gülümsemeyle. Bu adam, ünlü mafya babasının ta kendisiydi; namı sokaklarda yankılanan, korku salan bir figür.
Böyle bir durumda, aceleci davranmak ve olaylara sazan balığı gibi atlamak aptallık olurdu. Onunla yüzleşmek, her kelimenin ve hareketin dikkatle tartılması gereken bir satranç oyununa benziyordu. Hatalı bir hamle, tehlikeli sonuçlara yol açabilirdi.
"DNA testi yaptıra bilirim." Dedi.
Koltuğa yayılıp çimen yeşili gözlerine baktım. Yeşil gözleri sevmediğimi söylemiş miydim?
"Diyelim ki ben senin oğlunum.. Beni ailene nasıl açıklamayı düşünüyorsun? Karşılarına beni çıkartıp bu benim piçim diyecek halin yok herhalde?" Diyip derin bir nefes aldım.
O sırada gözlerim, çenesini sıkmış olan adama kaydı. Yüzündeki kaslar gerilmiş, gözleri sert bir ifadeyle bana bakıyordu. Bu haliyle oldukça korkutucu görünüyordu. Çenesinin sıkılışı, sabrının sınırlarında dolaştığının bir işaretiydi.
Odanın içindeki hava, neredeyse elle tutulacak kadar ağırlaşmıştı. Her nefes alışımda, gerilimi ve tehlikeyi iliklerime kadar hissediyordum. Bu adamın yanında her kelimenin, her hareketin özenle seçilmesi gerektiğini bir kez daha anladım.
"Seni aileme nasıl tanıtacağımı bana bırak genç adam." dedi, sesindeki soğuk ve kararlı ton, içindeki öfkeyi yansıtıyordu. Gözlerimi kısarak ona bakmaya devam ettim; bu bakışlar, içimdeki kararlılığı ve ona karşı olan tepkimi açıkça ortaya koyuyordu.
Karşılıklı sessizlik, odadaki gerilimi arttırıyordu. Her iki taraf da kararlıydı, geri adım atmayı düşünmüyordu. Bu an, bir çatışmanın eşiğinde olduğumuzu gösteriyordu; her iki tarafın da gücü ve kararlılığı, ortamı gerilimle dolduruyordu.
"Bak açık olacağım.. Ne seni nede aileni hayatımda istemiyorum ve bunu söylemeye geldim bırak peşimi hadi eyvallah." Diyerek oturduğum yerden kalkıp kapıya yönelmek üzereydim ki o da hızla yerinden fırladı ve önüme geçip kolumu tuttu. "Hey maşallah, o boy ne anasını satayım," diye düşündüm, adamın boyu en az 1.88 olmalıydı. Geniş omuzları ve heybetli duruşuyla beni gölgede bırakıyordu.
Kolumu sert ama kontrollü bir şekilde kavramıştı; gücünü hissetmemek imkânsızdı. Ondan kurtulmak için çabalarken, kalp atışlarım hızlandı. Nihayet kolumu onun demir gibi sıkışından kurtardım ve bir adım geri çekildim, ama bu anın gerilimi damarlarımdaki adrenalinle birlikte kalıcı bir iz bırakmıştı.
"Bekle gidip DNA testi yaptıralım en azından oğlum olup olmadığını öğrenmek istiyorum."
Elimi enseme götürüp kaşıdım, bu hareketle biraz rahatlamaya çalışıyordum. O anın gerginliği tenime işlemişti. Avuçlarımın terlediğini hissediyor, düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum.
Adamın gözleri hala üzerimdeydi; dikkatli ve analizci bakışları, en küçük hareketimi bile kaçırmıyordu. Rahatlamaya çalışırken aslında ne kadar diken üstünde olduğumu fark ettim. Bu durumun ciddiyetini göz ardı etmek mümkün değildi, ama biraz olsun sakinleşmek için elimden geleni yapmalıydım.
"Öğrenipte ne yapacan amına koyayım zaten beş oğlun var yetmiyormu sana?"
Adamın çenesini sıkıyordu; gerginliğini ve sabrının tükenmekte olduğunu belli eden bir işaretti. Yüz hatları sertleşmiş, kasları gerilmişti. Bu durum onun üzerindeki baskıyı ve içindeki öfkeyi açığa çıkarıyordu. Gözlerinde karanlık bir parıltı vardı, adeta bir fırtınanın habercisi gibiydi. Onun bu duruşu, ortamın gerilimini daha da arttırmıştı.
"Gidip yapalım şu DNA testini söz veriyorum peşini brakacağım."
İzimi kaybettirebilirdim, ama bu adamın peşimi asla bırakmayacağını biliyordum. Beni sadece ikna etmek için konuşuyordu, ama gözlerindeki kararlılık, onun çok daha fazlasını yapmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Kafamı salladım ve odadan çıkarken arkamdan geldiğini hissettim. Adımlarının yankısı, koridorun sessizliğinde birer birer duyuluyordu.
İçimdeki kararlılığı artırarak, "Gidip öğrenelim bakalım," diye düşündüm, "onun oğlu muyum, değil miyim." Bu yolculuk, sadece gerçeği ortaya çıkarmakla kalmayacak, aynı zamanda hayatımın gidişatını da belirleyecekti. Onunla yüzleşmek, kaçınılmaz bir kaderin parçasıydı artık.
Holdingden çıkıp hastaneye gidene kadar tek kelime etmedik. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, yaşananları zihnimde toparlamakta zorlanıyordum. Şimdi ise hastanenin soğuk bekleme salonunda, birbirimize bakmaktan başka bir şey yapmıyorduk.
Altı saat önce kan vermiştik ve sonuçları bekliyorduk. Zaman adeta durmuş, her saniye bir ömür gibi geliyordu. İçimdeki gerilim, sessizliğin altında büyüyordu. Onun da aynı şekilde sabırsızlandığını, ama dışarıya belli etmemek için direndiğini görebiliyordum. Bu an, hayatımızın dönüm noktası olacaktı; gerçeği öğrenmek üzereydik ve bu bilinmezlik, ikimizi de derinden etkiliyordu.
Sessizliği bozma cesaretini gösterdim. "Bu kadar uzun sürmesi normal mi?" diye sordum, sesim beklemediğim kadar sakindi. Adam gözlerini benden ayırmadan cevap verdi: "Sabırlı ol. Bazı gerçekler, acele etmeye gelmez."
"Gerçekler mi?" diye güldüm, ama bu gülüş içimdeki tedirginliği maskelemeye yetmiyordu. "Belki de gerçek, senin beklediğin gibi çıkmayacak."
"Gözlerindeki o bakışı tanıyorum," dedi, beni dikkatle süzerek. "Anneninkiyle aynı. Her şeye meydan okuyan, ama aynı zamanda içinde bir kırılganlık taşıyan bir bakış."
Bu sözler beni şaşırtmıştı. Annemden bahsetmesi, içimde karmaşık duygular uyandırıyordu. "Onu gerçekten tanıyor muydun?" diye sordum, sesim normalden daha alçak çıkmıştı.
"Evet," dedi, gözlerini benden ayırmadan. "O, hayatımda tanıdığım en güçlü ve en cesur kadındı."
Kaşlarım çatıldı bu adam hafıza kaybı yaşamıştı bu yüzden kendisinden emin konuşması umrumda değildi yani, ucundan da olsa bir ihtimal ondan olmayabilirim; tek tesellim bu. Karşımda duran manyak herifin ciddiyeti, içimdeki tedirginliği daha da artırıyordu. Verdiğim kararı sorgulamaktan kendimi alamıyordum. "Verdiğim kararı sikeyim," diye düşündüm. Buraya hiç gelmemeliydim.
Hastanenin steril kokusu ve bekleme salonunun soğuk, beyaz ışıkları altında otururken, kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum. Her şeyin bu noktaya geleceğini tahmin edememiştim. İçimdeki pişmanlık, giderek büyüyen bir düğüm gibi boğazımı sıkıyordu. Bu anı yaşamak istememiştim, ama artık geri dönüşü yoktu.
Karşımda duran adam, gözlerini benden ayırmadan, sanki beni okumaya çalışıyormuş gibi bakıyordu. Yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Bu soğuk bakışlar altında daha da küçüldüğümü hissediyordum.
"Bak," dedim, sesim biraz titreyerek, "oğlun olup olmadığım umrumda bile değil. Sonuç ne olursa olsun, seninle birlikte hiçbir yere gitmiyorum. Bunu kabul etsen iyi olur."
Sözlerimden etkilenmiş gibi görünmüyordu. Tek bir kaşını bile kaldırmadı. Acaba ondan para isteyip ülkeyi terk mi etsem? Bu düşünce kafamda dolanırken, doktorun kapısına bakmaya başladım. Dilimin ucuna gelen soruyu sormamak için dilimi ısırdım, ama sessizlik daha da dayanılmaz hale geliyordu.
Adam, soğukkanlı bir şekilde,
Bu sözler beni daha da sinirlendirdi. "Beni anladığını sanmıyorsun, değil mi?" diye çıkıştım. "Ben senin kim olduğunu bile tam olarak bilmiyorum. Burada olmamın tek nedeni, içimdeki belirsizlikten kurtulmak."
Adam başını kaldırıp bana baktı, gözlerinde anlık bir yumuşama belirdi. "Bak evlat, senin varlığını öğrendiğimde şok oldum. Ama şimdi buradayız ve gerçeği öğreneceğiz. Ne olursa olsun, seni tanımak istiyorum."
Gözlerimi devirdim, içimden bir ses 'Hah, şimdi de baba rolüne mi büründü?' diye geçirdi. "Tanımak mı?" dedim, sesim alaycıydı. "Neden? Onsekiz yıl boyunca tanımaya çalışmadın da şimdi mi aklına geldi?"
Adam derin bir nefes aldı, sanki sabrı sınanıyormuş gibi. "Geçmişi değiştiremeyiz, ama geleceği şekillendirebiliriz," dedi.
Tam o anda, doktorun odasının kapısı açıldı. Hemşire elinde bir dosyayla çıktı. "Sonuçlar hazır," dedi, sesi nötr ve profesyoneldi. "Doktor sizi bekliyor."
İkimiz de ayağa kalktık. Adamın gözlerinde bir an için endişe gördüm. "Ne olursa olsun," dedi, sesi yumuşaktı, "bu gerçeği öğrenmek ikimiz için de önemli."
Başımı salladım, boğazımdaki düğüm büyümüştü. "Bakalım kader bize nasıl bir oyun oynamış," dedim, sesim kısık çıkıyordu.
Doktorun odasına doğru yürürken, içimde fırtınalar kopuyordu. Bu kapının ardında beni bekleyen gerçek, hayatımı sonsuza dek değiştirebilirdi. Ve ben, bu değişime hazır olup olmadığımdan emin değildim.
Doktor, elindeki beyaz zarfı açtı ve içindeki kağıdı çıkararak okumaya başladı. Odadaki gerginlik neredeyse elle tutulur haldeydi.
"Karan Çakır'dan alınan örnek ile Hazar Saraçoğlu'dan alınan örnek arasında %99.99 uyum yakalanmıştır."
Bu sözler, odadaki havayı bir anda değiştirdi. On sekiz yıl sonra, biyolojik babamın kim olduğunu öğrenmiştim. Ama garip bir şekilde, hiçbir şey hissetmiyordum. "Acaba ben mi çok duygusuzum?" diye düşündüm içimden.
Karan'ın yüzüne baktım. Gözlerinde bir karışım vardı; zafer, endişe ve belki de biraz korku. Ben ise sadece buradan uzaklaşmak istiyordum.
Kapı kolunu tutup çektim ve hızla dışarı çıktım. Hastaneden çıkar çıkmaz, arkamdan gelen ayak seslerini duydum. Yine kolumu tuttu.
"Yeter artık!" diye bağırdım, öfkem kontrolden çıkmak üzereydi. "Bırak kolumu! Öğrendin işte, peşimi bırak! Benim babam falan yok, yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim."
Çimen yeşili gözlerini benim mavi gözlerime dikti. Etrafımızı korumaları sarmıştı, sanki bir hapishanedeymişim gibi hissettim.
"Bu saatten sonra gitmene izin vermem," dedi, sesi kararlı ve sertti.
Dişlerimi sıkmaya başladım. İçimde bir öfke dalgası kabardı. "Kimseye güven kalmamış anasını satayım," diye düşündüm.
Sesim, kontrolümü kaybettiğimi ele veriyordu: "Senden izin isteyen mi oldu lan zaten!"
Karan'ın kolumu sıkıca tuttuğunu hissettim. O an, yapacağım şey için zerre pişmanlık duymadım. Sol elimi kaldırıp yüzüne sert bir yumruk indirdim. Darbenin etkisiyle sendeleyip benden uzaklaştı.
Korumalar anında silahlarını çekip bana doğrulttular. Karan, dudağındaki kanı silerken gözlerini benden ayırmadı.
"Benimle birlikte geliyorsun," dedi, sesi tehdit doluydu.
"Gelmiyorum," diye cevap verdim, sesim buz gibiydi. "Ne yapacaksın, öldürecek misin? Öldür o zaman aga."
Tam o sırada, bir koruma aniden önümde belirdi. Parmaklarımı çıtlatıp adama sert bir yumruk attım, ardından dizimi karnına geçirdim. Adam acıyla kıvranırken, bana yaklaşan bir diğerine güçlü bir tekme savurdum. Tekmenin etkisiyle yere savrulan adamın iniltisi, hastanenin bahçesinde yankılandı.
Karan, gözleri büyümüş bir halde bana bakıyordu. "Dur!" diye bağırdı. "Sakin ol, lütfen!"
"Sakin mi olayım?" diye haykırdım. "On sekiz yıl boyunca neredeydin? Şimdi mi baba olmaya karar verdin?"
"Biliyorum, hata yaptım," dedi, sesi titriyordu. "Ama şimdi buradayım ve seni tanımak istiyorum."
"Tanımak mı?" diye güldüm acı acı. "Neyi tanıyacaksın? Sokakta büyümüş, ailesiz bir çocuğu mu?"
Karan bir adım attı bana doğru. "Lütfen," dedi, "sadece konuşalım. Sana açıklamam gereken şeyler var."
Çevremizdeki insanlar, olan biteni merakla izlerken, onlara sert bir bakış attım. Kalabalığın fısıltıları ve şaşkın bakışları arasında, içimdeki adrenalin doruğa çıkmıştı. Kontrolü ele almanın ve bu beladan sıyrılmanın tek yolu, güçlü ve kararlı olmaktı.
Aniden biri kolumu sıkıca kavradı ve önümdeki adam karnıma acımasızca bir yumruk savurdu. Acı dalgası tüm vücudumu sararken, içgüdülerim devreye girdi. Ben de ona karşılık verip tüm gücümle kafasına bir darbe indirdim. Adamın kafası taştan farksızdı, ama bu beni durdurmaya yetmezdi. İki kolumdan sıkıca tutulmuş olsam da, mücadeleyi bırakmaya hiç niyetim yoktu.
Tam o sırada, arkamdan yaklaşan birini hissettim. Hızla döndüm, ama geç kalmıştım. Keskin bir acı hissettim boynumda. Gözlerim bulanıklaşmaya başladı.
Son gördüğüm şey, Karan'ın endişeli yüzüydü. "Özür dilerim," dediğini duydum fısıltıyla. Dünya etrafımda dönmeye başladı. Dizlerimin üzerine çöktüm. Son bir çabayla, "Beni... rahat... bırak..." diye mırıldandım. Sonra her şey karardı.
Bilincimi kaybederken, içimde garip bir duygu vardı. Öfke, korku ve belki de... merak? Kim bilir, belki de bu, hayatımın yeni bir başlangıcıydı. Ama şu an için, sadece karanlığa gömülmek istiyordum.
Boynumdaki ağrı, sanki geçmişin hayaletleri enseme yapışmış gibi zonkluyordu. Gözlerimi araladığımda, bembeyaz bir tavan bana sessizce bakıyordu. Zihnimde dönüp duran tek soru: Ne oluyordu? O adamı, beni buraya getirdiğine bin pişman edecektim. İstemiyorum dedikçe üzerime geliyordu, piç kurusu.
Yataktan doğrulduğumda, gözlerimin önünde dans eden minik siyah noktalar, sanki içimdeki karanlığın dışa vurumuydu. Dengesizliğin eşiğinde sallanırken, derin bir nefes çektim içime. Bu nefes, belki de kontrolümü kaybetmemek için son çabamdı.
Odanın havası, geçmişin ağırlığıyla doluydu sanki. Hızlı adımlarla dışarı fırladım. Koridorun serinliği, yüzüme çarpan taze bir esinti gibi geldi. Bu ani değişim, aklımdaki karmaşayı bir an için dindirse de, öfkem hâlâ içimde kaynıyordu. Bu lanet olası kısır döngüden nasıl çıkacaktım?
Merdivenlerden aşağı inerken, her adımım sanki beni geçmişime doğru sürüklüyordu. Koridorlardan gelen sesler, beni çağıran bir siren gibiydi. Salona adım attığımda, zaman durdu sanki. Mankenleri kıskandıracak güzellikte bir kadın ve beş erkek, bana boş gözlerle bakıyordu.
Gözlerim, odadaki gerilimi adeta içime çekiyordu. Onların bakışları altında bir an duraksadım. Ve sonra... onu gördüm. Babalık taslayan o adamı. İçimdeki öfke, kontrolsüz bir yangın gibi alevlendi. Hızla ilerleyip yakasına yapıştım. Gözlerim, yılların birikmiş öfkesini kusuyordu adeta.
"Lan, neyini anlamıyorsun?" diye haykırdım. "Seninle birlikte yaşamak istemiyorum ulan, anla artık!"
Büyük gözüken çocuk, sanki bir koruma refleksiyle beni babasından ayırdı. Güçlü elleri omuzlarıma çökerken, yüzündeki öfke maskesi düşmek üzereydi. Boynundaki damarlar, patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
Bu arbede sırasında, etrafıma göz gezdirdim. Herkes, sanki bir tiyatro sahnesinde donup kalmış gibiydi. Çocuğun gücü ve kararlılığı, babasına olan sadakatini gözler önüne seriyordu. Odadaki gerilim, nefes almayı bile zorlaştırıyordu.
"Sen benim oğlumsun," dedi adam, sesi titreyerek. "Bu evde ailenle birlikte yaşamak senin hakkın."
Sinirden saçlarımı çekiştirirken, adama ölümcül bakışlar fırlattım. Gözlerimdeki ateş, yılların birikmiş öfkesini yansıtıyordu. Kontrolümü kaybetmek üzereydim. Saçlarımı çekiştirirken hissettiğim acı bile, içimdeki yangını söndürmeye yetmiyordu.
"Sakin ol!" dedi çocuk, sesi gergin ama kontrollüydü. "Bu şekilde bir yere varamayız." Zaten bir yere varmak isteyen de yok anasını satayım.
"Hak mak yok!" diye bağırdım. "On sekiz yıldır yoktun, şimdi de olma. İstemiyorum seni!"
Nefesim hızlanmış, adeta bir boğa gibi soluyordum. Adam sessizliğe gömülünce, evin çıkışına doğru yöneldim. Kapıyı ardıma kadar açıp bahçeye adım attım.
Ancak o an, gerçeklik tokat gibi çarptı yüzüme. Etrafıma bakınca gördüğüm manzara, özgürlük hayallerimi bir anda yıktı. Ormanlık alandaki villa, yüksek duvarlarla çevriliydi. İki metrelik demir kapı, sanki bana meydan okuyordu. Ve sanki bu yetmezmiş gibi, etrafta silahlı korumalar geziniyordu. Buradan kaçış yoktu.
Çaresizlik içinde saçlarımı çekiştirdim. Polise haber versem ne olurdu? Adam hem zengin hem de mafya bağlantılı. Beni anında geri getirebilirdi. Olduğum yerde ne kadar dikildim bilmiyorum, ama zamanla öfkem yerini soğukkanlı bir kararlılığa bıraktı.
Madem fiziksel olarak kaçamıyordum, o zaman psikolojik bir savaş başlatacaktım. Onları kendimden o kadar bıktıracaktım ki, sonunda beni kendi elleriyle bu altın kafesten atacaklardı. Bu düşünceyle, içimde yeni bir ateş yanmaya başladı. Bu sefer öfkenin değil, zekânın ve inadın ateşiydi bu. Ve ben, bu ateşi körükleyecek, ta ki özgürlüğüme kavuşana dek. Geri dönüp çıktığım eve hızla geri döndüm. Zile bastım ve beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra kapı aralandı. Karşımdaki manzarayı umursamadan içeri daldım. Salonun köşesinde boş bir koltuk bulur bulmaz kendimi oraya bıraktım. İçimde bir ağırlık, göğsümde bir basınç vardı; oturduğum yerin soğukluğunu bile hissetmiyordum.
Çocukların yüzlerine baktım. Hepsinde adamın izleri vardı, aynı çarpık çene, aynı sert bakışlar. Yalnızca iki kişi, ki bunlar ikiz olmalıydı, diğerlerinden ayrılıyordu. Sarışınlardı, çimen yeşili gözleriyle ruhumu deşer gibi bakıyorlardı. Bir an için midem bulandı.
Tam o sırada kadının sesini duydum, ince ama ürpertici bir tını vardı sesinde.
"Merhaba Hazar, hoş geldin."
Kaşlarım istemsizce havaya kalktı. Yerimden fırlayıp kadını kolundan tutmak, onu sarsmak istedim. İçimde bir fırtına patlıyordu, ama dışarı vuramıyordum. "Senin kocanın piçiyim, bana düzgün bir tepki ver." diye haykırmak geçiyordu aklımdan, ama boğazımda düğümlendi o sözcükler.
Gözlerim adama kaydı. Yüzündeki kayıtsız ifade midemi daha da bulandırdı. "Evime gitmek istiyorum," dedim, karanlık bir çaresizlikle.
Adam başını kaldırdı, yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı. "Artık burası senin evin. Abilerinle tanış."
Bir gözüm seğirdi. Lanet herif, o suni gülüşüyle bana yukarıdan bakıyordu. Çocuklar sırayla, robot misali kendilerini tanıtmaya başladılar.
"Asrın Çakır."
"Can Çakır."
"Alaz Çakır."
"Eren Çakır."
"Erdem Çakır."
Her biri ismini söylerken, içimde yükselen öfke dalgası biraz daha büyüdü. Ayağa kalktım, kalbimdeki buz gibi soğukla kapıya yöneldim. Çıkmadan önce tek bir cümle döküldü dudaklarımdan.
"Tanıştığıma hiç memnun olmadım."
Kendimi tanıtmak zahmetine girmedim. Ne de olsa buraya kendi isteğimle gelmedim. Adımlarımı hızlandırarak merdivenleri tırmandım, geldiğim odaya girdim ve kapıyı öfkeyle çarptım. Ses evin boş duvarlarında yankılandı, sanki içimdeki sessiz çığlığın yankısıydı. Yatağa yaklaşıp yüzüstü kendimi bıraktım. Yastığın üzerine kapanırken, içimdeki karanlık daha da derinleşiyordu.
|
0% |