@tubi371
|
Bazen yaşadığımız şeyler öylesine ağır gelir ki, altında eziliriz. Hayatın getirdiği acılar, haksızlıklar ve hayal kırıklıkları bizi boğar. Ancak unutmayın, intihar bir çıkış yolu değildir. Her karanlık gecenin bir sabahı vardır, her fırtınanın ardından güneş yeniden doğar. Zorluklarla boğuşurken, en derin yaralarımızı saran zamanın iyileştirici gücünü küçümsememeliyiz. Hayat, her şeye rağmen, yaşanmaya değer ve her zorluk, aslında içimizdeki gücü keşfetmemiz için bir fırsattır. Kendimize, sevdiklerimize ve yarınlara olan inancımızı yitirmemeliyiz. Çünkü her şeye rağmen, umut hep vardır.
🎶
Mavi Gri- Altüst Olmuşum
BAZI VEDALAR, SESSİZCE GELİR VE KALBİMİZDE DERİN İZLER BIRAKIR.
Her veda acı vericidir
𒆜
Bütün çocuklar güzeldi değil mi?Onları harap edenler neden hep aileleri olmak zorundaydı? Kimisi doğrudan, kimisi gizlice yok ediyordu çocuklarını. Benim ailem de öyleydi...
Dışarıdan bakıldığında her şey mükemmel görünürdü. Güler yüzler, kusursuz evler, her şey yerli yerindeydi. Ama içimizde fırtınalar kopuyordu. Babamın sert bakışları, annemin sürekli endişeli hali, abimin üzerimdeki baskısı... Hepsi bir araya geldiğinde bir çocuğun masum dünyasını nasıl karartabileceğini anlıyordum.
Salon, geçmişin ihtişamını yansıtan bir zarafetle doluydu; yüksek tavanlar, altın varaklı süslemeler ve kristal avizelerle süslü, her biri titrek mum ışığında parıldayan bir gösteriş sergiliyordu. Duvarlar, ailenin zengin tarihini ve kültürünü anlatan eski ustaların tablolarıyla donatılmıştı, masalar ise beyaz keten örtülerle kaplanmış, üzerlerine gümüş şamdanlar, taze kesilmiş çiçekler ve ince porselen tabaklar özenle yerleştirilmişti. Orkestra, köşede hafif bir vals melodisi çalarak, misafirlerin zarif elbiseler ve parlak takım elbiseler içinde sohbet edip nazikçe dans ettikleri mermer zemin üzerindeki dolaşmalarına eşlik ediyordu. Salonun ortasında, büyük ve gösterişli bir pasta, üzerinde zarif süslemeler ve yanında yanıp sönen şamdanlarla doğum günü sahibinin onuruna hazırlanmıştı.
Üzerimde jilet gibi bir takım elbise vardı, bugün için özenle hazırlanmıştım. Anne... onun doğum günüydü bugün ona bir ömür boyu unutamayacağı bir doğum günü yaşatmaya kararlıydım. Gözlerim onun mutluluğunu izlerken içimdeki karmaşık duyguların döngüsü devam ediyordu. Ruhsuz bakışlarım önümdeki kadına değindi. "Annem çok mutlu oldu." Dedi. Tülin, Samimiyetsiz bir gülümseme belirdi yüzümde.
"Beli oluyor." diye mırıldandım. Önümdeki kokteyli alıp yudumlayarak içmeye başladım. Bardağın soğuk camı avuçlarımı ürpertiyordu. Karşımdaki Tülin, gözlerini kısmış, yüzümde mutluluğun izlerini arıyordu. "Bakıyorum da mutluyuz bunu neye borçluyuz Uraz Bey?" diye sordu, sesinde tatlı bir alaycılık vardı. Mutlu olmak mı? Mutlu mu görünüyorum? İçimdeki kasvetin yüzüme yansıdığını düşünüyordum. "Ailem mutlu ben neden mutlu olmayayım?" dedim, zoraki bir neşeyle gülümsemeye çalışarak. İçten bir şekilde gülümsedi. Sanki ne düşündüğümü biliyordu.
"Haklısın, hep mutlu ol." Bardağı istem dışı sıkı tutmaya başladım. Tülin yanımdan sessizce ayrıldı, aramızda başka bir konuşma geçmemişti. O sırada Mahir Hamzaoğlu karşımda beliriverdi. Şık bir takım elbise giymişti ve her zamankinden daha genç görünüyordu. Yılların getirdiği ağırlığı üzerinden atmış gibiydi. O günden sonra aramızda hiçbir konuşma geçmemiş, birbirimizi görmezden gelmiştik.
"Umay'a bunu yaşatmaya hakkın yoktu," dedi Mahir, sesindeki öfke buz gibi bir soğukluk taşıyordu. Darbe üstüne darbe almak ne zormuş, diye düşündüm acı bir şekilde.
"Peki senin bana bunları yaşatmaya hakkın var mıydı? Tamam, beni oğlun olarak görmüyorsun, eyvallah, ama resmin tamamını görmüyorsun. Ben olmasaydım, karın geberip giderdi." Susup yutkundum ama boğazımdaki yumru gitmedi.
Dirseklerini masaya yaslayıp öne eğildi. "Katil olmasaydın sana bir şans verebilirdim." Bir gözüm seyirdi. Kesinlikle onu öldürmek istemiyorum. Evet, onu öldürmek istiyorum. "Senin ellerin çok mu temiz? Söylesene, ellerinde kaç masumun kanı var Mahir Hamzaoğlu?" Anlı karışmış, gözleri dalgınca gözlerime bakıyordu.
"Ben, benim kanımdan canımdan olan hiç kimseyi öldürmedim. Kendinle beni bir tutma." Ağlamak bile gelmiyordu içimden. Her gün biraz daha kararıyor düşüncelerim.
Görmüyor musun? Baba sevgisi nedir bilmeyen çocuğu görmüyor musun? Benim de birilerine ihtiyacım var, neden görmüyorsun? Bu yabancı oğlan gözlerinin önünde ölüyor, görmüyor musun baba? Kendi kanından canından bir parçasını öldürüyorsun baba, neden görmüyorsun?
"Alparslan benden çok mu masum? Ne zannediyorsun, oturduğun koltuğun varisi Alparslan ve o koltuğa oturmak için seni öldüremeyecek mi zannediyorsun? Çok yazık, ben de zeki bir adam olduğunu düşünmüştüm, yanılmışım." Gözlerimde gördüğü hissizlik ya da sözlerim yüzünden rahatsız olmuştu.
"Alparslan sen değil, herkes senin gibi orospu çocuğu da değil." Kan beynime sıçradı, buna rağmen hissizlik içinde öylece durmaya devam ettim. Orospu çocuğu? İstedikleri buysa, onlara nasıl orospu çocuğu olunur gösterecektim.
"Allah'tan tek dileğim var, beni seven bir aileye sahip olmak. Bana bu isteği çok gördünüz ya, Allah da senden mutluluğunu alsın baba." Mahir'in gözleri sarsılmıştı, bakışlarındaki soğukluk ve nefret yerini şaşkınlığa bırakmıştı.
Tam bu sırada Umay, salonun ortasında, büyük pastanın yanında duruyordu. Gözleri bir an bana kaydı ve yavaşça yanımıza geldi. Üzerindeki zarif elbise, onu her zamanki gibi asil ve ulaşılmaz gösteriyordu. Yüzündeki hafif tebessüm, az önceki öfke dolu konuşmamızın ardından fazlasıyla zıt bir görüntüydü.
"Ne oluyor burada?" dedi, sesinde hem merak hem de endişe vardı. Mahir, soğukkanlılığını koruyarak, "Hiç, Uraz ile konuşuyorduk sadece." dedi. Umay bana döndü, gözleriyle beni tarayarak bir şeyler arıyormuş gibiydi.
Umay: "Bari bu akşam olay çıkarma, bu mutlu günü de mahvetme." Tek yapabildiğim ona bakmak olmuştu. Yüzümde ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordu. Umay'ın gözlerinde beliren endişe ve merak karışımı, içimdeki boşluğu daha da derinleştirdi.
Neden beni daha az seviyorlar? Neden üvey abimi daha çok seviyorlar? Belki de ben bir hata yaptım. Belki de yeterince iyi değilim. Üvey abim, onunla daha fazla vakit geçiriyorlar, onunla daha fazla ilgileniyorlar. Onun başarılarına gurur duyuyorlar, benimkileri göz ardı ediyorlar. Kendimi yetersiz hissediyorum.
Belki de bu ailede gerçek bir yere ait değilim. Üvey abimle aramda bir rekabet var, ama o her zaman kazanıyor gibi görünüyor. Onunla kıyaslandığımda, eksik hissediyorum. Kendimi daha fazla kanıtlamalıyım. Ama içimde bir boşluk var. Bu ailede neden bu kadar yabancı hissediyorum? Neden üvey abim daha çok seviliyor? Kendimi bu duygusal karmaşanın içinde kaybolmuş hissediyorum.
Saate bakınca neredeyse gece yarısı olmak üzere olduğunu fark ettim ve evin çıkışına doğru adımlamaya başladım.
Salonun zarif ama boğucu atmosferinden dışarı adım attığımda, gece havası beni serin bir esintiyle karşıladı. Ay, gökyüzünde solgun bir yarımküre olarak parlıyordu. Arabamın park edildiği yere doğru ilerledim.
Kapıyı açtığımda, içeriye yayılan sigara kokusuyla yüzüm tiksintiyle buruştu. Arabanın içine oturduğumda, anahtarı çevirip motoru çalıştırdım. Farlar, karanlık sokakları aydınlattı ve yolun ötesindeki ağaçların gölgeleri dans etti.
Arabanın motorunun pürüzsüzce çalıştığını duydukça, içimdeki duygusal kargaşa bir nebze olsun yatışıyordu. Direksiyonu kavrayan ellerim hala titrerken, yol kenarındaki ağaçların gölgeleri farların ışığında titrek birer siluete dönüşüyordu. Bu gece, her zamankinden daha fazla huzursuz hissediyordum. Her dönüş, her viraj, düşüncelerimi biraz daha derinleştiriyordu.
Camı hafifçe araladım, içeri dolan serin hava yüzüme çarptı. Bu soğukluk, içimdeki sıcak öfkeyi bir nebze olsun dindirdi. Radyoyu biraz daha açtım, hafif bir caz melodisi etrafa yayılırken, bu müziğin sakinliği içinde kaybolmaya çalıştım. Düşüncelerim tekrar anneme döndü. Onun için unutulmaz bir doğum günü yapmak istiyordum, ama her şey bu kadar karmaşıkken nasıl başarabilirdim?
Yol, uzayıp gidiyordu. Şehir ışıkları arkada kalırken, önüme serilen karanlık, beni içine çekiyordu. Gökyüzündeki yıldızlar, birer umut ışığı gibi parlıyordu ama bu umutlar benim için ne kadar gerçekti? İçimdeki boşluk, yıldızların soğuk parıltısıyla daha da derinleşiyordu.
Düşüncelerim bir anlığına dağılırken, kenarda duran bir parkta çocukların oynadığını gördüm. Çocukların neşesi, bana kendi kaybettiğim masumiyeti hatırlattı. Çocukken hayat ne kadar basitti. Şimdi ise her şey ne kadar karmaşık ve zorlayıcıydı.
Arabayı müstakil evin kapısının önünde park ettim ve arabanın kapısını açıp aşağıya indim. Eve doğru adımlamaya başladım, telefonu çıkarıp kilidi açtım ve Pusat'a ne demek istediğimi anlayacağı bir mesaj attım. Arka cebimdeki anahtarı alıp kapıyı açtım. Evin ışıkları açıktı. Eve girip kapıyı kapattım.
Neşeden yoksun bir ıslık çalarak evin banyosuna doğru yürümeye başladım. Zemin katta bulunan banyonun ahşap kapısının önünde durunca ıslığım bir bıçak gibi kesildi. Bundan sonra olacakları biliyordum. Bunu yapmaya değer miydi? Onların hayatından çıkıp gidersem yüreğimdeki acı diner miydi?
Bir sofrada istenmeyen kişi olmak, rahatsız edici bakışlara maruz kalmak, bunların hepsi ruhu yaralardı. Ama benim ruhum bu yaralara alışıktı. Ben acı çekmeye alışığım, ama ya onlar acı çekmeye hazır mıydı? Derler ki, yaşattığını yaşamadan ölmezmiş insan. Tek tesellim buydu.
Bana yaşattıklarını yaşamadan ölmesinler...
Titreyen elimi kaldırıp kapı kulpunu tutup aşağıya çekince kapı gıcırdayarak açıldı. Üzerimdeki ceketi çıkarıp yere fırlattım, boynumdaki kravatı nihayet çekip boynumu kurtardım.
Aynaya baktığımda, yüzümdeki çizgilerin daha derin, gözlerimin ise daha karanlık olduğunu fark ettim. Sanki içimdeki tüm acılar ve yaşanmışlıklar dışarıya vurmuş gibiydi. Yorgun görünüyorum, yorgunluk sadece fiziksel değildi; ruhumda taşıdığım yüklerin bir tezahürüydü. Kendimi her geçen gün biraz daha kaybediyordum, bu banyo aynasında gördüğüm yüz bile artık tanıdık gelmiyordu. Banyoda biraz durup düşünmeye başladım. Her anın, her saniyenin ağırlığı üzerime çökmüştü.
Lavabonun kenarına yaslanıp derin bir nefes aldım. Soğuk suyu açıp ellerimi yüzüme götürdüm, suyun serinliği beni biraz olsun kendime getirdi. Kafamda dolaşan düşünceler, her biri birer diken gibi batıyordu. Ailemin bana olan sevgisizliği, dışlanmışlığım, onların mutluluğunu seyrederken içimde hissettiğim boşluk...
Bir çocuğun ailesini nasıl canından vazgeçecek kadar çok sevebileceğini düşünüyordum. Ailemin bana olan tavırları ve onların benden beklediği şeyler... Kendimi her zaman yetersiz hissetmiştim, sevgilerini kazanmak için ne yaparsam yapayım, yetmiyordu. Belki de hiçbir zaman yetmeyecekti.
Annemin doğum günü partisinde olup bitenler, söylediklerim ve söylenenler zihnimde birer birer canlanıyordu. Küvetin içine oturdum. Küvetin soğuk suyu tenime değdiğinde, derin bir nefes aldım. Su, sanki içimdeki bütün yangını söndürecekmiş gibi bir serinlik veriyordu. Bir an için her şeyin durduğunu, tüm acıların ve karışıklıkların suyun altında kaybolduğunu hayal ettim. Ama gerçekler suyun yüzeyine çıktıkça, düşüncelerim daha da berraklaştı.
Bu ailede hep bir gölge gibi yaşamıştım, varlığım hep ikinci planda kalmıştı. Üvey abimin başarıları, onunla geçirilen zamanlar, her şey benim için bir yük olmuştu. Oysa ben de bir parça sevgi ve ilgiye muhtaçtım. Ama onlar, beni hep göz ardı etmişlerdi. İçimde biriken öfke, nefret ve çaresizlikle boğuluyordum.
"Aile," dedim kendi kendime, "birlikte olduğumuz, birbirimize destek olduğumuz, sevgiyle bağlandığımız bir yer olmalıydı." Ama benim ailemde böyle bir bağ yoktu. Onlar sadece görünürde bir aileydi, içlerinde ise sevgisizlik ve önyargılarla doluydular.
Bir çocuk, ailesinden sevgi bekler, ilgi bekler, değer görmek ister. Ama ben bu duygulardan mahrum bırakılmıştım. Onların gözünde hep eksik, hep yetersizdim. Belki de bu yüzden içimdeki boşluk hiçbir zaman dolmadı. Hep daha fazlasını yapmaya çalıştım, hep kendimi kanıtlamaya uğraştım.Ama nafileydi. Çünkü onlar, beni kabul etmeye hiç niyetli değillerdi.
Aile ne ifade ederdi? Benim için hiçbir şey. Kan bağım olmayan insanları ailem yerine koymuştum. Bunu yaparken ne düşündüğümü ve nasıl hissettiğimi çok iyi biliyorum.
Mutluluktan havalara uçmuştum... Yere çakılacağımı bilmeden...
Eskiden, sevdiğim ve değer verdiğim insanlar için her şeyi yapardım. Bu, dünyayı altüst etmek anlamına gelse bile yapardım. Ya da ben öyle zannediyordum.
Sevdiğim insanlar ölmesin diye ölümü bile göze alırım derdim ama onları tek tek kaybettim. Onlar kalbimde ölürken ben sadece izlemekle yetindim. Acı bile hissedemiyordum, hatta bir şeyler hissettiğimden bile emin değildim.
Eskiden boş boş baktığımı düşünürdüm ama şimdi boş bakışların yerini ruhsuz bakışlara bıraktığını görebiliyordum. Ben ben değilim. Küvette oturmuş, bacaklarımı uzatmış, duş başlığından akan soğuk suyu izliyordum.
Kıyafetlerim ıslanmış, üzerime yapışmıştı ve rahatsız ediciydi. Gözyaşlarım suya karışarak yok oluyordu. İlk defa iliklerime kadar yalnız olduğumu hissediyordum.
Sen hep yalnızdın...
Seni annen bile sevmedi...
Seni kimse sevmiyor...
O halde niye hâlâ yaşıyorsun?
Hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladım. Omuzlarım sarsılıyor, boğazımdaki yumru yutkunmamı zorlaştırıyordu. Daha on dokuz yaşında bir gencim ama yaşadığım hayatla yaşım bir değildi. Avuç içimi kesen jilet sanki ağırlaşmıştı.
Aldığım nefesler sanki yetmiyordu. Bunu yapmaya karar vermek benim için ne zor ne de kolay olmuştu. Titrek bir nefes aldım. Ardımda bırakacak kimsem yoktu, benim için üzülecek kimsem yoktu.
Kimsesiz çocuklar mutlu olmayı en çok hak edenlerdir...
Herkes ebeveyn olmamalıydı...
Yumruk haline getirdiğim elimi açtım. Avucum ince bir çizgi şeklinde kesilmişti, suya damlayan kan suya karışarak rengini kaybediyordu. Kıyafetlerimin içinde ürperdim ve soğuk bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım, zihnimdeki karanlık daha da derinleşiyordu.
Bir an için hayatımın tüm anlarını gözden geçirdim. O mutlu anlar, acılar, kayıplar ve yalnızlık. Hepsi iç içe geçmiş, beni bu noktaya getirmişti. İçimdeki boşluk büyüyordu. Diğer elimle jileti alıp sıkıca kavradım ve bileğime yaklaştırdım. Jiletin keskin ucun tenime değmesiyle duraksadım. Bir an için kapıya baktım; kapalıydı ve evde su sesinden başka hiçbir şey duyulmuyordu. İçimde garip bir huzurla, jileti bileğime bastırdım.
Jileti tenime bastırdığımda hissettiğim acıyla gözlerimi sıkıca yumdum. Bu son acı çekişimin olduğunu bilerek, damarı kesmek için gücü buldum. Kan, ince bir akıntı halinde suya karışmaya başladı.
Nefeslerim kesik kesikti. Bu, benim sonumdu, farkındaydım. Kimsesiz, harap bir evin banyosunda ölmek benim kaderimdi. Gözlerim bulanıklaşırken, birinin kapıyı açıp beni kurtarmasını bekledim. Ama kimse gelmedi.
Görüşüm giderek bulanıklaşıyordu, dudaklarımdan hıçkırıklarla karışık son nefesim dökülürken, hıçkırıklarım da yarıda kaldı.
Çocukluğumdan özür dilerim. Sana bir aile veremedim. Beni affet.
|
0% |