Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@tubux2

Hellö!

Kitappad'deki ilk kitabımız hayırlı uğurlu olsun :)

Hadi bu hikayeye hangi tarihte başladığınızı yorumlara yazalım. Bir gün en eski okuyucuları bulmak isteriz belki :)

Keyifli okumalar (kalp)

*

TOMMY

Ölüm başlı başına bir ihanetti hayatta kalanlara.

Haksızlıktı. Fakat ölene değil, yaşayanlara.

Giden gidiyordu nasılsa. Kalanlar hep biraz eksikti.

Benimse annemin ölümünden sonra yaşamak zorunda bırakılacağım eksiklik hayatımla kıyaslanamazdı. Ona çok kızgındım. O gece onu bırakmama izin vermediği için, sağanak yağmurun ortasında araba kullanarak ölümünü hazırladığı için onu affedemiyordum. Bile isteye girmişti Azrail’in açtığı soğuk kolları arasına.

Ona çok kızgındım ama bir o kadar da özlüyordum.

“Tommy!”

Babamın mahkeme salonlarına has sesi her zamanki profesyonelliğindeydi ve bu sefer adımı esir almıştı. Alt katın merdivenlerinden odama doğru seslendiğini belli eden vurgusu gözlerimi kapatmama neden oldu. Annemi toprağa vermemizin ardından yirmi dört saat geçmemişti. Fakat babam her saat başı içtima alır gibi bana sesleniyordu. Annemin acısını kaldıramayacağımdan aptalca bir şey yapacağımı düşünüyor olmalıydı ya da söylemek istediği bir şey vardı ama bir türlü dile getirecek cesareti bulamıyordu. Gerçi, konu John Brooks ise hiçbir kelime onu korkutamazdı.

O kelimelerin cambazı diye bilinen bir avukattı.

Lanet olasıca dili dudaklarının arasından çıktığı anda herkesi hipnotize ediyordu.

Kaç adamı ipten aldığını, kaç davanın lehine sonuçlandığını bilemeyeceğim kadar çok çalışıyordu. Ülkede ismi altın harflerle adliye koridorlarına yazılmıştı. Kıvrak zekasına eklenen kurnazlığıyla kurtaramayacağı insan, çözemeyeceği dava yoktu. Bu zamana kadar kaybettiği davalar bir elin parmağını geçmezdi. Onlarda mesleğe ilk başladığı dönemlerin kara lekeleri sayılabilirdi.

“Evet!”

Aynı onun gibi resmi belki de biraz bıkkın cevabımı merdivenlere doğru haykırdım. Çok geçmeden “Konuşmamız gerekiyor. Hemen aşağı gel,” komutu kulaklarımı doldurdu. Harika, sanırım beklenen an gelmişti.

İşte başlıyorduk.

Miskince ayağa kalktım ve beni ne beklediğini bilmediğim bir yol için adımımı attım. Merdivenlerden birer birer inerken annemin bana miras bıraktığı köpek yolumu kesti. Safir. Türk asıllı annem için bu kelime çok büyük anlamlar taşıyordu. Gözleri safiri andırdığı ve eşsiz bir köpek olduğu için bu ismi koyduğunu söylemişti. Benim içinse sıradan mavi bir renkti gözleri. Eşsizliği… Eh buna katılmamak elde değildi. Saf kan bir dişiydi. Samoyed cinsine göre bir tık daha akıllıydı. Hatta kurnazlık ve sinsilik arasında gidip gelen bir zekaydı ondaki. Köpek demek için gerçekten hiç köpek tanımamak gerekiyordu. İnsanların yaptığı hemen hemen her şeyi izliyor, öğreniyor ve uyguluyordu. Bu nedenle türünün tek örneği denebilir miydi? Sanırım evet. Kar beyaz tüylerini yine bir çamur kümesiyle eşleştirmiş Safir’in ardında bıraktığı izlere bakarken suratımı buruşturdum.

“Hiç akıllanmayacaksın dostum,” derken taşlı tasmasından arta kalan ensesini okşadım. “Annem seni öldüre-“ Kalıplaşmış cümle ağzımdan tam anlamıyla kaçamamıştı. Acı dolu bir gülümseme kalan harflerin yerini aldı. O artık kimseyi öldüremezdi. Çünkü yaşamayan biri varsa o da oydu. Ölmeden önce söylediği her sözün altına imzasını atardı. Şimdi ise o imzaların yerinde beyaz bir kefen duruyordu.

“Odama çıkıp beni banyoda bekle.”

Sanki annem öleceğini hissetmiş gibi benim emirlerime de uyması gerektiğini ona öğretmişti. Bunun için ona minnettardım. Açıkçası şu anda istediğim en son şey kontrolsüz dört ayaklı bir canlıydı.

Safir merdivenleri tırmanırken bende salona doğru ilerledim. “Buradayım evlat.” Mutfaktan gelen sese doğru yöneldim. Ziftten farksız olduğunu bildiğim kahvesiyle, mutfağın ortasındaki geniş ada tezgâha yaslanan babamın gözleri önündeki kâğıt parçasındaydı. Bu alıştığım bir manzara olduğu için sorgulamadan her zamanki yerime oturdum. Başını kaldırdı. Gözleri son birkaç gündür sıkça yaptığı gibi yüzümü taradı.

“Nasılsın?”

Umursamazca omuz silktim. “Daha iyi günlerim oldu.” Özellikle bu mutfakta, annemin cıvıl cıvıl sesleri eşliğinde…

“Benimde,” derken önündeki kâğıdın üzerine parmaklarını yerleştirip kendi ekseni etrafında tam tur döndürdü ve bana doğru itti. İşte bu pek de aşina olmadığım bir hareketti. Kendime doğru çekerken bu kâğıdın bir uçak bileti olduğunu fark ettim. Türkiye’ye…

Tek gidişlik.

Sadece benim adıma.

Başımı kaldırıp sorgularcasına babama baktı. Tepkimi ölçmeye çalışıyor gibiydi. Sanki sözcüklerini yumuşatmak istercesine kahvesinden bir yudum aldı. Ardından derin bir nefes…

“Yarın sabah dedenlerin yanına gidiyorsun.”

Bunu fark etmiştim. Annemin ailesi hala sağ ve İstanbul’da yaşıyordu. Arada sırada gittiğimiz ziyaretler ve özel günlerdeki aramalar dışında pek yakınlığımız olduğu söylenemezdi. Annemin cenazesine bile gelmemişlerdi. Onlara göre gelememişlerdi ama ben biliyordum ki annemi kendi ülkelerine gömmelerine izin vermediği için babama gösterdikleri anlamlı bir tepkiydi. Yine de ne olursa olsun o törende olmaları gerekirdi. Kızlarına olan son görevlerini yerine getirmek gururlarından önce gelmemeliydi ve bunun için onlara da en az annem kadar kızgındım.

“Kaç günlüğüne?”

Sorum karşısında ne diyeceğini bilmiyormuş gibi görünüyordu ya da bildiği şeyi bana nasıl kabul ettirebileceğini düşünüyordu. “Bir süreliğine,” dediğinde çatılan kaşlarımla “Ne kadar bir süre bu?” diye sordum. Ağustosun ortasındaydım ve akademinin yaz kampından annemin vefat haberi yüzünden erken ayrılmak zorunda kalmıştım. Haklı bir nedenim olsa da boşlayamayacağım bir kariyere sahiptim ve son seneme başlamadan önce açığımı kapatmak için çalışmalarıma tam gaz devam etmek zorundaydım.

Amerikan futbolunun yükselen yıldızı.

12 Numaraya anlam kazandıran takım kaptanı.

Yaşından önce akademiye kabul edilen ve büyüklerle oynamasına izin verilen genç profesyonel.

Takımının yerel şampiyonluklarına büyük katkısı ve son iki sezondaki üstün başarısı sayesinde henüz lisede olmasına rağmen Ulusal Futbol Ligindeki yetenek avcıları tarafından keşfedilmiş ve şimdiden iki kulübün radarına girmiş olan deli fişek.

Ve gelecek haziran ayında amatör ligin seçmelerine girerek NFL’ye doğru bir adım daha yaklaşacak olan oyun kurucu, Thomas Brooks. Evet bu bendim.

“Dileyelim ki kısa bir süre olsun.”

Babamın cümlesi, kendimi öven bilinçaltımdan sıyrılmama neden oldu. Ne söylemek istediğini anlamamıştım ama ortamın huzursuzluğunu iliklerime kadar hissediyordum. “Annenin davası bitene kadar dedenlerde kalmanı istiyorum.”

“Ne?”

Şaşkınlık nidasının ardından gelen alaycı kahkaha kontrolüm dışında gerçekleşmişti. “Şaka yapıyorsun değil mi?” diye sorduğumda ciddi olduğunu anlamam saniyelerimi almadı ve yüzümdeki tebessüm göz açıp kapayıncaya kadar silindi.

“Lanet olasıca bir trafik kazasıydı baba!”

“Şimdilik.”

Babamın müvekkillerinin yanında takındığı otoritesiyle başa çıkmak zordu. Annemin ölümünün şaibeli olduğunu düşünüyordu. Aldığı son dava yüzünden bir suikasta kurban gitmiş olabileceğini en yakın arkadaşı Edward Amca’ya anlatırken duymuştum. Bu işin peşini bırakmayacaktı ve yoluna çıkan her şeyi savurup atmaya hazırdı.

Fakat ben onlardan biri değildim.

“Canın cehenneme. Hiçbir yere gitmiyorum.”

Önümdeki uçak biletini babama doğru savurup ayaklandım. Saygısızlığa tahammülü olmasa bile kılını kıpırdatmamıştı. “Eşyalarını toplasan iyi olur evlat. Uçağın erken saatte.” Tam mutfaktan çıkmak üzereyken ayaklarıma taktığı prangalarla durdum. Gerisin geri dönsem de ona doğru ilerlemedim. Dilimin ucuna milyonlarca küfür birikti ama hiçbirini söyleyerek işimi riske atamazdım. Babam bir konuda karar verdiyse geri dönüşü yoktu ve benim şu anda imkânsız için çabalamam gerekiyordu.

“Annem bunu istemezdi.”

Elimdeki en büyük kozu masaya vurdum. Annem, bir ailenin her zorlukta birlikte kalması gerektiğini savunan lanet olasıca bir bağdı. Ne yaşarsak yaşayalım hiçbir zaman kopup başka yönlere savrulmamıza izin vermemişti. Yıpranmıştı, incelmişti ama yine de çelik gibi bizi bir arada tutmuştu. Başını bana hak verircesine sallayan babam “Annen birçok şeyi istemezdi,” diye cevap verdi. “En çokta ölmeyi.” Gözlerindeki intikam ateşi bir anlığına parladı. Aramızdaki mesafeye rağmen bunu görebilmiştim. Onu kaybetmenin acısını henüz yaşayamamıştı. Gerçekler ortaya çıkmadan da acının onu ele geçirmesine izin vermeyeceğe benziyordu.

“Seni de kaybedemem Tommy.”

Boğazıma oturan yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştım. Aklından geçenleri duygularıyla perçinlediğinde çözmem zorlaşıyordu ama içimden bir ses haklı olabileceğini fısıldamayı da ihmal etmiyordu. Babam şüphelendiği nedenlerden dolayı annemi kaybettiyse, o dava sonuçlansa da sonuçlanmasa da ben onun hayatı için açık bir hedef oluyordum. Vurulması kolay, süründürmesi daha kolay lanet olasıca bir neden.

“Kaybetmeyeceksin,” diyerek güvence vermeye çalıştım. “Ama hiçbir yere gitmiyorum. İlla bir yere gitmem gerekiyorsa büyükbabamlar beni seve seve kabul eder.” Babam başını ‘anlamıyorsun’ der gibi salladıktan sonra “Hayır,” dedi itiraz istemeyen bir tonda.

“Bu riski alamam. Dedenlerin yanında daha güvende olacaksın.”

Elimi saçlarımın arasına sokarak sertçe karıştırdım. Hali hazırda dağınık durmaya alışık halinden pekte farklı göründüğünü sanmıyordum.

“Bende bu riski alamam.”

NFL’ye giden yoldaki son düzlükteydim ve saçma sapan bir korkunun bunu elimden almasına izin veremezdim. Futbol sadece hayatımın bir parçası değildi.

Hayatımın ta kendisiydi.

Hayatımdan endişe ediyorsa ve beni kaybetmekten korkuyorsa futbolumu korumalıydı.

“Bu tam bir saçmalık.”

Babam beni onaylarken “Öyle,” dedi. “Ama güvenli bir saçmalık.” Bir anlığına bana hak verdiği için rahatlayacağımı sandım ama ardından gelen cümle öfkemi bir üst seviyeye taşıdı. ‘Ama’ kelimesi kendinden önceki her şeyi silip atardı ya da sikip atardı!

“Her şeyim burada baba!”

Artık tam anlamıyla bağırıyordum. “Okulum, arkadaşlarım, takımım, senin umurunda olmayan geleceğim burada!”

“Yaşadığın sürece.”

Merhametsiz bir tonla kurduğu cümle donakalmama neden oldu. Birkaç saniye, sadece mantıklı bir cümle kurmama yetecek kadar kısa bir süreliğine sessizleştim ama hiçbir şey bulamamıştım. Sadece ona haykırmak istiyordum.

“Ölmeyeceğim paranoyak herif!”

Göğsünü şişirerek nefes alan babamın sabrının sınırlarda dolaştığını biliyordum. Bir saygısızlığıma daha müsama göstermeyeceğini açık bir şekilde bağırıyordu bakışları. “Tabi ki ölmeyeceksin. Buna izin vermeyeceğim.” İçin için kanayan bir yaranın üzerini kapatmak istercesine güldüm.

“Beni göndererek.” Lütfen gönderme.

Başıyla onayladı. “Beni göndermen yaşayacağımı garanti etmez,” dediğimde yine bana katılan bir ifade kullandı.

“Etmez.”

“Yine de beni gönderiyorsun.” Hadi baba. Beraberken daha güvendeyim. Fark et bunu.

“Bir süreliğine.”

Öfkeyle inlerken ayağımı önümde duran kapıya geçirdim. Kapı büyük bir gürültüyle arkasındaki duvara çarptı. Ayağım zonklarken başka bir bahaneye sarıldım. “Ne okuldaki ne de akademideki koçlarım buna izin vermez.” Son kozlarını kullanan birinin paniğiyle babama baktım. İşe yaramasını umurken “İkisiyle de konuştum,” dedi. “Onlarda benimle aynı fikirde.”

Histerik bir kahkaha dudaklarımdan kaçarken “Seninle aynı fikirdeler mi?” diye sordum. “Yoksa o muhteşem ötesi ikna gücünle onları da seninle aynı düşünmeye mi zorladın baba?”

Cevap vermedi ama dudaklarının milimetrik olarak kıpırdadığına yemin edebileceğim bir hareketlenme oldu. Gurur duyulacak yeteneği benim üzerimdeyken sadece sinir bozucuydu. “Çünkü haziranda seçmeleri olan bir yıldızı bir sene sahalardan uzak tutacak kadar akıllarını yitirmiş olamazlar.” Cümlemi bitirmemle derin bir nefes aldı. Eline aldığı boş kupayı lavaboya doğru götürdü.

“Sahalardan uzak kalmayacaksın.”

Benimle dalga geçiyor olmalıydı. Suyu açıp bardağını çalkalayan babam “Türkiye’de çalışmalarına devam edeceksin ve seçmeler için burada olacaksın,” diye ekledi. Benimle gerçekten dalga geçiyordu.

“Türkiye’de çalışmalarıma devam edeceğim öyle mi?”

Bardağı, bulaşık makinesinin içine bıraktı. Ellerini aldığı havluyla kuruladı ve bu sırada başını sert bir hareketle aşağı yukarı salladı. “Nasıl olacakmış o?” Gerçekten bu konuşmanın nereye gideceğini merak ediyordum. “Türkiye’de de Amerikan futbolu oynanıyor evlat. Sadece adı korumalı futbol diye geçiyor.” Ciddi olamazdı. Birde bunu araştırmış mıydı? Korumalı futbol… Adı bile bildiğim sporun prensiplerinden çok uzaktı.

“Koç McCarty, senin için okulları araştırmış. Sadece üniversitelerde oynandığı öğrenmek biraz can sıkıcıydı. Fakat koç senin gibi bir yıldızın o takımlarda kabul göreceğinden emin. Hatta birkaçına referansını bile gönderdi.”

Akademideki koçumun böyle düşünmesi koltuklarımı kabarttı. Yine de bu övgüler arkamdan iş çevirdikleri gerçeğini değiştirmiyordu ve bunun için onlara fazlasıyla öfkeliydim.

“Lütfen bunlar kahrolası bir şaka olsun.”

“Dava sonuçlanana kadar böyle düşünebilirsin,” diyen babam uçak bileti olduğunu artık bildiğim kâğıdı masadan aldı ve elime tutuşturdu.

“O gün geldiğinde hep beraber güleriz. Şimdi odana. Eşyalarını toplaman için beş saatin var.”

Son sözünü söylediği gibi mutfaktan çıktı ve ben elimde tuttuğum, geleceğimi mahvedecek bombayla oracıkta kalakaldım. Merdivenleri tırmandığını duyduğumda gerisin geri koştum.

“Arkadaşlarıma veda etmedim.”

Babam yukarıya çıkan merdivenleri tamamlarken “Onları cenazede gördün,” dedi bana kısacık bir bakış atarak. ‘Aynı şey mi?’ dercesine ardından bakakaldım. Sanırım bu bakışımı yakalamıştı.

“Sonsuza kadar gitmiyorsun Tommy.”

“Ucu açık bir tarihin, sonsuzlukla bir ilgisi olmalı.”

Görüşümden çıkmak üzere olan babamı yakalamak adına merdiven basamaklarını onun aksine üçer beşer tırmandım. “En azından Rob’u görmeme izin ver.” Robert, beş yaşından beri en iyi arkadaşım, sırdaşım, dostumdu. Hatta olmayan kardeşim yerine koyacağım kadar sevdiğim, ailemden gördüğüm en yakınımdı. Okulu, evi, takımı ya da herhangi bir yeri onsuz hayal bile edemiyordum. Yediğimizin içtiğimizin hatta sıçtığımızın bile ayrı gitmediği düşünülürse, bu haber onunda canını fazlasıyla sıkacaktı.

“Onu arayabilirsin.”

Yatak odasına giren babam kapıyı yüzüme kapattı. Bu konuşmanın bu şekilde biteceğini sanıyorsa çok yanılıyordu. Hızla odasının kapısını açtım ve beni saran kokunun acısına odaklanmak yerine üzerindeki gömleği çıkarmak üzere olan adama doğru yürüdüm.

“Hayır baba. Onu arayarak veda etmeyeceğim.”

Babam soyunmayı kesti. İzinsiz mahremine dalmamdan kaynaklı rahatsız olduğu kaskatı duruşundan belliydi. Fakat buna değinmek yerine “Saat buluşmak için fazlasıyla geç ve evden çıkmak için beş saatin var,” dedi. Ardından kolundaki pahalı saati kontrol etti. “Aslına bakarsan dört buçuk saat.” Elleri tekrar düğmelerinde dolaşmaya başladı.

“Harika! Şimdiden kısıtlanmaya başladım.”

Annemin ailesi tutucu ya da geri kafalı değildi. Fakat prensipleri olan ve onların dışına çıkılmasına izin vermeyecek kadar otoriteye sahip insanlardı. Annem Erasmus’a bile kendi imkanlarıyla katıldığını, üniversiteden sonra ailesinin yurt dışında yaşama fikrine asla sıcak bakmadığı için okul bitmeden babamla evlendiğini ve bunu çok sonra ailesine açıkladığını anlatmıştı. Bir süre konuşmadıklarını ama ben doğduktan sonra her şeyi geride bırakmak için birbirlerine bir şans daha verdikleri anıları anlatırken annemin ağlayışı dün gibi aklımdaydı. Prensipler sevdiğim şeyler arasındaydı. Tabi ki kendi çıkarlarıma ters düşmediği sürece…

“Kimse seni kısıtlayamaz.”

Babam dikkatimi üzerine çekti. Gömleğini hangi ara tişörtüyle değiştirmişti. “Ama evet. Oradayken dikkat etmen gereken şeyler var.” İşte bu cümlenin yarattığı baskı hoşuma gitmemişti. Zaten dikkatli, disiplinli ve kontrollü bir hayatım vardı. Okul notlarım fazlasıyla iyiydi. NFL hayallerim için bir üniversiteye ya da bir diplomaya ihtiyacım yoktu. Amatör ligden başlayarak ilk turun sonunda profesyonel lige kendimi aldıracağıma emindim. Yaşıma bakmaksızın, şubat ayında yapılacak olan, üniversite futbolcularının NFL antrenörleri, genel menajerleri ve izcileri önünde fiziksel ve zihinsel testler gerçekleştirdiği bir haftalık izcilik kombinesine davet edilmem de bunun kanıtıydı. Yine de bir B planı hayat kurtarıcı olabilirdi. En azından babam böyle düşündüğü için derslerimi sıkı tutturuyordu. Amatör lige olası bir aksilikle kabul edilmezsem, 1. Ligdeki bir üniversite futboluna katılmamı, ulusal şampiyonluktaki başarımla da ilk turda seçilip profesyonel lige başlamamı içeren bir yedek plandı ya da sadece kendi geçmişi yüzünden benim için bulmaya çalıştığı bir kaçış planıydı.

Garanti ama bir o kadar uzun bir plandı.

Ben sadece oyunda kalmak istiyordum.

Spor, okul dışındaki zamanımın büyük bir çoğunluğunu kaplıyordu ve bundan ara sıra annem dışında, kimsenin şikâyet ettiğini duymamıştım. Sonuçta sağlam kafa sağlam vücutta bulunurdu. Sağda solda sürtmekten her türlü iyiydi. Alkol ve sigara kullanmam yasaktı. Hatta abur cubur tabir edilen fastfood tarzı yemekleri bile yediğim zamanlar bir asır kadar önceydi. Yani tam anlamıyla örnek bir insan formundaydım. Daha fazla neye dikkat edebilirdim ki.

“Kızlara.”

Düşüncelerimi okumuş gibi bakan babam “Buradakilerle olduğu gibi rahat davranamazsın,” dedi kendini açıklama ihtiyacı hissederek. Gözleri altımdaki gri şorta kayarken “Yani onu iç çamaşırının içinde tutsan iyi edersin,” diye ekledi. Bu durum siktiğimin şakası olmak zorundaydı artık! 15 yaşından beri aktif bir cinsel hayatım vardı. Kahrolası derecede iyi, öfke nöbetlerimi kontrol altında tutmamı sağlayan bir hayat! Belki de savunma hattında başlayan serüvenimin hücum takımına geçmesindeki en önemli neden sadece buydu. Seks yapmadığım zamanlar yürüyen bir barut fıçısına dönüyordum ve bu sadece maç sırasındaki karşı takımı ezip geçtiğim zamanlarda işime yarıyordu. Cornerback olduğum zamanlarda…

Son üç sezondur birinci oyun kurucuydum. Daha kontrollü olmak zorundaydım ve seks bunun en büyük ilacıydı. Benden bunu bırakmamı istemek için artık çok geçti.

“İşleri bu kadar yokuşa sürme. Orayı sevip sevmeyeceğini bile bilmiyorsun.”

Doğruydu. Bunu bilecek kadar zaman geçirmemiştim onlarla ya da o ülkede. Fakat buradaki hayatımdan daha çok sevmeyeceğime emindim ve bu benim için yeterliydi.

“Geleceğimi alıyorsun benden.”

Babam altına geçirdiği şortun ardından yatağının önündeki banka oturdu. Elini yan taraftaki boşluğa vurarak oturmamı söyledi. Kıpırdamadığımı görünce pes ederek bana döndü.

“Senden hiçbir şeyini almıyorum Tommy. Aksine sana daha iyi bir gelecek verebilmek için uğraşıyorum. Bunun için nefes alman gerekiyor oğlum.”

Cevap vermedim. Kollarımı göğsümün üzerinde bağlarken tişörtümün kastığını hissettim. Yaz boyunca yaptığım çalışmaların ödülünü bedenim bu şekilde sunuyordu. Fakat artık bunun hiçbir önemi yoktu. Burada olmadığım, kendi takımımla adam akıllı bir futbol oynamadığım sürece…

“Ayrıca koçların böyle bir şeye müsaade ederler miydi? İnan bana kimse seçmelerden önce en iyi adamını kaybetmek istemez.”

Hala ağzımdan tek bir kelime çıkmamıştı. Babam sessizliğimi fırsat bilip zehirli diliyle beni ikna etmeye çalışmaya devam etti. “Hadi ama Tommy. Sen kendin söylemedin mi az önce böyle bir şeye müsaade etmeyeceklerini.” Gözlerim hafifçe kısıldı. Beni kendi silahımla vurmaya çalıştığını fark ettiğim an aramızdaki monoloğu diyaloğa çevirme vaktimin geldiğini anladım.

“Etmişler ya.”

Babam tek kelimelik bir tepki almasının memnuniyetiyle rahatladı. “Ettiler. Çünkü onların da şartları vardı. Tüm kontrolün onlarda olması şartıyla seni idare etmeyi kabul ettiler.” Kafam karışmaya başladı. Aramızda kilometreler varken kontrolü nasıl sağlayacaklardı ki? Beni idare etmek derken tam olarak akıllarından ne geçiyordu?

“Ben sadece bu yolculuğu finanse ediyorum oğlum. Her şeyi onlar planlıyor, tıpkı buradaki gibi. Oraya gittiğinde hiçbir şey değişmeyecek. Okulun, sporların, diyetin, hatta takımdaki yerin bile…”

İşte bu imkansızdı. Kimse dağdan gelip bağdakine izin vermezdi. Oyun kurucu olmak için kendini kanıtlaman gerekiyordu ve eminim ki gideceğim yerde buradaki başarılarımın hiçbiri görülmeyecekti.

“Koç okullara referansını gönderirken senin tüm ilerlemelerinin olduğu dosyayı da ekledi. Yani hangi okula gidersen git, eyalet şampiyonu olan takımdan geldiğini, genç yaşta büyükler liginin akademisinde boy gösterdiğini ve peşinde iki kulübün olduğunu bilecekler. Sıfırdan başlamayacaksın.”

“Ama takım en dibi görecek. Ben olmadan şampiyonluk maçına çıkmamız imkânsız.”

Babamın tek kaşı havalanırken “Burada egon konuşuyor,” dedi. İtiraz edercesine başımı salladım. “Konuşan sadece takımın birinci oyun kurucusu. Yani onları, onlardan daha iyi tanıyan kişi.”

Babam cevap vermedi. Bundan cesaret alarak “Peşimden kaç kişinin geleceğini karartacağımın farkında mısın baba?” diye direttim. “Bana ihtiyaçları var.” Babam, söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyormuş gibiydi.

“Yedeğin yokluğunu hissettirmeyecektir.”

Benimle dalga geçtiğini vurguladığım bir tıslamayla güldüm. Yedeğim olan çocuk iyiydi ama en iyisi değildi ve babam da bunu biliyordu.

“Peki ya son sınıf?”

Sürekli bana futbol haricinde bir geleceği de düşünmem gerektiğini hatırlatan biri için notlarım göz ardı edemeyeceği bir önem taşıyordu ve başarımı korumak isteyecekti. “Yabancı değişim programı olan birkaç okul buldum. Görüşme halindeyim.” Bu, istediğin biriyle anlaşacaksın demenin belirsiz haliydi. A- den düşük notum olmadığına göre beni kabul etmemeleri imkansızdı. Pes etmeme ramak kalmış bir şekilde omuzlarım düştü. Daha fazla burada kalabilmek adına sunabileceğim hiçbir öneri yoktu. Evden kaçabilirdim. Fakat bu atraksiyon hiçbir işime yaramazdı. Hala okulumun ve akademinin ödeneklerini babam hallediyordu. Annemden bana yüklü bir miras kalacaktı ama henüz ebeveynleri hayattaydı. Onun kendi başına yaptığı ve bana bıraktığı tüm birikimlere 18 yaşından önce dokunma iznim yoktu. Yıllardır benim için babamla birlikte biriktirdikleri fona da. Yani bir süre daha yaşamak için babama mahkumdum. Peki ya orada? Orada da istediğim gibi harcama yapabilecek miydim?

“Konforumdan ödün verecek miyim?”

Uzlaşmaya yakın sorumla yüzü aydınlanan babam “Hayır,” diyerek ayağa kalktı. “Düzenin bozulmayacak. Dedenlerin evindeki odan çoktan buradakine benzer bir şekle döndürüldü.” Allah aşkına! Annem öleli sadece birkaç gün olmuştu. Ben acıdan burnumun ucunu görememiştim. Hangi ara tüm bunları planlamıştı bu adam?

Odamdan yükselen uluma sesiyle hatırladığım sorumluluk “Peki ya Safir,” diyerek dudaklarımdan döküldü. “Onu götürebilir miyim?” Safir babamın odasına koşarak girdi. Üzerindeki çamurlar kurumuş, tüylerini kümelere ayırmış gibiydi. Babamın bacakları arasına giren köpek ulumaya devam etti. Sanırım o da gitmek istemiyordu. Benim gibi…

“Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. O ülke, onun için fazlasıyla sıcak olabilir.”

Samoyedler soğuk iklim hayvanlarıydı. Genel olarak kutup bölgelerinde, kızakları çeken kurtların önünde yön gösterici olarak bilinirlerdi. Yaşadığım şehir bile onlar için yeterli soğuklukta değilken daha sıcak bir güney ülkesine götürmek kulağa mantıklı gelmiyordu. Yine de o bana annemden kalan bir yadigardı. Vasiyetinde onu bana emanet etmişti ve benden ona arkamı dönmem bekleniyordu.

“Onu burada bırakamam. O bana annemin emaneti.”

Babam Safir’in başını şefkatle okşarken “O burada iyi olacak,” dedi güven verici sesiyle. Başımı itiraz ederek salladığımı görmemişti. “Onu burada bırakamam baba. Bu emanete hıyanet etmekten başka bir şey olmaz.” Babam bacaklarına sırnaşan köpeği sevmeyi bırakıp ayaklandı. Aramızdaki mesafeyi birkaç adımda kapattı. “Eğer onun ölmesine neden olursan asıl hıyanet edersin,” dedi ellerini omzuma yerleştirerek. “Ve o köpek Türkiye sıcaklarına dayanamaz.” Bu saçmalıktı! Minnesota da bazı dönemler bunaltıcı sıcaklara mahkûm oluyordu ama Safir için bir yolunu buluyorduk. Orada da bulabilirdik. İçimdeki fesat taraf, babamın Safir’i benimle göndermemesindeki asıl nedenin annemin köpeği olmasından kaynaklı olduğunu söylüyordu. Hala onun bu evde bir yerlerde olduğunu düşünebilmek için onu istiyordu. Belli ki Safir’de onun kokusuna esir olmuş bu evden çıkmamak için çırpınıyordu. Peki bilin bakalım bu hikâyede yanan taraf kimdi?

Ben!

Lanet olasıca bir köpek kadar olamayan ben!

Pes eden bir nefes aldım. Bu gecelik tartışma kotamı doldurduğumu hissediyordum. “Gidip Rob’u arayacağım,” diyerek babamın ellerinden kurtuldum. Islak burnunu çıplak bacağıma sürten köpeğin kafasını eğilip okşadım. “Bundan sonraki banyoların Baba Vanga’dan. Ona zorluk çıkarmayı ihmal etme tamam mı?” Safir güçlü bir şekilde uludu. Yarım yamalak gülümserken “Aferin sana. Aferin kızım!” diye fısıldadım. Babamın bakışlarını üzerimde hissediyordum ama onunla göz teması kurmak yerine ayaklandığım gibi arkamı döndüm.

“Toparlanırken bir şeye ihtiyacın olursa-“

Cümlesini bitirmesine fırsat vermeden kapıyı arkamdan çarptım. Gece yarısının sessizliğiyle bu hareketim bir çığ gibi yükseldi. Odama doğru sert adımlarla ilerlerken Rob’un numarasını tuşladım. Kim bilir kaçıncı uykusunda olan arkadaşımın telefonu duyması için dua etmeye çoktan başlamıştım. Odama girip kapıyı arkamdan kapattım. Kulağımdaki çalış sesi eşliğinde gözlerimi hızlıca odamda dolaştırdım. Nereden başlayacağımı bilmiyordum.

“Umarım ölüyorsundur. Katil olmak için saat çok geç.”

Uyku mahmurluğuyla çıkan sese “Rob,” diye seslendim. “Konuşmamız lazım. Durum acil.” Cümlelerime eşlik eden ses tonum da durumun ciddiyetini ele veriyordu. Neyse ki arkadaşımın da bunu fark etmesi çok zaman almamıştı. Fakat her zamanki gibi durumu şakaya vurdu.

“Baba oluyorsun.”

Abartılı bir şekilde gözlerimi devirirken yatağıma oturdum. Aslında daha çok bir çuval gibi kendimi yatağa bıraktım diyebilirdim. Gözlerim o an, babam çağırmadan hemen önce aradığım şarj kablosu yüzünden açık kalan çekmeceye takıldı. Daha doğrusu içindeki prezervatif kutusuna. Aktif bir cinsel hayatım olsa da bir bebek isteyeceğim en son şeydi. Belki Türkiye’ye gitmek geleceğimi öldürmezdi ama kendini bilmez bir bebek kesinlikle tüm hayallerimin katili olurdu. Bu yüzden korunmaya ekstra önem veriyordum ve her seferinde ultra dikkatliydim. Prezervatif ve ertesi gün hapları ise bu yoldaki en güvendiğim yoldaşlarımdı. Gerçi babamın uyarısını hatırlayınca artık bunlara ihtiyacım kalmayacaktı.

Hoşça kal seks tanrısı Tommy. Merhaba aziz Thomas!

“Oha! Ciddi baba mı oluyorsun?!”

Aramıza konuşulmamış kelimelerle dolu bir sessizliğin yayılması, kendince yaptığı şakadan korkutmuştu. “Saçmalamak için fazlasıyla geç bir saat Rob.” Telefonun diğer ucundan rahatlamış bir nefes duyuldu. Şu anda bir elinin göğsünde olduğuna yemin edebilirdim.

“Saatin geç olduğunda hem fikir olduğumuza ve baba olmadığına göre bu kadar acil olan durum ne?”

Dertli bir nefes alarak sırt üstü yatağa uzandım. “Türkiye’ye gidiyorum.” Karalar bağlayan sesime ‘Ne var bunda?’gevşekliğiyle karşılık veren arkadaşım “Bunun için mi beni üç kızla seviştiğim rüyamdan uyandırdın?” diye sordu. Onu tanıdığımdan beri, benim aksime, seksin toplu yapılması gereken bir zevk olduğunu savunuyordu. Bir kişiyle olmasının duygusal bağlanma ihtimalini ve riskleri arttıracağını söylüyordu. Korkuyor da denebilirdi. Grup seks konusunda çığır açan bir geçmişi vardı ve belli ki bu durum rüyalarında da devam ediyordu.

“Birkaç saat sonra gidiyorum.”

Telefonun ucunda ufak bir sessizlik oldu. “Önemli bir şey yok ya,” dediğinde telaşı duyulabilir bir hal almıştı. Büyük ihtimalle oradaki birine daha bir şey olduğunu düşünüyordu. “Babam beni bir süreliğine dedemlerin yanına gönderiyor,” dediğimde jetonu düşen Rob “Ne kadar bir süre?” diye sordu. Artık sesinde bir telaş yoktu. Telaşın bir Rob’u vardı. Babamın Edward amca ile konuşmalarını beraber duyduğumuz için nedenini sorgulamamıştı. Onun için sadece sonuç önemliydi. Ne zaman döneceğim… Bilmediğimi söylediğim an yine bir sessizlik yaşandı. Sıkıntılı günlere gebe olan bir suskunluk haliydi.

“Bu çok kötü oldu adamım.”

Biliyorum demek yerine ciğerlerimi sakinleştirecek bir nefes aldım. “Seçmeler ne olacak?” Futbola beraber başlamıştık. Benim sıyrılmamdaki neden, babamın profesyonel bir ragbi geçmişi olmasından kaynaklıydı. Rob’un aksine kendimi bildiğim ilk anda elime bir ragbi topu tutuşturulmuştu ve boş zamanlarımın hepsini top oynayarak geçirmem sağlanmıştı. Biraz büyüdüğümde bunun nedeninin babamın açlığını kapatmak olduğunu anlamıştım. Büyükbabam genç yaşta ciddi bir kalp krizi geçirmişti ve stresi hayatından uzak tutması gerektiği söylendiğinde avukatlık şirketinin tüm sorumluluğunu tek oğluna devretmişti. Bu çok yoğun bir çalışma hayatı demekti. Bu nedenle babam profesyonel ligdeki teklifleri reddetmek zorunda kalmıştı ve biz aldığı bu karardan pişman olmaması adına baba oğul saatlerimizin hemen hemen hepsini ragbi yaparak geçirmiştik. Ergenliğe kadar. O dönemin hararetiyle aradığım sporun Amerikan futbolu olduğuna karar vermiştim. Saldırmak, yıkmak, gerektiği durumlarda zarar vermek içimden gelen bir istekti ve bunu legal yoldan yapabileceğim toplu spor bu futboldu. Okul takımına başvuracağımı söylediğimde beni yalnız bırakmamak adına Rob’da peşimden gelmişti. Uzun boyu ve iri yapısı koçu cezbetmiş olacak ki kendini özel takım oyuncusu olarak bulmuştu; Punter Robert Micheal Tucker.

“O zamana kadar döneceğimi söyledi ya da en azından ben öyle anlamak istedim.”

Ardından babamın anlattığı her şeyi hızlıca özet geçtim. Rob gittikçe sessizleşirken üzgün olduğunu çıkardığı nefeslerin aralıklarından dahi anlayabiliyordum ve bu hali bana kolaylık sağlamıyordu.

“Umalım da babam kolay tatmin olsun.”

Bir anda hüznünden sıyrılan Rob’un şeytani sesi “Hiç sanmıyorum,” kelimesiyle bütünleşti. Bunu mesleki anlamda söylediğini düşünen her kim olursa Rob’la uzaktan yakından bir tanışıklığı olmadığını belli ederdi. Babamın seks hayatındaki performansı bu gecenin ya da herhangi bir gecenin alt başlıklarından bile olamazdı. Bu… Düşüncesi bile iğrenç olan bir gerçekti.

“Şimdi kapatmam lazım. Eşyalarımı toplamak için sanırım üç saatim kaldı.”

“Tamam.”

“Yokluğumda beni amca yapmamaya çalış.”

Burukta olsa güldüğünü işitmek iyi gelmişti. “Sen lütfen beni amca yap,” dediğinde yüzümü buruşturdum. “Siktir git Rob. Baba olmak için fazla gencim.” Son birkaç saattir ilk kez güldüğümü hissediyordum.

“Seni özleyeceğim.”

Rob iğrendiğini belli eden bir ses çıkardı. “Lütfen ülke sınırlarından çıkana kadar erkekliğini koru. Hadım olmuş biriyle konuşmak için yeterince zamanım olacak.” Babamın söyledikleri onda da derin yaralar açmışa benziyordu. Kahkahamı engelleme gereği duymadan “Gerçekten siktir git,” dedim ve telefonu kapattım. Yüzümde hala aptal bir gülümsemeyle duruyordum. Bu çocuk olmadan günlerim nasıl geçecekti benim… Oda da tekrar gözlerimi dolaştırırken derin bir nefes aldım. Sanırım Rob’dan önce dert etmem gereken daha önemli bir konu vardı. Gerçekten nereden başlayacaktım ben?

*

Evet ilk bölümün sonuna geldik. Yorumlarınızı bekliyorum :)

 

Loading...
0%