@tubux2
|
TOMMY Uykusuz geçen bir gecenin ve üç saat boyunca ‘ne lazım olur ne olmaz’ kararsızlığının ardından büyük bir bavul ve maçlara giderken kullandığım sırt çantama doldurduğum kişisel ve önemli eşyalarımla hazırdım. Odama son bir kez daha baktıktan sonra kapıyı kapatıp çıktım. Merdivenleri gürültülü bir şekilde inerken Safir’in aşağıda, tertemiz bir şekilde beklediğini gördüm. Onu da uyku tutmamış olmalıydı. Belki de sadece vedalaşmak için erken kalkmıştı. Göz göze geldiğimiz anda ulumaya başladı. Diğer köpekler gibi havlamaması onda beni cezbeden yegâne şeylerdendi. Bavulu ve sırt çantamı kapının yanına bıraktım. “Hazır mısın?” Mutfaktan çıkan adam jilet gibi oturmuş takım elbisesi ve tüm gece uyumamasına rağmen fazlasıyla dinç görüntüsüyle yanıma geldi. O ziftin içine gençleştirici bir şeyler karıştırıyor olmalıydı. Belli ki beni havalimanına bıraktıktan sonra ofisine geçecekti. Hayat onun için devam ediyordu ne de olsa… “Öyle gibi görünüyor.” Babam kolundaki saati kontrol etti. “O zaman çıkalım. Yağmur başlamak üzere, trafikte sıkışıp kalmak istemeyiz.” Bu şehre bir damla yağmur düştüğü anda tüm hayat felç oluyordu. Saatin bir önemi yoktu. Kimsenin olmadığı sokak bile bir anda kilitlenebilme ihtimali taşırdı. Zeus’u kızdırmış olmalıydı Minnesotalılar… “Tamam.” Eşyalarımı tekrar yüklenmeden önce Safir’le vedalaştım. Babam da kendi şahsi eşyalarını alıp kapıyı açtı. Hava henüz aydınlanmamıştı. Yağmur başladığını haber veren ses evin içine girdi. Babam bavulumun ucundan tutup dışarı çıktı. Bana köpeğimle biraz daha zaman kazandırmaya çalıştığı için minnettardım. Safir’e sıkıca sarılıp öpebileceğim her yerinden öptüm. “Seni seviyorum ufaklık.” Yaşı küçük olmasına rağmen boyut olarak neredeyse belime geliyordu. Yine de bu ufaklık olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Anneme göre o benim küçük kardeşimdi. Bana göreyse annemi paylaşmak zorunda kaldığım bir düşman. Şimdi ise belki de onun sıcaklığını hissedeceğim tek yakın dostumdu. “Kendine ve babama iyi bak olur mu?” Safir hüzünlü olduğunu düşündüğüm bir ulumayla başını çenemin altına yerleştirdi. Gözlerimin dolduğunu hissetsem de gülümsedim ve yıkandığı için daha da kabarmış olan tüylerini hırpalarcasına sevdim. “Yakında görüşürüz.” Başının üstüne bir öpücük bıraktıktan sonra ayaklandım. Sırt çantamı alırken evime de son bir kez daha baktım. Burayı özleyecektim. Hem de çok… “Hadi Tommy. Yağmur şiddetini arttırıyor!” Dışarı çıkmadan sweatshirtimin kapüşonunu başıma geçirdim. O an sormayı unuttuğum bir gerçek daha gözüme çarptı. Ayaklarımı yerden jet hızıyla kesen güzeller güzeli Dodge Challenger SRT Demon. Nam-ı diğer gri kurtum. “Peki ya arabam?” Babam kendi arabasının sürücü koltuğuna oturmadan önce “Orada araba kullanmana izin verileceğini sanmıyorum. Ehliyet yaşı 18,” dedi. Doğru mu duymuştum? Hayat damarlarımdan birini daha mı burada bırakacaktım yani? Yağmurdan ıslanmamak adına koşarak babamın yanındaki koltuğa oturdum. “Benim için hayatı daha ne kadar zorlaştıracaksınız MR. Brooks?” Babam arabayı çalıştırırken bana kısa bir bakış attı. Resmi tavrımda dikkatli olmam gereken bir bakıştı bu. “Zorlaşan bir şey yok,” derken silecekleri çalışma bahanesiyle gözlerini üzerimden çekti. “Arabaya ihtiyacın olduğunda deden ya da anneannen seni istediğin yere bırakır.” Ukala sayılabilecek bir kahkaha attım. “Hah! Özel şoförlerimle hayat artık daha kolay desene.” “Küstahlaşma.” “O zaman sende benimle dalga geçme baba. Arabam olmadan hareket edemeyeceğimi biliyorsun.” Açıkçası elim ve kolumdan sonra gelen en önemli uzuvum arabamdı. Programım çok yoğundu ve yürüyerek bir yere gitmek bana sadece zaman kaybettirirdi. Madem düzenim değişmeyecekti o zaman buna da bir çare bulması gerekiyordu. “Buradaki ehliyetimi orada tanımlatamaz mıyız?” Arabanın ısınması için bekleyen babam “Söylediğim gibi oğlum. Yaşın tutmuyor,” dedi. Öfkeli bir soluğu frenlemeden arabanın içine saldım. “O zaman tuttur baba. Bunu da benden alamazsın. Okula, spora ya da maçlara giderken sürekli birilerine minnet edemem.” Babamın gözlerine bir düşman edasıyla baktım. “Konforumun bozulmayacağını söylemiştin. Bunu bana borçlusun.” Bir süre birbirimize sessiz ama anlamlı bakışlar attık. Sonunda pes eden taraf babam oldu. “Tamam, bir şeyler ayarlamaya çalışacağım,” dedikten sonra kemerini taktı. “Ama o zamana kadar senin deyiminle minnet etmen gereken insanlar olacak.” Neden sürekli bir belirsizlik söz konusuydu anlamıyordum. Babam arabayı hareket ettirdi. Sırt çantamı arka koltuğa fırlattım. Kemerimi takmak için başımı eğdim. Evin sınırlarından çıkmak üzereyken babam aniden frene bastı. Kaportaya bir şeyin çarptığına yemin edebileceğim bir korkuyla önüme döndüm. Sağanak yağmurun altında, farların aydınlattığı çocuk iki elini de arabanın önüne koymuştu. “Vedalaşmadan hiçbir yere gidemezsin kaptan.” Evden buraya kadar koşmuş gibi görünen Rob nefes nefeseydi. Kapşonlusuna rağmen dalgalı saçlarının uçları sırılsıklamdı. Arabadan indiğimi fark ettiği an ellerini geri çekti ve benim tarafıma doğru yürüdü. “Beni her gün arayacaksın.” Başımı onaylarcasına sallarken kapıyı kapattım. “Seni her gün arayacağım.” O da benim gibi başını sallarken tam önümde durdu. “Sporunu boşlamayacaksın.” “Hayır dostum. Öyle bir niyetim yok.” “Beni her gün aramazsan bir daha kadın yüzü görme.” Gök gürültüsü kahkahamı bastırdı. “Sırf bunun için bile seni arayacağım dostum,” dediğimde yüzüme bir süre baktı. Konuşmadan da çok şey anlatabiliyordu. “Söz ver,” derken serçe parmağını uzatması gökyüzüne doğru bir kahkaha atmama neden oldu. Serçe parmakla verilen sözler bağlayıcıydı. Bir tür iki kişi arasındaki yemin de sayılabilirdi. Çok genç yaşta zihnimize yerleşen bu hareketin getirisi, çocukken kulağa daha basit geliyordu. Serçe parmağını bir başkasınınkine dolamak ve sadece ikinizin arasında olan bir şeyi sonsuza kadar paylaşmak. Bir açıdan bu durum karşılıklı güven ve sorumluluğun sembolüydü o yaşlarda. Fakat büyümeye başladıkça bu iş Rob’la benim açımdan daha ciddi bir hal almıştı. Serçe parmakla verdiğimiz her sözü tutuyorduk. Tutmadığımız taktirde kaybedeceğimiz ilk şeyin o parmak olacağına ant içtiğimiz için tutmak zorundaydık. Bu yüzden gerçekten önemli bir durum yaşanmadan serçe parmaklarımızı devreye sokmazdık. Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden parmağımı Rob’unkine doladım. “Söz.” Başını buna inandığını belli edercesine salladı. “Seni özleyeceğim kaptan,” dediğinde birkaç saat önceki konuşmamıza ithafta bulundum. “Şimdi kim ülke sınırları içerisinde erkekliğini sorgulatıyor.” “Canı cehenneme!” Bir anda bana sarıldı. Boylarımız birbirine yakındı ama o kalıp olarak benden bir tık fazla olduğu için iri kollarının arasında kayboldum. Kabul etmem gerekiyordu ki yaz boyunca gittiği spor salonları kas arttırmak konusunda fazlasıyla cömert davranmıştı. “Beni ihmal edersen bir daha seks yapama.” Kahkaha atarak arkadaşımın sırtına vurdum. “Beddua kotan dolmadı mı senin?” Omzuma doğru güldüğünü hissettim. “Senin için limitsiz bebeğim.” Şimdi ikimizde , sağanak yağmur altında, sıcak bir gülümseme eşliğinde birbirimize sıkıca sarılıyorduk. Romantik bir film karesi gibi görünen görüntümüz bir kornayla bölündü. “Sizi ayırmak istemezdim çifte kumrular ama geç kalıyoruz.” Babam yandaki koltuğun üzerine eğilmiş, aralık olan camın ardından bize bakıyordu. Rob sadece benim duyabileceğim seviyede birkaç küfür mırıldandı. “Okulu boşlama.” Dersleri bana kıyasla B ve C seviyelerinde dolaşıyordu. Kötü değildi fakat iyi bir üniversite, futbol ve sosyallik için son senesinde işi biraz daha sıkı tutmalıydı. Yoksa hayalini kurduğu şeyleri yaşamak yerine hayatı öğrenmek zorunda kalacaktı. Çünkü ailesi burs almadığı sürece onu üniversiteye göndermeyeceklerini söylemişti. Benim aksime o, doğrudan futbola yönelmek yerine biraz hayatını yaşamak ve üniversitedeki ortamı tatmak istiyordu. Spor bursu konusunda sıkıntı yaşayacağını düşünmüyordum. Fakat birkaç A işini biraz daha kolaylaştırabilirdi. Babam bir kez daha kornaya bastı. Ayrıldığımızda ikimizin de sırılsıklam olduğumuzu fark ettim. “Hadi git,” diyerek ellerini eşofmanının ceplerine soktu. İki sokak ötedeki evine bırakmayı teklif ettiğimde yüzünü gökyüzüne çevirdi. “Göz yaşlarımı saklamam için iyi bir sabah.” Ardından tekrar bana baktı. Kan çanağına dönmüş gözlerinden yaşlar akmak için ısrar ediyordu. “Geri geleceğim.” Başını sertçe salladı. “Haberleşiriz.” İşleri daha da zorlaştırmamak adına arabaya bindim. Kemerimi takarken ağlamak üzere gibi duran çocuğa gülümsemeye çalışıyordum. Babam hızla yola koyuldu. Yan aynalardan son kez çocukluk arkadaşıma baktım. Az önce söylediğim lafı geri alıyordum. Sanırım onu diğer her şeyden daha çok özleyecektim. “Yokluğumda onu yalnız bırakma.” Bu da benim babama dayattığım bir zorunluluktu. Gözlerini yoldan ayırmayan babam başıyla beni onayladı. Kapüşonumu çıkarıp ıslanan saçlarımın arasında ellerimi dolaştırdım. Babam daha hızlı kurumam için kaloriferi açtı. Havalimanına giden yarım saatlik yolu, aramıza kelimeler sokmadan tamamladık. Dış hatlar kapısına yaklaşırken yavaşlayan babam “Benim çok önemli bir toplantıya katılmam gerekiyor,” dedi. “İçeri kadar gelmesem senin için sorun olur mu?” Gören de vedalaşmaktan kaçacak kadar üzgün olduğunu sanırdı. “Tahmin etmiştim.” Dudaklarımın arasından gevelenen cümleyle kemerimi çözdüm. “Sorun yok,” derken arabadan inmek için hareketlendim. “Bu bir veda değil Tommy.” Babamın da peşimden geldiğini duyabiliyordum. Bagaj kısmından bavulumu indirirken yağmurun durmuş olmasına şükrediyordum. Bugünlük yeterince ıslanmıştım. Hatta hala nemli sayılırdım. Neredeyse bir günlük yolculuğu ıslak kıyafetlerle geçirerek hastalığa davetiye çıkarmak istemiyordum. “Sık sık yanına gelmeye çalışacağım.” Bagajı sertçe kapattım. “Asıl benim buraya dönmem için çalış baba. Çok çalış. Mümkünse nefes bile alma.” Babam güvence verircesine başını salladı. “Döneceksin.” Ona inanmıyormuş gibi gülümserken arka koltuktan sırt çantamı aldım. “En kısa zamanda olsa iyi olur.” “Anneannenleri bu konu yüzünden üzme. Onlar seninle vakit geçirecekleri için çok mutlu.” “İyi… En azından birileri mutlu.” “Tommy. Her şey çok güzel olacak.” Başımı onaylarcasına sallarken “Hı hı,” diye bir ses dudaklarımdan döküldü. “Geri döndüğümde,” derken bavulumu kavramıştım. “Ama seninle aramızdaki ilişki,” derken gözlerinde hüzün gördüğüm adamın yüzüne tokat çarpmak üzere gibi duruyordum. “İşte ona bir garanti veremiyorum baba.” “Thomas…” “Hoşça kal baba.” Babam hiçbir şey söylemedi. Belki de söyleyecek tüm kelimeleri bitirmişti. Ben de söylesin diye beklemedim. Bavulumu sürüklediğim gibi kendimi havalimanının dış hatlarında buldum. |
0% |