@tubux2
|
TOMMY
Büyük adaya yalnızca bir kez gelme fırsatım olmuştu. O da hatırlayamadığım kadar ufak olduğum bir zaman dilimindeydi. Burnuma çalınan koku, adadan çok bir çiftlikteymişiz gibi hissettiriyordu. Neyse ki dedemlerin evi yüksek bir yere konumlandırılmıştı. Havası denize seviyesine göre biraz daha temizdi. Bahçesinden begonviller sarkan üç katlı ahşap evin önüne geldik. Dedem otoparkın kapısını açmak için aşağı indi. Ağaçların arasından gördüğüm kadarıyla bahçede hummalı bir çalışma vardı. Ellerinde tabaklarla sürekli içeri girip çıkan bir grup ve masanın başında oturmuş sofra bir yere kaçmasın diye uğraşıyormuş gibi duran dayım… “Geldiler. Filiz geldiler!” Dayım, otoparkın demir kapısının açılmasıyla ayaklanmıştı. Hatırladığımdan daha heybetli duruyordu. Yengem ellerini sildiği bezle arkasında belirdi. En son gördüğüm halinden daha güzeldi. İkizlerden Ebru masaya hala bir şeyler koyuyordu. Sanırım birkaç senede büyüyüp serpilen sadece ben değildim. Murat’ı göremiyordum. Açıkçası anlaşmak konusunda sıkıntılarımız olduğu için bu çokta takıldığım bir durum değildi. “Evine hoş geldin evlat.” Evim… Burasını ya da İstanbul’daki evi hiçbir zaman evim olarak görmemiştim. Açıkçası görmek de istemiyordum. Benim bu şehirden bir an önce kendi hayatıma dönmem gerekiyordu. Burası benim için sadece bir mola yeriydi. Şimdim ve geleceğim arasında kısa bir dinlenme yaşadığım ufak bir mola. Dedem arabayı otoparka çektiği sırada güçlü bir havlama sesi duyuldu. Sabahın erken saatiyle bu ses sokaktaki evlerin tümüne çarpıp yankılanmış gibiydi ve durmuyordu. Labrador cinsi köpek arkasındaki ikiliyi sürüklemeye başladı. Murat, kucağındaki kardeşi Funda’yla Kömür’e ayak uyduramayınca tasmasını bıraktı. Son sürat koşan köpek dedem yerine benim kapımın önünde havlamasını sürdürdü. Açıkçası Safir’den sonra bu sesler fazla gürültülü gelmişti. Kapıyı dikkatlice açarken kendi etrafında dolanan köpek, aşağı inmemle üzerime atladı. Eh, köpeklerin sadıklığı düşünülürse az görüşmek ona olan sevgimi unutmasına yetmemişti. “Selam dostum.” Kömür’ü sertçe sevdim. Her yanım salya olmuştu ama o buna değerdi. “Ben de seni özledim,” derken sanırım geldiğimden beri ilk sahici gülümsememi yaşamıştım. “Hoş geldin ufaklık.” Dayımın sesiyle başımı Kömür’den kaldırdım. Ellerimle zapt etmeye çalıştığım köpeğin üzerinden kalktım. Dayımın hayretle kalkan kaşları altındaki bakışları beni baştan aşağı süzdü. “Sen kimsin ve yeğenim olan bücüre ne yaptın?” Bücür mü demişti bana? Abartıyordu. Üç sene de uzadığım doğruydu ama bücür olacak kadar kısa olduğum zamanlarda altım bezleniyordu. Dayımın boyunu geçmiş olsam da kilosuna asla yaklaşamazdım. Elini güçlü bir şekilde enseme yerleştirip çekti. Bunu birkaç kez daha yapmıştı. Sanırım ‘el ense’ gibi bir şey diyordu. Güreş zamanlarından kalan bir selamlaşmaydı sanırım. “Bakalım uzadığım kadar güçlenmiş misin?” Eline direndim. Onun boyutundaki adamlarla son iki yazımı geçirmiş, kıran kırana maç yapmıştım. Nasıl hayatta kalınacağını acı yollardan öğrendim de denebilirdi. Dayım beni beğeniyle süzerken ensemi bıraktı ve sıkı diyebileceğim şekilde sarıldı. “Seni görmek güzel.” Benden uzaklaşırken saçlarımı karıştırmayı ihmal etmedi. Hala küçük bir çocuk olduğumu vurgulamaya çalışmasa bu dert ettiğim bir şey değildi. “Welcome Tommy.” Filiz yenge bana sarılmak için yaklaştı. “Türkçe’m artık o kadar kötü değil.” Sıcak bir anne şefkatiyle beni saran kadının gülümsediğini hissettim. “Yine de takıldığın bir yer olursa bana sorabilirsin.” Annem gibi… Minnet dolu bir gülümsemeyle başımı tamam anlamında salladım. Ebru, Murat’ın getirdiği ekmek poşetini alırken uzaktan “Hoş geldin,” demişti. Bakışları aramızda kan bağı olmasa hoşuma gidecek türdendi ama maalesef ki en büyük dokunulmazlık onun damarlarında akıyordu. Murat, utandığı her halinden belli olan ufak kardeşini kucağından indirmemişti ya da indirememişti. İkisi bana doğru gelirken Funda başını abinin boynuna gömdü. “Hoş geldin Tommy.” Tokalaşmak için elini uzatan kuzenime “Hoş bulduk,” dedim. Birbirine kenetlenmiş ellerimizin hatırına nasıl olduğunu sordum. Kucağındaki kardeşini başıyla işaret ederek “Baba gibi,” dedi. Sanırım bu sorumluluktan sıkılmıştı. Haklıydı. Bir çocuğun sorumluluğunu almak için çok gençti. Gençtik. “Laf mı soktu o bana?” Dayım karısından onay beklercesine bakıyordu. Filiz yenge eşini tanıdığı için bu soruya cevap bile vermemişti. “Sofra hazır. İstediğiniz zaman geçebiliriz,” dediğinde dayım yine lafa karıştı. “Patates yok.” Sofrada her şey var gibi görünüyordu. Meyve, yeşillik, reçel, bal, ezme, yumurta, börek çeşitleri. Hatta hayatımda bu kadar peynir çeşidi olduğunu bu sofrada görüyordum. Yine de dayım eksik bir şey bulmuşa benziyordu ve sanırım bunu çok sık yapıyordu. Çünkü Filiz yengemin bakışı fazlasıyla tedirgin ediciydi. “Tolga sana ister misin diye sordum. Hayır dedin.” “Tamam şimdi istiyorum.” Bezmiş bir şekilde gözlerini deviren yengem “Yaparım ama yemezsen eğer…” diye cümlesine başlamıştı ki dayım bitmesine izin vermedi. “Ona bakarız. Şu an patates istiyorum.” Annemin söylediğine göre dayım bazen çocuk gibi oluyordu ya da bunu insanları sinir etmek için bilinçli bir şekilde yapıyordu. İşin garibi onun bu hareketlerinden gerçek anlamda kimsenin rahatsız olduğunu sanmıyordum. Neşeliydi, espriliydi ve bir anda patlattığı şeylerle insana olduğu yeri sorgulatabiliyordu. “Hadi siz sofraya geçin. Filizciğim ben patatesleri hallederim. Ellerine sağlık, her şey çok güzel gözüküyor.” Anneannem duruma el koyarken dayım bir kez daha “Ama ben karımın ellerinden istiyorum,” diyerek lafın arasına girdi. Anneannem, klasik bir anne uyarı bakışıyla “Tolga,” diye seslendi. Yaşın kaç olursa olsun anneden azar işitmek çocukların kaderiydi belli ki. “Karının elinden kendi evinde yersin oğlum. Ya sofraya geç ya da Tommy’e odasını göster.” Dayım ellerini teslim olur gibi kaldırdı. “Ben sofraya geçeyim. Oda gösterimi için iki görevli yetiştirdim.” Anneannem başını ‘sen iflah olmazsın’ dercesine iki yana salladı. Ardından Murat’a seslenerek aynı şeyi istedi. Kucağındaki kardeşini işaret eden Murat’a “O zaman onunla göster!” diye çıkıştı. Ardından eve doğru hızlı adımlarla yürüdü. Dayım ise hala işi sabırlara sürüyordu. “Patates yok. Patates olsaydı bu kadar sinirlenmesine gerek kalmayacaktı işte.” ** Sanırım en son şükran gününde kalabalık bir aile sofrasına oturmuştum. Özel günler dışında tüm yemeklerimizi çekirdek ailemiz olarak yerdik. Bazen +1 Rob ile. Bundan sonra ise annem olmadan. Sonsuza kadar -1’e mahkûm olan bir sofrada… “Hadi kalan salatayı el birliğiyle bitirin. Herkes tabağına biraz alsın.” Bu masadaki çoğu konuşmayı dil yüzünden kaçırıyordum. Bozuntuya vermemek içinse sadece gülümsemekle yetiniyordum. Bunu fark ettiklerinden emin değildim. Kendi normallerine o kadar çok odaklanmışlardı ki küçük Funda’nın yerdeki çamurlarda yuvarlandığının bile gördüklerine emin değildim ya da bu da onların normaliydi. Açıkçası bundan da emin değildim. Bu aileyi çok fazla tanımıyordum. Fakat annemin ailesi olduğu için bazı anlarda, özellikle anneanneme bakarken onu gördüğümü düşünüyordum. “Tommy hiçbir şey yemedin kuzum ya.” Matem havasını bana yansıtmamaya çalışmalarına minnettardım ama ilginin sürekli üzerimde olmasından da sıkılmıştım. Anneannem on dakikada bir tabağıma yemeyeceğim kızartmalardan koyuyor, yemekler biriktikçe de hiçbir şey yemediğimden yakınıyordu. “Beğenmedin mi pişiyi?” Sadece bu ailede gördüğüm hamurun en yağlı haline usulca baktım. Güzel kokuyordu. Fakat bunu yemem senelerdir dikkat ettiğim ve kendimi birçok lezzetten mahrum bıraktığım günlere ihanet etmem anlamına gelirdi. “Geçen geldiğinde sevdin diye yaptım.” Geçen dediği 5 sene önceydi. Sporu sadece eğlence için yaptığım dönem. “Hayır.” Anneannem üzgün bir ifadeye büründü. Yanlış bir kelime kullandığımı anlamıştım ya da doğru kelimeydi fakat yanlış anlaşılmaya müsaitti. Anneannemin keyfinin daha fazla kaçmasına iizn vermeden “Sadece yediklerime dikkat ediyorum,” diye ekledim. Masadaki tüm bakışlar üzerime çevrildi. Bu durumdan memnun olan tek kişi, benim gibi yararsız kalorili hiçbir şeye dokunmayan Filiz Yengeydi. Daha da açıklama ihtiyacı hissederek “Bir beslenme programım var,” dedim. “Ve o programda yağlı şeylere izin yok.” Özellikle yoğun spor yapacağım günlerde, 5000 kalorilik bir diyet listem vardı. Neredeyse her saat bir şeyler yemek zorundaydım ve hepsi sağlık kokmalıydı. “Harika!” Anneannem bu durumdan ne kadar memnun olmadıysa Filiz Yenge de bir o kadar mutluydu. “O zaman yemek işlerin bende. Beslenme programını atarsan ona göre hareket edebilirim.” Teşekkür etmekle yetindim. Dayım bana uzaylı görmüş gibi bakarken “Patates yasak mı?” diye sordu. Masaya geldiğinden beri elimi bile sürmediğime dikkat etmemişti belli ki. Başımı onaylarcasına salladım. Kaşları yavaşça havalandı. “Pizza?” Yine başımı yasak anlamında salladım. Dehşete düşmüş bir ifadeyle elini göğsüne bastırdı. “Peki ya kola?” Sanki buna da hayır dersem düşüp bayılacak gibi duruyordu. “Asitli olarak sadece sodaya iznim var.” “Aman Allah’ım” Şokla karısına bakan dayım “Karımın ruh eşi yeğenimin içinde dolaşıyor,” dedi. Filiz yenge gözlerini abartılı bir şekilde devirdi. “Çocuk kondisyonu için yediklerine dikkat etmek zorunda Tolga.” “Benim saydıklarımın kondisyonuna ne zararı var?” “Hepsinin sağlıksız olması dışında mı soruyorsun bu soruyu?” Filiz yengenin uyarı dolu bakışıyla konuşma noktalandı. Fakat dayım karısının uyarısıyla susacak bir tipe benzemiyordu. Belki konu değiştirirdi ama sessiz kalmazdı. “Diyetine dikkat ettiğine göre sporu da boşlamayacaksın değil mi?” Bingo. Amerikan futbolundaki başarım onlar için ne ifade ediyordu bilmiyordum. Bu konu hakkında hiçbir zaman yüz yüze konuşmamıştık. Annemin söylediğine göre gurur duyuyorlardı ama ben nedense başka bir spor dalına neden yönelmediğimle ilgili eleştirildiğimi hissediyordum. Bu sporun tehlikeli olduğunu birçok kez anneannemle konuşmalarında işitmiştim. “Öyle bir niyetim yok.” “Oynayabileceğin bir yer buldun mu?” “Koçum birkaç yere referansını gönderdi.” Uzanıp su bardağımı aldım ve kalan suyu içtim. Dayım düşünceli bir ifadeyle çenesini sıvazladı. “Peki ya okul?” Umursamaz bir şekilde omuz silktim. Açıkçası neresi olacağı umurumda değildi. Geçer not alacağım herhangi bir okul olabilirdi. Boş bardağı masaya bırakırken “Babam yabancı değişim programı olan birkaç yerle görüşme halinde,” dedim. Gözleri bir anda parladı. Sanki aklına bu parlaklığı sağlayan delice bir fikir gelmişti. “Bizim çocukların okuluna kaydettirelim seni. Bildiğim kadarıyla yabancı değişim programı da var. Değil mi çocuklar?” Murat ve Ebru kurulmuş bebek gibi başlarını aynı anda kaldırdı. Sanırım konulara ilk kez dahil oldukları için verdikleri acele bir tepkiydi. Onaylayan mırıltılar çıkardılar ama bu fikirden memnun olup olmadıklarını idrak edecek kadar onlara bakmadım. “Fark etmez. Bana sınıf kaybettirmeyecek bir okul olması yeterli. Birkaç ay sonra döndüğümde sınıfı tekrarı yapamam.” Dayım önce anneanneme daha sonra dedeme baktı. Aslında masadaki herkes benim dışımda birbirine bakıyordu. Belli ki onlarda davanın bu kadar kolay sonuçlanacağını düşünmüyordu ama kimin ne düşündüğü zerre kadar umurumda değildi. En kısa zamanda geri dönecektim. Bunu da herkes görecekti. “İzninizle,” diyerek ayaklandım. “Biraz uzansam iyi olacak. Eğer uyanmazsam yemek için kaldırmanıza gerek yok. Teşekkürler.” |
0% |