Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@tubux2

TOMMY

Kuş cıvıltılarının melodik sesi, uzaktaki dalgaların hırçın darbeleri ve insansız hissettiren huzurlu bir sessizlik.

Saat kaçtı bilmiyordum ama sabah olduğu kesindi. Yaklaşık bir gündür uyuyor olmalıydım.

Kirpiklerim, arasından sızan gün ışığına rağmen açılmakta zorlanıyordu. Sanki her bir telinde tonlarca yük vardı ya da sıcaktan birbirlerine yapışmışlardı. Ellerimle bu hissi geçirmek istercesine gözlerimi ovaladım. Ardından usul usul gün ışığına karıştırdım maviliklerimi.

Bulanık gözlerim ilk önce kireç beyazı tavanla selamlaştı. Netleşmeye başladıkça daha önceden annemin olduğunu bildiğim küçük ama yazlık ortam için yeterli olan odayla günaydınlaştım. Yere kadar uzanan ve ufak bir balkona açılan pencere açıktı. Dışarıdaki sesleri net bir şekilde duymama şaşmamak gerekiyordu. Yatarken kapalı olduğuna emin olduğum pencereyi biri açmış olmalıydı. İyi ki de açmıştı yoksa katlanılır seviyedeki terim dayanılmaz olacaktı. O an babamın Safir’i buraya göndermeyerek ne kadar doğru bir karar verdiğini anladım.

Yattığım yerden doğruldum. Yatağın içine girmediğim ve sadece boxerımla olduğumu hatırladım. Siktir. Umarım içeri dayım, dedem ya da Murat’tan biri girmişti. Aksi ihtimalleri düşünmek dahi istemiyordum.

Yatarken sessize aldığım telefonu baş ucumdaki komedinden aldım. Şarjı bitmek üzereydi. Ekranda gördüklerime inanamazken birkaç küfür mırıldanmayı ihmal etmedim. Daha ilk günden Rob’a verdiğim sözü çiğnemiştim. Attığı mesajları okumadan arama tuşuna bastım.

Çaldı, çaldı, çaldı.

O sırada gözüm baş ucundaki pembe bir ayıcığın içinde duran ufak saate takıldı. Bu annemin çocukluğunda harçlıklarıyla aldığı ilk eşyaydı. Çok eskiydi ama annem için önemli olduğu için her zaman baş ucunda dururdu; İstanbul’daki evde. Peki şu anda neden buradaydı? Eğer doğru gösteriyorsa sabahın körüydü. Saat farkı düşünülürse onlar içinde geceydi ama Rob’un uyuyacağı bir zaman dilimi değildi.

Telefon açılmadı. Konu Rob olunca bunun küslükten kaynaklı mı yoksa sadece basit bir duymama olayı mı olduğuna emin olamıyordum. Bu yüzden attığı mesajları okumaya karar verdim.

 

ROB:

Umarım uçak düşmüştür.

Umarım uçak düşmemiştir ama sen gitmekten vazgeçip paraşütsüz atlamışsındır.

Serçe parmağının cenazesinde görüşürüz.

Burada işler karıştı dostum.

Video.

 

Gönderdiği videoya tıkladım. Bu bendim. Havalimanında güvenlik kontrolünden geçerken habersiz çekilmiş videoya anlamsızca baktım. Yerel haberlere çıkmaya alışmıştım ama sıradan bir yolculuk videosunun işleri nasıl ve neden karıştırdığını anlamıyordum.

 

ROB:

O SİKTİĞİMİN TELEFONUNU AÇMAYACAKSAN NEDEN TAŞIYORSUN Kİ!

İnşallah ölü serçe parmağını yakarken kendini de tutuşturmuşsundur.

Dur ya da vazgeçtim. Sadece penisin tutuşmuştur umarım. Bu acıyla yaşa!

 

Gülmekle ağlamak arasında kalmıştım. Kesinlikle küstüğü için telefonu açmadığını anladığımda tekrar arama tuşuna bastım. Telefonu hoparlöre verdim ve çalma sesi eşliğinde kalan mesaj ve aramaları kontrol ettim. Babamın aramalarını es geçtim. Bana ulaşamayınca dedemlerden haber aldığına adım kadar emindim. Takımın WhatsApp grubundaki geyik muhabbetlerine göz gezdirdim. Bir ara muhabbetim dönmüştü ama Rob ustaca olayın seyrini başka bir tarafa çevirmişti. Küs olsa bile üzerime toz konmasına müsaade etmemesi göğsümü kabarttı. Ona sahip olduğum için dünyanın en şanslı piçiydim.

Aramam tekrar cevapsız kaldı. Bu sefer beklemeden geri arama tuşuna bastım. Sıradaki mesaja geldiğimde ister istemez yüzüm buruştu. Bu kimdi Allah aşkına?

 

Medusa’nın vajinası:

Nereye gidiyorsun?

Haber vermeden nasıl gidersin Tommy?

Beni ara! Hem de hemen!

 

Üç ay önce ayrıldığım kızı ve her zamanki buyuran tavırlarını anlamam için birkaç mesaj yetmişti. Bulduğu her fırsatta telefonumu karıştırıp bana ufak sürprizler yapan Rob’a ise bu sefer kızmak içimden gelmiyordu.

O kesinlikle vajinasında birçok yılan taşıyan zehirli bir kızdı.

Katie belki de en uzun ilişkimdi. Bunun nedeni ikimizin de birbirimizden çıkarının olmasıydı. Ben yoğun programımım içinde seks yapacak birilerini aramak zorunda kalmıyordum. O da benim ünümden yararlanarak çevresine hava atıyordu. Tabi ki bu durum, o küçük beyniyle planladığı kıskandırma girişimiyle son bulmuştu. Artık genişleyen vajinasını istediği takım arkadaşımla paylaşabilirdi. Bunu ne kadar inkâr ederse etsin, Dean güvendiğim bir dostumdu. Hoş, bu birlikteliğin sadece tek seferle kalmadığını öğrenmek, güven ve dostluk kavramlarını tartışılır konuma getirmişti. Bir bakıma ödeştik de sayılabilirdi. Çünkü Katie’den gerçek anlamda hoşlanan biri varsa o da Dean’di ve kız beni tercih ettiği için arkadaşlığımıza ihanet eden ilk kişi de o olmuyordu.

“Cenaze işleri için John Brooks’u arayacaksınız.”

Telefonu açan Rob ve tribi kilometre öteden bile fark ediliyordu. “Ne desen haklısın,” dediğimde sesi çıkmadı. Bundan cesaret alarak “Ama kendimi açıklamama izin ver,” diye devam ettim. Yine cevap vermedi ama dinlediğini belli eden bir ses çıkardı. Ben de konuşmadığımız zamanlarda olanları hızlıca anlattım. Ara ara hatta olup olmadığını teyit etme ihtiyacı hissetsem de konuşmaya devam ettim.

“Uyandığım anda da ilk aradığım sensin.”

Konuşmamı bitirmemin ardından gelen sessizliği şarjımın bitmek üzere olduğunu haber veren bipleme böldü. Şarj aletimi almak için yataktan kalktım. Sırt çantamın önünden aldığım şarj kablosu için priz aradım. Of! Lanet olsun. Buradaki priz girişlerinin bizimkilerden tamamen farklı olduğunu unutmuştum. Powerbankımda şarj olup olmadığını kontrol ettim. Neyse ki bugünü çıkaracak kadar vardı. İlk iş kendime uyumlu bir şarj başlığı ya da takabileceğim bir priz bulsam iyi olacaktı.

“Şu video olayını anlatacak mısın?”

Trip atması için yeterli zaman verdiğimi düşünüyordum. Rob’un konuşmaya isteksiz sesi “Birisi seni giderken videoya çekmiş,” dedi. Bu, bildiğim bir şeydi. “Ve tüm okula yaymış.” Bu da tahmin edilebilirdi. “Şimdi herkes bir daha dönmeyeceğini, takımdaki yerini hangi yedeğinin alacağını ve şampiyonluk maçına gelecek kulüpler için nasıl bir strateji yapmaları gerektiğini konuşuyor. Tabi sensiz oraya kadar yükselebilirsek.” Karamsar bir ruh haliyle iç çekti. “İyi haber; artık kim dostun kim değil bileceksin. Kötü haber; bu olay duyulursa kulüpler seni izlemek için maçlara gelmekten vazgeçebilirmiş. Daha kötü ve unuttuğumuz haber; sezonun ilk maçında, hazırda bekleyen yetenek avcıları ve muhabirler sayesinde mutlaka haberleri olacaktır.”

Siktir!

“Telefonunu açma zahmetinde bulunsaydın,” diyerek siteminin altını ekstra çizdi. “Kafa kafaya verip bir plan yapabilirdik ama sen açmayınca en yakın arkadaşın olarak olaya el koymam gerekti. Annenin vefatının ardından onun ailesine ziyaret yapacağını söyledim. Gelmediklerini çoğu bildiği ve benden habersiz bir şey yapmayacağına emin oldukları için ortam biraz olsun yatıştı. Fakat okul başladıktan sonra seni görmemeleri tekrar alevlenmesine neden olacaktır.”

Siktir. Siktir. Siktir!

“Sana borçlandım dostum.”

Alaycı bir tıslama işittim. “Bana her zaman borçlusun.” Bu konuda haklı olduğunu söyleyemezdim. Çoğu zaman onun kıçını ben kurtarıyordum ama şu anda bunu söyleyerek hali hazırdaki kızgınlığını körüklemeye de ihtiyacım yoktu. “Ve borç defterin daha da kabaracağa benziyor.” İşte bu kısımda haklıydı. Okul başladığında orada olamazdım. Hatta en erken birkaç ay sonra okula dönebilirdim ve Rob’un beni idare etmesi gerekiyordu.

“Ne yapacağız?”

Çaresizlik kokan soruma “Önce iyi bir avukat bulacağız,” diye cevap verdi. Ardından çok önemli bir detayı es geçiyormuşçasına “Ah sahi. Zaten en iyisine sahibiz,” diye ekledi. Dalga mı geçiyordu aklında bir plan mı vardı çözemiyordum.

“Babamın konuyla ne alakası var?”

Rob derin bir iç çekti. “O kadar yalanın ardından mutlaka yolum nezarethane de düşecektir. Birinin beni kurtarması gerekiyor sonuçta değil mi?” Suratımı buruşturarak telefona doğru nefesimi üfledim.

“Dalga geçmeyi bırak Rob. Gerçekten sıçmış durumdayım.”

“Bende sıvıyorum bebeğim. Boka iyice bulandım. Kokum oraya kadar gelmiyor mu?”

Düşüncesi bile iğrenmeme yetmişti. Yalancı bir öğürmeyle “Kes sesini,” dedim. “Mantıklı bir çıkış yolu sunmayacaksan da lütfen telefonu yüzüme kapat.” Beni rahatsız etmiş olmak onun keyfini yerine getirmişti. Sesi biraz olsun tanıdığım adama dönüşürken “Bunu nasıl istiyorum bilemezsin,” diye karşılık verdi. “Ama şu siktiğimin sorununu çözmezsek kardeşimin çocukluk hayalleri elinden kayıp giderken onu avutmak zorunda kalacağım ve ağlarken çok çirkin oluyorsun dostum.”

Ağlanacak halime biraz bile olsa güldürmeyi başarmıştı. Rob’un da güldüğünü işitmek daha iyi hissettirmişti. Onunla kırgın olmak hoşuma gitmiyordu. Bu zamana kadar çok az tartışmamız olmuştu ve hepsi gün bitmeden çözülmüştü. Bunun en büyük etkisi yan yana olmaktı ama şimdi aramızda kilometreler vardı. Sorunlar uzarsa altından kalkamayacağımız kördüğüme dönüşebilirdi. Açıkçası bu benim hayal dahi etmek istemediğim bir korkuydu.

“Önümüzde iki hafta var.”

Beni konuya tekrar çeken Rob’un aklında bir fikir olduğu heyecanı nefesimi tutturdu. “Elbet bir yolunu buluruz,” dediğinde omuzlarım düştü. “Buraya dönebilme şansın yok değil mi? Birkaç günlüğüne bile olsa.”

“Babamın izin vereceğini sanmıyorum.”

“Sezondaki maçlara katılacaksın ama değil mi?”

“Bilmiyorum.”

Rob sıkıntılı bir iç çekti. “Bilmek zorundasın. O maçların hepsine bir ordu muhabir geliyor. Eğer koçun bir planı yoksa antrenmanlarda olmadığın haberi kulaklarına uçacaktır ve seni maçlarda görmezlerse…”

“O zaman dua edelim ki koçun bir planı olsun.”

“O derece yani?”

Burada kapana kısıldığımı daha da fark eden Rob birkaç saniye sessiz kaldı. Ardından “Kaçak göçek?” diye sordu. Çoğu zaman babamın izin vermediği durumlarda kullandığımız kelimeye karşı damağımı şıklattım. Buradayken ondan gizli bir şey yapabileceğimi sanmıyordum. “Anında buradan ona haber uçar.” Rob’un düşünceli bir mırıltı çıkardığını duydum. “Oradakileri kafalasan?” Bir an Tunçelli ailesini planlarıma dahil ettiğimi hayal ettim. Sanırım sadece dayım bu konuda bana destek verirdi. O da sırf babama karşı geldiğimi görebilmek için. Babamla araları hiçbir zaman iyi olmamıştı. Annemi ne kadar severse, babamdan o derece hoşlanmıyordu. Bunun nedenini hiçbir zaman anlayamamıştım. Bu konuda da yalnız değildim. Annemin fikrine göre ikisi birbirine fazlasıyla benziyordu ve aynı kutuplar birbirini iterdi. Fakat ben nedense altında başka bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Özellikle dayım tarafından hissedilen daha derin şeyler.

“İmkansızı iste sana vereyim.”

“Of! Sıçayım böyle şansın içine.”

Ona sonuna kadar katılıyordum. “Neyse…” diyerek karalar bağladığı halden çıkan Rob “Daha vaktimiz var. Ayrıca koçun planını bilmiyoruz. Duruma göre buluruz bir şeyler artık,” dedi ama sanki kendi de bu söylediğine inanmıyordu.

“Şimdi izninle Elizabeth’im ile randevuma dönüyorum.”

Duyduğum şeyin doğruluğunu sorgulama bile gerek yoktu. “Mastürbasyon yaparken benimle mi konuşuyorsun?”

“Teknik olarak şu an sadece okşuyorum.”

İğrendiğimi belli eden inlemeyle telefonu yüzüne kapattım. Şu anda katılarak güldüğünü bildiğim için daha da sinirliydim.

Yataktan kalktım. Kendime ait bir banyom olmadığı için üzerime basketbol şortu ve basit bir tişört geçirdim. Odadan çıktığımda ilk dikkatimi çeken derin bir sessizlikti. Tabi ki bu birkaç saniye sürdü. Kapalı kapılar ardındaki birkaç horlama sesi birbirine karıştı. Senkronize olmuşlar gibiydi. Biri bittiğinde diğeri başlıyordu ve o bittiği gibi ilk ses geri dönüyordu.

Kendimi banyoya atıp kapıyı arkamdan kapattım. Her sabah yaptığım gibi duşa girmeyi düşündüm. Fakat şu anda üzerimde olan ter, sabahları yaptığım idmandan sonraki ile yarışmazdı bile. Bu yüzden sadece yüzümü yıkadım. Elimde kalan nemle saçlarımı düzelttim ve aşağı indim.

Gerçekten de kimse uyanmamıştı.

Kilitli kapıları açarken beni fark eden Kömür ayaklandı. Neyse ki havlayarak evdekileri uyandırmamıştı. Yüzümü yalayan ufak meltem sonbaharın izlerini taşısa da hala ağır bir yaz havası hakimdi. Bulutlar, pamuksu bir ihtiyar gibi gökyüzünde yavaş yavaş yürüyor, parlak güneşin gençliğini kıskanırcasına kapatmaya çalışıyordu.

“Günaydın.”

Yanına giderek sevdiğim köpeğin aç olup olmadığını merak ettim. Kulübesinin yanında duran kaplarda maması, suyu ve sanırım akşamdan kalan kemikli bir yemek vardı. Hiçbirine dokunmamış gibi görünüyordu. “Yoksa sende mi diyet yapıyorsun?” diyerek gülümsedim. Kömür’ü hırçınca severken bana karşı koymayışı gururumu okşuyordu. Özellikle kimseyi yanına yaklaştırmadığı düşünülürse bu gerçekten bu evde benim için özel olan şeylerin başında geliyordu.

“Kaç gibi uyanırlar sence?”

Soruma cevap veremeyeceğini biliyordum. “Bu sefer ekmek almaya beraber gidelim mi?” diye sorduğumda havlama ve uluma arası bir ses çıkardı. Kabul ettiğini heyecanla kucağıma gelmeye çalışmasıyla anladım. “Tamam o zaman,” diyerek teslim olur gibi ellerimi iki yana açtım. Kömür’ü kendimden uzaklaştırmaya çalışırken geri geri yürüdüm.

“Para alıp geliyorum. Ses çıkarmadan burada bekle.”

Loading...
0%