Yeni Üyelik
1.
Bölüm

ŞAH - 1

@tubux2

URAZ

 

Kâbuslarımın yüksek duvarları arasında gözlerimi araladım. Sıvası dökülmüş tavanı ve yıkık dökük duvarlı oda yirmi kişiyle aynı yeri paylaşmama rağmen kendimi güvende hissettiğim tek yerdi. Herkesin ayrı bir hikâyesi vardı; kimisi ailesini hiç tanımamış, kimisi güzel günlerden sonra kâbuslara sarılmak zorunda kalmış, kimisi de benim gibi ailesini tanımasına rağmen onları görmezden gelmeyi tercih etmişti. İnsanlar, belki annesi ve babasını seçemezdi ama görmezden gelebilirdi.

Azrail gibi bir babanın oğluyken, asıl cehennemi yetimhanede yaşıyordum. Buraya geldiğim gün daha dün gibi aklımdaydı ve o günden bugüne geçen zamanı hatırlamama gerek yoktu, çünkü o geçmiş günlerin hepsi birer birer vücuduma kazınmıştı. Hapishanede, mahkûmlar duvarlara tek tek çentik atarak çıkacakları günü beklerken, ben çentikleri vücuduma atıyordum. Buradan ayrılma zamanının geldiğini bedenimde görülecek yer kalmamasıyla anladım; bana göre tahliye, onlara göre firar...

Bu yerden kaçabilmemin tek bir yolu vardı; o da okuldan geçiyordu. Çoğu kez bunu düşünmüş, birkaç kere denemiş ama hiçbirinde başarılı olamamıştım. Okulumuz yetimhaneye bağlı olduğu için, içindekilerin buradan aşağı kalır yanı yoktu. Kapıdaki güvenlikten öğretmenlerine kadar herkesin gözü üzerimizdeydi. Dışarı çıkmaya kalktığın an birkaç kişi ensende bitiyordu. Sonrası malum...

Bir çentik daha...

Sağlam bir planım olmalıydı, iyi düşünmeliydim; bu yüzden günlerce planımı ilmek ilmek işlemiş, kafamda tekrar tekrar yaşamıştım. Öyle ya da böyle bugün buradan kurtulmalıydım. Yatakhanede yeni gün başlarken ben de yavaşça dirseğimden destek alarak yatakta doğruldum. Ayaklarımı aşağı sarkıtıp yatağa tutunarak etraftaki koşuşturmayı izledim. Bu sabah, rutinler farklı hissettirmişti. Hüzünleniyordum... Alışmış olabilir miydim? Sadece arkadaşlarıma; belki...

Ayakkabılarımı giyip yavaşça ayağa kalktım. Üzerimdekileri çıkartıp yatağın üstüne bırakırken yatağın yanındaki dar uzun dolabın üzerine yapıştırdığımız aynada kendimi izledim. Omuzlarımdan aşağısını... Belki çelimsizdim ama uzun boyluydum, kemikli omuzlarım vardı. Ellerimi bedenime kazınmış yara izi ve morluklarda dolaştırdım. Parmaklarımın belli belirsiz dokunuşuyla, hepsi ilk anlarındaki gibi sızlıyordu.

Acı yok olmaz, ne kadar görmezden gelirsen gel, düşünmemeye çalış, yine de oradadır. Ruhunun karanlıklarına gizlenip öfke ile beslenerek, tekrar ortaya çıkıp kontrolü eline alacağı günü bekler. Acı yok olmaz, aksine senin bir parçan haline gelir. Bir zehir gibi kan dolaşımını ele geçirip bütün bedenine kök salar, kalbinin her atışıyla damarlarına pompalanır, aldığın her nefeste etrafını sarar, ağzından çıkan her kelimeyle canlanır...

Acı budur; lanet olasıca bir his…

*

Kâbushane

Okul için hazırlanırken sırt çantamın içindeki gereksiz şeyleri çıkarttım. Titizce birkaç eşyamı içine yerleştirdim, çok fazla eşyam olmasa da çantamı tıka basa doldurmak planımı tehlikeye sokardı. Yatakhane boşalmaya başladığında odaya son kez göz gezdirdim. Özellikle de yatağımın olduğu yere. ‘Bir daha görüşmemek üzere’ diye düşünerek odadan çıktım. Sabahları tam bir keşmekeş olan yemekhanede yer bulabilmek için gözlerimi dört açtım. Aleyna olsaydı büyük ihtimalle şu anda kendini göstermek için masanın üzerine çıkardı ama o şanslı olanlardandı. Buradan kaçmasına gerek kalmadan esaretten kurtulmuştu, tabii koruyucu aileye kurtulmak denirse…

Tabldot kahvaltımı alıp boş bulduğum bir yere oturdum. Bir yandan tabağımdakilerle oynarken diğer yandan kafamda tekrar tekrar planımı canlandırıyordum tam da o sırada tüylerimi diken diken yapan ses yemekhanede yankılandı.

“Servisleriniz geldi.”

Asker misali herkes aynı anda ayaklandı. Ben ise kapıdaki kargaşaya olabildiğince geç katılmak için oturmayı sürdürdüm. Bu sırada beni fark eden öğretmenlerden biri gözleri parlayarak yanıma geldi. Kim bilir aklından yine hangi karanlık düşünce geçiyordu.

“Uraz.” dediğinde başımı kaldırıp sert hatları olan adama baktım. Bu yüzü asla unutmayacaktım. “Söylediğimi duymadın mı?” Evet, duymuştum ama bunu ona söyleyip, diklenmenin zamanı değildi. Planımı riske atmayacak bir cevap vermeliydim.

“Kahvaltım daha bitmedi.” Bir bana bir kalan kahvaltıma bakan adam daha ne olduğunu anlamadan, tepsiyi bir fiskeyle masadan attı; teneke tepsi, büyük bir şangırtıyla yere düştü.

“Şimdi bitti!”

Daha kapıdan çıkmamış çocuklar bize doğru döndüğünde adam gözlerini benden ayırmadan “Önünüze dönün!” diye bağırdı.

“Kalk ve sıraya gir.”

Emir almaktan nefret ediyordum ve inadına; bunun eksikliğini yaşıyormuşum gibi, buradaki tüm öğretmenler emirler yağdırıyordu. Hatta bazı öğrenciler bile...

Sandalyemi sesli bir şekilde geriye ittim ve masadan destek alarak ayağa kalktım. Sırt çantamı elime alıp sıranın sonuna geçtim. Öğretmenlerin gözleri sırtıma çarpan kırbaç darbeleri gibi hissettiriyordu ve bu hisle duruşumu dikleştirdim. Bekle ulan beni, bir gün bana yaşattıklarının intikamını almak için geri geleceğim. O zamana kadar aldığın nefeslerin kıymetini bil…

 

 

Loading...
0%