Yeni Üyelik
3.
Bölüm

ŞAH - 3

@tubux2

URAZ

3 yıl sonra…

Altı yaşındayken hayal dünyanız sınırsızdır, astronot olup uzaya çıkabilir ya da ralli pilotu olup çılgınlar gibi yarış yapabilirsiniz. Gerçek dünyanızın temellerini bu yaşta hayal ettikleriniz oluşturmaz mı zaten... Altı yaşında hayal bile edemeyeceği bir şeyi birebir yaşayan bir çocuğun geleceği ne kadar sağlam temellere oturabilir ki? Hele de bu çocuk için o olayın bir son değil başlangıç olduğu anlaşıldığında…

Sarhoş bir anında, kafasına taktığı saçma bir nedenden dolayı karısını öldüresiye döven ve daha sonra hızını alamayıp öldüren bir adamın oğluyum ben. Altı yaşındaki oğluna bu vahşeti canlı canlı izleten bir babanın oğlu. O cezasını çekmek için hapse girerken ben yaşattıklarının bedelini ufacık bedenimle ödeyeceğim yere hapsedilmiştim.

Yetimhaneye.

Türlü işkencelere maruz kaldığım, çığlıklarımı yutan soğuk duvarların arasına…

“Uraz!”

Kapıdaki adamın sesiyle düşüncelerime ara verip “Evet!” diye cevap verdim. Sesim, düşüncelerimden dolayı daha da soğuk bir tonda çıktı. “Patron seni çağırıyor.” dediğinde yarım bıraktığım işe devam ederken “Tamam.” dedim. İki elimi de kan dolaşımını yavaşlatmak istercesine sıkıca sardım. Canımın yanması hoşuma gidiyordu, kendimi daha güçlü hissediyordum. Bu yetimhanenin bana kazandırdığı en değerli şeydi: Bedenindeki tüm acıların seni canlı tutması.

Yavaş hareketlerle ayağa kalktım. Nemli ve soğuk soyunma odasından çıkmamla dışarıdaki bağırışların kulaklarımı doldurması bir oldu. Üç sene. O cehennemden kaçıp kurtulmamın üzerinden tam tamına üç sene geçti. Bugün benim günümdü. Belli ki bahisleri artırtmam içeridekilerin de benim günüm olduğuna inandıklarını gösteriyordu.

Patronun odasına doğru ağır adımlarla ilerlerken koridor boyunca uzanan kırık camlardan aşağıya göz gezdirdim. Alev alev yanan çember, karanlık ortama loş bir hava katmıştı. Bağıran seyirciler omuz omuza duruyorlardı. Ter, kan ve küf karışımı koku, havaya karışarak tüm mekânı kaplamıştı. İçeridekilerin alkol ve sigara kokusu da cabası… Bağırarak söylenen sayılar ve isimler birbirine giriyordu. Paralar havada uçuşuyordu. Bu coşkulu kalabalıkla bu derme çatma mekan nasıl ayakta duruyordu anlamıyordum. Şiddet seven, kumar bağımlısı insanları incelemeyi kestim.

Yıkık dökük merdivenlerden aşağı indim. Patronun kapısının önündeki iki adamı başımla selamladım, ilk başlarda bana devasa görünen adamlardan artık pek farkım kalmamıştı. Kapının açılmasıyla puronun eşsiz kokusu burnuma doldu. Ağır adımlarla içeri girdim ve belli bir mesafeye gelene kadar durmadım. Gözüm sehpadaki satranç tahtasına kaydı, aklımda buraya geldiğim ilk gün duyduğum cümleler belirdi. O şahtı. Ben ise onun şah olmasını sağlayan vezir olacaktım. Odadaki hareketle koltuğunu bana döndüren kelli felli adam “Uraz.” dedi boğuk sesiyle.

Uraz… İsim anlamının şans ve talih olmasına rağmen şanssızın önde gideni olan çocuk.

“Patron”

Sesimi onun gibi kullanmamdan dolayı etkilenmiş olacak ki yüzünde milimetrik bir gülümseme belirdiğine yemin edebilirdim. Masadan destek alarak ayağa kalktığında duruşumu düzeltip başımı dikleştirdim.

Ders 1: Kim olursa olsun asla başını eğme.

“Dövüşe hazır mısın?”

Yüz hatları, sesindeki tınıyla birleştiğinde daha da korkutucu bir hale dönüşüyordu, ama bu şekilde üzerime gelmesi umurumda bile değildi.

Ders 2: Asla karşındakine korkunu belli etme.

“Her zaman.” dediğimde elini omzuma yerleştirip “Güzel…” dedi, “Bahisleri arttırmışsın. Kendine bu kadar çok mu güveniyorsun?” Tıpkı az önceki gülümsemesini taklit edercesine belli belirsiz gülümsedim, beni deniyordu.

Ders 3: Ne olursa olsun kendine güven.

“Rakibimin canını almadan o dövüşten çıkmayacağım.”

“Karşındaki de bir insan evlat, unutma.”

“İnsandı. Onunla işim bittiğinde cesetten farksız olacak.” Patron başını keyifli bir şekilde salladı. “İşte benim Uraz’ım.” derken yüzündeki donuk ifadeyi koruyordu. Koltuğuna doğru yürümeye başladığında “İlk geldiğinde sende bu ışığı görmüştüm evlat.” deyip aniden bana doğru döndü. “Yenilmez olacağını biliyordum.”

Ders 4: Yumuşama. Acımasız ol.

Can yak. Can al ama asla yumuşama.

Derin bir nefes aldım. İlk geldiğimde verdiği derslere uyup uymadığımı çok uzun zamandır kontrol etmemişti. ‘Neden bugün?’ diye düşünürken koltuğuna oturan Patron “Daha çok para kazanmak ister misin?” diye sordu. Rahat bir hayat sürebilecek kadar yüklü bir maaş alıyordum, ama… Birkaç saniyelik tereddüt edecek gibi olsam da tekrar eski ifademe büründüm. “Her zaman.” dediğimde keyifle kahkaha atan adam “İşte benim oğlum.” dedi. Koltuğuna yaslanıp bir puro daha yaktı.

Ders 5: Her zaman daha iyisini iste.

“Senden çok memnunum Uraz. Verdiğim bütün görevleri layıkıyla yerine getiriyorsun”

Patron purosundan derin bir nefes aldı ve yavaşça bana doğru üfledi. “Senden bir konuda daha yardımını isteyeceğim. Karşı çıkmayacağını umuyorum” dediğinde duruşumu dikleştirirken “İstediğiniz emirdir efendim.” dedim.

Ders 6: Emirlere karşı gelme. İsyan, en kötü ölüm sebebidir.

“Kuryelik işini okul içlerine taşımak istiyorum.” dediğimde bir anlık kaşlarım çatıldı, Patron anında yüz ifademi yakaladığını belli eden bakışla konuşmaya devam etti. “Aynı kişilerle bu iş olmaz. Sadece kapının önünde satış yeterli olmuyor. Okulun içine sızmalı, öğrencileri avucumuzun içine almalıyız.” Şimdi parmaklarını avucunun içine sıkıca bastırdı. Gözlerindeki karanlığın hırsla kavrulduğunu fark ettim. “Başka aracılarla da devam etmek istemiyorum. Bu işi sen yapacaksın.” dediğinde kaşlarımı tekrar çatmamak için kendimi kastım. Bu işi sen yapacaksın derken neyi kastediyordu? Okula mı gidecektim? Bunca seneden sonra?

“Seni göndereceğim kolej, zengin piçlerinin cirit attığı bir yer. Biliyorsun zevke, eğlenceye düşkün olurlar. Paraları da istemedikleri kadar çoktur. Tek yapman gereken onları alıştırmak, bunu da senin kolaylıkla halledebileceğini biliyorum.”

İnsanlarla başa çıkmak, istediğim şeyi anında yaptırmak konularındaki özel becerim, dünyam yerle bir olup beni acımasız bir kabuk haline getirene kadar keşfedilmemişti. Şimdi ise bu işte uzmanlaşmıştım. Başımı tamam anlamında salladığımda Patron purosundan bir nefes daha aldı.

“Gerekli her şeyi ayarlayacağım, kendini hazırla, gündüz okul, gece dövüş. Aksaklık istemem.”

Patronun son cümlesini duyar duymaz başımı onaylarcasına salladım.

Kabul ettiğimi görür görmez purosunu kristal kül tablasına koydu ve yavaşça ayağa kalkıp bana doğru yürümeye başladı. “Sözümden çıkmayacağını biliyorum ama ufak bir hatırlatmada fayda olacağına inanıyorum.” Her adımı sanki kafamın içinde yankılanıyordu. Sinirli miydi? Yoksa bana gözdağı mı vermeye çalışıyordu?

“Her hareketinden haberim olur Uraz. Aldığın nefesten, işediğin pisuara kadar… Sakın emirlerime karşı gelme. Sakın sana verdiğim dersleri aklından çıkarma. Sakın bana kazık atmaya çalışma. Yoksa bedeline katlanırsın!”

Koridordan yürümeye başladığımda Patron’un sesi azalıyor, salonda bekleyen kalabalığın anlamsız fakat tutkulu uğultuları yükseliyordu, o dört duvar arasında öfke, nefret, tutku ve kan kokusu buharlaşmaya başlamıştı. Tüm bu hisler beni dünyadan, Patrondan, her şeyden uzaklaştırıyordu. Şimdi bedel ödeme sırası değildi, zevk alma zamanıydı.

*

Ben lanetli bir adamım. Sözcük anlamı düşünülürse, gizem ve karanlık…

Hani nefes aldığınızda ciğerleriniz sıkışır, yavaş yavaş sizi boğduğunu düşünürsünüz ya, öyle bir karanlık işte; refahı yok, işkencesi çok. Ben böyle doğmamıştım. Dünya beni bu hale getirmişti ve bu hatasının bedelini şimdi suçsuz insanlar ödeyecekti.

Yaşadığım onca şeyden sonra sıradan bir öğrenci gibi tekrar okula gittiğime inanamıyordum. ‘Gerekli her şeyi ayarlayacağım.’ dediğinde sadece okul işlerini düşünmüştüm. ‘Altıma verdiği son model spor araba gerçekten gerekli miydi?’ diye düşünürken okulun otoparka girdim. Gördüğüm manzara karşısında dudaklarımı aralamamak için zor duruyordum. Otopark resmen araba galerisi gibiydi. Patron bunu da düşündüğüne göre buradaki birkaç araba öğrencilere aitti.

Arabayı park ederken birkaç dikkatli gözün üzerimde olduğunu hissettim. Yüzlerindeki sorgulayan bakışları rahatlıkla okuyabiliyordum. Belli ki ikinci dönem kayıt yaptıran yeni çocuk dedikodusu benden önce gelmişti. Kontağı kapatıp derin bir nefes aldım. Onca seneden sonra benim ne işim vardı burada? Kim inanırdı ki benim lise öğrencisi olduğuma? Ellerimi direksiyona koyup parmaklarımla ritim tutarak etrafı incelemeye başladım. Okul gerçekten gösterişliydi. Öğrenciler de bu gösterişe fazlasıyla ayak uydurmaya çalışıyorlardı, fakat ne yaparlarsa yapsınlar gözümde küçüklerdi. Ah be Patron, normal öğrencilerin arasına göndermek için fazla anormalim sanki…

Arabanın kapısını açtım. Nasıl başlarsan öyle devam eder prensibiyle havalı bir şekilde arabadan indim, ardından telefon ve anahtarları arabanın üstüne koydum. Koltuktaki deri montumu elime alırken havalı bir şekilde döndürerek üzerime geçirdim. Yakalarımı düzeltirken etraftaki fısıltıları anlamasam da duyabiliyordum. Kapıyı kapatıp anahtar ve telefonumu elime aldım, yürümeye başladığımda elimi omzumdan geriye uzatıp kapıları kilitledim. Bu hareketi izlediğim birkaç filmde görmüştüm. Dışarıdan nasıl gözüktüğümü bilmesem de kızların bakışları havalı bir başlangıç yaptığımı belli ediyordu.

Ellerimi cebime soktum. Yürürken gözümdeki gözlüğün avantajını kullanarak etraftaki öğrencileri incelemeye devam ettim. Patron sadece öğrencileri uyuşturucuya alıştırmamı söylemişti. Nasıl yapacağımdan bahsetmediğine göre benim bir plan bulmam gerekiyordu? Acaba bunlardan hangisi ilk kurbanım olacaktı? İşin güzel yanı hangisi acı çekerken ben keyifle izleyecektim.
Okula girdiğimde kalan bakışlarında üzerime toplandığını hissettim. Sınıfımı öğrenmek için Müdür’ün odasını bulmalıydım. Güneş gözlüğümü çıkartırken telefonuma mesaj geldi. Yanımdan geçen bir öğrenciye Müdür’ün odasını sorarken telefonumu cebimden çıkardım ve mesajı okurken çocuğun işaret ettiği tarafa doğru yürümeye başladım.


Gönderen: Patron

İlk okul günün hayırlı olsun evlat. İlk yakın arkadaşının adı Cankut. Müdür’ün yanında oyalanma.

 

Tek kaşımı kaldırıp etrafa bakındım. Bu adamın her şeyi bilmesi bazen tedirgin edici olsa da bu kadar kontrollü olması işime geliyordu. Demek yakın arkadaş olarak seçilen kişinin adı Cankut’tu. Kimmiş bakalım bu şanslı kişi?

Müdür’ün yanına gidip kısa bir tanışmadan sonra sınıfımı öğrendim. Yavaş adımlarla sınıfın olduğu yere doğru ilerlemeye başladım. Zilin kulağımın dibinde çalmasıyla “Hay sikeyim senin gibi zili” diye söylenirken etrafımdaki gözler tekrar üzerime toplandı. Hepsinin gözlerini tek tek oyma isteği içimi yakıp kavuruyordu, ama Patrona verdiğim söz yüzünden sakin kalmalıydım.

Merdivenleri tırmanmaya başladığımda zil bir kere daha çaldı. Beynimden vurulmuş gibi hissederken duraksadım. Derin bir nefes alırken yavaşça yumruklarımı sıktım. Bu iş sandığımdan daha zorlu geçecekti. Tekrar merdivenleri çıkmaya başladım. Her adımımda görünmeyen birkaç ip beni geri çekiyormuş gibi ağırlaşıyordum.

“Bakın burada kim varmış.”

Karşımda pişmiş kelle gibi sırıtan sarı kafayı yeni fark ediyordum. Bu yüz bir yerden tanıdık gelse de önemsiz biri için beynimi zorlama gereği duymadım. Kalan basamakları da çıkarken sarı kafa “Uraz Kurt!” diye seslendi. Bana hitap etme şekli yüzünden ilk yumruğu yeme olasılığı çok yüksekti. Bakışlarımı üzerine sabitleyerek yanına vardım, yüzündeki sinir bozucu havayla eş değer bir ses tonunda “Ben Cankut.” dedi. İstemsizce alaycı bir iç geçirmeyle yanıtladım, bu muydu benim arkamı kollayacak en yakın arkadaşım? Şımarık zengin bebesi kılıklı it.

“Patron benden bahsetmiş olmalı…”

“Sadece bir mesajla, ismini öğrendim. Kendini çok önemseme.”

Cevabımla Cankut’un bozulduğunu hissettim. “Neyse ne. Aynı sınıftayız. Aynı taraftayız. Sakın unutma.” dediğinde her kelimeyi ayrı ayrı vurgulaması belli belirsiz gülümsememe neden oldu. Ayağını denk al diyerek gözümü mü korkutmaya çalışıyordu?

“Belli ki unutsam da hatırlatacaksın ha?” Cankut’un gözleri hafifçe kısılırken “Öğrencilere yaklaşmak için bana ihtiyacın olacak.” dedi. Kendine güvenine hayran kalabilirdim, kendine güvenmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeseydim tabii…

“Bu sübyanlara yakınlaşmak gibi bir derdim yok.”

“Patronun istediğini gerçekleştirmek için o sübyanlara yakınlaşmaktan başka çaren yok.”

“Benim bir şey yapmama gerek yok. Buna emin olabilirsin.”

Cankut’un kaşları çatıldı, “O ne demek?” diye sordu.

“İleride ne demek olduğunu öğrenirsin.”

Tekrar yürümeye başladığımda Cankut, adımlarını hızlandırıp bana yetişti. Sınıfın önüne geldiğimizde omuzuma dokundu, kimse bana dokunamazdı. Bu en sıkı prensiplerimden biriydi ve gerektiğinden insanlara sadece ben dokunurdum! Başımı ağır bir hareketle elinin olduğu omzuma çevirdim, ardından uyaran bir ifadeyle yüzüne baktığımda Cankut anında elini çekti. “Kötü bir başlangıç oldu.” Yavaşça ona doğru döndüğümde gözlerinde samimi bir hava yakaladım. Yine de ilk görüşte kimseye güvenmeyecek kadar çok tecrübem olmuştu.

“Hayatta iyi başlangıçlarım hiç olmadı. Dert etme.”

Sınıfa girer girmez tüm bakışlar üzerimizde toplandı. Özellikle sınıftaki kızların gözleri daha da titizlenerek çalışıyordu, belki de ilk kurban olarak bir kadın tercih etmek yine işimi kolaylaştıracaktı. Gözümü boş sıralarda gezdirirken Cankut, beni geçerek arkadaki bir sıraya oturdu. Eliyle yanındaki boş sırayı gösterdi. Ağır adımlarla gidip arkadaki tekli sıraya oturdum. Tekli olması güzeldi. Etrafımdaki insanların bir kol mesafesi uzağımda durmasını tercih ederdim.

Üzerimdeki bakışlardan kaçmak için telefonumla oynayacaktım ki sınıfa biri girdi. Pahalı kıyafetlerin içinde ucuz hareketler. Tam bir kolej kızı…

“Uraz”

Cankut’a doğru başımı çevirdiğimde bakışlarıyla içeri giren kızı işaret etti.

“O Didem. Çan Kolejinin veliahttı, ilk kurbanın o olabilir.” diyerek göz kırptı. Gözlerim Cankut’tan Didem’e kaydı. Kız seksi denecek bir hareketle sırasına oturdu. Yavaşça saçlarını arkaya atıp bacak bacak üstüne attı. Eteğinin kısalığını göstermek için bu hareketlere gerek yoktu, çünkü ortada etek diye bir şey yoktu. Yılın orospusu ödülünü büyük bir onurla sunabileceğim kıza bakarken duyduğum çocuksu sesle bakışlarımı tepemde dikilen sarışın kıza çevirdim.

“Biraz masanı geriye iter misin?”

Sarışın kızı baştan aşağı süzdükten sonra “Sebep?” dedim. Yüzüne küfür etmişim gibi bakan kız, elleriyle önündeki sırayı gösterirken “Yerime geçemiyor olmamdan dolayı olabilir mi?” diye yanıtladı, sinirlenmişe benziyordu. Dikkatimi önümdeki sıkışık sıraya yoğunlaştırdım. Evet, oturulacak gibi değildi belki ama bu benim problemim değildi.

“Hadi!” dediğinde bakışlarımı tekrar kıza çevirdim. Ses tonu çenemin kasılmasına neden oldu. Tepki vermemek için kendimi zor tutarken başıyla da sırayı çekmemi işaret edince sinirle gülümsedim. Neyse ki sabır her zaman en güçlü yanım olmuştu.

“Sığamıyorsan başka sıraya otur.”

Kızın dudakları yavaşça aralandı ve “Burası benim sıram” dedi. “Dağdan gelip bağdakini mi kovuyorsun?” Yavaşça yumruklarımı sıktım. Bana hayvan mı demek istemişti?

“Ayşin”

Sarı kız başını sınıfın kapısına çevirdikten sonra elindeki defterleri sertçe masaya koydu ve onu çağıran kişiye doğru yürümeye başladı. Bu kızla resmen işimiz vardı. Atarı boyundan büyük yer fıstığı.

“Şşş…” Cankut’un sesleniyordu, sıkılmıştım. ‘Ne var?’ der gibi ona döndüğümde bu sefer de az önceki ufaklığı işaret etti, “O da Ayşin. Okul Müdürünün küçük kızı, onu sona sakla. Müdür’den iyi bir intikam alabiliriz.” dediğinde keyifle kıvrılan dudaklarını yerinden sökmek istedim. Bu çocuk her öğrenciyi tanıtırken bana emir verecekse, bu okul düşündüğümden daha çok sabrımı zorlayacaktı.

Orta yaşlı kadın sınıfa girdiğinde herkes isteksizce yerlerine dönmeye başladı. Sarışın kız bana doğru gelirken sırayı geçebileceği kadar kendime çektim. Yüzündeki zafer gülümsemesiyle bana bakarken tepki vermemek için mümkün olduğunca hareketsiz durdum. Yerine oturur oturmaz sırayı sertçe öne doğru itip kızı iki masa arasına sıkıştırdım. Acıyla inleyen yer fıstığı elini beline yerleştirdi. İşte bu keyfimi yerine getirmeye yetiyordu. Bana doğru döndüğünde ne kadar kaşlarını çatsa da gözlerindeki buğu ayan beyan ortadaydı.

“Hayvan mısın ya!”

Sesindeki titreyiş acısını belli etse de umursamadım. Bu iki etmişti.

Hayvan ha. Dişlerimi sıktım, verdiği acıyla dikkatimi dağıtmaya, sakinleşmek için bu acıya odaklanmaya çalıştım.

“Bir daha. Ağzından çıkacak her kelimeye dikkat edeceksin. Özellikle de benimle konuşurken.”

Dişlerimin arasından konuşmam onu korkutacağına cesaret kazandırmış gibi “Etmezsem ne olur?” dedi. Hızla kolunu kavradım. Yüzü acıyla buruşan yer fıstığının kolunu masa ve elim arasına sıkıştırdım.

“Dilini keserim ve inan bana bundan çok büyük bir zevk alırım.”

Hocanın uyarısıyla ellerimi çektim. Kolunu ovalayan yer fıstığı doğru söyleyip söylemediğimi tartar gibi beni izliyordu, çok az insan gözlerimin içine bakabilirdi. Dünyadaki her zerre ışığı yok etmeye yetecek kadar yoğun olan karanlığımı umursamıyordu. Benden korkmadığını bakışlarıyla belli ettikten sonra önüne döndü. Eliyle belini ovalarken Cankut “Ne yapıyorsun sen?” diye fısıldadı. Cevap verme gereği duymadan telefonumu çıkardım ve kafamı boşaltmak için salak bir oyunu açtım.

“Aramıza yeni bir arkadaşınız katılmış. Uraz Kurt.”

Adımı duyduğum an dikkatimi tahtadaki bunağa verdim, kadın bana sesleniyordu:

“Bize kendini tanıtır mısın?”

“Hayır.”

Cevabımı verdikten sonra tekrar telefona döndüm. Etrafta bir anda yükselen uğultu “Çocuklar!” diyen uyarıyla kesildi.

“Uraz Kurt!”

Herkesin bana baktığını hissediyordum. Hoca gergin bir şekilde boğazını temizledikten sonra tekrar “Uraz bana bak!” diye seslendi. Bu okuldakiler daha ilk günden emir kotalarını fazlasıyla doldurmuştu.

“Daha ilk günden papaz olmayalım Uraz.”

“Dinimize aykırı zaten hocam.” diyerek birkaç kişiyi güldürmeyi başardım.

“Kesin sesinizi” diye bağıran kadın sınıfı ölüm sessizliğine gömmüştü, sonra tekrar bana döndü.

“Saygısızlığa gerek yok. Müdürle mi görüşmek istiyorsun sen?” diye bağırdı. Ses tonu öfkemi körüklüyordu. Sakin ol Uraz. Patron’u düşün. Başımı telefondan kaldırıp hocanın ateş saçan gözlerine baktım.

“Az önce görüştük. Bana söylemek istediği bir şey olduğunu sanmıyorum.”

Hoca’nın öfkeden deliye döndüğünü hissediyordum. Topuklarını yere sertçe vurarak yanıma gelmesi de bunu fazlasıyla belli ediyordu.

“Bize kendini tanıtmanı söyledim ve- sen orada- bir de telefonla mı oynuyorsun sen! Saygısız! O elindeki telefonu hemen bana veriyorsun!”

Hocayı takip eden, mavinin tonlara sahip bir çift göz bana döndüğünde derin bir nefes aldım, daha fazla içimdeki öfkeyi kusmazsam boğulacağımı hissediyordum. Tepemde dikilen hocanın burnundan soluduğunu duyuyordum.

“Telefonumu mu almak istiyorsunuz?”

Hoca’ya bakışlarımı çevirdiğimde boynundan itibaren kıpkırmızı olduğunu fark ettim. “Evet!” diye bağırıp elini telefonumu vermem için uzattı. Başımla onaylayıp yavaşça ayağa kalktım, bütün sınıf gibi Hoca’da ne yapacağımı anlamamış şekilde beni takip ediyordu, sınıftaki herkesin gözleri elimdeki telefonun hızla tahtaya doğru gidişini şaşkınlıkla izlerken, tahtadan çıkan patlama sesiyle birlikte etraftan çığlık sesleri yükseldi. Hoca’nın ifadesinden korku akıyordu, gözlerimi ona dikerek “ Şimdi alabilirsin” dedim.

“Sen- sen...”

Nefretin en saf halini gözlerimle Hoca’ya gönderirken “Ben...” dediğim an Cankut’la göz göze geldim. Bir yanı korktuğunu belli etse diğer yanının hoşuna gidiyor gibiydi. Gözlerimi sınıfta gezdirip önümdeki yer fıstığına sabitledim.

“Uraz Kurt.”

“Saygıda kusur etmeyeceğiniz kişi. İster öğrenci olun, ister öğ-ret-men. Üzgünüm. Ya seve seve, ya da… Seve seve, benim kim olduğumu öğrenmek zorundasınız.’’

***

Loading...
0%