Yeni Üyelik
4.
Bölüm

ŞAH - 4

@tubux2

URAZ

Dakika bir gol iki!
Okulun ilk yarım saatinde Müdür’ün odasına ikinci kez gitmek her yiğidin harcı değildir diye düşünmeden edemiyordum, bu sırada yanımdaki kadının ayağını öfkeyle yere vurması da sabrımı zorluyordu. Elindeki parçalanmış telefonuma baktım. Artık iş görmez bir halde olduğu için çıkışta yeni bir telefon alsam fena olmayacaktı. Müdür’ün kapısının önüne geldiğimizde nefretle beni izleyen kadın kapıyı çaldı.

Hah. Hâlâ bu bakışlarının bana sökmediğinin farkında değil.

“Gel!”

Hoca içeri girerken “Bekle, çağırınca gelirsin.” dedi sert bir tonda. Emir verdiği için bu hale gelmemize rağmen hâlâ devam etmesi büyük cesaretti. Kime güveniyorsun menopoz teyze? İçeride ki tipi tipe mi? Ellerimi cebime soktum. Sırtımı soğuk duvara yaslarken tek ayağımın altını duvara bastırdım. Cebimdeki çakmağı elimde çevirirken başımı geriye doğru attım. Soğuk duvarın sinirden yanan bedenimi yatıştırmasını bekledim. İçerideki tanıdık seslerden biri “Uraz” diye seslendi. Toparlanıp kapıyı çalmadan odaya girmemle olduğum yere çakılmam bir oldu. Lanet olsun! Patron’un burada ne işi var?

“Gel Uraz.”

Ağır adımlarla Müdür’ün masasına doğru ilerledim. Patron’un bana bakmasa da göz ucuyla hareketlerimi takip ettiğini biliyordum. Neden buradaydı? Bu olayı saniyesinden haber almış olamazdı? Almış olsa bile buraya ışınlanamazdı? Sinirlenmiş miydi? İfadesiz yüzüne pek çok duyguyu yakıştırabilirdim, ama bunların hiçbirinden emin olamazdım.

“Uraz” dediğinde bakışlarımı Patron’dan Müdür’e çevirdim. Sabah tartıştığım kızı andıran gözlerle bana bakan adam “Umarım bununla ilgili bir açıklaman vardır.” dedi. Neden bahsettiğini bilsem de gözlerimi eliyle gösterdiği parçalanmış telefonuma çevirdim.

“Öfke kontrolüm yok.”

Sessizce gülen kadın ellerini göğsünde bağlarken “Cevabı duyuyor musunuz Müdür Bey.” dedi. Müdür duruşunu dikleştirerek söze katıldı, “Selda Hanım, siz çıkabilirsiniz.” diyerek öğretmenine izin verince gözlerimi kısıp orta yaşlardaki, bundan sonra benden çekeceği çok olan kadına baktım. Aynı bakışları üzerimde hissediyordum. Yanımdan geçerken “Derste görüşürüz.” diye fısıldadım. Bu yaptığına, beni bu duruma soktuğuna pişman olacaktı.

Kadın odadan çıktıktan sonra Müdür masasının etrafından dolaştı ve Patron’un karşısındaki koltuğa oturdu.

“Ne oldu derste Uraz? Bir de senden dinleyelim.”

Hayatıma giren tüm müdürlerle karşılaştırdığımda sesinin sakinliği afallamama neden oldu. Babacan tavırları özel bir okulda müdür olduğundan dolayı mıydı yoksa gerçekte de baba olduğu için miydi bilmiyorum, ama nedense ona karşı ters gelmek içimden gelmiyordu. En azından bu seferlik.

“Konuşmak istemediğimi söyledim. Zorla konuşturtmaya çalıştı. Daha ağzımı açmadan saygısız dedi. Telefonumu elimden almakla tehdit etti. Sabır gösterdim en sonunda bir yerden patlak verdi. Bir daha olmaz.” Müdür beni dikkatlice dinlerken Patron koltukta doğruldu. “Oğlumun kusuruna bakmayın. Annesini kaybettikten sonra sinirini kontrol altında tutmakta zorlanıyor. Bundan sonra daha dikkatli olacaktır. Değil mi Evlat?” deyip bakışlarını Müdür’den bana çevirdi. Yüzü ifadesizdi, fakat gözlerindeki ateşi ancak ben fark , başımı bir kez onaylarcasına salladım. Elimden geldiğince dik durmaya onun öğrettiklerini uygulamaya çalışıyordum.

Müdür tereddütle “Umarım bir daha böyle bir şey yaşamayız Uraz’cığım.” dediğinde Patron ayağa kalktı.

“Sorun hallolduğuna göre benim artık gitmem lazım. Uraz da dersinden daha fazla geri kalmasın.”

Patron elini uzatınca Müdür ayağa kalktı ve tokalaştı. “Böyle bir şey yaşayacağımızı bilmiyordum. Bir çay borcum olsun.”

Patron belli belirsiz gülümserken “İyi günler.” dedi ve kısa bir an bana baktı. Bu ‘Dışarı çık’ anlamına geldiği için başımla Müdür’e selam verip odadan çıktım. Kapının kapanmasıyla omzumda keskin bir acı hissetmem ve daha ne olduğunu anlamadan sırtımın duvara çarpması bir oldu. Zevkle inlemek istesem de Patron’un kolunun boğazıma baskı yapması bunu engelliyordu. Zor nefes alıyordum, ciğerlerim can çekişirken tepki vermemek için kendimi zor tutuyordum. “Sen.” diye fısıldadığında zar zor yutkundum.

“Daha ilk günden dikkatleri üzerine nasıl çekersin?”

Cevap vermediğimde Patron boğazımdaki kolunu daha da bastırdı. Göz göze geldiğimiz an dişlerimi sıktım. Şu anda da beni deniyor olabilir miydi? “Beni bu okula gönderirken bunu göze almış olman gerekirdi Patron.” diyerek blöfüne karşılık verirken bana doğru yaklaştı. Burunlarımız neredeyse birbirine değecekti. Üzerine sinmiş puro kokusunu rahatlıkla alabiliyordum.

“Evet, göze aldım, ama okulda kalman için, uzaklaştırma alman için değil. Cankut söylemese neler olabileceğinin farkında mısın sen?”

Demek bu olanları Patron’a yetiştiren, arkamı kollayacak kişiydi ha? Az önceki samimi tavırlarının yalan dolandan ibaret olduğunu öğrenmem iyi oldu. Yine de bizden önce Müdür’ün odasına nasıl gelmişti? Neden gelmişti?

“Kimseye zarar vermedim. Sadece telefonumu parçaladığım için uzaklaştırma alacak değilim.”

Patron kolunu boğazımdan çekti. Ellerimi hâlâ baskı hissettiğim boğazıma götürmek istiyordum, ama bunu onun karşısında yapamazdım. Bir süre gözlerimin içine baktı. Ne diyeceğine karar verememiş gibiydi. Derin bir nefes alarak üzerini düzeltti.

“Şimdi dersine dön. Akşam dövüşten önce görüşelim.” dedikten sonra cevabımı bile beklemeden yürümeye başladı. Bir süre arkasından baktım… Her yaşadığım olayda okulda bitmesini engellemek için belki de birilerine iyi bir ders vermem gerekiyordu.

Sinirle sınıfa doğru yürümeye başladım ve kapıya vardığımda sertçe yumrukladım. Gir sesini beklemeden kapıyı açmamla birlikte eceline susamış kadınla göz göze geldik. Tıpkı onun gibi gözlerim kısıktı ama benim gözlerimin içinde şeytani bir gülüş barınıyordu. Kapıyı arkamdan gürültülü bir şekilde kapattım. Camların titreşimini dinlerken sırama doğru yürümeye devam ettim, tüm sınıf derin bir sessizliğe bürünmüştü. Hoca “Çocuklar-” dedikten sonra korkusunu belli eden sesini gizlemek için boğazını temizledi.

“Herkes önüne dönsün.”

Sırama geçtiğimde önümdeki yer fıstığı arkasına yaslandı. Hâlâ kuyruğunu dik tutuyordu. Bir an dikkatimi Cankut’a çevirdim, tedirgindi. Olması gerektiği gibi. Hafifçe eğilip kulağına fısıldadım.

“Bu yaptığını ödeyeceksin.”

Cankut’un âdemelması hızla kıpırdandı. “Sadece emir kuluyum” diye dudaklarını hareket ettirirken bir süre gözlerimi yüzünde gezdirerek niyetini anlamaya çalıştım, belli ki Patron onu bu şekilde görevlendirmişti. O yapması gerekeni yapıyordu ama burada beraber çalışacaksak Patron’un değil benim emirlerime uysa iyi olacaktı.

Dersin geri kalanını ahşap masamdaki yamuk yumuk çizgilere bakarak geçirdim. Zilin çalmasıyla derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Cankut ayaklanırken başımla beni takip etmesini işaret ettim ve yürümeye başladım. Tam o sırada önümü kesen kız istemeden kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

“Sen yenisin galiba?”

Cilveli hareketlerle kollarını göğsünde bağlayan kıza boş bir bakış attım.

“Yeni olduğumu çok iyi biliyorsun. Gereksiz kelimelerle kafamı ütüleme.”

“Ben Didem.”

Gözlerim birkaç saniye kızın bakımlı ellerine kaydı, daha sonra tekrar ifadesiz bakışlarımı yüzüne çevirerek “Uraz.” dedim. Tokalaşmayı es geçmemle eli havada kalan kız bozuntuya vermeden çalışarak saçlarını düzeltti.

“Memnun oldum Uraz. Bahçeye mi çıkıyorsunuz?”

Hiç işim yok bir de sana mı hesap verecektim?

Başımı hafifçe Cankut'a çevirdim. Anlam veremediğim bir şekilde bu kızın yanımıza gelmesini istiyordu. Yürümeye başladığımda Cankut’un “Evet. Gelmek ister misin?” dediğini duydum, daha sonra peşimdeki iki adım sesi Didem’in bu teklifi kabul ettiğini gösteriyordu.

Okuldan çıktığımda yüzüme çarpan temiz hava rahatlamama neden oldu, sanki asırlardır içeride zincirliymişim ve özgürlüğüme yeniden kavuşmuşum gibi havayı derin derin içime çektim. Ellerimi cebime sokup ileride gördüğüm çardaklara doğru yürüdüm. Lisede havalı tiplerin bir köşesi olduğunu duymuştum ama ortada hiç havalı tip göremiyordum. Hoş, görsem bile bu istediğim yere oturmayacağım anlamına gelmiyordu.

En uzak köşede ve her yere hâkim olan çardağın önüne geldim. İçinde oturan çift bakışlarını bana çevirirken “Kalkın.” dedim. Kız ‘Anlamadım’ der gibi suratını buruştururken çocuk onun yerine cevap verdi:

“Anlamadım?”

Ellerimi masaya yerleştirip onlara doğru eğildim. “Kalkın.” dediğimde sesim sessiz ama korkutucu çıkmıştı. Kız sevgilisine doğru sokuldu, çocuk kaşlarını çatarken “Ne demek kalkın?” dedi. Sinirlenmeye başlamıştım. Bir şeyi tekrar tekrar anlatmaktan nefret ediyordum. Ellerimi masaya sertçe vurdum.

“Olmayan beynini vurdurarak çalıştırmamı istemiyorsan ne demek istediğimi anlamaya çalış!”

Çocuk hızla ayağa kalkıp “Ne diyorsun lan sen?” diyerek çıkışırken belli belirsiz gülümsedim ve masanın üzerinden doğruldum. Kavga geliyorum demezdi işte. Tam yumruklarımı sıkıyordum ki omzumda bir el hissettim.

“Tamam Uraz.”

Cankut’un sesi o kadar yakındı ki adımı söylemesi azgın alevlere benzin fırlatmak gibiydi.

“İlk günden tatsızlık çıkmasın arkadaşlar. Hadi başka çardağa geçin.”

Cankut’un bu müdahalesi öfkemi arttırmıştı, vücudum karıncalanıyordu, kendimi kasarak bunu yok etmeye çalışsam da işe yaramadı. Bana dokunulmasından sonra en nefret ettiğim şey işime karışılmasıydı ve bu çocuk ikinci kez aynı hatayı yapmıştı.

Kız yanındaki çocuğu çekiştirerek yanımızdan ayrılırken çardağa oturdum. “Didem bu teneffüs bize izin verir misin?” Cankut’un ricasıyla gülümsedim. O da birazdan olacakları fark etmişti. Didem bakışlarını bana sabitleyerek “Yalnızca bu seferlik.” dedi ve seksi bir şekilde yürümeye başladı. Bu kızı ilk kurban olarak seçmememin tek nedeni kolay lokmaydı

“Uraz ne yapıyorsun sen?”

Bakışlarımı tekrar Cankut’a çevirdim, öfkeli ifadesi zerre umurumda değildi. Yanıma oturmasıyla hızla omzunu kavradım. Dışarıdan bakan birinin arkadaşça bir dokunuş olduğunu sanmasını engelleyecek tek şey, elimi sıktıkça Cankut'un surat ifadesinin git gide kızarmasıydı.

“Hesap mı soruyorsun sen bana lan?”

“Uraz!”

“Bak Cankut. Hayatta en nefret ettiğim şey bana emir verilmesidir. İkincisi bana dokunulması üçüncüsü ise işime karışılmasıdır. Sen bugün bu üçünü de fazlasıyla yaptın. Eğer bunu bir kez daha yaparsan düşmanın olurum. Emin ol hayatta en son isteyeceğin şeylerin arasında bile olmaz bu durum.”

Cankut acıyla iç çekti. Dişlerini sıkarken tekrar “Uraz” dedi. “Sana emir vermedim. Tamam bir iki kere dokundum ama bundan sonra… işine karışmak gibi bir derdim de yok. Sadece sana yardımcı olmaya çalışıyorum.”

“Gölge etme başka ihsan istemem.”

Cankut’un öfkeli ifadesi yoğunlaşıyordu, “Ulan arada Patron olmasa ben sana-“

“Ne yaparsın Sarı? Allah aşkına bir anlatsana.”

Elimi biraz daha sıkarken acıyla inleyen Cankut’u kendime doğru çektim.

“Ama ben sana neler yapabileceğimi anlatayım. Ayak bağı olmaya devam edersen seni o bağla boğarım.”

Cankut boştaki elini can havliyle omzuma yerleştirirken “O zaman fantezilerini kendine saklasan iyi edersin.” diyerek omzumu sıkmaya çalıştı. “maalesef ayak bağın olmaya devam edeceğim.”

Elimi hafifçe gevşetirken o sıkmaya devam etti. İlk defa biri uyguladığım güce bu derece tepkisiz dayanmış ve sonunda karşılık vermişti. Birbirimize öldürücü bakışlar atarken zil çaldı.

“Allah kahretsin bu teneffüsler bu kadar kısa mıydı?!” diyerek ayağa kalktım. Elini omzuna götürüp acıyla inleyerek ovalayan Sarı “Resmen omuzumu hissetmiyorum.” deyince belli belirsiz gülümsedim.

“Böylece atacağın her adımda omzunu koparabileceğim ihtimalini aklına getirirsin.”

Loading...
0%