@tubux2
|
URAZ Sınıfa girer girmez “Sakın bana şu gudubet karıyla bu derste haşır neşir olacağımızı söyleme.” dedim. Cankut gülümsedi, “Korkma. Keyifli bir ders olacak.” diye cevap verdi. ‘Bir ders nasıl keyifli olabilir’ diye düşünürken sırama doğru ilerledim. Sınıfta azalan sessizlikle arkamı döndüm. Gördüğüm manzarayla ıslığıma engel olamazken Cankut “Tarih dersine hoş geldin.” diyerek yerine oturdu. Vücudunu saran, dar, beyaz gömleğin ve içine giydiği iç çamaşırının danteline kadar dikkatimi çeken kadının -Ya da kızın taş çatlasa yirmi üç yaşındadır- yırtmaçlı daracık eteği beni benden aldı. Dar eteğinin ortaya çıkardığı kalçalarını, bacaklarını herhâlde başka hiçbir şey bu kadar iyi vurgulayamazdı. Açık kumral saçlarını savurarak masasına oturduğunda gözlerimi kadından ayırmadan yerime oturdum. Cankut'a seslenince “Ne var?” diye fısıldadı. “Dersi bu afet anlatacaksa ben tarihi baştan yazmaya hazırım.” Cankut ufak bir kahkaha attı. “Saçmalama lan. Hocaya mı asılacaksın?” “Kime göre hoca? Neye göre hoca?” Resmen keyfim yerine gelmişti. “Yalnız Merve Hoca, Müdür’ün büyük kızı, yani Ayşin’in ablası. Uyarayım da.” dediğinde önümdeki yer fıstığına baktım. “Yok artık” diyerek bakışlarımı Cankut’a çevirdim, “Resmen okulu ele geçirmişler. Anneleri ne? Müdür yardımcısı mı?” Keyifle gülümserken aniden yüzü düşen Cankut, önümdeki kıza acır gibi bakmaya başladı. Tekrar Ayşin’e döndüğümde dik duruşundan eser kalmadığını gördüm. Bizi mi dinliyordu? Ailesiyle uğraşmam sinirlendirmiş miydi? O zaman seninle uğraşırım küçüğüm. “Yalnız annesi ve babası tüm yararlı vitaminleri ablasından almış.” Söylediklerim önümde oturan yer fıstığının iyice doğrulmasına sebep oldu, bu hoşuma gitmişti, Cankut’un yüzündeki ifade hoş değildi, ona kaş göz yaparak ‘Ne var?’ gibisinden bir hareket yaptım. Bana doğru eğilip yer fıstığını kontrol ettikten sonra “Çok fazla anne olayına girmesen.” diye fısıldadı. Yine mi işime karışıyordu? Öfkeli ifadem yoğunlaşırken Cankut bana doğru biraz daha yaklaştı. “Annesi iki sene önce vefat etti.” Birden hayal meyal hatırladığım anılar belirdi gözümün önünde, nefesim kesilmişti, Annemi görüyordum, ölüm döşeğinde, bir nefes için çırpınıyordu. Ciğerlerimin titrediğini hissettim; bu acı taşınmayacak kadar ağırca bir yüktü aynı zamanda, hiç tanımadığım biriyle ilk defa bu kadar yakın hissediyordum kendimi. Cankut’a dönüp “Eyvallah.” dedikten sonra önüme döndüm. “Evet arkadaşlar. Bu dönem aranıza yeni katılan biri var herhâlde.” Cankut’un dürtmesiyle üzerimdeki ölü toprağını atmak istercesine silkelendim. Afet-i devran o güzel gülümsemeyle bana bakarken “Uraz’dı değil mi?” diye sordu. Etraftaki herkesin ne yapacağımı merak ettiğini hissediyordum. Yüzüme imalı bir gülümseme yerleştirerek “Merve’ydi değil mi?” diye cevap verdim. Kadın yüzündeki tebessümü korumaya çalışarak “Merve Hoca” diye düzeltti. “Hoca olmak için fazla taşsın,” dedim, kadının gözleri fal taşı gibi açıldı. “Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın?” Başımı onaylarcasına sallarken gözlerimle onu baştan aşağı süzdüm. “Tıpkı ne gördüğümün farkında olduğum gibi.” Yanakları kızaran Merve açık yerlerini kapatmak istermiş gibi istemsizce üzerini düzeltti. “Neyse çocuklar.” diyerek sınıfa döndü, “Sanırım tanışmayı sonraya erteleyebiliriz.” deyip sınıfa bu dönem işleyeceği konuları anlatırken sesinin titremesi hoşuma gitti. Ne kadar inkâr etmeye çalışsa da söylediklerimden etkilendiğini hareketlerinden anlıyordum. Her ne kadar kardeşiyle aynı sınıfta olsam da fiziksel olarak onunla yaşıt gibi duruyordum. Bu kızla vakit geçirmek zevkli olurdu. Ayrıca buradaki görevimi yerine getirirken işlerimi daha da kolaylaştırırdı. Sonuçta o bir hocaydı ve bütün öğrencilerle içli dışlıydı. Eğer onu avucumun içine alabilirsem gerisi çorap söküğü gibi gelirdi. Cankut’a döndüğümde ‘Ne yapıyorsun sen’ der gibi başını sallayınca yavaşça dudaklarımı kıpırdattım. “İlk kurbanımı buldum.” * * * Bütün ders boyunca Merve’ye bakarak kafamda plan kurmaya çalıştım. Onunda bana attığı kaçamak bakışlar çok uğraşmayacağımı belli ediyordu. Kadınları etkilemek konusunda iyiydim fakat bu zamana kadar bana ulaşabilecek, üzerimdeki zırhı atabilecek hiçbir kadına rastlamadım. Hoş, hiçbir kadını özel ihtiyaçlarımın dışında yanıma yaklaştırmamıştım. Sanırım Merve uzun süre katlanmam gereken ilk kadın olacaktı ama onunda beni tanıyabileceğini sanmıyordum. Zilin çalmasıyla ayaklandım. Merve gülümseyerek masasına döndü. Eşyalarını eline alırken gözlerimi ona kenetleyerek yürümeye başladım. Benim geldiğimi hissettiği için mi bilmiyorum elleri titremeye başladı. Sınıftaki bakışları nedense sırtımda hissediyordum. Saçını savurarak başını kaldıran Merve “Evet?” diye cevap verdi. “Tanışmayı sonraya ertelemiştik diye hatırlıyorum.” Kadının kaşları hafifçe çatıldı. “Sınıfça sonraya erteledik.” Elimi tokalaşmak için uzattım, “Ben Uraz Kurt.” Kalın dudakları aralanan Merve “Beni anlamıyor musun?” diye sordu. Yüksek sesle iç geçirdim. “Asıl sen beni anlamıyor musun be güzelim.” deyince göğsünde tuttuğu kitabı daha çok sıkmaya başladı. “Benimle nasıl böyle konuşabilirsin?” Kaşlarımı umursamaz bir tavırla büzdüm, “Nasıl konuşmuşum?” Sinirden mi yoksa utandığından mı bu kadar kızarmıştı. “Okul sınırları içinde benimle saygılı konuşmak zorundasın. Ben senin hocanım.” Şaşkın bir ifade yüzümde belirirken belli belirsiz gülümsedim. “Ha… Okul dışında istediğim gibi konuşabilirim yani.” “Ben öyle bir şey-” derken işaret parmağımı kalın kırmızı dudaklarına doğru götürdüm. “Ben ne demek istediğinizi çok iyi anladım Merve HOCAM.” Hocamı ayrı vurgulamamdan dolayı kalın dudakları hafifçe aralanan Merve’ye “Çıkışta görüşürüz.” diye fısıldadım ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Cankut kapının önünde beni bekliyordu, Merve arkamdan adımı seslense de umursamadım ve yürümeye devam ettim. “Görev başlasın.” * * * “Eveeeet. Duydunuz zilin sesini.” Cankut, elleriyle masada ritim tutarak ayağa kalkarken “Ve okul biter.” diye devam etti. “Nihayet” diye fısıldadım. Saatlerce ders yapma mantığını bulan ilk adamın ağzını burnunu dağıtmayı hayal ederken Cankut ağır adımlarla yanıma geldi. Sınıftaki uğultu hocanın çıkmasıyla daha da artmıştı, yavaşça ayağa kalkarak deri montumu elime aldım. Biraz daha bu ortamda durursam ya onlar benim kafamı ya da ben onları sikecektim. Cankut cebinden telefonu çıkarttı. “Ee ne yapıyoruz şimdi?” “Seni bilmem ama benim işim var.” dedim umursamaz bir şekilde. “Düşündüğüm şeyi yapmaya gitmiyorsun değil mi?” “Düşünebildiğini bilmiyordum ama tam da onu yapmaya gidiyorum.” Cankut'un kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. “Uraz-” Sözünü yarıda kestim. “Seninle bir anlaşma yaptık değil mi?” Cankut’un burnundan solumasını umursamadan yürümeye başladım. Ayşin’in beni göz ucuyla takip ettiğini biliyordum, bu arada Didem sabah yaptığı gibi tekrar önümü kesti. Öfkemi bastırmaya çalışsam da içimdeki öfkeye engel olamadan inledim. “Nereye gidiyorsunuz?” “Anlamadım?” Didem gözlerini devirerek, “Anladığını ikimizde biliyoruz Uraz’cığım” dedi. Adım ilk kez kulağıma bu kadar iğrenç gelmişti. Hiçbir tepki vermeden yüzüne baktım. Didem sıkılmışa benziyordu. “Yani işin var mı? Yok mu? Boş musun diye sordum.” dedi saçıyla oynayarak. “Sana doluyum güzelim.” Didem’in suratı asıldı, “Ben senin güzelin değilim.” diye bağırdı ve sınıfta ufak bir sessizlik oluştu. Bakışlarımı Didem’den ayırmasam da sınıftaki kalan kişilerin dikkatle bizi izlediğini hissedebiliyordum. Beni sınıfın önünde azarlayabileceğini sanan kıza doğru bir adım attım. Ona yaklaştıkça gevşediğini izleyebiliyordum, bedenlerimiz belli belirsiz birbirine değdi. Heyecanlandığını hızla inip kalkan göğüslerinden anladım. Kulağına doğru eğildiğimde kesik kesik nefes almaya başladı. “Olmak istemez miydin?” dedim ve ardından hâlâ nefes almakta zorlanan kıza fırsat vermeden, “Olmak istediğini ikimizde iyi biliyoruz.” diye devam ettim. Kelimelerimin rüzgârı kızı ürpertmişti, artık soluk alış verişi sesli bir hale gelmiş ve bu gülümsememe neden olmuştu, “Ama sen şimdi bana bilmediğim bir şeyi söyleyeceksin.” onun kokusunu almak istemiyordum, o yüzden dikkatle kulağına doğru yaklaşıp, “Senden nasıl kurtulurum?” deyince Didem’in kaskatı kesildiğini hissettim. Birkaç saniye olayı idrak edemeyen kız tekrar kaşlarını çattı. “Sen ne kadar aşa-” diyordu ki, “Sakın!” diye uyardım. “Mor senin rengin değilse, cümleni tamamlamanı tavsiye etmem.” Didem’in dudakları aralanırken Cankut “Tamam Uraz. Bence gerekli uyarıyı almıştır.” diye araya girdi –yine- ve haliyle panikledi, “İşine karışmıyorum. Sadece işine geç kalma diye konuyu kapatmaya çalışıyorum.” dedi. Başımı onaylarcasına sallayıp Didem’e son kez baktım ve yürümeye başladım. Bu tarz kızlardan nefret ediyordum. Altıma almam için yalvarır, reddettiğimde sanki o teklifi ben yapmışım gibi mağdur kız ayağına yatarlar. Sınıf kapısına geldiğim de kolumda hissettiğim darbeyle olduğum yerde durdum. Ayşin, büyük bir gürültüyle yere saçılan kitaplarını izledikten sonra öfkeyle bana döndü. “Dikkat etsene yahu, öküz müsün?!” Hayvanı daha da özelleştirip öküz mü demişti o bana? Ayşin vereceğim cevabı bile beklemeden yere eğildi ve etrafa saçılan notlarını toplamaya başladı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sabır en güçlü yanım demiştim değil mi? Sanırım bu okul tüm tabularımı yıkacaktı. Gözlerimi açtığımda Ayşin’in hâlâ yerde olduğunu gördüm. Çömelmiş, notlarını toplarken bir şey hatırlamış gibi başını kaldırıp bana baktı. “Öküzün trene baktığı gibi bakmaya devam edecek misin?” Ayşin’in kurduğu cümle onun canını acıtma isteğimi arttırmıştı. “Niye? Sana herkes biniyor mu?” Ayşin’in surat ifadesi değişmişti, “Anlamadım?” dedi. Anladığını çok iyi biliyordum. Duruşunda ve yerdeki kitaplarda göz gezdirdikten sonra “Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordum. Ayşin sanki saçma bir şey söylemişim gibi alayla yüzüme bakıyordu, “Sence?” dedi. Tekrar gözlerimi Ayşin’in vücudunda gezdirdim. Aklıma gelen düşüncelerle dudağım keyifle yukarı kıvrılırken “Çok zevkli pozisyondur, tabii köylü gibi durmasan.” diye devam etti. Ayşin birkaç saniye yüzüme şaşkın bir ifadeyle baktıktan sonra ne demek istediğimi anladığı an toparlanarak ayağa kalktı. “Terbiyesiz. Toplamama yardım etmeni beklediğim için suç bende. Bir öküzden insanlık yapmasını neden beklersin ki!” Bir çırpıda Ayşin’in cılız kolunu sıkıca kavradım ve onu kendime doğru sertçe çektim. İçimdeki boğa üçüncü kez tekrarladığı kelimeyle harekete geçmişti ve onu artık durdurabileceğimi sanmıyordum. “Bak kızım.” dedikten sonra yüzünü biraz inceledim, sonra kulağına doğru eğilerek devam ettim: “Dağıttığın şeyleri toplamayı öğrenmezsen, dağılan yüzünü toparlarken çok zorlanırsın.” Kız ağlamaklı oldu, gözleri ıslandı. Konuşmak için yavaşça ağzını araladığında kolunu daha çok sıktım. Acıyla yüzünü buruştururken yanaklarından bir damla yaş süzüldü. “Bir daha benimle ilgili ağzından tek bir kötü söz duyarsam… Senin o cümleleri söyleyen dilini öküzlere yediririm. Anladın mı beni!” Ayşin’den cevap gelmeyince kolunu tutarak onu sarstım. “Anladın mı dedim?!” “Kolumu bırak.” diye fısıldadı. Dişlerini o kadar sıkıyordu ki çocuksu bir suratı olmasa bu hareketi ürkütücü olabilirdi. Bazı insanlar için… “Sorumun cevabı bu değil.” “Canımı acıtıyorsun!” Öfkesi keyfimi yerine getirdi, “Umurumda mı?” Kız gözlerimin içine bakıyordu, bunu bir kez daha yapmıştı, ona kısık gözlerle bakmaya başladım. Mavi gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Ona çok dikkatli bakıyordum, bu yer fıstığı acaba neye güvenerek bana meydan okuyordu, merak ettim. “Ama senin canını acıtmamdan daha haz alacağım bir işim var ve seninle fazlasıyla vakit kaybettim.” Kolunu bıraktığım gibi Ayşin kolunu tutup sıvazlamaya başladı. Ensemde hissettiğim nefesin Cankut’a ait olduğunu tahmin ediyordum. Son kez Ayşin’e tehditkâr bir bakış atıp sınıftan çıktım. İçimdeki öfke otoparkta arabasına binmek üzere olan Merve’yi görünceye kadar devam etti. Bu iki kardeşin de sabrımı zorlamak için başka taktikleri vardı. O saçlar, o hatlar, o bacaklar… “Ee plan ne?” Cankut’u dinlerken gözlerimi Merve’nin baştan çıkarıcı hatlarından ayırmıyordum, “Ava giderken avlanma taktiği.” diye cevapladım. “Ha?” Cankut’un kafası basmamıştı, aldırış etmeden ona gülümsedim. Dikkatimi tekrar Merve’nin vücuduna çevirecektim ki gözlerinde takılıp kaldım, bu sırada yüzümdeki gülümseme de iyiden iyiye çoğalmıştı. Merve gözlerini kaçırıp arabasını çalıştırdı. Cankut’a dönerek “Akşama görüşürüz.” dedim ve Merve’ye doğru yürümeye başladım. Paniklediğini hissettiğim fıstık hızla yola çıkarken gözümle onu takip ederek arabama bindim. Peşinden yola koyuldum. İstanbul’un iğrenç trafiğine şükür edeceğimi hiç düşünmezdim. Kırmızı ışıkta bekleyen Merve’nin arabası görüş alanıma girdiğinde karşı şeridi kontrol ettim. Yeşil ışığın yanmasıyla önümdeki araçları sollayarak gaza bastım. Kornalar eşliğinde Merve’nin arabasının yanından geçerken karşıdan gelen arabayı fark ettim. Hızla Merve’nin önüne kırıp frene bastım. Öne doğru hafif bir şekilde sendelememle iki araba da durdu. Dikiz aynasından Merve’ye baktığımda elleriyle yüzünü kapattığını gördüm. Ağır hareketlerle arabadan inip ona doğru yürümeye başladım, bu sırada arkadaki korna sesleri yükseliyordu, yavaş yavaş oluşan kalabalığı görmezden gelmeye çalıştım. Merve beni fark ettiğinde yavaşça arabadan indi. Korkudan rengi öylesine atmıştı ki yüzündeki makyaj bile bunu gizleyemiyordu. “Uraz sen ne- ne yapıyorsun?” “Merve bana çarpan sensin, farkında mısın?” “Merve Hoca!” diyerek benim cümlemi düzeltti. “Hoca sıfatını okulda bıraktığımızı sanıyordum Merve.” dedim hafifçe gülümseyerek. Bir anlık oluşan şaşkınlığı yerini öfkeye bırakmıştı. Ayağındaki topukluları vura vura arabasının ön kısmına doğru yürüdü ve hafifçe eğilerek bir şey olup olmadığına bakmaya başladı. Bu duruşu keyfimi daha da yerine getirirken sesli bir şekilde iç çektim. Beni duymuştu, hızla doğrularak, “Ölebilirdik Uraz!” diyerek bana doğru döndü. Şaşkınlığımı gizlemekte zorlanıyordum “20 km hızla mı? Fazla hayalcisin Merve.” dedim. Merve dolgun dudakları araladı, “Sana inanamıyorum!” diye bağırdı. “Nasıl bu kadar sorumsuz olabilirsin?” Bir süre yüzüme bakan Merve başını iki yana sallayarak arabasına döndü ve eğilip telefonunu eline aldı. Korna sesleri kesilirken kalabalık daha da artmıştı. Kadın burnundan soluyarak bir numara tuşlarken yanına giderek “Ne yapıyorsun?” diye sordum. “Polise haber veriyorum. Tutanak tutsunlar.” “Tutanak tutacak bir durum yok. Ayrıca senin arabandan daha fazla benim arabamda hasar var ve bu durumda benim masraflarımı ödemek zorundasın. Sonuçta arkadan çarpan sensin değil mi?” “Sen… Nasıl…” derken Merve’nin elinden telefonunu aldım. “Ya! Ne yapıyorsun? Ver o telefonu bana!” Onunla küçük bir çocukla oynar gibi oynuyordum, bu durum kahkaha atmama neden oldu, o kadar narin bir vücudu vardı ki, elimden kuvvetiyle bir şey alması imkânsızdı. Telefonu tuttuğum elimin işaret parmağını dudaklarıma götürüp Merve’ye susmasını söylerken diğer elimle de kolunu yakaladım. Nefes nefese bana bakıyordu, hareketime karşılık hızla kolunu elimden kurtardı ve dağılan saçlarını yüzünden çekti. “Polise gerek yok. Neyse masraf ben karşılarım. Detayları yemekte konuşuruz.” Kızın gözleri dehşet içerisinde açılmıştı, “Ne yemeği ya. Ver şu telefonumu!” dedi ve yine üzerime atlayarak tekrar telefonu almaya çalıştı. Bu sefer tek kolumu onu incecik olan beline sardım. Bu hareketimle sabit kalan kızı kendime daha çok çektim. Kalp atışlarının hızlandığını soluk alış verişinin değişmesinden anlayabiliyordum. Kokusunu duymamak için nefesimi tutarken burnumu saçlarında dolaştırdım. Nefes almak için ondan uzaklaşırken gözlerini kapatmış olduğunu fark ettim. Sarı tüylerinin kökleri yerini belli edercesine kabarmıştı. Kulağına doğru eğilip “Sen yemek sözü ver, ben de telefonu vereyim.” diye fısıldadım. Gözlerini hızla açan kız başını bana doğru çevirdi. Tam kaşlarını çatıyordu ki arkamızdaki kalabalıktan bir ses duyuldu. “Sevişmenizi eve saklayın da çekin arabanızı.” Merve’nin duydukları karşısında gözleri büyümüştü, o gözlerime bakmaya devam ederken arkamda havlayan itlerden biri, “Hâlâ duruyorlar ya.” diyerek ölüm fermanını imzaladı. Boynumu kütleterek gerginliğimi atmaya çalışırken Merve’den uzaklaştım. “Uraz” diye fısıldayan kız birazdan olacakları tahmin etmiş gibi gergindi. Ağır bir hareketle arkama dönerken “Hele şükür!” diyen orta yaşlardaki iri yarı adam “Hadi. Çekin arabanızı.” diye devam etti. Saygısızlıktan hiç hoşlanmıyordum ama bugün sanki bunun eksikliğini yaşamışım gibi herkes bana karşı fazlasıyla saygısız davranıyordu. “Kaza yaptık. Görmüyor musun lan?” “Kaza harici her şeyi gördük maşallah!” “Ne diyorsun lan sen hayvan!” diyerek adama doğru yürüdüğüm anda kolumun üzerinde bir el hissettim, zaten sinirliydim, bir de bu kız bana dokununca cinlerim iyice tepeme çıkarıyordu. “Uraz. Saygılı ol!” diyordu Merve, ona bakmıyordum, hızla kolumu kurtardım. İri yarı adam o sırada “Sen kime hayvan diyorsun lan it!” diye kükrüyordu. Bu ihtiyara karşı mı saygılı olacaktım? Görünüşe göre akşamki dövüşten önce iyi bir antrenman yapma fırsatını elime geçirmiştim, ufak bir kahkaha atıp “İt ha?” dedikten sonra alt dudağımı ısırarak arkamı döndüm. Merve korku ve şaşkınlıkla arkamdaki adama bakarken bakışlarını bana çevirdi. “Arabaya bin.” Merve’nin suratı ekşimişti, itiraz etmek istediği her halinden belliydi, ona fırsat vermeden, “Merve. Sana arabaya binmeni söyledim.” dedim. Sesimdeki ilkel öfke fark ediliyordu. Merve tereddütle bana baktı ve sonra arabasına doğru yürümeye başladı. “Oraya değil.” diye bağırdım. Omzunun üzerinden bana bakan kıza başımla kendi arabamı gösterirken “Kapıları da kilitle” dedim. “Ne gereği var Uraz. Kendi arabama bi-” “Merve! Sinirimi senden çıkarmamı istemiyorsan ikiletme beni kızım. Arabama bin ve kapıları kilitle!” Merve bakışlarını arabama çevirdi. Daha sonra bana döndü ve arabaya doğru yürümeye başladı. İçine oturup kapıyı kilitlediğinden emin olduktan sonra iri yarı adama doğru döndüm. “Nerede kalmıştık?” Adama doğru ilerlerken birden duraksadım. “Hah. Sen bana it diyordun.” “Dövüş iki kişiyle yapılır. Benim ki daha çok kum torbasıyla antrenman olacak.” Konuşmasına fırsat vermeden hızla ona doğru yürüdüm ve yumruğumu karnına geçirdim. İri yarı adam geriye doğru sendelerken acıyla inledi, duruşumu düzeltip bir süre acı çeken adamı izledim ardından hızla yanına gidip bu sefer yumruğumu suratına indirdim. Adam bu darbeyle yere düşerken etraftan çığlıklar yükselmeye başladı. Gardımı düşürmeden kan tüküren adama baktım, bu sırada bize doğru koşan insanları fark ettiğimde ellerimi havaya kaldırdım. Etraftakiler duraklamaya başladı, bu sırada ben de adamın yanına çöktüm. Ağzı kan içinde olan adam öfkeyle bana bakıyordu. Gözlerinin içine bakarak, “Haklıymışım değil mi?” dedim. “Seni geberteceğim piç kurusu” dedi etrafa tükürüklerini saçarak. “Hı hı” diyerek onu geçiştirirken ayağa kalktım. İki yumrukta yıkılan bir adam beni nasıl öldürebilirdi ki? Arabaya doğru dönüp Merve’nin içinde olup olmadığını kontrol ettim. Bu sırada arkamdan gelen sese doğru döndüm. Çenem sert bir yumrukla buluştuğu an gözlerim birkaç saniye kapandı. Elim istemsizce çenemi kavradı. Geriye doğru bir adım sendeledikten sonra yumruğu atan iri yarı adama baktım, yaptığıyla gurur duyan ifadesi gözlerimin kısılmasına neden oldu. “Bu yumrukla ölüm fermanını imzaladığının farkında mısın lan!” Adam söylediklerimi umursamaz bir halde gülümsemeye başladı. Kanlı dişleri bile sakinleşmeme neden olmuyordu. Öfkeyle yanına gidip tek elimle boğazını kavradım. Elleriyle refleks olarak boğazındaki elimi tuttu. Hızla geriye doğru yürütüp sırtını sert bir şekilde Merve’nin arabasına çarptım. Etraftan tekrar çığlıklar yükseldi. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Adamın yüzü kızarırken “Bırak lan boğazımı.” dedi. Sesi elimin sıkılığından zar zor çıkmıştı. “Anlamadım. Boğazımı kopar mı dedin?” Güçlükle yutkunan adamın ellerinin güçsüzleştiğini hissettim. Yüzü morarmaya başladığı an kulağına doğru eğildim. “İşime burnunu soktun, bücür dedin. Hadi bunların hepsini bir kenara koyalım. Sen hangi cesaretle bana yumruk atarsın lan. Hem de hoşlandığım kızın önünde? Yürek mi yedin amına koyduğumun evladı. Bana canını bağışlamam için üç şey say lan!” Birinin son nefesinin kontrolünün elinizde olmasının verdiği haz başka hiçbir şeye benzemiyordu. Kalbim, artık var olup olmadığından emin olamadığım kalbim, adamın son çırpınışlarıyla birlikte delicesine çarpıyordu. Adamın nefes alamadığını hissettiğimde hafifçe elimi gevşettim. “Ya da bunların hepsinin yerini tutabilecek tek şeyi söyle.” Bakışlarını bana çevirdi. Göz bebeklerinin titrediğini fark ettim. “Evet?” Adam “Özür dilerim” diye mırıldandı. “Anlamadım?” “Özür dilerim” Sesi biraz daha yüksek çıksa da arkadaki kalabalığın duymadığına emindim. Yumruğu onların gözünde attıysa özrü onların kulağına ulaştırmalıydı. “Ben bile bu mesafeden söylediklerini anlayamıyorsan arkadaki kalabalık nasıl anlayacak Yarmacığım.” “Özür dilerim!” “Af buyur.” dediğim an elimin altındaki boğazın yırtılacağını hissettim. “Lanet olsun! Özür dilerim senden!” “Güzel” diyerek adamı serbest bıraktım. Adam elleriyle boğazını tutarak öksürmeye başladı. Onun her öksürüğü keyfimi biraz daha yerine getirirken “Ama” dedim. Rengi düzelmeye başlayan adamın gözlerindeki nefreti okuyabiliyordum. “Son yumruğu her zaman ben atarım.” Adamın yüzüne var gücümle yumruğumu geçirdim. Tekrar çığlıklar yükseldi. Elimin altında bir şeylerin çatırdadığını hissederken adam acıyla feryat etmeye başladı. Elimi silkeleyerek birkaç adım geriledim. Yüzü kan içinde kalan adam arabaya dayanmış bir şekilde yere doğru kaydı. Bize doğru birilerinin koştuğunu hissederken arkamdan gelen siren sesleri kulaklarımda uğuldamaya başladı. “Lanet olsun.” Kalabalıktan uzaklaşıp arabaya doğru koşmaya başladım, eğer yakalanırsam akşama dövüşe çıkamazdım ve bu Patron’u zor durumda bırakmak anlamına gelirdi. Sabahki olaydan sonra bunu göze alamazdım. Arabaya binip çalıştırdıktan sonra gaza bastım. Araba kükreyerek yola çıkarken Merve arkaya dönüp “Arabam!” diye bağırdı. “Arabamı yolun ortasında bıraktığının farkında mısın Uraz?!” Dikiz aynasından gittikçe uzaklaşan kalabalığa bakarken polis arabalarının peşimize takıldığını gördüm. Kahretsin. Gaza daha çok bastım. Merve’nin bir bana bir arkaya baktığını hissediyordum. Söylenmelerini duymamaya çalıştım, gözüm bir yolda bir dikiz aynasında bizi takip eden polislerdeyken bir de Merve'ye laf anlatamazdım. “Of Allah’ım. Çantam arabada kaldı, kapıları da kilitlemedim. Kim bilir nereye çekecekler arabamı.” “Adam benden de şikâyetçi olur mu acaba?” “Uraz!” “Merve kes sesini!” Şimdi, bağırmamla birlikte nefesini tutan kıza birkaç saniye baktım. Tekrar yola odaklanıp direksiyonu daha sıkı kavradıktan sonra “Arabanı nereye çekerlerse gider alırız. Olmadı yenisini alırız. Kapa çeneni ve dikkatimi daha fazla dağıtma.” diye çıkıştım. “Sen bana bağıramazsın.” “Ağzına bile sıkarım” deyip Merve’ye döndüm. “Ruhun duymaz.” Merve şaşkınlığını gizleyemiyordu, “Doğru konuş. Ben senin öğret-” dedi, sözünü kestim. “Okulda değiliz ve sen şu anda benim arabamdasın. Yani anlayacağın. Seninle istediğim şekilde konuşurum.” Dudakları açılıp kapanan kızı bırakıp dikiz aynasına baktım. Polislerin siren sesleri daha az duyulsa da birkaç araç arkasından bizi takip ettiklerini görebiliyordum. Aynaları kontrol ederek emniyet şeridine geçtim. “O zaman durdur arabayı. İneceğim” Merve’yi umursamadan arabayı son sürat sürmeye devam ettim. “Uraz sana diyorum. Dur. İneceğim!” Kapıların kilitlerini açtım ve “Senin gibi biri için polislere yakalanma riskini göze alamam. Çok istiyorsan atla.” dedim. Merve’nin şaşkınlık ifadesi giderek daha da büyüyordu, “Şaka yapıyorsun herhâlde.” dedi. Yolu kontrol ederken “Sana benimle ilgili bir gerçek.” deyip Merve’ye baktım. “Ben asla şaka yapmam” Merve şimdi donmuş ifadesiyle bana bakıyordu. Sol taraftaN akan trafiği kontrol ettim ve ilk bulduğum boşlukta araçların arasına daldım. Makas atarak polislerden uzaklaşırken Merve’nin kemerini yeni bağlamayı akıl ettiğini fark ettim. Olayın ciddiyetini henüz anlamıştı. Kısa bir süre sonra ara sokaklardan birine daldım, siren sesleri uzaklaştıkça hızımı azalttım ve uygun bir yerde arabayı durdurdum. “Ne oldu? Neden durduk?”, Merve arkasına bakıyordu, bense başımı direksiyona dayadım. Kalbim depar atmış gibi çırpınırken nefes alıp verişim ona eşlik edercesinehızlanmıştı. “Uraz.” “İn.” “Ne?!” Başımı kaldırıp bu sefer koltuğa dayadım. Beynimde sikişen fillere dikkatimi dağıtıyordu, “İstediğin bu değil miydi? İn arabamdan.” diye devam ettim, heyecanım azalmıştı ve Merve bundan cesaretlenerek “Dengesiz” diyerek öfkeli bir ifadeyle bana bağırdı. Başımı ona doğru çevirdim. Mankenlere taş çıkaracak fiziğini tekrar baştan aşağı süzdüm. Adrenalin yeni yeni bedenimden uzaklaşıyordu. “Dengemi bozuyorsun.” Merve kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi –bu hareketi yaptığında dar gömleğinden dolgun göğüslerini daha net görebiliyordum- hafifçe sırıtarak, “Olmayan şey bozulmaz.” dedi. Gülümsememe engel olamadım, aniden bana döndü. “Benden ne istiyorsun?” Yüzümdeki gülümseme siliniverdi. “Senden bir şey istemiyorum.” Merve’nin kalın dudakları şaşkınlıkla birlikte hafifçe aralandı. “Seni istiyorum.” diye devam ettim. Cevap vermek için ağzını açtı, kelimelerini dilinin ucunda görebiliyordum.Kaşlarını çattı. “Sen ne dediğinin farkında mısın?” Sinirlerim yeniden gerilmeye başlıyordu, Etkilendiğin apaçık ortada, neden işi zorlaştırıyorsun… “Daha bugün tanıştık ve ben senin öğret-” “Aşka inanır mısın Merve?” Merve bana ters ters bakıyordu, “Saçmalamayı kes artık.” dedi. Belli belirsiz gülümserken “Peki ilk görüşte aşka inanır mısın?” diye sordum. “Uraz!” Sinirlenmesi keyfimi iyice yerine getirmişti. “Benim sana ilk görüşte aşık olduğuma inanır mısın?” “Hayır” dediğinde sinsi bir gülümseme yüzüme yayılmıştı bile, “O zaman seni inandırmak için başka yollara başvuracağız” dedim. Merve kaşlarını çattı, “Annen sana, bir kadın hayır derse, bunun hayır demek olduğunu öğretmedi mi?” dedi. Şimdi yüzümdeki gülümseme tamamen yok olmuştu. Kötü anıları bastırma yetim sanki bu cümleyle kırılırken sakin kalmaya çalıştım. Sinirlenmem sadece Patron’un işini mahvetmeme neden olurdu. Okulda arkamı kollayan yetkili birine ihtiyacım vardı. Merve’ye ihtiyacım vardı. Yüzüme zoraki bir gülümseme takılırken “Bir şeyi istedim mi, elde edene kadar peşinden gitmem gerektiğini öğretti.” dedim. Bir süre ne diyeceğini bilemeden yüzüme bakan Merve “Olmaz Uraz.” dedi. “Neden bu arabadasın?” diye sordum. “Ne?” “Neden arabama bindin?” Merve arabanın içine göz gezdiriyordu, “Çünkü sen istedin.” dedi. “Her istediğimi yapacak mısın?” Merve’nin yüzünde karmaşık duygular cirit atıyordu, tekrar önünde döndü. Muhtemelen uygun bir cevap verebilmek için zaman kazanma peşindeydi. Yavaşça ona doğru yaklaştım, kalbinin daha hızlı çarptığı, seri bir şekilde inip kalkan göğsünden belli oluyordu. Parfüm kokusunu içime çekmemeye çalışarak dudaklarına doğru eğildim. Fazla ileri gittiğimi ima eden bakışlarını görünce küstah ve belalı bir havayla gülümsedim. “O zaman bana bir şans ver.” diye fısıldadım. Kadın sessizce iç çekti. “Seni aşkıma inandırayım.” “Uraz.” Sesi fazlasıyla tahrik edici çıkarken onu yatakta hayal etmekten kendimi alıkoyamadım. “Bu yanlış. Ben öğret… Sen… Olmaz Uraz.” Merve’nin yarım yamalak konuşmalarını dinlemeden gerçekliğe döndüm ve ondan uzaklaştım, daha öncede onun gibileri görmüştüm. Geri adım atarak “Tamam o zaman.” dediğimde sanki bunu diyeceğimi beklemiyormuş gibi duran Merve’ye “Söylediklerimi unut gitsin.” dedim, ardından arabayı çalıştırdım. “İstediğin sadece öğretmen öğrenci ilişkisiyse kabul ama bir şey sormama izin ver. Eğer bu şartlarda olmasaydık. Bir şansım olur muydu?” Düşünmeden “Evet.” diyen Merve’yi tuzağıma düşürmüştüm. Kaçan kovalanır taktiğinin hızlandırılmış sürümü gibiydik. “Sana söz veriyorum. Bu yaşananlardan sonra okulda aramıza koyduğun sınırları geçmeyeceğim” dedim. Tek kelime etmeden yarım yamalak, buruk bir gülümsemeyle bana baktı. Yanağına elimi yavaşça koymamla birlikte ürperdi. Gözlerimi ona dikip sessiz bir başkaldırı ifadesiyle kaşlarımı kaldırdım. “Ama okul dışında... Asla sınır tanımam.” |
0% |