Yeni Üyelik
6.
Bölüm

ŞAH - 6

@tubux2

URAZ

Merve'nin arabasıyla uğraşıp nihayet çekilen yerden aldıktan sonra saate baktım. Dövüşe çok az bir zaman kalmıştı. Dövüşten önce Patron’a rapor vermem gerekiyordu ama henüz dövüşün nerede yapılacağını bilmiyordum.

Yapılan dövüşler yasal değildi. Bu yüzden salonların her an basılma tehlikesi vardı. Patron sırf bu işler için birden fazla mekân kiralamıştı ve dövüşün yapılacağı saat yaklaşana kadar hangi mekânda buluşacağımızı ondan başkası bilemezdi. Her yerin ayrı bir şifresi vardı, böylece şifre yayıldığı gibi nerede buluşacağımız herkes tarafından bilinirdi. Bana da özel olarak mesaj geldiği için ilk bulduğum yerden yeni bir telefon alıp hattımı içine taktım. Yeri öğrendikten sonra tam gaz mekâna doğru gittim.

Arabayı ne olur ne olmaz diyerek her zamanki gibi en uzak noktaya park ettikten sonra koşar adım mekâna ilerledim, içeridekileri selamlayarak Patron’un odasına doğru yürümeye başladım. Kapının önünde vardığımda korumalar beni görür görmez içeri girmeme izin vererek önümden çekildi. Kapının önünde birkaç saniye durakladım, duruşumu dikleştirdim. Derin bir nefes alıp sinirlerimi yatıştırdıktan sonra, kapıyı çaldım. Gel sesini duyar duymaz içeri girmem ve yüzüme puro dumanının çarpması bir oldu.

“Ooo, Uraz Bey. Gözlerimiz yollarda kaldı.”

Ardımdan kapıyı kapatırken Patron’un suratındaki hoşnutsuzluk ifadesi gözümden kaçmadı. Bacaklarını çapraz şekilde önünde birleştirmiş ve koltuğunda gergin bir vaziyette oturuyordu. Purosundan derin bir nefes aldı.

“Hiç gelmeseydin, direk dövüşe çıksaydın evlat.”

Karşılamadan sonra doğru ilerledim.

“Görevimin başındaydım Patron.”

“Gördük ne kadar başında olduğunu. Az kalsın polislere yakalanıyordun.”

Donuk ifademi korumaya çalışıyordum.

“Planım için gerekliydi efendim.”

“Neymiş polislere yakalanmayı bile göze alacağın planın.”

Patron’a her şeyi anlatmaya başladım. Gözlerini kısarak beni dinleyen adam sıklıkla purosundan nefesler alıyordu.

“Demek arkanı kollamak için gönderdiğim adam sana yeterli gelmedi.”

“Hayır Patron. Sadece okulda sözü geçen birinin de yanımızda olması iyi olur diye düşündüm. Sonuçta bütün çocukları tanıyor. Çocukların hepsi de bu öğretmenlerini seviyor. Yaşı genç. Kandırması kolay olacak.”

Patron’un, gözleri dalmıştı. “Bir şekilde kandırabileceğine inanıyorsun yani.” dedikten sonra bana doğru döndü.

“Kız bana biraz dişli geldi.”

Yine derslerinden birini uygulayıp uygulamadığımı öğrenmek istediğini biliyordum ama bu sefer umurumda değildi. Bu konuda kendime fazlasıyla güveniyordum.

“Sadece zoru oynuyor. Emin ol.” dedim. Patron’un tek kaşı şüpheyle havaya kalktı.

“Göreceğiz bakalım” dedi ve ayaklandı. Üzerime doğru gelirken duruşumu dikleştirdim.

“Dövüşe hazır gibisin” deyip çenemi işaret ederken “Antrenman yapmışsın belli ki” diye devam etti. Kaşlarım usulca gerilirken elimi çeneme doğru götürdüm. Hafif bir acı içimi kıpır kıpır yaptı. Belli ki iri yarı adamın attığı yumruk yüzümde iz bırakmıştı. Yanıma gelip omzumu sıvazlayan Patron’la karşı karşıyaydık.

“Git ve hazırlan. Bu geceki rakiplerin eminim ki o morluktan vücuduna daha çok bırakmak için elinden geleni yapacaklar.”

Bence de…

Evrendeki en şanssız canlı insandır, hayatında hiçbir zaman yenemeyeceği bir travmayla, ölmek için doğar, sadece nasıl ve ne zaman öleceğini bilmez. Ben de bir gün, bir şekilde öleceğim; büyük ihtimalle dövüşün birinde olacak ve bundan korkmuyorum. Ölüm, belki de benim için bir kurtuluş olacak; yaşamın acısı, işkencesi, mücadelesi son bulup yerini huzur verici bir şeye bırakacak. Büyüleyici bir duyguya… Fakat o zamana kadar mücadeleye devam.

*

Ertesi sabah alarmın çalmasıyla gözlerimi açtım. Dövüşten sonra okula gitmenin bu kadar sancılı olacağını tahmin etmemiştim. Alarmı kırmak istercesine kapattım, inleyerek yatakta doğruldum; çenemdeki sızı dünden kalan, hatırlamak istemediğim anıları aklıma getirdi. Elimi sızlayan yerin üzerinde gezdirerek banyoya gittim. Aynada gördüğüm morluk gözlerimin fal taşı gibi açılmasına neden oldu. “Ben bunu nasıl gizleyeceğim lan!” diyerek aynaya yaklaştım ve suratımdaki morlukların berbat görüntüsünü daha yakından incelemeye başladım.

“Ah ulan yarma, hele sen bir daha karşıma çık. Canını almazsam bana da Uraz demesinler.”

Suyu açtım ve ısınmasına izin vermeden kendimi çelik gibi suyun altına attım. Tenimin altında sönmeyen bir yangın vardı ve bunu körükleyen tek şey öfke değildi, aynı zamanda bu alevi körükleyen “pişmanlık” kömür gibi zehirli dumanlar saçıyordu. O adamın canını almadan bırakmanın verdiği o iğrenç his.

Su damlaları iğne gibi vücuduma saplanmaya başladı. Ellerimle duvardan destek alarak bir süre hareketsiz kaldım. Soğuk su içimdeki yangını söndürmeye başlarken telefonun sesini işitiyordum, umursamadan duşta rahatlayıp kendime gelene kadar suyun altında kaldım. Duştan çıkar çıkmaz bornozumu üzerime giyerken telefon tekrar çalmaya başladı. İçimden ya sabır diyerek odaya döndüm. Ekranda gördüğüm isim yeni yatışan sinirimi tekrar arttırırken

“Ne var lan?!” diyerek telefonu açtım.

“Oyy, sakin ol Uraz. Bizim oralarda telefon böy-”

“Uzatma Cankut. Rüyanda mı gördün beni de bu kadar ısrarla arıyorsun?”

Aldığı cevaba karşılık, Cankut’un kahkahası kulaklarımı tırmaladı. “Biri ters tarafından kalkmış.”

“Cankut!”

“Tamam yahu, akşam dövüş ağır geçti, farkındayım. Okula gelip gelmeyeceğini soracaktım.”

“İki üç yumruk yüzünden tüm gün yatakta kalacak değilim.”

“Yani bu okula geliyorum demek mi oluyor?”

Telefonu yüzüne kapatıp yatağa fırlattım. Sigara paketinden bir dal aldım ve dudaklarımın arasına kıstırıp yaktım. Ciğerlerimi derin bir nefesle dumana boğdum, tütünün keskin tadı damarlarımda dolaşmaya başlar başlamaz gözlerimi kapattım. İşte bu Cankut’un üzerine iyi gelmişti. Sigarayı zevkle içerken bir yandan da hızlı bir şekilde giyinmeye başladım. Son dumanı aldıktan sonra baş ve işaret parmağımı arasına kıstırdığım izmariti kül tablasına bastırdım, son nefesi dışarı üflerken cüzdanı arka cebime soktum. Sigara paketimi deri montun cebine yerleştirdikten sonra telefon ve arabanın anahtarını alıp evden çıktım.

Arabaya oturduğumda torpidodaki tarçın çubuğunu ağzıma attım, anahtarı kontağa takarken dikiz aynasından da bana merhaba diyen morluğa bir kez daha küfrettim ve arabayı çalıştırdım, güneş gözlüğümü de gözüme taktıktan sonra yola koyuldum.

Okula geldiğimde birkaç meraklı gözün beni takip ettiğini hissediyordum. Arabayı park edip havalı bir hareketle indim ve hislerimin ne kadar doğru olduğunu arabadan indikten sonra anladım. Cankut, dün zapt ettiğim çardakta oturuyordu. Acıkmıştım, miden kazınmaya devam ederken istemsizce kantine doğru yürümeye başladım. ‘Cankut’u aç aç hiç çekemem’ diye düşünürken telefonum çalmaya başladı, ekrandaki gördüğüm isim–şom ağzım- Allah beterinden saklasın denecek türdendi. Telefonu sessize alarak yürümeye devam ettim, fakat telefon ısrarla çalmaya devam ediyordu. Kantine girdiğimde içimden ekrandaki isme sövüyordum ‘sana o telefonu monte edeceğim lan’ telefonu tekrar sessize aldım.

Bu sırada aniden üzerimde bir sıcaklık hissettim. Üzerimdeki kahverengi içecek lekesini takip ederek sarı saçlı, korktuğu her halinden belli kızla göz göze geldim.

“Sen bana tepki olarak mı doğdun lan!”

Şimdi kantindeki herkes de bize bakmaya başlamıştı, Ayşin mahcup ifadesiyle karşımda duruyordu.

“Çok özür dilerim.” derken üzerimi temizlemek istedi.

“Bırak!”

“Yaktım seni. Canın acıyor mu?”

“Eğer bana bir daha dokunmaya kalkarsan ben senin canını yakarım”

Yer fıstığının panik havası öfkeli bir hale büründü. “Sana insanlık yapanda kabahat.” dedikten sonra kitaplarını yerden topladı.

“İnsanlıktan önce önüne bakarak yürümeyi öğren.” dedim.

Kısa bir an bana bakan yer fıstığı “Özür dilemiştim.” diyerek yerdeki boş bardağı çöpe attı.

“Özür dilemen temizlenmeme yardımcı olmuyor.”

“Temizlememe izin verme-”

“Gözümün önünden kaybol yer fıstığı” diyerek sözünü kestiğim an kaşlarını çatan Ayşin ayaklarını yere vura vura yanımdan ayrıldı. Bir süre üzerimdeki lekeye baktım. Ah ulan Cankut, o telefonun hesabını senden sormaz mıyım ben şimdi.

Öfkeyle bahçeye çıktım. Çardağa doğru yürümeye başladığımda Cankut beni fark etti ve ayağa kalktı, yüzündeki ifade üzerimdeki kahveyi sorgular gibiydi. Konuşmasına fırsat vermeden ensesini kavradım.

“Ne oluyor ya?”

“Bir dahaki sefere o telefonu bir yerine monte etmemi istemiyorsan, tekrar tekrar beni arama.” dedim. Dişlerimi biraz daha sıkarsam kırılacağına emindim. Sertçe ensesini bırakmamla Cankut’un eliyle ensesini ovalaması bir oldu.

“Şimdi üzerini çıkar.”

“Ne?”

Burnumdan soluyordum, “Cankut bir dakika içinde üzerindeki elimde olmazsa, senin de üzerinde bu haliyle kalmaz.”

Cankut ne olduğunu anlamasa da üzerindeki formayı çıkarttı. Deri montumu çıkarıp üzerimi sıyırırken çevredeki hayret ifadeleri kulağıma çalınmaya başladı. Hızla Cankut’un uzattığı formayı üzerime geçirdim. Resmen formaya parfüm banyosu yaptırmıştı. Sabah sabah bu koku yüzünden kusmazsam iyiydi. Çıplak bir şekilde lekeli formaya bakan Cankut yüzünü buruşturdu.

“E ben?”

“Ebene selamımı ilet.”

Gözlerini kısan Cankut “Ben ne giyeceğim demek istedim.”

Sonunda çardağa oturabilmiştim. “Orası beni ilgilendirmez.” dedim.

“Şaka mısın lan” diyen Cankut, ellerini beline yerleştirdi. Vücudu en az benim kadar iyiydi. Bahçedeki kızların odak noktası olduğunu ve onunda bundan hoşlandığını fark etmemek için salak olmak gerekirdi. Kollarımı bankın üzerine yerleştirip ayak bileğimi dizimin üstüne koydum.

“Bir daha olur olmaz zamanda beni aramamayı böylelikle öğrenirsin”

Cankut öfkeyle söylene söylene okula doğru ilerledi. O sırada aklıma gelen görüntüler içimdeki dürtüleri ayaklandırmıştı, soluğu Tarih zümresinin önünde aldım. Kapıyı çalıp açmamla içerideki öğretmenlerin bana dönmesi bir oldu. Merve’yle göz göze geldiğimiz an nefesini tuttuğunu anladım, telaşla arkadaşlarının üzerinde gözlerini gezdiriyordu.

“Merve Hocam, müsaitseniz konuşabilir miyiz?”

Kadının bakışları üzerime sabitlenmişti, diğer arkadaşları kendi işlerine geri dönerken “Tamam. Sen çık. Geliyorum.” dedi. Sesi heyecanını açığa vuruyordu. “Peki, Hocam” diyerek zümreden çıkıp kapıyı kapattım.

Koridordaki zaman tünelinde gözlerimi gezdirirken kapı tekrar açıldı. Elinde kitaplarıyla dışarı çıkan Merve’nin yanaklarının kızardığını fark ettim. Neyse ki makyaj yapmayı seven kişiliği onu bu durumdan kurtarırdı. Topuklularının enfes sesiyle yanıma geldi. Kaçamak bakışlarla etrafı kolaçan ettikten sonra “Okulda benim sınırlarımı geçmeyeceğini söylemiştin.” diye fısıldadı.

“Normal bir öğrenci gibi öğretmenimle konuşmaya geldim.”

“Uraz-” Bir an durdu. Yanımızdan geçen öğrencilere gülümsedi. Uzaklaşmalarıyla derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti.

“Neden geldin?” Onun bu panik hali hoşuma gidiyordu.

“Çıkışta benim olduğunu hatırlatmaya geldim.”

“Şşş” diyerek etrafı kolaçan eden Merve “Sessiz olsana.” diye beni uyardı. Onun bu emirleri can sıkıcı olmaya başlıyordu.

“Tamam” dedim.

“Çıkışta buluşuyoruz o zaman.”

Merve bu sefer çok fazla uğraştırmadan “Tamam.” dedi, bu hoşuma gitmişti.

“Tamam.” diyerek keyifli bir şekilde gülümsedim. Zilin çalmasıyla Merve “Hadi git.” diye fısıldayınca alt dudağımı ısırarak geri geri yürümeye başladım. Gözlerimle onu soyduğumu hissetmiş gibi beni “Uraz!” diye uyardı. Bu vücudun altımda Uraz diye inleyeceği günü hayal ederek arkama dönerken Cankut’la karşılaştımu. Üzerindeki temiz formasıyla bana doğru gelirken başımla merdivenleri işaret ettim. O tarafa doğru yönelen Cankut’un yüz ifadesi tüm keyfimi kaçırdı.

“Bana bir açıklama borçlusun.” derken bir yandan da arkamdaki Merve’ye kaçamak bir bakış attı. “Sanırım iki şey açıklamak zorundasın.” diye devam etti, bakışları çeneme kaydı.

“Üç hakkın var, istediğin sorudan başla.”

Cankut’a hesap vermek istemiyordum ama ne olduğunu anlatmazsam tüm gün başımın etini yiyecekti. Bu yüzden kısa yoldan bahsetmek en iyisi diye düşünürken “Dün Merve’yi etkilemek için yarmanın tekiyle dalaştım” dedim. Cankut şaşkınlığını gizleyemiyordu “Bravo. Bir taşla iki kuş. Peki, kahve olayı ne?” dedi. Tekrar zil çalarken derin bir nefes aldım.

“Geri zekâlı bir kız önüne bakmaktan acizken kitap okuyarak kahve içmeye çalışıyor.”

“Oooo…” Cankut, bilindik abartılarda boğulmayı seviyordu.

“O geri zekâlı kızın kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım.” diye devam ettim. Cankut başıyla onayladı, “Bu anlattıklarına göre Ayşin’den başkası değildir.” dedi. Başımı havaya kaldırıp derin bir soluk aldım. Cankut’un hâlâ gülmesi sinirimi bozarken yürümeye başladım. Koşarak önüme geçen Sarı “Ablasıyla ilgili planlarını hissetti mi ne?” deyince omzumla çarpıp yürümeye devam ettim.

Sınıfa girdiğimizde orta yaşlardaki gözlüklü bir adamın sıfatına hiç yakışmayan cinsteki ince sesiyle “Neredesiniz siz? Hadi geçin bakalım.” demesi tek kaşımın havaya kalkmasına neden oldu. Sırama doğru ağır adımlarla ilerledim. Ayşin benimle göz teması kurmasa da elindeki kitabını sıkmasından gerildiğini anlayabiliyordum. Sırama oturup üzerimdeki montu arkama astıktan sonra önüme doğru eğildim.

“İntikam soğuk yenir, ama emin ol kahve sıcak olacak.”

Ayşin bir hışımla arkasını döndü, “Yanlışlıkla oldu.” dedi, ben de arkama yaslandım.

“Emin ol, sana yanlışların en güzelini yapacağım.”

“Ayşin!”

Hoca’nın uyarısıyla üçüncü kez gözümün içine bakan Ayşin’le dona kaldım. Sadece bir saniyeydi. Beni ölçüp biçiyor, söylediğimin doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. Sadece bir saniye ama bana çok uzun gelen bir saniye…

Önüne dönmesiyle derin bir nefes aldım. Cankut bana sesleniyordu.

“Ne oldu?” diye meraklanmıştı.

Kafamı boşaltmak için cep telefonumu cebimden çıkardım.

“Evet çocuklar. Aramıza yeni katılan bir arkadaşımız var.”

Hocayı duyar duymaz, sıkıntıyla başımı iki yana salladım. Her ders bunu tekrar tekrar yaşamak zorunda mıydım?

“Uraz Kurt.”

Adamın sesi o kadar ince çıkıyordu ki bir an kulaklarımı tırmalayacağını düşündüm. Elimi bıkkınca havaya kaldırırken “Ayağa kalkar mısın?” dedi. Hadi bakalım yine başlıyoruz. Bakalım bu sefer ne kadar sabırlı olacaktım. Ağır hareketlerle ayağa kalktım. Hoca hoşnut bir şekilde “Kimdir bu Uraz? Tanıyalım.” dedi.

“Tanımak istemeyeceğiniz biriyim Hocam.”

Bozuntuya vermemeye çalışan adam “Ne demek istediğini açık bir şekilde anlatır mısın?” diye sordu.

“Anlatılmam yaşanırım Hocam.” dedim. Bir an gözüm Didem’e takıldı. Cilveli bir şekilde beni dinlediğini görüyordum.

Hoca devam ediyordu, “Bu nasıl bir konuşma tarzı böyle. Sen kendini ne sanıyorsun?” dedi. Hoca’ya döndüm.

“İnsan.”

Sınıf kahkahaya boğulurken Hoca “Gülmeyin!” diye uyardı. Bana doğru yürümeye başlayan adam “Kendini komik mi sanıyorsun genç adam.”

Çık sesiyle damağımı şaklattım, “Sadece sıkıldığımı belli ediyorum”

“Sen ne demek istiyorsun?!”

Sinirlendiğinde sesi daha da incelen Hoca’a yüzümü buruşturmama sebep oluyordu, sesi tam bir işkenceydi. Anlama kıtlığı ise intihar sebebi…

“Boşverin Hocam” diyerek yerime oturmaya çalışırken omzumdaki formadan beni tuttu. “Sana oturabilirsin demedim.” dediği an omzumdaki eline uyarak bir ifadeyle baktım.

Öfkeyle suratıma bakan adam “Ayağa kalk.” dedi.

“Önce sen bir elini çek.”

“Terbiyesizliği bırak ve ayağa kalk.”

Masaya sert bir şekilde vurarak ayağa kalktım. Omzumu bırakan adam “Saygısız.” dediğinde hafifçe gülümsedim.

“Bakın yaşayarak tanıyorsunuz beni Hocam.”

Adam küplere binmişti, “Müdür Bey’de biraz seni tanısın bakalım. Düş önüme.”

Şaka mı bu? En ufak bir atışma da Müdür’e gidildiği nerede görülmüş. Cankut’a bakarken başını iki yana salladığını gördüm. Lanet olsun, kesin Patron’a haber verecek.

“Çocuklar ben arkadaşınızı Müdür’ün odasına götürüp geleceğim. Sakın ses çıkarmayın.”

Hocayı dinledikten sonra Ayşin ayağa kalktı, “Hocam. Ben arkadaşı Müdür’ün odasına götürürüm” dedi. Bu hamleden sonra Hoca bir bana bir Ayşin’e baktı. Bir an tereddütte kaldığını hissetsem de “Tamam.” demesiyle derin bir nefes aldım. “Olanları da anlatırsın Ayşin.” Yer fıstığı başını tamam anlamında salladı.

“Hiç merak etmeyin hocam. Babam gerekli cezayı da verecektir.”

Başıyla yürümemi işaret ettiğinde yer fıstığının peşine takıldım. Sınıftan çıktığımızda yüzüme baktı. Bir şey söylemek istiyor ama bir türlü kelimeler dilinden dökülmüyor gibiydi.

“Yürü hadi neyse cezam çekeyim.” diyerek yürümeye başladım. Koşar adım merdivenlerden inerken kolumda bir el hissettim. Önce koluma baktım, sonra da sert bir ifadeyle Ayşin’e baktım. Anında elini çekerken “Ödeştik.” dedi. Tek kaşım sorgulayıcı bir şekilde havalandı.

“Senden beni kurtarmanı istemedim.”

“Biliyorum ama –” derken susmasını işaret ettim. Yavaşça Ayşin'e yaklaştığımda bir adım geriledi. Bunu umursamadan tekrar adım atıp ona yaklaştım.

“Böyle basit şeylerle ödeşmeyi aklından bile geçirme.”

Kızın gözleri küçülmüştü, “İyi” dedi.

“Çocuklar sizin derste olmanız gerekmiyor mu?!”

Duyduğumuz sesle Ayşin'in gözleri tekrar büyüdü. Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Koridorun başından bize doğru gelen ayak seslerinin eşliğinde “Demek ödeşmedik” diye fısıldayan yer fıstığına döndüm. Bana doğru cesur bir adım attı. Neredeyse bedenlerimizin arasında hiç boşluk kalmazken “O zaman sana iyilik yapacak değilim.” dedi. Dudaklarımın kenarı alaycı bir ifadeyle kıvrıldı.

“Blöf yapıyorsun.”

“Öyle mi?”

Ayşın bir adım gerileyip eski yerini aldı, ollarını göğsünde rahat bir şekilde kavuştururken bana meydan okuyan bakışlar atıyordu. Küstah ve alaycı bir şekilde gülümsedim, o da sessiz bir başkaldırı ifadesiyle kaşlarını kaldırdı. Beni karşısına almaya cesaret edemezdi değil mi? Gözlerim kısılırken yer fıstığı, tek ayağının üstünde, bize doğru gelen kişiye döndü. Gerçekten beni satmazdı değil mi? Profilini izlediğim Ayşin göz ucuyla bana baktıktan sonra boğazını temizledi.

“Bizde tam sizin yanınıza geliyorduk efendim.”

Öfkeden parmak uçlarım karıncalanmaya başladı. Yumruklarımı sıkarak bu hissi uzaklaştırmaya çalıştım ama işe yaramamıştı. Ayşin imalı bir gülümsemeyle bana döndü. Gözlerim daha çok kısıldı, blöf yapıyordu. İntikamımın kötü olacağını bile bile gerçeği söyleyemezdi. Peki, ya deli cesareti aklını başından aldıysa… Bu Patron’un tekrar okula gelmesi demek olurdu. İlk günden bu kadar olayı kaldıramayacağı gibi beni de sürekli planını sekteye uğrattığım için kalkamayacağım bir hale sokardı. Kahretsin Uraz. Bu seferlik, yalnızca bir seferlik…

“Hayırdır çocuklar bir sıkıntı mı var?”

“Ödeştik.”

Müdür sözünü bitirmeden fısıldadığım cümle Ayşin’in keyifle gülümsemesine neden oldu. Bu daha çok zafer gülümsemesi gibiydi. Hay dilim kopaydı da ona bu zevki yaşatmasaydım. Bu olaydan yırtalım, o gülümsemeden eser kalacak mı yüzünde bakalım Ayşin hanım?!

Ayşin birden elini beline yerleştirdi. Yüzünde acı çeken bir ifade vardı. Ne olmuştu şimdi?

“Ağrım var efendim, Uraz, bana yanınıza gelene kadar eşlik ediyordu.”

Yok artık

Kız göz ucuyla bana işaret eder gibi baktıktan sonra tekrar babasına döndü. Tamam, Oscar’lık rol yeteneğinle az da olsa beni inandırdın ama babanın buna inanacağını düşünmüyorsun herhalde. Adım sesleri yaklaşınca Müdür’e doğru baktım. Adamın her yerinden endişe akıyordu.

Hadi canım… Gerçekten inanmış olamazsın.

“Kızım.”

Müdür, kızının yüzünü okşadıkça Ayşin daha da acı çekiyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Elini beline daha çok bastırıyordu.

“İyiyim baba. Sadece ağrım başladı, biraz dinlensem geçer. O yüzden yanına geliyordum.”

Babası, “Gidelim.” dedi ve bana doğru dönüp “Teşekkürler Uraz. Dersine dönebilirsin.” diye devam etti. Birkaç saniyede gelişen olayları idrak etmeye çalışırken Ayşin acı çekme rolüyle yürümeye, babası da ona yardım etmeye çalışıyordu. Bir müdür nasıl bu kadar salak olabilir? Kendi kızının rol yaptığını anlayamıyorsan bizimkileri nasıl anlayacaksın acaba...

Gözüm koridordaki saate takıldı. Daha dersin bitmesine yarım saat vardı. 'Nasılsa Müdür’ün yanında biliyorlar' diye düşünerek bahçeye çıktım. Çardağa doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. Babasının karşısında nasıl da masumlaşmıştı. Şeytan. O masum tavırları bir bana sökmüyordu. O adam da ne kolay inanmıştı yalanına. Pes…

Çardağa oturdum. Sınıfların açık pencerelerinden gelen ve birbirine karışan uğultuları dinlerken 'benim burada ne işim var' diye düşündüm.

Ah be Patron.

Bu salak Cankut, beni karşısına alacağını bile bile Patron’a haber vermiş midir acaba? Hızla cebimden telefonu çıkartıp mesaj yazmaya başladım.

Alıcı: Cankut

Eğer Patron'a bu durumu anlattıysan o mesajı yazan parmaklarını tek tek yerinden sökeceğim.

Telefonu masaya bıraktım. Sigara içmeden rahatlayamayacaktım, ‘Hay aksi!’ paket ceplerimde yoktu, tabii ya, montumun cebinde kalmıştı. Montum sınıftaydı, neyse ki teneffüs zili çalmasına az bir vakit vardı. Olduğum yerde oturmaya devam ettim, dirseklerimi masaya dayayıp başımı ellerim arasına aldım. Tahta masanın üzerine kazınmış isimleri okumaya çalıştım. Gördüğüm A harfi aklıma yer fıstığını getirdi, Nasıl bu kadar iyi rol yapabilmişti? Daha önceden DE bir rahatsızlığı mı olmuştu? Silkelenerek kendime geldim.

Sana ne lan o kızın gelmişinden geçmişinden.

Her beş dakikada bir bu kızı mı düşüneceksin? Beynini daha yararlı bir işe kullan ve Çalıştır şu saksıyı. Merve'yi bu işe nasıl razı edeceksin?

Zilin çalmasıyla öğrenciler bahçeye koşmaya başladı. Bu görüntü kafesi açılan fareleri andırıyordu. Aralarından havalı bir şekilde sıyrılan Cankut bana doğru yürümeye başladı. Rahat tavrı sinir bozucuydu.

“Mesajımı almışsındır umarım.”

Cankut keyifle gülümsedi, “Merak etme. Bu işten yırtacağını bildiğim için Patron'a hiçbir şey söylemedim.” diyerek yanıma oturdu.

“Yırtmasaydım da söylememen gerektiğini kafana nasıl sokabilirim?” diye sordum.

Cankut’un yüzündeki gülümseme artmıştı, “Yaşayarak öğrenmeyi tercih ederim. Sahi nasıl yırttın?”

“Ayşin. Bugünkü kahve borcunu ödedi diyelim.”

Cankut yüzüne imalı bir gülümseme yerleştirirken kaşlarını kıpırdattı. “O zaman geçmiş olsun diyorum ve asıl konumuza geliyorum. Merve Hoca'yla ilgili planın ne?”

“Cankut karı gibi meraklı olduğunun farkında mısın?”

Cankut’un gözlerini kısmasına tepki vermezken “Bu bakışından korkmam mı gerekiyor?” diye sordum. Bana doğru eğilip sesini alçalttı.

“Bu işte ortağız ve ne yapacağını önceden bilmem gerekiyor. Sürekli senin arkanı toplayan olmak istemiyorum.”

“Korkma ben temiz çalışırım. Arkamı toplamana ihtiyacım yok.”

“Uraz. Şu egonu gözlerinin önünden çek ve çevreyi incele!”

Alçak sesle yaptığımız ağız dalaşından Cankut bahçede gözlerini gezdirdi ve konuşmaya devam etti.

“Buradaki çocukların %95’i varlıklı ailelerin çocukları. Kabul ediyorum, kafandaki planı kolayca gerçekleştirebilirsin ama sonuçlarını düşünmen lazım. Ailelerinin bu işin peşine düşmeyeceğini mi düşünüyorsun? Sağlam bir planın olmalı. Beni umursamadığını biliyorum. Kendini de düşünmediğin ortada ama Patron’u düşünmelisin. Onu zora sokacak bir şeyin sonuçlarını düşünüyor musun?”

Cankut'u sessizce dinledikten sonra “Bitti mi?” diye sorunca derin bir nefes aldı.

“Bitti.”

“Güzel. Hadi git bize birer kahve kap gel. Gün uzun.”

Cankut söylenerek ayağa kalktı. “Gerçekten sinir bozucusun ve seninle sabrımı ne kadar tutabilirim bilmiyorum Uraz Kurt.” dedikten sonra hızla kantine doğru yürümeye başladı.

Özünde iyi biri olduğunun farkındaydım ama kimsenin benim işlerime karışmasına izin veremezdim. Gerekirse Patron'un bile...

Loading...
0%