Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Yarasa ve Kedi - 2

@tubux2

ZÜMRÜT

Kulağımın dibinde çalan alarm zilinin sabırsızlığı, kapalı olan kalın perdelerimin arasından sızan güneşin arsızlığıyla yarışırdı. Kafamın içi hali hazırda ağrılara kök salmışken alarm şifa olmuyordu. El yordamıyla komidinin üzerindeki çalan, titreyen ve büyük ihtimal gezinen kurmalı saati aradım. Bulduğum gibi de tepesindeki tuşa bastım.

Sessizlik!

Yalnızca üç saniye.

Derin, rahatlamış bir nefes almamla teneke gibi duran saat, yapabileceği en büyük gürültüyle komidinden düştü. Ardından gelen kırılma sesiyle zihnim dün geceyle eşleşti. Batman’in beni kalçalarımdan kavrayıp odanın diğer ucuna taşıdığı, ceviz olduğunu düşündüğüm masanın üzerine sertçe bırakırken dudaklarımdan kaçan iniltiyi nasıl yuttuğu, soğuk ahşap ve sıcak temasın zıtlığından doğan arzuyu ve haşin hareketlerimizden dolayı masanın üzerindeki içki bardaklarımızın yere düşüp tuzla buz olduğu an tekrar gözümde canlandı.

Sıçrayarak yataktan doğruldum. Bedenime basan sıcaklığa odaklanmaya değil de anda kalmaya çabaladım. Hasar tespiti yapmak için başımı yere uzattım. Saatin ana kasası sağlamdı. Fakat ön camı artık bir bütün değildi. Büyükannem hediye ettiğinden beri 32. tamire gidişiydi. Antika şeylerden nefret ediyordum ama bir yandan da yaşanmışlıkları yüzünden saygı duyulmayı hak ettiklerini de düşünüyordum. Yaşayabilecekleri kadar uzun yaşamalarını…

Bu yüzden büyükannemin gençliğinin izlerini taşıyan saati atamıyordum.

Oflayarak elimi yüzümde dolaştırdım ve gözüm bu sefer ince bileklerime yerleşmiş kırmızılığı hafifçe mora dönmüş şeritlere takıldı. Anılarım tüm hızıyla çalışıyordu. Yırtılan tüller, bileklerimden yatağın ahşap direklerine asılmam ve defalarca yaşadığım orgazm yüzünden güçsüz kalışlarım… Dün gece kendini hatırlatmak için en ufak bir detayı es geçmiyordu ve hala aynı yakıcı etkiye sahipti.

Kapının tıklatıldığını duyduğum anda gerisin geri kendimi yatağa attım. Yorganı tamamen başıma çekerek odadaki varlığımı yok etmeye çabaladım. Gelenin kim olduğunu biliyordum. Bu hallerimi gördüğünde hali hazırda kopmak üzere olan başımı çenesiyle tek hamlede bedenimden ayıracağını da.

“Günaydın uykucu şirin.”

Kapının ardından duyduğum sese karşılık “Aymadı! Uyuyorum!” diye bağırdım. Fakat yorganın altında olduğum için sesimin normal çıktığına emindim. İstenmeyen her yerde biten Süheyla kapıyı açtı. Kaçınılmaz sonla üzerimdeki yorganı sıyırdım. İçeri girdiği gibi yüzü buruştu. Ona baktığım için mi bilinmez bu ifadede fazla kalmadı. Ben ayaklarımı yataktan miskince sarkıttım. O ise siyah saçlarını savurarak pencereme doğru yürüdü.

“Açma!-“

Sözümü noktalarcasına kalın perdelerimi iki yana açtı. Odanın içi bir anda güneşin hakimiyetine girmişti. “Kahretsin!” Sanki bu etkiyi engelleyebilecekmişim gibi elimi havaya kaldırarak gözlerimi kıstım. Fakat görüşüme giren bileklerimle hızla pijamamın kollarını parmak uçlarıma kadar çektim. Süheyla odamın havalandırmasına öylesine kafayı takmıştı ki bu ani tepkiyi görmemişti. Birkaç saniye içerisinde odanın içini sabah serinliği ve yağmur sonrasındaki toprağın o eşsiz kokusu sardı. Güneş sadece yanıltıcı bir yansıma oluyordu mart ayında ve yağmur belli ki birkaç gündür aralıklarla da olsa devam ediyordu.

“İşe gitmeyi düşünmüyor musun?”

Ürpermemi üşümeye döndürmemek için yorganı üzerime çekerken “Bugün Pazar,” dedim. Süheyla biçimli kaşlarını kaldırarak “Emin misin?” diye sordu. Camı parçalanmış saatimi komidindeki yerine koydu. Odamı toplamayacağı düşünülürse bu bana verdiği bir mesajdı. Saatin önünde duran gözlüğümü taktım. Saat 7’ydi ve üzerindeki ufak tarih bugünün 15 Mart olduğunu gösteriyordu. Yani pazartesi.

“Lanet olsun!”

Bu zamana kadar işe geç kaldığım görüşmemişti. Hatta genellikle yarım saat önce gider, dünün işlerini gözden geçirir, günün işlerini planlar, gerekli notlarımı alırdım ama şu anda ucu ucuna yetişmekten bir tık geç kalabilirdim.

Yorganın içinden zıplayarak çıktım. “AH! Lanet kine lanet olsun!” Ayağıma batan cam kırığı yüzünden inledim. Elimin tersiyle hızlıca ayak tabanımı silktim. Görünür de bir şey yoktu. Sanırım batıp çıkmıştı. Yine de seke seke iki kapılı giysi dolabıma doğru ilerledim. Eve nasıl geldiğimi hatırlamıyordum ya da saat kaçta… Fakat kedi kadın kostümünü dolabın kapağına asmayı akıl ettiğime göre çokta vahim bir durumda sayılmazdım. Elime ayağıma dolaşmasın diye kostümü askısı ve kılıfıyla alıp Süheyla’ya uzattım.

“Teşekkürler Süsü.”

Süheyla Fransızca tercümanlık mezunuydu. Arada katıldığı tur rehberliği haricinde genel anlamıyla günleri boş geliyordu ve o da bu vakitlerini yazıldığı bir tiyatro ile dolduruyordu. Ajansın partisine gideceğimi söylediğimde getirdiği kedi kadın kostümü de oyuncularındı ama sanki tam üzerime göre dikilmişti. Yine de emanet eşya olduğu için giyip soyunurken daha da dikkat etmiştim.

“İşine yaradıysa ne mutlu.”

Benim özenimin aksine o hunharca kostümü kucakladı. ‘Tahmin edebileceğinden bile çok’ demek yerine keyifle gülümsedim. Tabi ki sırtım ona dönük olduğu için bunu görmedi. Kostüm partisinin aksine normal hayatımda parlak şeylerden hoşlanmaz, vücudumu saran şeyler giymezdim. Bu nedenle fark edilmemek konusunda işim kolaydı. Fakat bileklerimi saklayacak bir şeyler seçmeliydim. Oversize haki renkli gömleğimi, yüksek belli siyah kumaş pantolonumun içine hafifçe soktum. Sigara içmeye çıkarken giyebilmek için trençkotumu alacaktım ama ajansın klimalarından nasibimi almamak adına siyah bir hırkayı omuzlarıma sardım. Süheyla’ya sırtımı dönerek kol saatimi ve birkaç bilekliği kollarıma paylaştırdım.

“Zümrüt’üm.”

Bu ses tonunu tanıyordum. Peşinden gelecek sözcükler öbeğini de… “Geç kaldım Süsü.” Kol çantamın içini kontrol ettim. Telefonumu eve geldiğimden beri çıkarmamıştım. Şarjını kontrol ettiğimde haklı olarak bittiğini gördüm. Powerbankı aradım. Kahretsin. Onunda şarjını en son partiye giderken bitirdiğimi anımsadım. İş yerinde takarım diye düşünerek daha fazla oyalanmadım.

“Biliyorum ama konuşalım mı biraz?”

Süheyla’nın yanından hızla geçerken “Sonra Süsü,” dedim. Koşar adım odadan çıktım. Peşimden gelen adım sesleri bu konunun kapanmadığını gösteriyordu. “Senin için endişeleniyorum.” Çantamı portmantonun önüne bıraktım. Trençkotuma uzanırken “Hak veriyorum ama yine de endişeleniyorum,” diye ekledi. Sanırım bir şey söylemedikçe kendince vardığı çıkarımlarına devam edecekti.

“İyiyim ben, merak etme.”

Trençkotumu üzerime geçirirken aynadaki yansımama baktım. Kıvırcıklarım geri döndüğüne göre banyo yapabilmeyi akıl etmiştim. Fakat fazlasıyla solgun gözüküyordum.

“Bana yalan söylemene gerek yok.”

Sitem mi etsem anlayış mı göstersem düşünceleri arasında kalmış sesi yüzünden bakışlarımı fazlasıyla endişeli görünen kıza çevirdim. Benden çok onun konuşmaya ihtiyacı olduğunu fark etmem için bu kısacık bakış yeterliydi. Canı gerçekten sıkkındı, benim için. Sırf verdiği bu değerden dolayı bile otobüse binmek yerine taksiyle işe gidebilirdim. Yeter ki o rahatlasın.

“Yalan söylemiyorum Süsü. Gerçekten hiç olmadığım kadar iyiyim.”

“Ama olmaman lazım.”

İşte bunu duymayı beklemiyordum. Kafa karışıklığıyla Süheyla’ya baktım. “Annen ve baban boşanıyor. İlk kez onlardan ayrı yaşıyorsun ve geçen gece eve zil zurna sarhoş geldin.” Hayatımın son bir aylık özeti dışarıdan bakıldığında buydu. İçler acısı… Fakat benim için böyle görünmesi sorun değildi. Annem ile babam, 32 yıllık evliliklerine son veriyordu, bence bu da bir sorun teşkil etmiyordu. İnsanların düşünceleri ya da beklentileri değişebilir ve saygı çerçevesinde ilişkilerini ya da evliliklerini bitirebilirdi. Asıl sorun ikisinin de farklı zamanlarda birbirini aldatmalarıydı. Üstelik ilişkilerle ilgili tüm konuşmalarını “Bir kızın en büyük çeyizi, kirlenmemiş kalbi ve öpülmemiş dudakları” cümlesiyle bitirmelerine rağmen yapmışlardı bunu. Yıllarca namusun hayatımızın temel taşı olduğunu öğreten, sözde özgür bir baskıcılıkla yetiştiren ailem namussuz çıkmışken nasıl onlarla hayatıma kaldığım yerden devam edebilirdim ki?

“Tamam bak anlıyorum. O süreçte annenlerle yaşamak istemiyorsun haklı olarak. Bu durumdan da aşırı memnunum. Çünkü yeni bir ev arkadaşı ararken en yakın arkadaşımı buldum. Fakat o kendimi kaybetmiş gibi duruyor.”

Kendimi kaybetmemiştim. Sadece kandırılmıştım ve ilk kez onların basma kalıplarından sıyrılıp kendim olmaya çalışıyordum. Gerçek Zümrüt’ü bulmak istiyordum çünkü. Bunun için ilk olarak en çok bastırılan duyguyu serbest bırakmıştım. Belki bu yanlıştı ama ilk kez kendi tercihlerime göre hareket ettiğim için mutluydum. Deneyimlediğim her şey, aslında ailem karşı olan baş kaldırışımdı. Sırf bu yüzden bile yaptığım hiçbir şeyden pişman olmayı düşünmüyordum.

“Bak sigaraya başladın. Bir şey demedim ama alkol… Alkol bizim ince çizgimizdi.”

Süheyla ile aramda kalan adımları tamamladım. Yüzünü avuçlarımın içine alırken “Kafam o kadar iyiydi ki çizgiyi göremedim,” dedim kıkırdayarak. “Ya da çizgi çok inceydi. Emin değilim.” Biraz olsun ortamın yumuşamasını istiyordum ama Süheyla bana elinden gelen en öfkeli bakışını attı.

“İnceldiği yerden kopsun diyorsun yani.”

Yumuşatma planımın işe yaramayacağını anladım. Tekrar ciddi tavrıma döndüm. “Sadece bir gece Süsü. Tekrarı olmayacak merak etme.” Ona güven veren bir şekilde gülümsedim. Ellerimin arasındaki yanaklarını şişirerek nefes verdi. Başını küçük bir çocuk gibi tamam anlamında salladı. Çok tatlı gözüktüğü için şişen yanaklarını mıncırdım ve ardından hızlıca öptüm.

“Biraz daha iyiysen gidiyorum. Yoksa işe geç kalacağım.”

“Sen iyiysen ben iyiyim.”

“İyiyim,” diyerek çocukluğuma sarıldım. “Sen varken nasıl kötü olabilirim ki.” Sühayla’nın omzuma doğru güldüğünü hissettim. Rahatlamış bir nefes alarak kollarının arasından çıktım. Botlarımı giydikten sonra çantamı yerden aldım.

“Akşama oyuna gelecek misin?”

Tam kapıdan çıkmak üzereyken sorduğu soruya “Hangisine gelmedim,” diyerek göz kırptım. Gülümsedi. Onu rahatlatmanın verdiği keyifle bende gülümsedim.

Kapıyı çekip koşar adım merdivenleri indim. En az 30 yıllık, dört katlı bir apartmanın birinci katında oturuyorduk. İlk kez hırsız girme ya da depremde çökebilme ihtimallerine rağmen şükrediyordum. Apartmandan çıkmamla ayaklarımın kayması bir oldu. Son anda duvara tutunurken yerlerin buz tuttuğunu fark ettim. Demek ki ara ara yağan sadece yağmur değildi. Mart ciddi anlamda kazma kürek yaktırmaya geliyor gibiydi.

“Aman dikkat et Zümrüt kızım. Dün geceki ayaz her yeri buz yapmış.”

İstanbul’un büyüklüğüne zıt bir mahalleydi burası. Tüm keşmekeşliğine inat sakin kalmış bir ortam. Hoş, kargaşa konusunda kendi içlerinde hiç fena sayılmazlardı ama aile gibi oldukları için tüm olaylar kolay çözülüyordu. Süheyla üniversite 1. Sınıfta gelmişti bu mahalleye. O gün bu gündür de mahallenin kızı olup çıkmıştı. Kolay kolay dışarıdan kimseyi kabul etmiyorlardı aralarına ama ben torpilliydim.

Bir arabanın geçebileceği kadar dar sokaklarının iki yanı apartman ve müstakil evlerle sıralanmıştı. Bizim apartmanın tam karşısına düşen iki katlı evin sahibi, bahçesinde bulunan dut ve ceviz ağaçları yüzünden sürekli sokağı süpürmek zorunda olan kadın Yadigâr Hanımdı ve mahalledeki tüm dedikoduların toplandığı tek eldi. Acınan değil, acıtan bir yanı vardı.

“Günaydın Yadigâr Hanım.”

Duyduğu şeyle yüzünü rahatsız bir ifadeyle buruşturdu. Elindeki çalı süpürgesini bir kenara koydu. “Bir aydır burada yaşıyorsun kızım. Hala mı hanım?” Hayatıma giren birine samimiyet gösterebilmem için bir ay kısa bir süreydi. Mahcup bir ifadeyle gülümserken cevap veremedim. Çünkü ne söylersem aleyhime delil olarak kullanacağı konusunda tembihlenmiştim. “Haklısınız ama hanım size çok yakışıyor. İşe geç kalıyorum. Sonra görüşürüz!” diyerek elimi salladım ve daha fazla bir şeyler söylemesine fırsat vermedim.

Mümkün olan en hızlı adımlarımla taksi durağına vardım. Neyse ki en azından bu konuda, bugün şanslıydım. Taksi yola çıkarken saati kontrol ettim. En iyi ihtimalle yarım saat sonra ajanstaydım ve geç kalmaktan kıl payı kurtulacağa benziyordum.

Sanırım biraz aceleci davranmıştım. Taksi hızına hız katıyor, beni hesapladığımdan daha erken ajansa bırakacak gibi görünüyordu. Tüm bu mide bulandırıcı yolculuk süresinde ben de çantamdaki sayılı makyaj malzemeleriyle yüzümdeki solgunluğu kapatmaya çalıştım. Tabi ki sağa sola savrulurken çok kolay olmadı. Yine de dikkat çekmekten iyi göründüğü kesindi.

Kullandığım malzemeleri tekrar çantama tıktım. O sırada elime kahverengi lenslerimi koyduğum kutu geçti ama zihnim çoktan koyu kahve bakışlara mıhlanmıştı. Beni beklentiyle süzen, her birleşmemizde uzun kirpiklerini kavuşturarak beni kendilerine hasret bırakan, arzulu, doyumsuz, sert, koyu kahve gözler…

“Abla geldik.”

Taksici çocuğun sesiyle irkildim ve panikle çevreye baktım. Ajansın olduğu büyük plazanın önünde durmuştum ve benim bunu anlamamış olmam bile hayra alamet değildi. Kuralları unutmamalıydım. Orada yaşanan orada kalmıştı. Bugün, dünden hiçbir iz taşımamalıydı.

“Ne kadar?”

Çocuk söylemeden taksimetredeki fiyata baktım. Cüzdanımdan çıkardığım nakdin hepsini çocuğa verdim. “Üstü kalsın.” Taksiden inerken saatimi kontrol ettim. Şaka gibi ama yetişmekle kalmayıp on dakika da erken gelmiştim. Gerçekten de çocuk taksiye binerken verdiği sözü tutmuştu. Biraz midem bulanıyordu ama olsun. Verdiğim paraların hepsi helali hoş olsun.

Gelişimin aksine daha sakin bir şekilde plazaya girdim. Güvenlik kartımı okuttuktan sonra 17. Kata çıkmak için asansörü çağırdım. O gelene kadar arkamda insanlar birikti. Hep beraber asansöre bindik. Neredeyse her katta durduğu için kapalı alan korkum tetiklenmek üzereydi. Neden ofise erken geldiğimi bir kez daha anlamış oldum. 17. Kat ışığı yandığı gibi asansörün kapıları kayarak açıldı.

Waganda Dijital

Turuncu ve yeşil tonlarının baskın olduğu rengarenk bir ofisti burası ve 17. Kat tamamen ajansa aitti. Bu yüzden asansörden inmemle kendimi danışma kısmında bulmam bir oldu. Bankoda oturan kimseyi görememek beklediğim bir hareketti. Büyük ihtimal bir yerlerde partinin dedikodusu dönüyordu. Her şeyi doğal akışında yaşamak adına acele etmeden cam koridordan geçtim ve tüm çalışanların bir arada olduğu geniş, eğlenceli ve yaratıcı yanımızı coşturan dekorlara sahip ofise girdim. O sırada masasında olan bir Allahın kulunu bulamadım. Hepsi Şakir’in masasının etrafını doldurmuştu ve bu manzara karşısında adımlarım ister istemez daha da yavaşladı. Şakir, ajansın creative direktörüydü. Yani tüm kayıt işleri ve montajlar onun elinden geçiyordu. Ajansın üst düzey çalışanlarındandı. Patronlardan sonra gelen…

Ona alıcı gözle bakmama gerek yoktu. Çünkü onun tercihi belliydi.

“Günaydın.”

Çantamı masamın üzerine bıraktım. Şakir haricinde kimse başını kaldırıp bana bakmadı. Bu alıştığım bir şeydi. Görünmez olduğumu söylerken abartmadığımı bir kez daha kendime kanıtladım.

“Günaydın. Gece beşik mi salladın?”

Sorusu karşısında trençkotumu çıkartan ellerim tutukluk yaptı. Ne kadar makyaj yaparsam yapayım yorgunluğum gözünden kaçmamıştı. Bu en yakın arkadaşlığın getirisi miydi yoksa makyaj kamuflelerinden çok iyi anladığı için miydi, emin olamadım.

“Onun gibi bir şey,” diyerek trençkotumu asmak bahanesiyle gözlerimi kaçırdım. Bir yandan da onu kandıracak yaratıcı bir yalan düşündüm. “Hafta sonu doktora tezimle uğraştım. Beşiği bilmem ama hayatım baya sallandı.” Şakir başını anladığını belli edercesine salladı. Sandalyeme oturdum ve telefonumu almak için çantamı açtım.

“Parti nasıldı?”

Bıkkın bir edayla ellerini iki yana açtı ve çevresindekileri işaret etti. “Her zamankinden daha dedikodulu.” Gülümsedim ama gözlerime tam olarak ulaştığını sanmıyordum. Açıkçası bu durum yüreğime kurt düşürmüştü. Belki de kedi. “Kimin eli kimin cebinde tahminlerinden daha rövanşta olan bir konu var.” Telefonumu şarja takarken ‘Ne o?’ dercesine başımı salladım. Şakir’in resmen gözleri parladı ya da üzerindeki cart sarı renkli gömlek yüzünden bana öyle geldi. Benim aksime fazlasıyla renkli giyiniyordu. Üzerinde koyu tonlara ait bir şey görülürse, surun üflenmesinden önce son çıkış denebilirdi.

“Gecenin yarısında partiye bir kedi kadın geldi.”

Dondum kaldım. Ne duyacağımı ya da buna karşılık ne diyeceğimi bilemiyordum. Hoş, konuşabileceğimi de sanmıyordum. Boğazıma oturan hissiyat beni öksürtmeye itiyordu ve ben tüm gayretimle onu tutmak için çabalıyordum. “Tam bir afet,” derken ellerini şefler gibi yapıp dudaklarına götürdü. Egom okşanmalı mıydı? Hayır, hayır o havaya girme.

“Hele bir de gece boyunca yaptıkları,” dediğinde dayanamayıp öksürdüm. Şakir’in sürmeli gözleri sadece benim anlayacağım şekilde kısıldı. Bana biraz daha bu şekilde bakarsa, ne olduğunu çözecekti ya da bakmadan bunu halletmeye çalışıyordu.

“Yarasa ve kedinin bu derece ateşli olabileceğini hiç düşünmemiştim. İzlemek ister misin?”

Loading...
0%