Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 0 (Tek Bölüm)

@tuccar

İstanbul’un İnsanları

Ben, kendimi bildim bileli İstanbulluymuşum diyelim. Ben, kendimi bildim bileli yorgunmuşum belli ki. Evet, yorgunmuşum, çünkü yorgun bir havası vardır İstanbul’un. Bir de boğazı tabii. Ancak ben ve ben gibi kişiler için boğaz sürekli yorgun, argın ve yalnız kişiliklerin bir yansımasıdır. Siz hiç boğaz dibinde uzun uzun dalmış kimseleri gördünüz mü? İşte onlar bu toplum düzenini kabullenmemiş ve bu toplum düzeni tarafından kabullenilmemiş insanlardır.

Sanıyorum ki benim de onlardan fazlaca farkım yok. Eğer olsaydı gecenin bu saatinde tramvay bekliyor olmazdım. Eğer olsaydı ceketimdeki yamaları gizlemek zorunda olmazdım ve hayır, bu parasızlıktan değil. Biliyorum ki esnafların da gözleri var. Henüz kör bir esnafa rastlamadım İstanbul’da ama hayalim rastlamak. Ne zaman ki kör bir esnaf bulacağım, o zaman şu boğazı izleyen kimse kalmayacak, diye hayal kuruyorum. Umutsuz hayaller olması ne yazık! Bu İstanbul’da her koyunu kendi bacağından asıyorlar, kör esnaflar hiçbir zaman varolmayacak. Ne diyeyim, onlar da İstanbul’u izlerler artık, bensiz…

Neyse ne! Bunları düşünmeye gerek yok, nasıl olsa sadece tramvay bekliyorum. Tramvay hızlı gelmiyor ama, derin bir of çekiyorum içimden. Delikanlılardan biri bana bakıyor. Ah, tabii, iki delikanlı! Nası’ da farketmedim onları! Utanıyorum. Neyse ki delikanlı fazla takılmıyor bana. Gençler için yalnız olmamak çok doğal tabii. Gençlik ha? Gençliğimi özlüyorum, çocukluğumu değil. Çocukluğum pek iyi değidi, şimdiki ben de çok iyi değil. Fakat çocukluğum ve şimdiki ben arasındaki o dönem, gençliğim, enfesti. Günde bin ben oluyordum ve yeni bir sayfa açıyordum hayata. Yazılmamış boş sayfalar her zaman güzeldir. Bu delikanlılar da benimle aynı fikirde olmalıydılar, zira ikisinin de keyfi pek ama pek yerinde gözüküyordu!

“İstanbul’u sevmiyorum!” dedi ilk delikanlı birdenbire. “Hayır, şu İstanbul’u sevdiğim söylenemez. Bu kentin neresinde aşkı, sanatı görüyorlar ki?” diye baktı arkadaşına. Sesleri bana gayet net geliyordu ve bu beni oldukça meraklı bir kulak misafiri yapıyordu. “Ne?” dedi ikinci delikanlı, şaşırmış bir ses tonuyla. Bu delikanlı ile ilgili aklımda kalan tek görüntü uzun saçlarına odaklanıyor. “İstanbul’un hiçbir yerinde aşk, hatta sevgi göremiyorum.” Diye sürdürdü ilk delikanlı.”Sana bir şey dokunmuş ya, eve git bence sen!” diyerek alaya aldı uzun saçlısı. İlk delikanlı beklenmedik ve yersiz bir biçimde söylediği bu sözün tabii alaya alınacağını düşünmemişti, hiddetle “Yo’, ben çok ciddiyim! Bu insanların hepsi amansız bir yaşam derdinin eline düşmüşler.” dedi.

Bu konuşma benim ilgimi çekmeyi şu noktadan sonra başardı. Hatta bir anlığına ilkdelikanlının İstanbul hakkındaki fikirlerini beni gördükten sonra edindiğini düşündüm.

“Neden öyle diyorsun ki canım, oysa ben seni İstanbul’a hayran sanırdım.” dedi, hem ufak bir alay hem de ufak bir ciddiyetle uzun saçlısı. “Şu boğaz, şu tramvaya tabii hayranım. Yaşamak için bir sebep veriyor bana. Ben de düşünüyorum, İstanbul’u dokur muyum acaba ruhumla? Ama şu insanlar!.. Bak arkadaşım, tüm bu insanlar var ya, hani şu tramvaya, işte ona hakaretler! Önümde ruhun derinlikleri üzerine işli bir tramvay görüyorum, sonraysa tamamı yaşam derdine düşmüş insanlar sorgusuzca üzerine basıyorlar.” diye aceleyle döküldü ortaya ilk delikanlı. Etkilenmiştim. “Kaldıramıyorum ama insansız İstanbul kime yarar!”

Uzun saçlı delikanlı bir süre durdu, sonra “Saçmalıyorsun, basit bir nöbet bu.” demekle yetindi. İlk delikanlı “Saçmalıyorsam da doğru saçmalıyorum ki tramvay kirlenmesin!” diye daha da havalandı. “Sus! Basit bir gençlik nöbeti geçiriyorsun, hepsi bu. Hayatı seviyor ol, git eğlen ama taşkınlık yaratma.” diye dize getirdi arkadaşını uzun saçlı. Arkadaşı bu cümlelerle biraz utandı ve suspus oldu. “Tramvaya boş yere paha biçmek, saçma…” diye söylendi uzun saçlı delikanlı biraz, sonundaysa ikisi de sustu.

Tüm bu çatışmanın içinde beni sorarsanız eğer, derin bir hayal kırıklığına uğramıştım. İlk delikanlı konuşmaya ilk başladığında onun dili benim dilim olmuştu, benim söylemek isteyip çekindiklerimi o cesurca haykırıyordu. Ancak işin sonunda aklını kaybetti. Dedikleri ne kadar doğru olursa olsun hepsini aykırı olmak isteyen bir gençlik hevesiyle söylemişti. Arkadaşı onu durdurmasa kim bilir neler saçmalayacak, beni daha nasıl hayal kırıklığına uğratacaktı.

Uzun bir sessizlik. Sadece rüzgar ve sesi duyulur. Ne bir tramvay, ne de başka bir şey…

İlkdelikanlı birdenbire sözü aldı yine. “Özür dilerim.” dedi, “Gerçekten özür dilerim. Anlatacağım ne çok şey vardı oysa!” diye yakındı kendince. “Sakın beni gösteriş meraklısı sanma ama konuşacağım.” dedikten sonra arkadaşı gözlerini devirdi, tam “Tramvay gelir şimdi…” diyordu ki ilk delikanlı sözünü böldü. “Hayır! Bu İstanbul’un gerçekten bir sorunu var ve ben onu açığa çıkaracağım.” dedi, büyük adam gibi. “60 yaşındaysan anlamazsın bu İstanbul’un sorununu. Bunu sadece biz gençler anlarız. İstanbul’da gençleri her gece coşan bir kesim sanıyorlar, onların gençlik algısı bu yani. Fakat hayır, gençlik gezmek mi? Bence gençlik yeniyi keşfedebilmektir. Neyse!” dedi ve soluklandı.

“Ne dediğini unutacaksın, gençlik bir hevestir.” Dedi uzun saçlısı alayla. İlk genç bunun üzerine hiddetle konuşmaya başladı: “Beni alaya alıyorsun, ha? Oysaki ben bu şehir için gerçekten üzülüyorum. Tüm bu güzellik en yanlış toplumun eline düşmüş desem, kızarlar mı bana? Beni aptal yerine koyarlar mı? Ama gerçekten öyle düşünüyorum ben. Bak arkadaşım, şu boğaza bir bak, o boğazın ardından hızlı hızlı yürüyen insanlara bir bak! Hepsi bir yaşam derdine düşmüşler. Hepsi yarına sağ çıkmak için uğraşıyorlar, ama neden yarına sağ çıkmak için uğraşıyorlar? Bu sadece bir yaşam içgüdüsünden ibaret! Ne zor işlere giriyorlar, sırf sonraki ay hayatta kalabilmek için, sırf yarın hayatta kalabilmek için ama neden yarın hayatta kalmalı? Bilmiyorlar. Sorun da burada başlıyor. Kabullenemiyorum! O insancıkların yarın ne olacağına dair hiçbir fikirleri yok! Sadece ne olması gerektiğine eminler: İşe gitmeliyim, tramvaya binmeliyim, hayata dair bir amacın peşinden koşmadan yaşamalı ve düzene uymalıyım. İşe gitmeliyim. İşe gitmeliyim ki yarın karnım doysun, ya sonra? 3 yıl sonra ne yapacaksın, tramvaya binecek gücün kalmadığında ne yapacaksın? Şu İstanbul, şu tramvaylar yaşam derdine düşmüş insanlarla dolup taşıyor. Onlar için şu boğaz, bir yaşam içgüdüsünden ibaret, sürekli onları yarına taşıyan…” dedi, evet, bunların hepsini tek nefesle söyledi.

İçten içe coşuyordum ben de bu sırada. Bu delikanlı söylemek istediğim her şeyi olmasa da tüm sorunlarımı ortaya dökmüştü. Ben de kabullenemiyordum şu toplum düzenini, ait olamıyordum ona. Gerçi, ben ürkektim, o delikanlı gibi her şeyi ortaya dökemezdim. Belki de sadece yaşlıyımdır, bilmiyorum.

Uzun saçlı delikanlı düşündü fakat cevap vermedi, ilk delikanl devam etmek için yanıp tutuşuyordu çünkü. “Şu yaşama içgüdüsü toplumu ateşli bir biçimde sarmış vaziyette, bir hastalık, bir vebaymışçasına. Kabullenemiyorum, bunu tekrarlamak çok lapa belki ama kabullenemiyorum! Herkes yaşama derdinde ama kimse n’için yaşadığını bilmiyor. Herkes tramvaya biniyor ama bu yaşama zorunluluğundan ileri gitmiyor. Öyle bir toplum, öyle bir İstanbul ki toplum olduğundan şüpheye düşüyorum.” Dedi, ve soluklanıp devam etti: “Değerlerin hala varolduğu İstanbul, insanların düşünüp sorguladığı İstanbul çok mu uzakta? İnsanların hala hayalleri, ilkeleri ve gayeleri olduğu İstanbul, gerçekten çok mu uzakta? Bazen hayal ediyorum, şu boğaza bakıp yaşamanın sevinci ve lütfuyla gülümseyen insanları. Sen hayal ediyor musun ki?” diyerek bitirdi ve döndü, uzun saçlı arkadaşına.

“Bilemiyorum, belki.” dedi arkadaşı. “Hiç düşünmedim yaşama içgüdüsüne düşen bir toplumu. Sanırım ben hiç senin gibi perdelerin arkasına kapamadım kendimi. Belki de haklısındır, gençlik “yeni”yi keşfetmektir. Ancak… Ancak n’apacağız, tüm bu sorunu gördükten sonra?” diye merakla baktı arkadaşına.

“Tramvaya bineceğiz tabii.” dedi ilk genç. Tramvayın ışıklarının uzaktan gözükmesi ile doğruldu. “Hiçbir şey yokmuş gibi tramvaya mı bineceğiz?” diye sordu uzun saçlı delikanlı. Diğeri sadece yüzüne baktı arkadaşının. “Buna alışmak ne kötü!” diye söylendi uzun saçlısı ve o da doğruldu.

Bense “Alışmanız iyi.” dedim.

Ne korkunçtu! İkisi de bana baktılar. Bana ne diyorlardı? Deli, aptal, işsiz? Hangisi? İkisi de bana bakıyordu-Rezil edeceğim kendimi! Zihnim çırpınıyordu resmen, geri dönmeliydim. Ancak hayır, devam etmeliydim.

Yutkundum. “Siz hiç boğaz dibinde uzun uzun dalmış kimseleri gördünüz mü? İşte onlar bu toplum düzenini kabul etmemiş ve bu toplum düzeni tarafından kabul edilmemiş insanlardır. Bu böyledir, İstanbul içgüdüsünden uzaklaşanı boğazında boğar. Hayır! Farklı bir gaye mi? Hayır! Hayatta kalmak gerekir, tek gaye budur! Eğer bu gayeden uzaklaşırsanız toplumdan da uzaklaşırsınız. Daha da kötüsü, kör bir esnafa ihtiyaç duyarsanız. Bence en iyi İstanbul kör esnafların fazla olduğu İstanbuldur ancak bu sadece umutsuz bir hayaldir! Bu yüzden, şimdi tramvaya binin. İnsanlar sürekli doğru yol diyor fakat biliyorlar mı ki yalnızlık nasıl bir duygudur? Ben biliyorum! Bu yüzden şu boğazın dibinde uzun uzun dalmış kişiyi dinleyin, o tramvaya binin. Çünkü ben…”

Sustum. İki çift göz tam gözlerimin içine bakıyordu. Korktum, utandım, yerin dibine girdim- kimdim ben?-kesin nöbet geçiriyorum-bir humma bu. Hemen yerimden fırladım-yerin bin kat altı nasıldır acaba? Hayır! Düşünecek zaman değildi. Sadece koştum, en uzağa, onlardan en uzağa, toplumdan en uzağa…

O iki delikanlı sadece normal insanlardı, düzene uyan. İlk delikanlı biraz havalanmıştı ve her şey bitmişti, zira kimse benim neyden söz ettiğimi bilmiyordu. Tabii, ben. Kimdim ki ben? Şu toplumdan bin kat farklı ideallere sahip ben boğazı uzun uzun izlemekten ileri gidemezdim. Ben her daim boğazı izleyecektim ve toplum benden bihaber yok olup gidecekti. Toplumun yaşama içgüdüsü ağır basıyordu, bu toplumun bir amacı yoktu. Benimse ideallerimle toplumda yerim yoktu. İdeallerim vardı ya… Öyleyse neden yalnızlığımdan acı çekiyordum? Çünkü kendime tahammülüm yoktu. Özür dilerim Nietzsche, ben senin üstinsan dediğin şey olamıyordum. Çünkü senin yanlışın vardı. Benim kendimle anlaşabimem için toplumla anlaşabilmem gerekiyordu. Fakat o toplum ilk önce kendiyle anlaşabiliyor muydu?

Dediğim gibi, o gece iki delikanlı da dediklerimden hiçbir şey anlamamıştı. Yine de o iki delikanlıyı görüşüm bile benim kendimi anlamamı sağlamıştı.

Ayrıca, artık öğrenmiştim ki evim köprüye çok yakındı.

 

18.10.2023

 

 

çok fazla kusuru var ama umarım beğenirsiniz canlar. ayrıca, bu tek bölümlük bir hikaye.

buraya kadar okuduysanız size bolca kalbiş

Loading...
0%