Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: İlk Adım

@tugba_tubis

Motosikletle bir saat süren yolculuğun ardından, Cyrus ile birlikte ormanın derinliklerinde gizli bir yere ulaştık. Etrafımızı saran yeşil ağaçların arasından, eski zamanlara ait bir atmosferi andıran yıkık beyaz taşlı sütunlar ortaya çıkıyordu. Bu sütunlar, zamanın izlerini taşıyor, onları çevreleyen bitki örtüsünün arasında adeta unutulmuş gibi duruyordu. Ancak, bu sütunlar arasında tek bir tane dikkat çekici bir şekilde sağlam kalmıştı.

“Neredeyiz?” diye sordum Cyrus’a.

“Burası bizim dünyamıza geçiş kapısı.”

“Burada kapı göremiyorum.”dedim.

 

Cyrus yıkık olmayan beyaz sütunu göstererek “Bu sütun sayesinde, eğer üstüne bakarsan el şeklinde bir boşluk göreceksin. Vampirler ellerini bu boşluğa koyduğunda kapı açılıyor, ancak kapıyı sadece vampirler açabilir; insanlar elini koysa bile kapı açılmaz.”

“Kurtlar açabilir mi?”diye sordum.

“Hayır onlarda açamaz bu kapı sadece vampirler için. Kurtların kapısı ayrı.”

 

Cyrus sütunun yanına geçti, elini sütunun üstüne koyacak gibi yapıp durakladı, sonra bana dönerek gülümseyen bir ifadeyle, “Kapıyı açmak ister misin?” diye sordu.

 

İlk başta tereddüt ettim. Yanlış bir adım atma korkusu içimi sarmıştı ama böyle bir fırsat bir daha elime geçmeyebilirdi. Kısa bir süre düşündükten sonra başımı onaylar şekilde salladım ve sütunun yanına doğru adım attım.

 

Cyrus’un gözlerinde bir güven duygusu seziliyordu. “Tek yapman gereken elini boşluğa koymak, çok basit,” dedi.

 

“Evet, biliyorum,” dedim, ama içimde bir tedirginlik vardı.

 

Elimi sütunun üstündeki el şeklindeki boşluğa yerleştirdim. Beş saniye geçtiğinde, boşluktan yavaşça beyaz ışıklar yayılmaya başladı. Hafif bir rüzgar esmeye koyuldu, her şey sanki uyanıyordu. Rüzgar kısa süre sonra şiddetlendi; saçlarımı ve elbisemi etrafımda savuruyordu. Cyrus da aynı rüzgarın etkisi altındaydı, ama gözleri hala sabit ve sakindi. Ortalık, rüzgarın uğultusu ve ağaçların hışırtısıyla dolmuştu.

 

Kapı yavaşça açılırken bedenimde bir yorgunluk hissi belirdi. Sanki kapı, açılmak için benden enerji çekiyordu. Gücüm tükeniyor, dizlerim zayıflıyordu.

 

Bir yandan, yanımda parıldayan beyaz, portal şeklinde bir şey belirmeye başladı. Gittikçe büyüyordu. Bu galiba kapıydı. Kapı belli bir boyuta ulaştığında, beyaz ışıklar kayboldu ve rüzgar kesildi her şey eskisi gibi oldu.

 

Sütunun yanında durup büyüyen portala bakarken, içimde bir ürperti hissettim. Parıltılı beyaz ışıklar gözlerimi kamaştırıyordu, ama gözlerimi ondan alamıyordum. Işıklar tamamen kaybolduğunda, karşımda duran şey gerçek bir kapıydı. Koyu taşlardan yapılmış, sanki binlerce yıldır orada bekleyen eski bir kapı.

 

Cyrus soğukkanlı bir sesle konuşmaya başladı.

 

“Aradığın yer burası,” dedi, kapıya bakarak. “Geçmişin ve geleceğin kesiştiği yer. Valdora.”

 

“Valdora mı?” diye fısıldadım. İsmi zihnimde yankılandı, bir yandan ürpertici, bir yandan da merak uyandırıcıydı.

 

Cyrus hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Burası vampirlerin doğduğu kasaba. Zamanında güçlü ve kudretliydik, ancak şimdi önceden girdiğimiz savaşlar yüzünden zayıf düştük. Ama eski haline getirmeye çalışıyoruz.”

 

Derin bir nefes aldım, başımda dönen binbir soru vardı. “Peki ya beni bekleyen tehlike?” diye sordum.

 

Cyrus, kapıya doğru bir adım atarak soğukkanlılığını korudu. “Valdora, cevapları ve tehlikeleri bir arada barındırır. Ancak seni bekleyen tehlike, kasabanın kendisi değil, burada güvendesin. Tehlike senin için yazılmış kehanetin ta kendisi.”

 

Kapıya doğru tekrar döndüm, tereddüt içinde. Cyrus’un bu kadar sakin olması beni daha da tedirgin ediyordu. “Hazır mısın?” diye sordu, sesi yumuşak ama kararlıydı.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Hazırım,” dedim, elim yavaşça kapıyı iterken.

Kapı tamamen açıldığında, yüzüme çarpan serin hava ve hafif çiçek kokusu beni şaşırttı. Valdora, beklediğim gibi karanlık ve kasvetli bir yer değildi. Aksine, eski ama zarif bir güzelliğe sahipti. Ay ışığı, taş yolların ve binaların üzerine yumuşak bir ışıltı bırakıyordu. Dar sokaklar, ince işçilikle oyulmuş binaların arasında kıvrılıyordu. Her bina zarif sütunlar ve kemerli pencerelerle süslenmişti, adeta bir sanat eseri gibi duruyorlardı.

 

Etrafta asmalarla kaplanmış, çiçeklerle dolu avlular ve demir kapılar gördüm. Kasabanın ortasındaki büyük bir çeşme, gümüş renkli suyun melodik bir şekilde dökülmesini sağlıyordu. Çeşmenin çevresinde sıralanan fenerler, altın ve beyaz ışıklarla parlıyordu. Valdora, bir zamanlar ihtişamla dolu olduğu her halinden belliydi, ama yine de içinde bir gizem barındırıyordu.

 

Cyrus, yanımda sessizce ilerlerken, gözleri kasabanın derinliklerine dalmıştı. “Burası sadece vampirlerin değil, aynı zamanda sanatın ve bilimin de merkeziydi,” dedi, sesi yumuşak ama duygulu. “Sarayın ihtişamı kadar bu kasabanın güzelliği de vampir halkının gurur kaynağıydı.”

 

Gözlerimi çevrede gezdirdim, içimde tuhaf bir tanıdıklık hissi uyanıyordu. “Burası çok farklı,” diye fısıldadım. “Karanlık bekliyordum, ama bu yer başka bir dünya gibi.”

 

Cyrus hafif bir gülümsemeyle bana baktı. “Valdora, dışarıdan tehlikeli görünse de, güzellikler ve sırlarla dolu. Burada seni bekleyen şeyler, sadece geçmişin değil, geleceğin de kilidini açacak.”

 

Sarayın ihtişamının yankılarını taşıyan bu kasaba, bana bir zamanlar ne kadar güçlü olduklarını ve şu anki sakinliğinin altında yatan gizemi hissettirdi. Adımlarım daha kararlıydı artık, çünkü Valdora’nın hem güzelliği hem de sırları beni bekliyordu.

 

“Hazır mısın?”dedi Cyrus

    

“Hazırım” dedim. Hayatım değişmesine, yeni ben olmaya hazırım dedim.

 

Bu kapıdan girince her şeyin değişeceğine,yeni bir hayatım olacağını ve bir zamanlar hikayelerine hayran kaldığım vampirlerden biri olacağımı biliyordum.

 

Önden kapıdan adımımı attım, arkamdan Cyrus sessizce beni takip etti. İkimiz de geçtiğimiz anda kapı arkamızdan kapandı. Önümde uzanan manzaraya baktım ve derin bir nefes aldım. Güneşin hiç doğmadığı, her zaman gece olan kasaba karşımdaydı.

 

Karanlık sokaklar, led lambaların titrek ışıklarıyla aydınlanıyordu. Taş döşeli yollar, hafif bir sisin altında kaybolmuş gibiydi. Eski ve aşınmış binaların pencerelerinden çok az ışık sızıyor, sokaklar sessiz ve ürkütücü bir huzurla doluydu. Gökyüzü her zamanki gibi koyu mor ve siyahın tonlarına bürünmüştü, sadece birkaç solgun yıldız parlıyordu.

 

Kasabanın meydanındaki büyük saat kulesi, yavaşça ilerleyen zamanı hatırlatır gibi derin bir tıklamayla ses veriyordu. Ağaçların dalları, esen hafif rüzgarla inceden hışırdıyordu. Kütüphaneye doğru baktım; kapıları hala kapalıydı, tıpkı her zaman olduğu gibi sessiz ve karanlık. Etrafta ne bir ses vardı ne de bir hareket. Sadece gecenin ağır, durgun sessizliği.

 

Cyrus, yanımda durarak kasabayı gözleriyle taradı. "Burada her zaman gece,bizim için güneş burada hiç doğmaz" dedi, sesi gecenin sessizliği kadar derin ve sakin. "Burası, karanlığın hiç bitmediği bir yer." Kasabanın derinlerinde, karanlığın içinde saklanan sırlar olduğunu hissediyordum.

     

“Burada neler olabileceğini düşünemiyorum,” dedim, gözlerim kütüphaneye takılmışken. Cyrus’un yanımda olduğunu bilmek biraz teselli veriyordu, ama bu kasabanın içinde kaybolmuş hissedeceğim zamanlar olacağını biliyordum.

 

Bir an gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, karanlığın içindeki soğuk havanın ciğerlerimde dolaşmasını sağladım. Bu gece, her zamanki gibi sırlarla doluydu ve içimdeki merak, kasabanın karanlık sokaklarında dolaşmamı sağlıyordu. İşte burada, her şeyin belirsiz olduğu bu yerde, yeni bir başlangıç için hazırdım.

 

Loading...
0%