@tugba_zeycel
|
Heyecanla çarpan aşıkların kalbi şimdi korku ile çarpıyordu. Her şey mahvolacaktı. Mirali bir şeyler yapmalım diye düşünürken Aziz olaya el attı. “Otur oturduğun yere Hanım. Söz kesildi, konuşma faslı bitti.” Hatice tekrar konuşmaya kalksa da Aziz bakışları ile karısını susturmuştu. Tevfik yeni bir ayaklanma olmaması adına Aziz’e göz edip isteme merasimine başlamasını söyledi. Aziz ufak bir duraksamanın ardından acemice konuşmaya başladı. “Allah’ın emri peygamberin kavli ile torunun Bige’yi oğlum Mirali’ye istiyorum.”
Hasret son bulmuş, sevenler kavuşmuştu. Bir cümle nasıl olurda insanı uçsuz bucaksız bir mutluluğa götürebilir. Ben o uçsuz bucaksız mutluluğa hapis olmak istiyorum. Bige’nin bana attığı kaçamak bakışlar nefes alışveriş ritmimi bozuyordu. Unutuyordum. Nefes almayı bile unutuyordum. Yusuf Efendi “Allah hayırlı, uğurlu etsin.” demesi üzerine. Tevfik Efendi ayağa kalkıp “O zaman yüzükleri takalım.” deyip benden yüzükleri istedi. Çamurdan ıslanan kutuyu cebimden çıkarttım. Elimde ezik duran kutuyu gören Tevfik amca hemen önüme siper olup kimse görmeden kutudan yüzükleri çıkarttı. Kurdelelerde yer yer kararlamalar vardı. Ne kadar yıkamış olsam da bazı çamur lekeleri çıkmamıştı. Bu durum beni derinden üzüyor olsa da şu an bir önemi kalmamıştı. Yüzükler takılmış, kurdele Tevfik Amca tarafından kesilmişti. Artık nişanlıydık. Olmaz denilen olmuş, Rabbim gönlümüzü hoşnut etmişti. Bige heyecandan titreyen elli ile kahve tepsisini zor tutuyordu. Fincanların birbirine değip çıkarttıkları şıngırtı yüzümde tebessüme neden oluyordu. Annem geldiğimizden beri bir kere bile konuşmamış, mimik dahi yapmamıştı. Ne kadar keyifsiz olduğu her halinden okunuyordu. Kahvesinden tek bir yudum alıp sehpaya bırakmıştı. Babam ise son derece ciddi bir duruş sergiliyordu. Çoğunluk ile Tevfik amca ile konuşuyordu. Tevfik Efendi takılan yüzüklerin ve yapılan hasbihalin ardından düğün vaktinin konuşulmasını önerdi. “Efendiler, yüzüklerimiz takıldı bundan sonrası artık düğündür. Zamanını ne vakit düşünürsünüz deyin hele.” Yusuf Efendi başını eğip Aziz Efendinin konuşmasını bekledi. Söz hakkını ona bırakmıştı. Aziz “Hazırlıklara en erkenden başlarız Efendi. Baharın bitimine, ekinlerin ekimini bitirdiğimiz gibi düğünümüzü yaparız.” Tevfik Efendi “Çok iyi düşündün. İşler güçler bitti mi düğün edilir. Hem havalar da ısınmış olur. Sen ne dersin Yusuf Efendi?” “Uygundur. Kızın çeyiz hazırlıklarını da bitirmiş oluruz o vakte kadar.” Tüm planlar yapılmıştı. Her şey bir rüya gibiydi. Benim hiçbir zaman uyanmak istemediğim bir rüya. İsteme merasimi bitmiş evlerin yolu tutulmuştu. Bige büyük bir mutluluk ile uğurluyordu beni. Gülümsemesini saklamak istiyordu ama nafile. Yaşadığımız mutluluk saklanacak kadar küçük değildi. Kapının arkasına gizlenmeye çalışan mahcup halleri ile adımlarımı karıştırmama neden oluyordu. Bu halimi fark eden annem koluma girip beni kendime getirdi. “Kendine gel oğul. Ne bu çocuksu haller. Hem utanmaz mı bu kız böyle kapılara bacalara çıkıp kıkırdamaya. Nenesi, dedesi kapılara gelmez torunları kapıdan ayrılmaz.” Annem tüm suskunluğunun acısını ev yolunda çıkartmıştı. Kahvenin acı oluşu, Bige’nin utanmadan gülümsüyor oluşu, babaannesinin patavatsızlığı, ayaklarına verilmeyen terliğe kadar söylenmişti. “Nasıl insanlara dünür ettin bizi” deyip duruyordu. Babam annemin yakarışlarından bunalmış eve gelir gelmez uyumaya çekilmişti. Bu gece kimse annem ile baş başa kalmak istemiyordu. Malum gece boyu konuşacak konusu vardı. Herkes usulca yataklarına çekilmişti. Ortalıkta kimseyi bulamayan annem kendini ev işlerine vermişti. Sabaha kadar mutfaktan takırtılar gelmişti. Bense kuş misali uçuyor, ayaklarım yere değmiyordu sanki. Sabah evin avlusuna çıktığımda annem tandırda ekmek yapıyordu. Tandırdan yükselen ekmek kokuları günümü neşelendirmişti. Annemin yanına yaklaşıp yeni çıkartmış olduğu ekmekten bir parça kopartıp sıcak sıcak ağzıma attım. “Ellerine sağlık anam.” deyip yanağına bir buse kondurdum. Tandırın yüze vuran sıcaklığından al yanaklarında nemlilik oluşmuştu. Öpülmekten hoşnut olmadığını belli eder şekilde yüzünü çevirdi. Annem bana karşı soğuk davranıyordu. Nedenini gayet iyi biliyordum ama bu duruma alışmak zorundaydı. Kız kardeşim Gül’e seslenip tarla da yiyebilmem için erzak hazırlamasını söyledim. “Kahvaltı etmeyecek misin?” diye sordu annem. “Tarlada ederim ana açlığım yok. Babamlar gelene kadar da iki sıra çapayı yaparım hem. “Yani diyorsun ki tarla işi ne kadar çabuk biterse düğün o kadar çabuk olur, ha oğul. Ondan mıdır bu telaşın?” Ekin zamanı gelmek üzereydi ve çapa işi ne kadar hızlı biterse o zaman ekinleri geç kalmadan eker hazırlıklara başlardık. Hiçbir aksilik olsun istemiyordum. Telaşımda bundandı elbet. Anam akıllı kadındı hemen anlayıvermişti durumu. “İşimizi gücümüzü aksatmayalım anam derdim o.” “Bilirim ben o derdin ne olduğunu.” deyip tandıra ekmek atmaya devam etti. Kardeşimin hazırladığı erzak torbasını alıp tarlaya geldim. Babamlar gelinceye kadar iki sıraya yakın yerin çapasını yapmıştım. Yorgunluğumu hissetmiyor aksine topraktaki her ilerleme beni mutlu ediyordu. Deseler ki "Bugün bu on dönüm tarlayı çapala. Sabaha düğünün olacak". Gecesine bitirirdim tüm işi. Öylesine heyecanlı, öylesine heves doluydum. Tüm emeklerimin en güzel karşılığı Bige idi. Babam ve Sadık gelene kadar ikinci sırayı da bitirmiştim. Sadık “Evlenmeye bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum abi. Bu ne hız böyle. Hem sen çapayı bitirsen bile ekin zamanını beklememiz lazım. Valla bir don çöker tohumlar çürür diyeyim sana.” Sadık hem benimle dalga geçiyor hem de ruhumu sıkan kehanetlerde bulunuyordu. “Sus Sadık. Güzel kelamlar etmeyeceksen sus.” Babam konuşmalarımızı duymuş olacak ki yanımıza gelip “Mevlâna Celalettin Rumi derki; Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır.” dedi. Ne kadar da doğruydu. Gönlüm ve dilim güzelliklerin uyanmasına vesile olacak sözler ve hisler ile doluydu. Bu hislerin bedenimde bu kadar güçle var oluş sebebi yaratana sığınıyor oluşumdu. O her zaman kuluna yardım ederdi. Mirali çapayı toprağa her vuruşunda Bige’yi düşünüyordu. Kavuşmayı başarmış olmanın verdiği huzur her nefes alışında ciğerlerine bayram havası yaşatıyordu. Acaba Bige de böylesine mutlu muydu? Benim kadar olabilir miydi? Gönül sevmeye aşinaydı. Evvela yapısı buydu. Her türlü duygunun odacıkları ile dolu olup sevginin saflığı ile hayat buluyordu. Gönül, evinde en rahat sevgiyi barındırabilirdi. Sevgi o eve girerdi elbet ama dört duvar olmaktan öteye götüremezdi. Ama dengine düştü mü çiçek açar, tüm kuru dalları yeşillenirdi. Sevgide emek isterdi, güven isterdi. İlgiyle, özenle can verilmeliydi ki denginde hayat bulsun. Bige Mirali ile birlikte sevmeyi, sevilmeyi öğrenmişti. Bütün kalbini kaplayıp kanatan dikenli yabani tabiatını Mirali onarıyordu. Zor geçen çocukluğu sevginin ne manaya geldiğini öğretmemişti. Dedesinden gördüğü bir baş okşama, gülen gözler dışında tanıştığı bir iyilik olmamıştı. Yabancısı olduğu bu duygular Mirali sayesinde hayatına giriyordu. Her korktuğu duygu dikenlerini saklı toprağından çıkartmasına neden oluyordu. Her daim kendini koruması gerektiği şu kısacık ömründe, hayatta kalmasında destek olan tek şeydi o dikenler.
Günler gelip geçiyor düğün zamanı yaklaşıyordu. Mirali tarla işleri ile Bige ise çeyiz hazırlıkları ile meşguldü. Kanaviçeler, iğne oyaları, patikler. Bige’nin ağzından çıkan her şey akşamına çeyiz sandığında oluyordu. Dedesi bir dediğini iki etmiyordu. Evladının emanetine karşı tüm görevlerini yerine getiriyordu. Heyecandan iki ayağı aynı anda yere basmayan Bige göz nuru döktüğü her bir oyasını sevgi ile kaldırıyor, evinde ne güzel duracağını hayal ediyordu. Babaannesi çeyizlere verilen paraya hayıflandığını her fırsatta Yusuf’un önüne döküyordu. “Bu kadar çaputa gerek var mıydı? Bu kızın gidişi ile bizi aç bırakacaksın herhalde. Baksana tüm malını, mülkünü uğruna feda eder oldun.” “Karışma Hatun. Bırak kız dilediği gibi çeyizini dizsin. Şu ölümlü dünyada ihtiyar halimle torunumun mürüvvetini inşa etmekten başka ne yapabilirim ki.” Hatice'nin tüm uğraşlarına rağmen dillere destan bir çeyiz hazırlanmıştı. Düğüne yakın bir zamanda mahallenin kadınları ve genç kızları çeyiz görmeye gelmişti. Gelin kız düğünü olmaya yakın tüm çeyizlerini yıkar ütüler, gelin çıkacağı evin bir odasını hazırladığı çeyiz eşyaları ile süslerdi. Bu şöleni görmeye gelen ahali ufak tefek hediyeler ile gelirdi. Bige'nin çeyizini görmeye gelen herkes hayranlığını gizleyemiyordu. Her renkten her modelden işlemeler ile bezeli parçalar vardı. Kadınların bir baktığını bırakıp diğerine geçmesi zaman alıyordu. Örneğini çıkartmak, renklerini akıllarında tutmak için adeta ezber yapıyorlardı. Bu zamana kadar denk gelmedikleri kumaşlar, işlemeler ile bezeliydi tüm çeyiz. Bige tüm övgüleri büyük bir gurur ile karşılıyordu. Hatice hanım ise suratındaki memnuniyetsiz tavrı ile gelenlerin yerini dar ediyordu. Sergi havasında geçen çeyiz görme gününün ardından Bige aynı özen ile bütün çeyizini sandığına kaldırmıştı. Düğünleri için gün sayan iki aşığın kına akşamları gelip çatmıştı. Bige kırmızı ağır tel kırma işlemeleri olan bir bindallı giymişti. Dedesi onun için özel yaptırmıştı. Dedesinin onun için çabalıyor oluşu Bige’nin mutluluğuna mutluluk katıyordu. Hayatında ilk defa derin bir bağlılık hissetmeye başlamıştı. Üvey babaannesinin gazabının altında yaşamak dede ve torun için hep zorlayıcı oluştu. Birbirlerine olan hasretliklerini ayrılık gününün çatması ile kavrayabilmişlerdi. Ayrılık ne kadar acı olsa da ikisi için en iyisi bu olacaktı. Bige sevdiğine, Yusuf Efendi ise arada kalmaktan kurtulacaktı. Her şey Bige’nin hayallerinden daha güzel oluyordu. Bu zamana kadar yaşadığı tüm talihsizliklerin son bulduğunu, acılarına karşılık Allah’ın ona Mirali’yi gönderdiğini düşünüyordu.
Bige büyük bir mutlulukla giydiği bindallısı ile davetlilerin yanına indi. Kına gecesi evlerinin bahçesinde kadınlar arasında olacaktı. Erkekler ise Miralilerin evinde eğlenecekti. Kadınlar şarkılar söyleyip halaylar çekiyor, genç kızlar ortaya geçip tüm hünerlerini sergiliyorlardı. Hatice gelen giden tüm kadınlara köşe bucak Bige’yi kötüleyip duruyordu. Dedesini ne kadar çok masrafa soktuğunu, onun gidişi ile maddi açıdan zorluk çekeceklerine dair yalanlar söylüyordu. Evdeki huzursuzluğun sebebinin hep Bige olduğunu, evlenmeye uygun bir genç kız olmadığını söyleyip duruyordu. İçindeki zehri yalanlarına bulayıp misafirlerin kucaklarına bir bir bırakıyordu. Niyeti hem Bige’yi hem de gelin gittiği aileyi itibarsızlaştırmaktı. Ama fark edemediği bir şey vardı o da konuştuğu herkesin onun nasıl bir kadın olduğunu biliyor, içten içe Bige’nin kurtulduğuna seviniyorlardı. Kına büyük bir eğlence ile devam ediyordu. Sıra kına yakma faslına gelmişti. Kınayı adet üzeri evliliğinde mutlu olan bir kadın yakardı. Bige’nin kınasını da evliliğinde kırkıncı senesinde olan bir teyze yakmıştı. Yaşlı kadın kınayı yaktıktan sonra Bige’nin göğsüne şu duayı iliştirdi. “Evliliğin sana hayır ve mutluluk getirsin kızım. Bir ömür birbirinize yer yurt olun inşallah.” Yorumlarınızı bekliyorum ❤️ Her bir destek benim için çok önemli ❤️ |
0% |