@tugba_zeycel
|
HAYATA MERHABA Zihnimin beni terk etmeden önce ki yaşantım bir hayal gibi zuhur ediyor hücrelerime. Sanki ben değil bir başkası yaşamış gibi gün be gün hafızama yerleşiyorlar. Her bir yaşanılan biraz daha silkeliyor bu zayıf bedeni. İlk aklıma gelen eski benin nasıl olduğu? Sonra zihnimin yabancı olduğu şeyi istemsizce bedenim dile getiriyor ve yüzümde bir gülümseme beliriyor. Evet, evet ben mutluydum. Şen şakrak bir Elçin vardı bu dünya da. Hayali uğruna annesinin eteğinde dolanan, küçük kız kardeşiyle saçma da olsa, onların tek anlaştığı dil olan adına kavga denen o laf yarışları. Teker teker, az da olsa yaşayan hücrelerimle hatırlamaya çalışıyorum olanları. En baştan, tekrardan dökülüyor önüme ne varsa. Her gün başımı canhıraş (yürek parçalayan) gözlerle düzelmemi bekleyen yeşilliye bunu borçluyum. En baştan başlamalı, hadi! Ah yeni bir sabah daha, artık yaz geldi ve güneşin yaydığı o güzel ışığın değdiği her yer daha bir güzel olmaya başladı. Sanki yazın gelmesiyle beraber kuşlar başka bir Senfoni oluşturuyordu. İnsanın yüreğini kıpır kıpır eden, yüzünde anlamı olmayan tebessümler bırakan yaz. En sevdiğim mevsim olan yaz. Bir insan yaza bu kadar âşık olabilir mi? Bu bensem evet, olabilir. Çocukluğum İzmir de geçti. Bir süre İstanbul'da kalmayı denesek de pek başarılı olamadık. Gerisin geriye İzmir'e döndük. Bu durum beni pek üzmedi doğrusu. Aşık olduğum yerlerden, çocukluğumdan uzak kalmak beni daha çok üzmüştü. Annem, kız kardeşim ve beni tek başına büyütmek zorunda kalmıştı. Babamın seneler evvel ortadan kaybolmasıyla yaşadığımız boşluğu annem tek başına doldurmaya çalışmıştı. Onu anlıyorum çok zor bir iş bu. Hayat bu kadar acımasız ve adaletsizken işler daha da zorlaşıyor. İstanbul'a yerleşme nedeni de buydu zaten, daha iyi bir hayat. Annem hep kanatları altında büyüttü bizi. Hiçbir dikenin değmediği tenimizle, berrak ve temiz ruhlar yetiştirdi koca yüreğinde. Bir günümü bile gönlü kırık geçirdiğimi hatırlamam. Hayranlığım dağlar kadar, sevgim kâinata kafa tutacak cinsten büyük. Bu yüzdendir onu el üstünde tutuşum. Zaman ondan çok şey almıştı, omuzunda ki yükler ağırdı belki ama şimdi boyunu aşkın iki kızıyla dimdikti hayata karşı. Elimden geldiğince anneme hep yardımcı olmuşumdur? Kışları Üniversite'ye gittiğim için anneme yazları pansiyonumuz da daha çok yardım edebiliyordum. Zaten kışın fazla ziyaretçimiz de olmuyordu. Bu yüzden kalan işler olduğu zaman akşam okuldan geldiğimde yapabiliyordum. Pansiyon babamdan bize kalan tek şeydi. Hayal meyal hatırlıyorum da pansiyonun her işini kendi yapmak isterdi. Tesisat işleri, bahçenin düzeni. Annemin işine bile karışmayı severdi, hatta bu yüzden tatlı atışmaları bile olurdu. Kahkahalarını sır gibi saklarım zihnimde. Onların neşesi sayesinde daha çok seviyordum burayı. Birlikte yaptıkları o kadar çok şey var ki. Toprağını birlikte kazdıkları meyve ağaçları, çivilerini şakalar eşliğinde çaktıkları çitler. Hala aynı halleriyle duruyorlardı. Sanki zaman bu evde durmuştu, değişen tek şey bu iki genç kızdı. Annem ve babam turizm işini bana sevdiren kişiler olmuştu. 10 yaşındaydım babamın kaybolduğu zaman, Pelin ise daha 6'sında ufacıktı. Hayalimde yaşattığım bu anılarla heves edip Lise de turizm okumuştum. Bu yüzden pansiyon bana çok da zor gelmiyordu. Çocukluğumu hatırlatan geçmişin en güzel demeti vardı elimde. Bu pansiyon aile demekti benim için. Kız kardeşime ise eziyet gibi gelen gereksiz bir yığın iş. Ona göre biz "Eğlenmeye gelenlerin köleliğini yapıyoruz. Bizimde hizmet görmeye hakkımız var" her yaz aynı replikle ömrümüzü yiyordu. Tabi ki de hakkımız var ama bu bizim işimiz ve biz bundan para kazanıyoruz. Yaptığımız iş ayıp veya yanlış değildi. Bence bunu o da biliyordu ama saplantılı bir şekilde İstanbul'a gidip kalma isteğine aldığı olumsuz cevaplar onu hırçınlaştırıyordu. Sınıfa giderken başlamıştı bu tutturması. Üniversiteyi bile sırf İstanbul tutmadı diye okumadı ve bir kez daha sınava hazırlanmaya başlamıştı. Ne dediysek de ikna edememiştik, kazandığı bölümler arasında hukuk bile vardı ama sözümüzü dinleyen yoktu. Yaşı 19 ama sanırım bunları anlaması için biraz daha büyümesi lazım. A hayır, o kendi dünyasında yeterince büyümüş bir kadın. Aramızda 4 yaş vardı ama bu bana Abla demesine engel değildi. Küçük cadı "Abla mı? Sadece 4 yaş" deyip göz devirmesi içime annemin kaçmasıyla. "Geliyor bak terlik." dememle son buluyordu abla deme kavgamız. Sanırım tek sürtüşmemizde bundan kaynaklı oluyordu. (Anneme tatil için yalvarmadan bir gün öncesi.) Kızlarla her gece olduğu gibi bu gece de konferans şeklinde konuşuyorduk. Uzun zamandır planladığımız tatil hakkında fikirlerimizi söylüyorduk. Ceren İtalya ya Başak ise Amerika ya gitmeliyiz diyordu bense onların fikirlerini saçma "hı hı" gibi geçiştirici şeyler kullanıyordum. En sonunda Ceren durumu fark etmiş olacak ki "Elçin hiç hevesli durmuyorsun" dedi. Hâlbuki bende onlar kadar hevesli ve istekliydim. Sadece annemden nasıl izin alırım, nasıl giderim diye planlar yapmak kafamı fazlasıyla meşgul ediyordu. Bu da heyecanımı yansıtmama engel oluyordu. Kafamın içinden annemle defalarca yaptığım diyaloglardan çıkıp Ceren'e cevap verdim; "İnanın kızlar bende çok hevesliyim, sizin dediğiniz yerleri de istiyorum ama annemi biliyorsunuz." Kızlar annemin bizi gözü gibi koruduğunu onlar da çok iyi biliyordu. Şehir içi gezdiğimizde bile mutlaka günlük bir ifade verirdim. Tek başına çocuk büyütme psikolojisi olsa gerek. Şimdi ise o Psikoloji beni korkutuyordu. "Merak etme tatlım biz sana yardım ederiz." Başak'ın söylediği bu söz sesli bir şekilde gülmeme sebep oldu. "Annemden bahsediyoruz öyle değil mi?" dedim. Bu sözümün üstüne kızlarda gülmeye başladı. Annem bu, fikrinden kimse caydıramaz. Ceren'in aklına 12 yaşındayken yaşadığımız bir anı gelmişti. "Ay evet, seni denizdeki pikniğe nasıl götürdüm ama" deyip güldü. Başak ile ikimizde yaşadığımız komik o günü hatırlayınca bizde gülmeye başlamıştık. Ardından Başak, kocaman bir kahkahayla "Evet, evet hiç unutamıyorum arkamızdan terlikle koşusunu." Bunu yaptı doğru, ama bizde doğru durmadık ki. Mahallenin bazı kadınları toplanmış denize piknik yapmaya gideceklerdi, kızlarla biz hiç geri kalır mıyız? Bizde gideceğiz dedik ama annem, şok olduğum bir cevabı verdi "Hayır gidemezsin" dedi. Suratımı asmış kızların yanına geri döndüm. Ben gitmezsem onlarda gitmezdi biz bir gruptuk ve hiçbir zaman ayrı gayrımız olmazdı. Cin fikirli Ceren "Annen sokak da oynuyoruz sanmıyor mu şimdi?" dedi. Ne yapmaya çalışıyorsun diye bir bakış atıp "Evet öyle, şu an tamda onu yapacağız. Çünkü denize gitmeye izin vermedi" dedim. Başak da benle aynı fikirde olduğu için "Aynen" diye ekledi. "Bütün çocuklar orada, hem ne olacak gitsek! Büyük kadınlar da orada. Hem kalabalık olacak, biraz denize girer geliriz. Annen fark etmez bile." Deniz deyince akan sular dururdu benim için, hem dediği de doğruydu hemen gider gelirdik. Ceren o gün aklımı çelmeyi başarmıştı. Gizlice eve girip mayo mu aldım ve birkaç atıştırmalık alıp evden çıktım. Kızlarla kapının önünde buluşup denize doğru gittik. Yüreğimde anneme yalan söylediğim için oluşan pişmanlık duygusu geri dön dese de denizin kokusu beni kendine doğru çekmişti bile. Gerçekten de herkes buradaydı ve çok eğleniyorlardı. Kızlarla eşyalarımızı kumsala bırakıp hemen denize atladık. 1-2 saatlik deniz keyfinden sonra kumsalda duran atıştırmalıklarımızı yedik. Kadınlar gür kahkahalarıyla kumsalı inletirken bizde yanlarına gidip oturduk. Beni gören kilolu siyah saçlı bir kadın "Annen nerede?" diye sordu. Sanki habersiz geldiğimi bilir gibiydi ya da ben suçluluk psikolojisinden öyle sanıyordum. "Evde." dedim endişeden çatallaşmış sesimle. "İstanbul'a niye gideceksiniz? Baban orada mı yoksa?" Saf olmuştum kadının sorusuyla "Bilmem." dediğim an annemle göz göze gelmiştik. Bana hiçbir şey demeden kadınlarla iki kelime konuştuktan sonra eve az bir mesafe kala kızlarla beni terlikle kovalamıştı. Kan ter içinde koşarken bile aklım da kadının sorusu vardı. Babam gerçekten İstanbul'da olabilir miydi? O zamanlar annemin öylesine gitme dediğini sanmıştım. Sonradan anladım ağzımdan bilmediğim konular hakkında laf alırlar veya kalbimi kırarlar diye korktuğunu. Haklıymış da kadınlar tam da iz peşindeydi. Kızlarla geçmişi yad ettikten sonra yarın annemle konuşup izin almak için ikna edeceğime dair arkadaşlarımdan doping almıştım ve söz vermiştim. Gitmeyi çok istiyorlar ve bensiz de bunu gerçekleştirmek istemiyorlardı. Onlarda haklı, geziden geldikten sonra onların şöyle yaptık, buraya gittik" demelerini ağzımın suyu aka aka dinlemeyi istemeyen bende haklıyım. Sabah ilk iş annenle konuş izin al Elçin. Kaçısın yok her yol mubah göreyim seni hadi! Sabah gözlerimi açtığım da bile aklım da annemle yapacağım konuşmanın planını yapıyordum. Korkunun ecele faydası yok teorisine uyarak yataktan kalktım ve banyoya gidip ılık bir duş aldım. Banyonun ardından kot şortumu üzerine de beyaz V yaka tişörtümü giydim. Saçlarımı da kurutup kendi halinde bırakıp kahvaltı için mutfağa indim. Mutfaktan mis gibi krep kokuları ciğerlerimi bayram yerine çevirmişti. Mutluluğun anlamlarından biri buydu herhalde. Annenin sevgiyle hazırladığı içine mutluluk kırıntıları gizlediği yemek kokusu. Annemin arkası bana dönük olduğu için fırsattan istifade ederek belinden sarılarak yanaklarına kocaman sulu bir öpücük bıraktım. Annem bu hareketim üzerine gülerek "Ayh, deli kız korkuttun beni." dedi. "Korkma Ayşe Sultan kim olacak ya benimdir ya da çirkin Pelin." Gülmem daha da artarken annem de bana eşlik ederek gülüyordu. "Şttt, duymasın valla sabah sabah kurtulamayız dilinden." Annem sözünü bitirdiği an mutfak kapısının çalınmasıyla ikimiz de aynı anda kapıya doğru baktık. Pelin, kapının pervazına yaslanmış ellerini birleştirmiş tek kaşı hava da bizi izliyordu. "Doğru dedin anneciğim bugün dilimin gazabından korkun." Annemle bu sefer bakışlarımızı birbirimize çevirdik ve aynı anda gülmeye başladık. Bu hareketimize Pelin daha da sinirlenmişti. Sinirini kırıp gülmeyesini sağlamak için yanına gidip saçlarını savurmaya başladım. Küçükken saçlarımızı komik hallere sokup gülerdik. Şimdi büyüdü tabi, gülüşleri istemem yan cebime koy tarzı olmuştu. Şu an yaptığı gülüş de aynen öyleydi. Annemin "Hadi, hadi tutun bir işin ucundan da hazırlayalım şu sofrayı" demesiyle tezgâhta ki kahvaltılıkları alıp bahçedeki masanın üzerine dizmeye başladım. Pelin de bardakları dizip çayları doldurdu, annemin de krepleri getirmesiyle kahvaltı soframız hazırlanmış oldu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra annemle her kahvaltıdan sonra yaptığımız gibi çay keyfi yapıyorduk. 《Tamda sırası hadi hadi aç konuyu》 Kendi kendime verdiğim gazla; "Yaz da geldi işler de açılır artık" konuya yavaştan girmeye başlamıştım. "Öyle kızım bu ayın sonunda rezervasyonlar var." Hadi tam sırası "Aa, evet. Yoğun oluruz, keşke o zamana kadar ki süreyi değerlendirebilsek." Kartlarımdan birini ortaya koymuştum. Anne işte ben tek kart çıkarttım sanırken o benim tek kartımla tüm kartlarımı görmüştü" Dökül bakalım" dedi tek kaşı havada. Kaçış yok artık yetişkinim kendi kararlarımı verebilirim. Ama gene de anne onayına tabiydi hayatım. Bunu yıkmanın zamanı gelmişti belki de. Derin bir nefes alıp, öz güvenli bir şekilde konuşmaya başladım. "Kızlarla ne zamandır bir tatil planlıyoruz, gitmeyi 3'ümüzde çok istiyoruz. E, ben olmadan da gitmek istemiyorlar. İzinleri hazır bir tek ben kaldım." İşte yendim anne yüreği evladı geri kalsın istemez. Astım yüzümü sarkıttım dudağımı 24 yaşındayım ama yine de annemin çocuğuyum kıyamaz bana derken; "Zaten tatil memleketindesiniz ne işiniz var farklı yerlerde?" Şaka demi bu şaka! Annemin kurduğu mantığın beynim de bir patlama etkisi yaratmasıyla söze girdim. "Ne alaka anne amaç o değil ki, farklı yerler görmek keşfetmek istiyoruz." "Keşfedip de ne yapacaksınız!" bu konuşmanın sonu hayra alamet değildi. "Hayat buradan ibaret değil. Gezilip görülecek çok yer var, hem de çok. İnsanlar sırf bu yüzden ömürlerini adıyorlar. Biz niye yapamıyoruz?" Pelin'in "Çünkü annem izin vermez" demesiyle onun da sofrada olduğunu fark ettim. Gözlerimi hemen anneme çevirip vereceği cevabı bekledim. "Nereye gideceksiniz?" Sorduğu soruyla olayla ilgilendiğini düşünüp yumuşadı diye hafifte olsa sevinmiştim. "Daha karar veremedik kızların biri İtalya biri de Amerika diyor bakalım" dememle annemin göz bebekleri büyümüştü. "Olmaz oralar çok uzak" demesiyle yumuşamasına daha zaman olduğunu fark ettim. "Uzak olmaları bizim suçumuz mu? Hem uçak var öyle şehir içinde yolculuk yapıyor gibi 2 saat 3 saat falan." (Tabi tabi o kadarcık) "Uzak yerler olmaz diyorum o kadar!" çayından son yudumunu da alıp sofradan kalktı tabi bende hemen arkasından. "Öyleyse izin verdin demektir." Allah'ım bu gerçek mi? "Yakın olursa izin veririm, onun dışındaki yerlere gitmeyi düşünme bile." Son söz söylenmişti, buda bir şeydir deyip kabul ettim ve kocaman öpücükler bıraktım yanağına "Tamam, tamam şımarma koca kız oldun. Sorumluluk sende bak başının çaresine. "Yüzüm de güller açarken "Bakmam mı bakarım tabi, kimin kızıyım ben." Annemi birkaç kez daha öptükten sonra kızları aramak için odama koştum ve hep yaptığımız gibi konferans şeklinde konuşmaya başladık. Kızlar Alo der demez hemen konuşmaya başladım ve "Annem izin verdi, ama yakın ülkelere gidebilirsin dedi." Ceren'e bu tuhaf gelmişti. "Yakın yerler mi? Kızım komşuya gitmiyoruz ya da sokak da oyun oynamaya, farkındasın demi?" Benim yüzümden hayallerini tam anlamıyla gerçekleştiremiyorlardı. Yüzüm olabildiğince asılmış bir şekilde "Biliyorum hayalimizde ki tatil böyle değildi ama benim yüzümden de mahrum kalın istemem." Sözüm üzerine Başak "Sus, saçmalama lütfen neresi olursa olsun beraber olalım ve eğlenelim yeterli." Ceren de Başak'ı onaylayıp "Doğru valla, benim öyle dediğime bakma sen. Anca beraber kanca beraber." Kızlar tekrardan yüzümü güldürdükten sonra hangi ülkeye gideceğimize karar vermiştik. (Gürcistan) Karadeniz tarafından geçiş yapılması, vize ve pasaport gibi şeylerin zahmetine girmeden kolay bir yurt dışı tatili denemesi olur diye orayı seçmiştik. Bu bir deneme çünkü hayallerin daha başındayız. |
0% |