Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm

@tugba_zeycel

SİL BAŞTAN İZİN

 

Bazen istersin ya çocukluğuna geri dönmeyi, güllük gülistan olan hayatına. Farkında olmadığın kötülüğün senden uzakta olması. Senden uzaktadır çünkü annen vardır, kanatları altındasındır. Hiçbir kötülük sana zarar veremez. Gece sen uyurken yatağının altında sandığın cadının kaçıp gitmesini sağlayan annen, tek bir dokunuşuyla cennete çevirir dünyanı.

Dokun o ellerini annem sil hayatımdan yüreğimi yakıp kavuran acıyı tekrar yok et kapımdaki cadıyı…

Hayat ver tekrar içimdeki solmuş çiçeklere.

Dokun dinsin acım!

Annemin gözlerine bakmış ' lütfen izin ver 'diye yalvarıyordum.

Ama annem kaşlarını çatmış inadını eline almış 'hayır' dan başka bir şey demiyordu.

Böyle yapmakla gitmeme engel olamazdı, çünkü benim elimde olan bir şey değildi ve bunu ona söyleyemezdim. Kalbi kırılsın da istemiyorum. Gideceğimi duymasıyla beni gördüğüne sevinememişti bile. Yara bandı çeker gibi ani ve hızlı bir şekilde söylemiştim. Benim içinde çok zor bir durumdu bu. Hem annemi üzmeden izin almam, pardon gidiciğime alıştırmam lazımdı hem de nasıl bir yerde nasıl bir şekilde çalışacağımı bilmeden düşecektim yollara.

Yüzünü ellerimin arasına alıp gözlerimi diktim gözlerine "Annem! Böyle yapma lütfen, bak çok iyi bir iş bu, adamın şirketinde staj yapacağım hem adam tanındık baksana Pelin bile tanıyormuş (arkamda bizi izleyen Pelin’e dönüp onay vermesi için bakış attım)"

"Evet, anne baya da zenginler netten gir bak" demesiyle annem ayağa kalkıp

"Bize ne zengin mengin beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren tek şey evladım. Hem daha diploması yok nasıl iş veriyormuş bu adam bakayım?" dedi tek kaşını havaya kaldırmış sert bir bakışla cevap bekliyordu. Bu bakışlara nasıl olur da itiraz edip cevap verecektim. Kendime gelip güç toplayıp konuşmaya başladım

"Hem bu adamın sorunu, kabul ettiğine göre. Ayrıca 1 senem kaldı bitiyor " dedim sanki bilmiyormuş gibi.

"Kızım bu adama hem zengin diyorsunuz hem diplomasız Halkla İlişkiler öğrencisi tutuyor şirketine, akıl nerede bu işte?" Kadın haklı, ya rabbim her lafımın üstüne bir lafı var. Doğru söylüyor olması canlarımdan bir tanesini götürüyordu Raunt edasındaki atışmamızda. "Tek ben miyim sanki bak Ceren’le Başakta oradan iş buldu. “ dedim küçük çocukların 'onlar yapıyor ama' deyip izin alma yöntemlerini kullanıp.

"A yeter onların anası babası yok mu? Herkes kendi çocuğundan mesgul." “Baba” her adı geçişinde saflaşma ritüelimi yaşıyordum şuan. Annemin ağzından az duyduğum bir kelimeydi bu. Başkalarının babasının adi geçerdi evimizde ama bizim babamız?

Saflığımdan buğulu gözlerimle kurtulup "ANNE! Yapma böyle bu benim için önemli bir iş, okulumu ve iş hayatımı çok iyi bir şekilde etkileyecek bak gör hemen kestirip atma." İlk başta baba özlemimden kaynaklı olsa gerek sesim gür çıkmıştı ama sonlara doğru ayarlamıştım. Annem arkasını dönmüş merdivenlerde "Hayır " dedi ve odasına doğru gitti. Ayaklarımın bağı çözülmüş gibi oturdum bahçedeki koltuğa. Buğulaşan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. O böyle işi zorlaştırdıkça kalbi kırılacaktı, bense onu kırdım diye kahrolacaktım. Yapmak zorunda olduğum bir şey için ikna etmem lazım ama inadını kıramıyorum. İnadını ne kadar önüme koyarsa o kadar kalbi kırılacaktı. Pelin ağladığımı görünce dizlerimin dibine oturup yumruk yapıp sıktığım elimi tutup "Bu kadar çok mu istiyorsun?” diye sordu. Bu benim seçimim değil demeyi ne kadar çok istesem de boğazımda yumru oluşturan sözcükleri geri çevirip.

"Hayatımı etkileyecek bir şey bu" evet hayatımı etkileyecek ama nasıl o bilinmez!

Pelin ile biraz daha bahçede oturduktan sonra yatmak için odalarımıza çıktık. Odama girdiğimde kendimi hemen yatağın üstüne atıp ne yapmam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum.

Sabahın çok erken vaktiydi eve geldiğimde ve akşamın bu saatine kadar annemi ikna etmeye çalışmıştım ama nafile. Ufak bir yumuşama bile yoktu. Benimde fazla vaktim yoktu. Yarın ikna ettim ettim edemedim zorda olsa gitmek zorundaydım. Yarından sonraki gün biletimiz vardı. Alper’in böyle emir vaki iş yaptırması sinirimi feci derecede bozuyordu. Ailelerimiz var, onlar bu durumu bu kadar çabuk nasıl kabul etsin ki, az düşünseydi biraz daha vaktim olabilirdi.

Ben bu haldeyim ya kızlar! Hemen telefonu elime alıp konferans arama yaptım. İlk çalışta açmışlardı "Durumlar nasıl?" diye sordum bıkkın bir sesle.

"Bende işler tamam" dedi Ceren, bir anda yattığım yataktan doğrulup cevap verdim. "Nasıl hallettin?" biraz yardım iyi olurdu. "Hastanede nasıl yorulduğumu görüyorlardı bu iş onlar için kurtuluş oldu ama tek şartları arada bir gelip bakacaklar " dedi. Sanki masal anlatıyordu, en azından benim için öyleydi çünkü annem bu gidişle asla ikna olmayacaktı.

"Ya sen Başak?" dedim, elde var bir.

"Benim iş biraz karıştı annem uzak diye pek razı olmuyor, babamsa değerlendir bu fırsatı diyor bakalım sabah karar verip söyleyecekler. Peki ya sen?" diye sordu Başak, onlara göre ben umutsuz vakaydım. İkisi de halletmiş, hem de ilk günden. "Annem Nuh diyor Peygamber demiyor, diploman yok falan da filan da."

"Bir günün daha var olmadı bizde devreye gireriz “ dedi Ceren, her yolu deneyecektik artık başka çare yok.

"Bakalım yarın daha ısrarcı olacağım. Bu arada Tolgadan haber var mı?" diye sordum. "Maalesef yok " dedi Ceren.

Yaptığı oyunu bizi otelde göremeyince ona oyun yapılmış olacak. Aklına estiği gibi davranamaz. Peşinden koşacağımızı falan sandı herhalde. Yol yorgunu olduğumuz için kızlarla fazla uzatmadan telefonu kapatmıştık.

Sabah uyandığımda saat daha 7’di. Düşünmekten gece uyuyamamıştım sabahta uykum kaçmıştı.

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve dolabımdan buz mavisi kotumu üzerine ise askılı Beyaz atletimi giyip mutfağa indim.

Annem ve Pelin uyuduğu için kahvaltıyı hazırlamak bana düşmüştü. İlk ocağa çayı koyup dolaptan kahvaltılıkları alıp masaya dizdim. Dolaba geri dönüp kahvaltı için ne hazırlasam diye baktım ama aklıma yatan bir şey olmamıştı.

Anneannemden öğrendiğim hamur kızartmasını yapmaya karar verdim. Anneannemi çok az tanıyordum, annem ve babamın evlenmelerine müsaade etmedikleri için eskilerden gelen bir dargın bir barışık ilişkileri dedem ve anneannemden uzak kalmamızı sağlamıştı. Ama senede 1 gittiğimizde bu hamur kızartmasını mutlaka yapardı. Hamurunu yoğurup kabarması için biraz beklettim. Hamur olana kadar masadaki eksikleri tamamlayıp mutfakta ki işleri yapıp hamuru kızartmaya başladım.

Sofra tamamen hazırdı tek eksik annem ve Pelindi.

Onları da uyandırmak bana kalmıştı tam mutfak kapısından çıkarken telefonuma gelen mesaj ile cebimdeki telefonu çıkartıp kimden gelmiş diye baktım. Sadece numara yazıyordu ve mesajda "İkna edebildiniz mi? Durumlar nasıl?" yazıyordu bu da kim diye düşünürken ikinci bir masajla merakım gitmişti "Ben Alper Aydın" yazıyordu. Cevap olarak "Ceren izin aldı Başağın da bu sabah belli olacak" yazıp yolladım.

Kısa bir süre sonra "SEN?" yazmıştı büyük harflerle. Bu kadar çabuk yazması hem de üstüne düşmesi beni şaşırtmıştı. Kızları öne sürüp kendimi geriye attım sanırken tek kalmıştım. Peki, “sen” dediği ben ne yapmıştım o işi? Cevap hiçbir şey! Ama bunu ona söyleyemem, bakalım daha vakit var.

"Dün konuyu açtım bugün de izni alırım" yazdım gene kısa bir sürenin ardından "Hallet" yazıyordu.

Gene bir emir verme durumu. Bu adam beni deli ediyor. Bu da ne ya buda ne! Hallet miş miş ! Kolaydı sanki, bir gör annemi de işimin ne kadar zor olduğunu anla. Tabi uzaktan konuşmak kolay. Telefonumu geri yerine koyup annemleri uyandırmaya giderken Pelin’in sesi gelmeye başlamıştı. Mutfak kapısından içeri giren Pelin "Harikasın sen ya bu kokular da ne böyle?" Mest olmuş bakışlarla bakıp masadaki hamur kızartmalarından dolduruyordu ağzına.

Annemde hemen ardından mutfağa girip "Aferin, masa çok güzel gözüküyor. " Dünün kızgınlığı yoktu gözlerinde. Böyle olması çabalamam için bana cesaret vermişti.

Annemler masadaki yerlerine oturunca bende çayları doldurup yerime oturdum. Kahvaltımızı yaparken aklımda hep konuyu nasıl açacağım diye düşünüyordum. Nereden başlasam nasıl tepki verir diye düşünürken "Ceren izin almış, Başağında ailesi düşünüp bu sabah haber verecekler" dedim, gözlerim bir tabağımda bir annemdeydi ne diyecek diye kaçamak bakışlar atıyordum. Hadi bir şey de bir şey de! Diye beklerken susma hakkını kullanıp kahvaltısını etmeye devam etti.

"Tabi Ceren’e Hastane zor geliyordu. Yorucuydu, bu iş onun için çok iyi bir fırsat." Belki bir şey der diye bekledim ama gene aynı yüz ifadesiyle önündekilerden yiyordu. Pes etmek yok daha yeni başladık. "Başağında oldu gibi bir şey, avukat olacak ama bu işte cv’sinde yer alacak şanslı yani!" Son kelimemi annemin ilgisini çekmek için bastıra bastıra söyledim. Sonunda annemin gözleriyle gözlerim buluşmuştu. Yüzünde hiçbir ifade yoktu "Zorlama Elçin hayır dedim" derken.

"Ama anne!" dedim dudaklarımı büzüp ama o masadan kalkıp gitmişti. Sinirle masadan kalkıp mutfağın içinde dolanmaya başladım. Bir yukarı bir aşağı dolanıp ne yapacağım diye düşünürken Pelin" Abla dur bide ben deniyim " demesiyle gözlerim ışıldamıştı resmen.

"Nasıl?" dedim bir umut arıyordum ve bir yardım bekliyordum.

"Netten adamları gösteriyim belki etkisi olur izin vermesinde" demesiyle sıkı sıkı sarıldım kardeşime.

"Aferin sana hadi git göster" dedim bahçede oturan annemi gösterip.

Pelin annemin yanına gidip oturdu. Bende mutfak camından tülün arkasına geçmiş gizlice olacakları izliyordum. Pelin ile annem konuşmaya başladıkları sırada telefonum çaldı. Cebimden telefonu çıkartıp arayana baktım. Alper, Allah’ım hiç durmayacak mı bu?

Derin bir nefes alıp verdikten sonra telefonu açtım "Efendim" tavırlı bir sesle söylemiştim. "Daha izin alamadın mı?" dedi sesi soluk soluğaydı. Saat daha sabahın 9’ydu nasıl izin almış olabilirim.

"Saat daha erken vaktim var." Telefondan bir şeyin kırılma sesi gelmesiyle yerimde sıçradım, gelen kırılma sesinin ardından

"Allah kahretsin!" dedi Alper, gözüm bir yandan anneme telefonundan bir şeyler gösteren Pelinde kulağımsa Alper’in yakarışlarındaydı. "Ama benim vaktim yok Elçin! Hemen hallet şu işi yarın burada olacaksınız ona göre. Bugün kırdığım üçüncü bardak bu yeter gel artık" dedi sert ve gür bir sesle. "Tamam" dememe fırsat kalmadan telefonu kapatmıştı.

Asılan suratımla tek umudum olan Pelin’e baktım.

Annem Pelin’in telefonundan bir şeylere baktı ve geri telefonu Pelin’e verdi. Yanlarına gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken ayaklarım beni çoktan annemin yanına götürmüştü. Dizlerinin dibine oturup

" He de annem lütfen " dedim gözlerinin içine bakarak.

"Yavrum biz buralardan başka bir yer bilmeyiz, tatil yapacağım dedin tamam dedim ama bu uzun bir tarih hatta hafta belki ay sürecek bir zaman, nasıl kabul ederim" benimle aynı yumuşak ses tonunda konuşmuştu. "Anne her zaman burada olmayacağım (gözlerimi evin her bir kösesinde gezdirip) elbet bir gün bu olacak, küçük değilim artık büyüdüm bir gün kendi düzenimi kuracağımı ikimizde biliyoruz. Bu sadece bir adım" dedim ikna olur gibiydi bakışları. Elini yüzüme koyup

"Bak Elçin gidip döneceksin, bende gelip göreceğim orayı ona göre" dedi, sesinde üzüntü ve dominantlık vardı.

Dönmüştüm annem, dönmüştüm ama kanatları kırılmış bir halde. Ruhu bedeninden sökülmüş, duyguları hissiz kalmış bir Elçin ile dönmüştüm. Hem aşka, hem de acıya bulanmıştım o yolculukta. Avuç içlerimde kalmıştı hayatım, bense bitap halde.

Yola çıkma vakti gelmişti artık. Annem dolmuş akmaya hazır gözleriyle bana bakıyordu. Dili git demişti ama kalbi kal diyordu, bunu o güzel yüzünde, gözlerinde görebiliyordum. Bavulumu kapının önüne bırakıp anneme sarıldım kokusunu içime içime çekip depoladım, sanki bir daha hiç görüşmeyecekmişiz gibi. Kocaman öptüm yanaklarından. Uzunca sarıldıktan sonra "Beni merak etme sürekli arayacağım sizi" dedim, annemse hamlesini yapıp "Sesli olmaz görüntülü olacak bundan sonra." Yüzümü saçma bir tebessüm kaplamıştı. İtiraz etmeden tamam deyip Peline doğru döndüm. Ağzı kulaklarındaydı ablam böyle iyi yerde çalışıyor, şöyle bir patronu olacak diye hava atacaktı tabi. Ona da sıkıca sarılıp bizi terminale bırakacak Ceren’in babasının arabasına bindim. Terminale gelene kadar ağlamıştım. Annemi ve kardeşimi arkamda bırakmak çok dokunmuştu. İçimden Alper’e saydıklarımda cabası. Kesin adama bugün inme falan inerdi o kadar sayıp sövmüştüm. Gözyaşlarımı silip otobüse bindim kızlarla. Bilinmeze doğru yolculuğumuz başlamıştı artık.

İstanbul’a gelmiş bizi karşılayacak olan arabayı beklemeye başlamıştık. Yarım saatlik işkence gibi geçen bekleyişin ardından siyah lüks bir araç tam önümüzde durdu. İçinden takım elbiseli esmer bir adam inip "Elçin, Ceren ve Başak hanım?" diye sordu, başlarımızı evet anlamında salladığımızda adam "İstanbul’a hoş geldiniz" deyip bavullarımızı alıp bagaja koydu. Tabi ya hoş geldik, hayatımıza bir çizik atmaya geldik desek yeri olurdu herhalde. Yolculuk inan daha kısa sürmüştü. Bu ne böyle kafayı yiyeceğim şimdi, her yer de araba ve korna sesleri. Şimdi başımı camdan çıkartıp çığlık atacağım. Elimle kendime yelpaze yaparken Ceren "İyi misin başın falan mı dönüyor, miden nasıl oldu, gene mi bulanıyor?" Art arda sorduğu sorular şu anki trafikten farksız değildi. Yolun son zamanları midemde yaşadığım bulantı şu anki stresimi de etkiliyordu. "Eğer bu yol bitmezse çığlık atacağım o olacak" dedim sert bir şekilde. Arabayı kullanan adam arkaya doğru dönüp " Gelmemize az kaldı, sanırım ilerde kaza falan var o yüzden böyle trafik" dedi.

Trafik çilesi bitmiş Alper’in evine gelmiştik. Gürcistan’daki gibi burası da 3 katlı bir villaydı. Dışı daha görkemli ve bahçesi daha yeşildi.

Kocaman demir bir kapıdan geçip içeri girdik. Kapının önünde iki tane koruma vardı, baya da yapılıydılar. İçeri girdiğimizde bahçeyi ortadan bölen taş motiflerden yürüyüp büyük kahverengi işlemesi olan bir kapının önüne geldik. Bizi buraya kadar getiren adam kapıyı çalıp

"Lütfen siz içeri geçin benim görevim bu kadar" deyip sevimli bir gülüş attı "Teşekkürler" deyip başımla onay verdim.

Kapıyı Gürcistan’da gördüğümüz o tonton teyze açtı. Bizi gördüğüne sevinmişti. " Kızlar, hoş geldiniz" deyip içeri davet etti. İçeri girdiğim an ilk solanda asılı olan avize dikkatimi çekti. Camilerdekine benziyordu görkemli ve ışıl ışıl. Yüksek tavanlı bir salona da anca böylesi olurdu dedim içimden.

Evin aksesuarları o kadar güzeldi ki gözlerimi alamıyordum. Ama en çokta bir vazo dikkatimi çekmişti üzerindeki işlemeleri insanı kendine hayran bırakıyordu. Elimi uzatıp dokunacağım sırada "Dokunma ona" dedi arkamdan gelen sert ses.

Sesin geldiği yöne doğru döndüğümde Alper üzerime doğru gelip vazoyu eline aldı ve dolabın içine koydu. "Ne anlamadım?" dedim yaptığı şeyin saçma olduğunu biliyor muydu acaba. "Sana dokunma dedim özel bir şey o"

"Özelse odana götür o zaman, salonda ne işi var." deyip arkamı dönüp kızların olduğu yere doğru yürüdüm. Alper benden hızlı davranmıştı ve tam arkamda durup, kulağıma fısıldayarak "Burası benim evim, benim kurallarım" dedi. Gene aynı his oluşmuştu vücudumda. Ürpermişti içim, kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Bozuntuya vermeden olduğum yerde kalıp Alper’in diyeceklerini dinlemeye başladım. Asker yeşili kadife tekli koltuğa oturup.

"Artık görev başındasınız kızlar yerlerinizi iyi öğrenin, hata istemem affım yoktur. " Söyledikleri sertti ama yüzü tam zıttı donuktu.

Her kelimesini tek tek dinlerken telefonunun çalmasıyla durup çalan telefonunu açtı.

"Alo…"

"....."

"Bu ne şimdi ha! Bensiz de yapamayacaksanız bir işi niye adam diye tuttum ki sizi!" Yerinden kalkmış telefonun diğer ucunda olan adamı sesiyle dövüyordu. Korkudan kızlarla bir araya gelmiş en ufak bir hamlede kaçacak fırsat arıyorduk. Alper elini başına koyup bir sağa bir sola sinirden volta atıyordu. Bir anda sinirden dönen gözleri beni buldu. Bana doğru birkaç adım atıp

"Akşama hazırlan ilk işin başladı " deyip omuzunu omuzuma hafifçe değdirip çekip gitti. Ne hazırlanması? Ne yapacak benimle? Benim işim hani temizlikti? Korkudan vücudum kas katı kesilmişti. Gözlerim hala kapıda kullarımda ise hazırlan lafı vardı.

 

Loading...
0%