Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@tugba_zeycel

  

 

HAYALDEN GERÇEĞE

 

Nefes almak.

Dünya güzelliklerini görebilmek.

Kulağının eşsiz seslerle dolması.

Dilinin dönüp söylemek istediklerini söylemesi.

Kokusuyla, tadıyla nimetlerin lezzetine vara bilmek.

Kısacası yaşamak güzel şey.

Var olmak, insanlar için yaratılmış bu nimetlerden faydalanabiliyor olmak çok güzel bir şey.

 

İşte bende bizler için yaratılmış bu güzellikleri görmeye, yaşamaya gidiyorum. Annemin izin vermesi beni ne kadar mutlu etse de sanki ayrılığın burukluğu şimdiden çökmüştü içime. Biliyorum kısa bir süreliğine bu ayrılık ama onlar benim bir parçam, çekirdek ailem, her şeylerim. Kızlarla gezeceğimiz yerleri çoktan planlamaya başlamıştık. Ellerimizde haritalar sağını solunu gideceğimiz yerlerle ve otobüs duraklarının güzergâhları ile karalamıştık. Her şey planlı olacaktı ki keşke şuraya da gitseydik deme şansımız kalmayacaktı. Telefonum elim de araştırma yaparken Başağın telefon ekranın gözüme girmesiyle daldığım telefonumdan Başağa odaklandım. "Ay Başak gözümü oydun."

 

"Şu elbise çok güzel değil mi ama? Fiyatı da uygunmuş gidip alalım mı?" Demesiyle jetonum sert bir şekilde düşmüştü. Doğru ya ben hiç kıyafet ayarlamamıştım. Ne giyeceğim, eksiklerim neler hiç bakmamıştım. Başak benden cevap beklerken oturduğum yataktan kalkıp çekmecemden kâğıt ve kalem çıkarttım. Kendime ihtiyaç listesi hazırlamaya başladım. Her zaman planlı ve düzenli biriydim, şimdi de bu huyumun güzelliklerinden yararlanıp tüm eksiklerimi yazmaya başladım. 15-20dk sonra listem hazır olmuştu. Listemi ve çantamı alıp Başak ile beraber alışverişe çıktık. Ceren, halası hasta olduğu için onu ziyarete gitmişti. Onunla AVM de buluşacaktık. Başakla ilk önce çarşı pazar gezip listenin bir kısmını tamamlamıştık. Sonrasından da Avm'ye geçmiştik. Başakla vitrinlere bakınırken Ceren de yanımıza gelmişti.

 

"Naber kızlar? Güzel şeyler var mı?" Diye sordu Ceren. Sesinden de belli oluyordu yorgunluğu. "Daha yeni geldik öyle vitrinlere bakıyoruz. Asıl sen nasılsın? Yorgun duruyorsun." Ceren koca bir iç çekip, "Evet ya bu sabah çok erken kalktım, sizden sonrada halama gittim. Kadın bu havada feci grip olmuş ona çorba yaptım evini falan temizledim. Evi de bizim eve uzak, bu avm de halamlara uzak anlayacağınız bittim bugün yorgunluktan." O Anlatırken yorulmuştu bizde dinlerken. Fazla vakit kaybetmeden birkaç mağazaya girip kendimize uygun elbiseler, ayakkabılar vb. ihtiyaçlarımızı alıp evlerimizin yolunu tuttuk. Eve geldiğim de annemle Pelin bahçede oturuyorlardı. Onları öpüp elimdeki poşetleri bırakmak için odama çıktım. Bu kadar yolu çıktım bari duş alayım deyip kendimi banyoya attım. Ilık bir duşun ardından pijamalarımı giyip annemlerin yanına indim. Masanın tam ortasına kocaman bir meyve tabağı koymuş meyve yiyorlardı. Ama ben feci açtım annem kesin bana yemek ayırmıştır diye düşünüp; "Anne yemekte ne var? Çok açım" dedim.

 

Annemden önce Pelin lafa atlayıp, "Yemek kalmadı şansına küs." dedi. Yıkılmıştım adeta, çünkü çok açtım. Alışverişte çok yorulduğum için evde yerim diye düşünmüştüm, ayrıca bir şeyler hazırlayacak halim de yoktu. "Yapma ya vardır, annem beni atlamaz ayırır demi, anne." deyip küçük Emrah bakışı attım. "Pelin doğru söylüyor yemek kalmadı, kendin hazırla. Hem koca 1 hafta boyunca gurbet ellerde kalacaksınız ağzınızın yolunu bilin." Bak bak yıldırma politikası işliyorlar. Benden kaçar mı? Güya uzak yerde yapamayacağım, yok ya o kadar para biriktir hayal et izin al bunlar bana sökmez. Gözlerimi kısıp yapmaya çalıştıklarını anlamışım gibi bakış atıp mutfağa girdim. Kendime mükemmel bir sofra hazırlamalıyım ki yapmak istedikleri geri tepsin. Buzdolabının kapağını açtım ve ne yapabilirim diye göz gezdirdim. Patlıcan ve kabak vardı, dolaptan onları çıkartıp tezgâha koydum ve hasır sepetten de birkaç tane patates aldım. En sevdiğim yemeği yapacaktım, sebze kızartması. Çocukluğumdan buyana hep sevmişimdir. Şimdide aynı şekilde yapıp afiyetle yiyecektim. Sebzeleri yıkadım, kuruladım, doğradım ve kızarttım. Üzerine domates sosu ve yoğurtta hazırladıktan sonra küçük bir tepsi hazırlayıp annemlerin yanına gittim. Annem baya şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. Sanırım benden böyle bir şey beklemiyordur. O kadar yorgunluğun üstüne bir yumurta kırarım sanmıştı ama yanılmıştı.

 

Aslında elimin lezzetini bilen biriydi ama yine de kendince dayanıklılık testi yapıyordu. Tam karşılarına geçip oturdum ve yemeğimi yemeğe başladım. "Abla bunları sen mi yaptın?" Dedi küçük cadı. O da çok severdi sebze kızartmasını. Ondan hemen abla, oldum yemezler güzelim. "Evet ablacım, ne var ki bunda?"

 

"Tabi canım, doğra at yağa kızarsın bu da yemek mi?" dedi annem buruşturduğu suratıyla. Bir an ağzımın yolunu şaşırdım. Bu da ne demekti şimdi? Bir aferin veya güzel gözüküyor falan yok mu? Resmen küçümsedi beni. Ama kabul etmeli ki 1-1 iz şu an. Yemeğimi afiyetle yedikten sonra (Arada Pelin'e de verdim kıyamadım işte abla yüreği!) Odama çıkıp aldığım kıyafetlerin etiketlerini söküp yıkanmaları için sepete attım ve yatağıma uzanıp kulaklığımı da takıp hayaller kurmaya başladım. Her şey çok ama çok güzel olacak!

 

Sabah kafayı yemiş gibi çalan telefonumun sesine uyandım. Sabah sabah gerçekten hiç de çekilmiyordu. Yatağımda biraz doğruldum ve kim arıyor diye telefonumu komodinimin üzerinden aldım. Arayan Tolga'ydı ve saat daha sabahın 7'siydi. Bu oğlan kafayı yemiş olmalı. Sanki bilmiyor sabah uykusunu sevdiğimi. Uykumu alamadığım zaman nasıl sinirli olduğumu unutmuş. Derin bir nefes alıp çalan telefonumu açtım ve sert bir şekilde cevap verdim. "Efendim!" Küçük çaplı bir kıkırdamanın ardından cevap verdi "Seni uykucu seni uyuyordun demi." Bir de benimle alay ediyor, bu saatte her kez uyur.

 

"Saatten haberin var demi? Bu saatte yatan tek ben değilim."

 

Normal de Tolga ile çok iyi anlaşırız. Aynı anda aynı şeyleri düşünür, konuşuruz. Birlikte çok güzel zamanlar geçiririz. Benim şu an ki huysuzluğum uykumun bölünmesiydi. "Evet saatin farkındayım uykucu ve konumuz bu değil. Hem şu an kızacak biri varsa oda benim. Tatile gidiyormuşsunuz, benim bundan neden haberim yok?" İnanmıyorum bunu nasıl yaparız? Resmen Tolgayı unutmuştuk. Belki de kendini hatırlatmasaydı gidip geldiğimizde fark etmiş olacaktık hatamızı. Bu saatte aramakla da haklıydı, ben onun yerinde olsaydım gecenin 3'ünde 4'ünde arardım. Suratım asılmış, vicdanım yerle yeksan olmuş bir şekilde.

 

"Tolga, gerçekten aklımızdan çıkmış ne olur kusura bakma." O bana kıyamaz ki affeder hemen, Başakla ile Ceren de kendi düşünsün. "Niye benim haberim yok?"

 

"Kız kıza bir tatil yapalım dedik. İnan annemden nasıl izin alacağım düşüncesinden seni unutmuşum."

 

"Bir tek şartla affederim."

 

"Tamam, söyle hemen yapayım."

 

"Tatile bende dahil olacağım."

 

Af buyur, ama bu kız kıza olacak bir tatil senin ne işin var? Ne kızlara sormadan gel diyebilirdim nede kalbini kırıp gelme diyebilirdim. Çaresizce kendiliğinden durumu anlayıp gelmemesini umarak; "Nasıl olacak ki biz 2-3 güne gidiyoruz işlerini nasıl halledeceksin?"

 

"O zamana kadar olmaz ama tatilinizin bitmesine birkaç gün kala sizi almaya gelirim, olur mu?"

 

İlla ki gelecekti, sonuna doğru gelmesi daha iyi olur diye düşünüp, "Tamam anlaştık kızlara ben haber veririm." deyip nasıl haberleşeceğimizi de konuştuktan sonra telefonu kapattım. Umarım tatil Tolgayla beraber daha da güzel olur.

 

Oldu mu gerçekten? Neden bu anım zihnimde canlandığı an yüreğim sanki iki el arasında can çekişiyormuş gibi hissettim. Ruhum yerini can kırıklarıyla belli etmeye başlamıştı. Donuk ifadem kızların hayalleriyle anlam kazanmaya başlamışken, Tolga'nın varlığıyla tarifsiz bir acı yerini belli etmişti. Neydi bu nefesimi kesen, meyus (Karamsar, kederli) hale getiren. Hissizliğe alışmış bedenim bu duygu değişimiyle kas katı kesilmişti. Hızlanan nefes alışverişlerim ile camın önüne attım kendimi. Hafiften esen rüzgar saçlarımı okşuyor, yıldızlar göz bebeklerimde parıldıyordu. Ciğerlerimi olabildiğine temiz hava ile doldurup zihnimde çıktığım bu serüvene devam ettim.

 

Telefon konuşmasından sonra kalan uykuma devam etmeye çalıştım ama nafile kaçtı bir kere o uyku. İstemeyerek de olsa yatağımdan kalktım ve aşağıya indim. Benim dışım da kimse kalkmamıştı. Banyoda ihtiyaçlarımı hallettikten sonra mutfağa girip kahvaltı hazırlamaya başladım. İlk olarak ocağa çay koyup, kahvaltılıkları masaya dizdim. Annemin sevdiği kırmızı biberli omletten yapıp servis tabağına koydum. Ardından Pelinin en sevdiği yumurtalı ekmek kızartmasından da yapıp enfes bir kahvaltı sofrası hazırlamış oldum. Sofrayı son bir kez inceleyip kendimle gurur duyarken Pelin ayıcıklı pijamaları ile merdivenlerden pat pat inip sofraya doğru geldi. Uykudan kısılmış gözleri sofrayı görünce sonuna kadar açıldı ve "Hadi canım yumurtalı ekmek mi o?" dedi heyecanla.

 

Kocaman gururlu bir gülüş atıp "Tabi kardeşimin sevdiği gibi." dedim. Oda bana kocaman gülüp yanağıma sulu bir öpücük bıraktı. Merdivenlerden gelen annemin terlik sesleriyle gözlerimi o yöne doğru çevirdim. Annemin de gözleri kahvaltı masasıyla kesişince gür bir sesle "Günaydın." dedim. Annemde şaşkın bir şekilde, "Günaydın kızım." dedi. Yavaş adımlarla sofraya doğru gelip bir sandalye çekip oturdu. Bende hemen çayları doldurdum. Yerime oturduğum sıra da biberli yumurtayı annemin tabağına bıraktım.

 

"Bu da senin sevdiğinden annem." Pelin çoktan tabağını doldurmuş yemeğe başlamıştı, ağzı dolu bir şekilde "Yumurtalı ekmek bile var anne." dedi. "Gördüm kızım gördüm, ellerine sağlık Elçin hepsi çok güzel." Ailemle harika bir sabah geçiriyordum. Benden mutlusu yoktur sanırım. Birkaç gün sonra onlardan ayrı kalacaktım ve elimden geldiğince sevdikleri şeyleri yaparak onları mutlu etmek istemiştim, işe de yaramıştı. Pelin başını tabağından kaldırmıyor annem ise içten içte benimle gurur duyuyordu. Bir kahvaltı hazırlamak kolay şeydir ama bunu ailen için yapıyor olmak, sırf onlar mutlu olsun diye didinmek verdiğin değeri belli ediyordu. Olgunlaştığını, farkındalıklarının arttığını belli eder bazen de ufak tefek gördüğün şeyler, bir kahvaltı sofrası gibi. Ama o sofrada aile bir araya gelir aynı çayı bölüşüp içerler, aynı ekmeği kesip yerler. Anlayabilmek, sevebilmek gerek hayatı, aileyi.

 

Mükellef bir kahvaltıdan sonra bulaşıkları annem ile birlikte hallettik. Ardından fazla vakit kaybetmeden odama çıkıp bavulumu hazırlamaya başladım. Bugünün işini bugünden yapmalıydım. Telaşa kapılmadan rahatça ayarlamalıydım her şeyimi. Bavulumu hazırlarken sabah ki Tolga ile olan konuşmamız aklıma geldi ve hemen telefonumu elime alıp Başak ile Ceren'i konferans konuşmasıyla aradım. "Selam kızlar ne yapıyorsunuz?" İlk cevap veren Başak oldu. "İyim tatlım ne olsun kitap okuyorum."

 

Ceren de ardından "Bende iyiyim işte hala dünün yorgunluğu var uzanıyorum."

 

"İyi bakalım kızlar unuttuğumuz bir şey var mı?" diye sorup Tolgayı hatırlatmaya çalıştım.

 

Başak, "Hayır dün alışverişte ben her şeyi aldım, sende zaten liste yapmıştın, Ceren dün çok yorgundu belki o unutmuştur."

 

Ceren "Hayır benim de her şeyim tam." Anlaşıldığı üzere Tolgayı unutan tek ben değildim.

 

"Öyle değil kızlar insan olarak, haber vermediğimiz falan düşünün bir." Kızlar aynı anda yüksek bir sesle "Tolga" dediler. Kahkaha eşliğinde, "Günaydın." dedim.

 

Başak, "Of nasıl unuturuz ya!"

 

Ceren, "Çok ayıp oldu var ya çocuğa."

 

"Ah ah ben olmazsam ne yapardınız. Neyse ki ben o işi hallettim."

 

"Nasıl?" diye sormaları üzerine; "Sabah beni aradı biraz sitemliydi, tek bir şekilde affederim oda tatilinize dahil olacağım dedi. Bende mecbur kabul ettim." Ceren hemen lafa atlayıp "Bizim ile mi gelecek?" dedi. "Tatilin bitmesine birkaç gün kala gelecek sonra beraber döneceğiz."

 

Başak "Oh ya iyi olur valla hem gönlü olmuş olur hem de kalabalık güzel bir tatil geçiririz." dedi. Bu dediğinin doğru olmasını umut ediyordum. Kızlarla sohbeti daha fazla uzatmadan beni bekleyen işlerime geri döndüm. Bavulumu hazırladıktan sonra ne kadar yorulduğumu fark edip hava almaya biraz dışarı çıktım. Dışarıda ki temiz havayı ciğerlerime kadar çektim. Dışarı da gezinen aileleri, sokakta oyun oynayan çocukları izlerken düşüncelere daldım. Hepsinin farklı hayatları vardı. Evlerine girip kapılarını kapattıklarında tek başlarına kaldıkları yaşantıları vardı. Hayat herkese adil davranmıyordu, dıştan gözüken aslında içinde farklı olabiliyordu.

İnsanlara olduğu gibi bakmak ne kadar doğru? Ya sandığın gibi değillerse.

 

Tebrizli Şemsin sevdiğim bir sözü vardır;

 

"Hayata daima insanlarla eşit mesafeden bak o zaman insanların hem kalbini hem de yüzünü görürsün."

 

 

Loading...
0%