Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. BÖLÜM

@tugba_zeycel

BİR GÜNLÜK MUTLULUK

 

 

Hayatım bir günlüğüne bile olsa güzel olmaya başlamıştı. Alper'le bir gün geçirecektim ve kalbimin sesi kulaklarıma müzik gibi geliyordu. Belki de onunla bugünü geçirmemeliyim ama kendime hakim olamıyorum. Sözümü kendime dinlettiremiyorum. Her şeye rağmen bugün onunla olmak huzur ve mutluluk veriyor. Gülüşünü, bakışlarını her hareketini hafızama kazır gibi bakıyorum yeşillerine. Yola odaklanmış yeşilleri güneşin yaydığı ışıkla daha bir güzel oluyordu. Parıltısı karanlığımı aydınlatıyordu. Hangi ara bu denli hayran oldum ben sana, hangi ara kokun, tenin, gözlerin, sesin dünyam oluverdi. Vazgeçmem, gitmem gerektiğinde nasıl kopacak ellerim ellerinden?

Alper'in yüzüne odaklanmış zihnimle meşgul olurken bir el gidip geldi yüzümde. "Hey ne oldu sana" diye sordu Alper. Bir yandan gülümsemesiyle bana bakıp bir yandan da yola bakıyordu. Kendime gelip önüme döndüm "İyim, dalmışım öyle" dedim küçük bir tebessümle.

"Yoksa uykun mu geldi?"

"Tabi ki de hayır uzun zaman sonra dışarı çıkmışım uyku falan uğramaz bana bugün."

Sesli bir şekilde gülüp "Ee, gitmek istediğin bir yer var mı?"

Bir yer İstanbul'da gitmek istediğim bir yer? Buraları hiç bilmiyorum ki. Caddeleri, sokakları, mekanları, adını dahi bilmiyorum. Düşünür bir vaziyette kalakalmışken "Bana bırak o zaman olur mu?" dedi.

"Tamam ama beğenmezsem başka yere gideceğiz" dedim garantiye almam şarttı. Kim bilir bir daha ne zaman böyle bir fırsatım olacak.

Yol boyu Alper'le şarkı dinlemiş ve o şarkılara eşlik etmiştik. Onun bu kadar eğlenceli ve güler yüzlü olduğunu bilmiyordum. Ne değişti de böyle oldu onu da bilmiyordum ama şu an dünya umurumda değildi. Alper'le mutluydum ve bu anın bozulmasını istemiyordum. Zaten gidiciyim, gittiğim zamanda onu kötü hatırlamak istemiyorum. Bugün ki yaşadığım mutluluk hep hafızamda yer edecek.

Alper ıssız ağaçlarla dolu bir yerde arabayı durdurdu.

"Neresi burası?" dedim

"Huzur deposu" dedi karizmatik bir gülüşle.

Arabadan inip yanımıza doğru gelen adama anahtarı verip kapımı açmak için yan tarafa dolanıp kapımı açtı. Arabadan inip "Teşekkürler" dedim. Alper önde ben arkasında onu ta kip ederek ahşap iki katlı bir eve geldik. Ev harika görünüyordu. Etraf ağaçlarla doluydu ve bu ormanın içinde ahşaptan bir ev mükemmel.

Yol uzun sürdüğü için baya yorulmuştum ve burası bana çok iyi gelecekti kesin. İçeri girdiğimizde 30lu yaşlarında bir bayan bizi karşılayıp içeri buyur etti. Giriş kapısı direk salona açılıyordu ve hemen sağ tarafından yukarı ahşap merdivenler çıkıyordu.

Salonun koltukları deriydi bu bana Alper'in evindeki tek duran deri koltuğu hatırlattı ve o koltuğa Alper'den başka kimse de oturmuyordu. Koyu vizon deri koltuklar, kahverengi kırlentleri,

krem püsküllü halı ve köşede duran taş detaylı şömine.

Hayat vardı sanki burada, huzur vardı ya da ben huzurumu yanımda getirmiştim.

"Nasıl buldun burayı?" diye soran Alper'e doğru dönüp "Sanırım tüm huzuru emip bitireceğim bugün." Aynı etkileyici gülüşünü yapıp "Hadi o zaman yiyecek bir şeyler hazırlayıp daha fazla huzurun olduğu bir yere götüreyim seni" deyip mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere doğru yürümeye başladı, bende arkasından tabii. Mutfağa girip kendimize sandviç ve atıştırmalık birkaç şey hazırlayıp sepete doldurduk. Alper'in yönlendirmesiyle dış kapıya doğru gidip ormanın iç kısımlarına doğru yürümeye başladık. "Kaybolmayız demi?"

"Hıh buraları avucumun içi gibi bilirim ben."

"Buraya hep geldir misin?"

"Ne zaman bunalsam soluğu burada alırım."

"Ee seni bunaltan neydi de şimdi buradasın? "

"Huzurumu seninle paylaştım" dedi gözlerini gözlerime anlık kenetleyerek.

"Neden ben? " Sanki sana aşığım ondan diyecekmiş gibi de sordum ama bura onun için özel bir yerdi ve ben şu an oradaydım. "Başıma seninleyken bir iş gelirse huzurla kapatayım gözlerimi dedim."

"Ha ha ha çok komikti" dedim alay eder bir şekilde. Hızımı arttırıp Alper'in önüne geçtim yüzümü asıp. "Şaka yaptım alınma hemen" dedi ama ben cevap vermedim ardından "Hey tamam tamam bir daha demeyeceğim" dedi anlamasına sevindim.

Bakışlarımı ona doğru çevirip "Derinden çanta yapmayı düşünüyordum gözlerinden de küpe yazık oldu bak" deyip numaradan dudak büktüm. Alper'in gözleri fal taşı gibi açılmış öylece bana bakıyordu. Beklemediği bir tepki almıştı. Yüz ifadesi o kadar komik olmuştu ki gülmemek için kendimi ne kadar zorlasam da dayanamayıp kahkaha atmaya başladım. Kahkahalarıma sinirle bakan Alper bir anda beni kovalamaya başladı. Koca ormanda nereye gittiğimi bilmeden kahkaha atarak koşuyordum. Bir anlık düze çıkmamla duraklayıp essiz manzaraya takıldı gözlerim. Gerçek miydi bu yoksa ben koşarken taşa falan takılıp düştüm de cennete mi geldim?

Allah'ım nasıl bir güzellik bu?

Nasıl bir yer böyle?

Alper arkamdan gelip "Bakıyorum pes etmişsin" dedi kovalamacayı hatırlatıp. "Bu gördüğümü sende görüyor musun?"

Güler bir yüzle başını evet anlamında salladı.

Lütfen Allah'ım bugün dünya dursun ve Alper'le ben hep burada mutlu, huzurlu bir şekilde kalalım.

"Bu nehir çok güzel (işaret parmağımla Nehir'i gösterip) sesini duyuyor musun? Allah'ım cennet burası" deyip hemen Nehir'e doğru yaklaşıp ellerimi suyun içerisinden geçirdim. Taşları delip geçen Nehir'in suyu insana görsel şölen sunuyordu adeta. Gözlerimi nehirden alamaz olmuştum. "Dikkat et düşme" arkamdan seslenen Alper'e dönüp "Teşekkür ederim" dedim minnet dolu bakışlarımla.

Beni böyle bir yere getirerek harika bir şey yapmıştı. Yan bir gülüşle "Teşekküre daha erken Elçin, hazırladığım sandviçlerin tadına bakmadan karar verme bence" deyip sofra bezini nehrin kenarına çimenlerin üstüne serip eliyle yere vurup oturmamı söyledi.

Gösterdiği yere oturup ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkartıp çıplak ayakla çimenlere bastım. Sepetteki malzemeleri sofra bezine dizen Alper bu halime bakıp "Ne yapıyorsun?" dedi alaycı bir şekilde.

"Toprak ve doğa insana can verir. Bedenimin buna ihtiyacı var ve ayakkabımla çorabım buna engel oluyordu bende onlardan kurtuluyorum."

Alper ufak çaplı bir şekilde gülüp son eksikleri de sofra bezine koyduktan sonra "Hadi başla bakalım" deyip meyve sularını doldurmaya başladı. Sandviçimden bir ısırık alırken Alper'in bakışlarını üzerimde hissedip ona doğru baktım. Hislerim doğruydu ve Alper'in bakışları üzerimdeydi. "Ne oldu?" dedim dolu ağzımla mümkün olduğu kadar. " Seninle burada böyle olmayı tahmin etmezdim doğrusu."

Ah evet bende öyle, kim tahmin edebilirdi ki zaten. Ben hala bunun bir rüya olduğunu düşünüyorum ama neyse. "Bende öyle ama hayat sürprizlerle dolu yaşadıkça öğreniyoruz."

"Sanırım öyle, bize düşende yaşamak oluyor" dedi yüzüne yakışan gülümsemesiyle. Sandviçlerimiz bitmiş çerezlerden yiyip nehri izliyorduk. Uzun süredir aklımda olan şeyi fırsat bulmuşken Alper'e sormak için yeltensem de ilk denemede başarısız olup tek bir kelime edemeden önüme döndüm ama merak bu işte dur durak bilmiyor. İkinci denememde Alper'le göz göze gelmiştik. "Ne diyecektin" dedi tek kaşı havada dökül der gibi bakıyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verdikten sonra sorumu sordum. "Yanlış anlama ama 1 aydır buradayım ve abinden başka kimseyi görmedim etrafında."

Donuk bakışlarla "Yani?" dedi.

"Yani ailen annen baban onları hiç görmedim, duymadım bile." Sırt üstü uzanıp ellerini başının arkasında birleştirip gözlerini kapattı. Cevap vermesini bekledim ama istediğimi alamayınca "Özür dilerim niyetim seni üzmek veya kızdırmak değildi."

Gözlerini açıp yüzünü bana doğru döndü. "Hayatta her şey istediğin gibi olmaz Elçin. Bazı şeyleri eksik yaşamak zorunda kalırsın, ben buna alıştım. Sorgulamıyorum veya irdelemiyorum akışına göre davranıyorum." deyip hafif bir tebessüm belirdi yüzünde. Ama ben o tebessümün arkasında kırgınlık görüyordum. "İyi bakalım bizde o zaman akışına göre davranıp bu güzel yerin tadını çıkartalım" deyip çıplak ayakla çimenlerin içinde yürümeye başladım. Daldığı geçmişinden çıkartmak için ortamın havasını dağıtmak gerekiyordu.

"Bari ayakkabılarını giy" diye arkamdan seslenen Alper'e dönüp "Böyle iyi, bence sende çıkartmalısın."

"Ben böyle iyim sağ ol" deyip ellerini yanlarına doğru açtı. Yanına doğru yaklaşıp "Hadi ama böyle bir yerde ayakkabıyla mı gezeceksin. Olmaz valla çıkart hadi şunları" deyip ayakkabıları gösterdim. "Hayır Elçin olmaz" deyip yerinden kalkmaya çalışan Alper'i omuzlarından itekleyip geri yerine oturtup ayakkabılarını çıkartmaya başladım. "Hey ne yapıyorsun sen?" Alper gülmekten zor sorduğu bu soruya bende kahkahalarla eşlik edip "Seni doğanın şifasıyla buluşturuyorum" dedim.

Yalın ayak çimenlerin üstünde Alper'le geziniyorduk. Yemyeşil çimenler, Nehir'in gürül gürül gelen sesi, rüzgârın esintisiyle yaprakların çıkarttığı sesler, kuşların cıvıltısı beni kendimden geçiriyordu. Gözlerimi kapatıp doğanın sesini dinlemeye başladım. Durduğumu fark eden Alper "Neden durdun?"

"Huzuru depoluyorum."

"Fazla kalıcı olmuyor."

"O zaman beni burada unut git " deyip bir çocuğun annesinden izin isterken ki şeklini alıp tamam demesini bekledim.

"Maalesef burası sonsuz değil."

"Neden sonsuz olmasın ki ölene kadar burada yaşamaya razıyım."

Deyip ellerimi yanlarıma doğru uzatıp dönmeye başladım.

Gökyüzü ve ağaçlar gözlerimin önünden hızla geçerken başımın dönmesiyle kendimi yerde buldum. Alper üzerime doğru eğilip

"Deli kız iyi misin?" dedi Allah'ım gülmek ne kadar da yakışıyordu bu adama. Gözleri doğanın yeşillerine bürünmüş hayat saçıyordu.

 

 

ALPER’DEN

Elçin çimlerin arasında sırt üstü uzanmış, saçları çimenlerin arasına serpilmişti. Teni gün ışığıyla bir başka oluyordu. Kokusu doğanın kokusuna karışmış insanı kendinden alıyordu. Hele gülüşü kulaklarıma senfoni sunuyordu. Kalbimin duvarlarını tek tek kırıp geçiyordu Elçin.

Ona bu denli bağlanıyor olmam doğru değildi ama akışına kapılmış gidiyordum işte. Şuansa bana olan bakışlarında kendimi kaybediyordum. Kendimi onun büyüsünden alamıyordum. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş ve bu kadar yakın mesafede olmak kalbimi kıpır kıpır ediyordu.

 

 

 

ELÇİN’DEN

Alper'in gözleri gözlerime kenetlenmişti. Hiç çekmesin hep böyle kalalım diye içimden dua ediyordum. Onunla her anımın böyle geçmesini istemem aptallık mıydı? Âşık olmuyordum ona demi?

Olmamalıyım çünkü olmaz işin içinde gitmek varken olmaz.

Alper'in gözleri gözlerimden dudaklarıma kaydığı an kalbim durma noktasına gelmişti. Dudaklarıma olan yakınlığı nefes alışverişlerimi hızlandırıyordu. Kalbim sanki kulaklarıma basınç yapıyordu.

Hiçbir şey duyamaz olmuştum. Aklım ve kalbim arasında savaşa girmişken. Sanki o an alev sarmıştı bedenimi. Ama zıt bir şekilde ellerim buz kesmişti.

Yanımda kalmasını istememe rağmen uzandığım yerden hızlıca kalkıp.

Arkamı Alper'e doğru dönüp yürümeye başladım. Alper'de arkamdan geliyordu. Bana yaklaşacak korkusuyla adımlarımı hızlandırdığım sırada ayağıma saplanan acıyla çığlık atıp acıyan ayağıma doğru bakmaya çalışırken Alper hızlıca yanıma gelip.” dedim demi sana ayakkabını giy diye bak işte ayağına bir şey battı " deyip hızlıca ayağımı kaldırıp altına baktı. "Diken batmış çıkartmamız lazım ama burada değil evde cımbız olacaktı orada hallederiz." Başımı tamam anlamında sallayıp Alper'e hiç bakmadan elimden geldiğince yürümeye çalıştım fakat olmuyordu ufacık bir dikendi ama ayağımı komple uyuşturmuştu sanki. Sek sek oynar gibi yürümekte zor oluyordu. Bir anda Alper'in beni kucağına almasıyla ayaklarım yerden kesildi.

"Ne yapıyorsun? "

"Sana yardım ediyorum."

"Gerek yok ben yürürüm."

"Gördük nasıl yürüdüğünü."

"Bak şimdi senin ayağına da bir şey batacak, bari önüne bak " dedim

ama niye dedim ki ben bunu, onu önemsiyorum sanacak ne yapıyorsa yapsın ne karışıyorsun. Ama oda benim için endişelenmişti. Düşüncesi hemen yüzümde saçma bir tebessüm yaratmıştı. Alper fark etmesin diye hızla yüz şeklimi değiştirmiştim.

Eve geldiğimizde Alper 3lü deri koltuğa beni uzandırıp cımbız almak için yukarı çıkmıştı. Bense gözlerimi evden alamıyordum. Sağıydı soluydu sürekli inceleyip durmuştum. Belki bir resim falan vardır diye ama hiç bir şey yoktu. Belki de yukarıdaki odalarda vardı.

Merdivenden gelen ayak sesleriyle Alper'in geldiğini anlayıp üzerimi düzettim. Alper yanıma gelirken söylene söylene geliyordu.

"Söz dinlemezsen olacağı bu işte uzat ayağını bakayım" kızma şekli o kadar tatlıydı ki yanaklarını ellerimin arasına alıp sıkmak istedim bir an. "Of oldu işte ver şu cımbızı ben çıkartırım" dedim gözlerine bakmaya utanır olmuştum. Çimenlerin orda nerdeyse beni öpecekti tekrardan hatırlıyor olmak yüzümü kızartmaya yetmişti.

"Olmaz ben çıkartacağım ver şimdi şu ayağını" dedi sesi bu sefer emredici bir şekildeydi. "İyi tamam" deyip ayağımı Alper'in dizlerinin üstüne koydum. İlk dikenin yerine baktı ardından cımbızı dikenin üstüne doğru getirip çekmeye çalıştı ama bu benim canımı çok yakmıştı ve istemsiz bir şekilde acıyla bağırmıştım.

"Az kaldı dayan, ucunu buldum."

Tekrardan cımbızı dikenin üstüne getirdi ve tek harekette batan dikeni çıkarttı. Acıyla attığım ufak çığlığa kahkaha atan Alper'e bu sefer ben çatık kaşlarla bakıp "Ne diye gülüyorsun be?"

"Şu kadarcık diken için bağırıyorsun ya."

"Keyfimden bağırmadım herhalde."

"Bu acı bile değil Elçin" dedi yüzü azda olsa ciddileşmişti.

"Çok biliyormuş gibi" içimden söylediğimi sandığım şeye Alper'in cevap vermesiyle öyle olmadığını anlamıştım.

"Çok iyi biliyorum Elçin."

"Her mafya bir kurşun yer öyle değil mi? Unutmuşum" dedim belki bu dediğime sonradan pişman olacağım ama ağzımdan çıkmıştı bir kere. Onun mafya olmasını hala kabullenememiştim. Kızgınlığımı da böyle çıkartıyordum sanırım. Yüzü bir süreliğine asılan Alper kendini toparlayıp tek kaşını havaya kaldırıp "Bir kurşunun dışında birçok da yara alır. Hem bedenine hem ruhuna" deyip oturduğu yerden kalkıp merdivenlerden çıkıp gitti.

Al işte kırdın adamı Elçin, bugün güzel, mutlu geçsin diye dualar ederken kendin bozdun.

Ne yapacağım şimdi nasıl alacağım gönlünü?

 

 

KIZIN AŞK İLE DOLAN GÖZLERİNİ ACIYLA KÖR ETMİŞTİ ADAM.

KENDİ İÇİNDE Kİ FIRTINALARDAN KIZIN ACIYLA DOLU YAKARIŞLARINI DUYAMAZ OLMUŞTU.

SAĞIR KULAKLAR VE ACIDAN KÖRELMİŞ GÖZLERLE BİR BAĞ KAPU VERDİ ARALARINDAN.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%