@tugba_zeycel
|
TAŞ OLUR KALP
ALPER'DEN Gözümden akan yaş kızgın toprağa damlayan yağmur damlası gibi buhar oluyordu tenimde. Ellerim direksiyonu bir hayali tutar gibi tutuyor, aklımsa teraziyi doğru tartmaya çalışıyordu. Bu aylar, günler ona kavuşacağım umuduyla geçmiş beni ayakta tutmuştu ama şimdi her şey tersine dönmüştü. Ne olacağı meçhul bir hayat sınavı vardı karşımda. Hayat bana hiçbir zaman adil davranmamıştı. Ailemden uzak abimle yaşadım yıllarca. Etimle kemiğimle aldım o diplomayı ben. Tırnağımın izi hala toprakta sıcak duruyor. Abimin girdiği bu mafyacılık oyunları daha taze doktorken aldı beni içine. Mecbur kalmak, mecbur olmak, her ikisi de aynı kapıya çıkan farklı acı tabirleri. Bir şeye mecbur olmak, mecbur bırakılmak, bırakan kişinin caniliği. Onun günahı bu, bizim değil. Elçin'in değil benim günahım onu yanımda çalıştırmaya mecbur bırakmak, benim değil Büyük patron ve abimin günahı o neşterin açtığı kesiklerin günahı. Ama iki olayın bedelini ödeyen ortak kişi bendim. Yüreğime dolan acının öfkesiyle arabayı hızlı bir manevrayla sağa çekip indim. Ciğerlerime derince havayı çekip olabildiğince gür bir şekilde acımı çığlıklarımla göğe yolladım. Bir kez daha ciğerlerimi doldurup kulaklarımı sağır edecek biçimde bağırıp içimin tamamen nötr olabilmesini umdum. Ama acım hala yerinde sabitti. Yerden topladığım taşları otobanın kenarında ki araziye fırlatmaya başlarım. Sanki her taş tanesi bir sıkıntımdı ve ben onu uzaklara fırlatınca ondan kurtuluyormuş gibiydim. Biraz daha o soğuk toprakta oturup arabama binip evime doğru yol aldım. Yollar geçip gitmişti ama ben hala aynı noktadaydım. Ne yapacağını bilmeyen aciz Alper. Arabamı otoparka park ettikten sonra olabildiğince yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Elçin'in kokusuyla dolu bu ev bedeninin yokluğuyla yakan bir mahzendi benim için. Evin kapısından içeri girdiğim an abim üzerime doğru gelip bir an da beni kendine doğru çekip sarıldı. "Çok şükür geldin" deyip yüzümü ellerinin içine alıp "Ne yapmaya çalışıyorsun sen evlat?" Buruşmuş yüzümle ellerinin arasından kurtulup. "Sevdiğim kadını o itin evinde aramaya gittim" yükselen sesim işin gidişatını belli eder cinstendi. "Delirmişsin sen, farkında mısın?" Abimi göğüs kısmından iterek öfkemin tüm gücüyle "Ben ne haldeyim aylardır sen farkında mısın peki? Ölüyorum farkında mısın? (Bir kez daha göğsünden iterek) Nefes alamıyorum farkında mısın? (Bir kez daha itekleyip duvara yaslanmasını sağladım) Sen onu benden aldıktan sonra yaşayan ölüye döndüm, peki sen neye mal olduğunun farkında mısın?" deyip sırtımı ona doğru dönüp başımdaki ağrıyı hafifletmek için anlımı ovmaya başladım. "Neden bu kadar etkiliyor seni neden?" dedi. Sözlerinin bitiminde ona doğru döndüm ve buğulaşmış gözleriyle bana bakıyordu. "Anlaması bu kadar zor mu abi? Seviyorum anlıyor musun? Seviyorum" son söylediğim kelimeyi bağırarak söylemiştim. "O beni hayata bağladı, geçmişimi unutturdu, yaşama nedeni verdi ama şimdi mecbur kalarak bırakıyorum onu bu küf kokan hayatımdan. Neden biliyor musun? O Tolga iti her şeyi öğrenmiş (abim şaşkın yüzüyle bir adım öne doğru atıp) nasıl mı diye soracaksın (deyip onu durdurup) çok kolay aslında çözmesi. Neco büyük patronun adamı, Tolga da Neco'nun sen tamamla sonunu!" Abim yüzünü avuç içlerinin arasında sıkıp delirmiş bir şekilde "Onları mahvedeceğim bak gör." "Sus, sus abi sus lütfen. Hem günahsız hem günahkârsın bu hikâyede. Beni sevdiğini iyi olmamı istediğini bunun için çabaladığını biliyorum ama bu halim senin yüzünden. Aldın onu elimden attın beni kör kuyulara." Abim gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdikten sonra. "Seni bununla mı tehdit etti. Her şeyi söylerim mi dedi?" Başımı mazlumca evet anlamında sallayıp tekli koltuğuma oturup başımı geriye doğru attım. "Elçin ile görüşüyor muymuş peki?" "Sen daha iyi bilirsin!" "Alper cevap ver adam gibi!" "Hayır abi hayır o yılanında hiçbir şeyden haberi yok. Anca saçma oyunlar peşinde. " "Sen ne yapacaksın peki dediğin gibi gerçekten bırakacak mısın bu işin peşini?" Sadece sessiz kalmayı tercih edip oturduğum yerden kalkıp odama doğru ilerlerken abim "Özür dilerim, ben sadece gelip geçici bir şey sandım, bu kadar yıkılacağını düşünemedim. Kendini toparlaman gerekirken daha da yok oldun. Özür dilerim abim her şey için. Git tut sevdiğinin elinden." Dedi. Abimin onu sakladığını biliyordum. Yüreğime dolan heyecanla yanına doğru yaklaşıp yerini söylemesi için pür dikkat gözlerinin içine bakıyordum. "Uzakta değil evin de." "Ne? Defalarca gittim oraya olsa illaki görürdüm" "Ona haber yolluyordum o da uzaklaşıyordu evden." Çatılan kaşlarımla "Yüreği el veriyordu yani beni aptal yerine koymayı? Nasıl yapar bunu bana ya. Taş olur insanın kalbi, taş" Bir kere daha sırtımdan bıçaklanmış gibi hissediyordum kendimi. "Halini görseydin eğer böyle düşünmezdin" "Nasılmış" dedim benim gibi yıkık olduğuna inanmak istiyordum. Bu beni sevdiğinin kanıtı olurdu dünyamda. "Psikiyatri ilaçları diyelim. Adamlar alıp veriyor, annesinin hiçbir şeyden haberi olmadığı için gizlice halletmek bize düştü." Olduğum yere usulca oturup başımı ellerimin arasına alıp düşünmeye başladım. Yerini biliyordum ama gidecek güce ve cesarete sahip değildim. Geçmişimi öğrenmesini istemiyordum. Hiçbir zaman da bilmeyecekti benim yanımda olsaydı. Derin nefesler alıp veriyordum, terler döküyordum ama hiçbirinin bulmacama çözümü olmuyordu. Abim elini omzuma atıp "Tolga'yı değil aşkınızı düşün. Ona olan aşkını düşün Alper. Eğer seni gerçekten seviyorsa ki ben buna eminim, o zaman seni anlayacak ve kabul edecektir. Bu da sizin aşkınızın ikinci sınavı. Birinci sıra bana ait" deyip hafiften yüzünde beliren tebessümle bana güç vermişti. Doğru söylüyordu bunu denemem gerek ona her şeyi ilk benim anlatmam gerek. Ya benimdir ya da değil.
|
0% |