@tugba_zeycel
|
İKİ KEÇİ Ve gülümse şimdi hayata, karanlığın ardından doğan güneşe, sevinç çığlıkları atan kuşlara. Kocaman bir merhaba yeni doğan güne ve beraberinde getireceği güzelliklere. Hayatın kader defteri elindeymiş, yazma hakkı sendeymiş gibi tut kalemini elinde, yaz yaşamak istediğin ne varsa. Sindirilella sihirli değneğini sende unutmuş gibi dokundur değneğin ucunu tüm güzellikler senin olsun. Hayattan beklediğimiz birçok şey vardır. "Ölmeden önce yapılacak 100 şey 16.yaş günü ritüelleri." gibi listeler. İnsanların hayal ettiği yapmaya can attığı kendileri için büyük bazıları için küçük olan hayalleri vardır. Benimse hayalim dilediğim gibi bir tatil geçirmek. Hayal defterim de ilk sırayı tatil alıyor. Küçüklüğümden beri ailecek veya arkadaşlarıyla tatile gelen insanları çok gördüm ve bende öyle bir tatilin hep hayalini kurdum. Okul harçlıklarımı bile hep bir tatil için biriktirdim. Ve artık bu büyük hayali gerçekleştirmenin zamanı gelmişti. Arkadaşlarımla doya doya geçireceğim 1 hafta. Planlarımızı yapmış, kıyafetlerimizi hazırlamıştık. Sabah annemin odama yaptığı baskınla uyanmıştım. Yataktan hemen doğrulup gözlerimi ovuşturdum ve eli belinde bana bakan anneme dönüp "Ne oluyor anne ya!" dedim. Kapıyı çalmadan odama girmezdi ve sabahları hep kendim uyanırdım. Şimdi ne oldu da tersine işliyor işler. "Kalk hadi kızım a gün bitiyor." demesiyle hemen telefonumu yatağın içinden bulup saate baktım ve saat 7.45'ti bunlar yemin etmiş benim uykumu zehir etmeye. Dün Tolga bugün annem, valla önüme gelene çatacağım artık sinirden. Bırakın uyuyayım ne istiyorsunuz benim güzel, narin, rahat, huzurlu uykumdan? "Saat 7, gün daha başlamadı bile." "7 mi 8 oldu neredeyse kızım kalk daha bir sürü iş güç var." Hangi sözüne takılsam bilemedim. Saat 7.59 olsa bile o saat benim için 7'dir, uyu demektir. Son dediği iş güç var lafı vücuduma bir anda ağırlık vermişti. Sanki tüm işleri yapıp öyle girmiştim yatağa. "Ne işi bu saatte?" "Ev temizlenecek" "Sabahın bu saatinde mi? Anne iki gün sonra yola çıkıyorum bırak beni de uyuyayım, kaç saatlik yola gidiyorum az acı bana lütfen."" "Kızım bir hafta boyunca olmayacaksın, döndüğün zaman da rezervasyonlarla, gelen konuklarla ilgileneceğiz fırsatımız olmaz. Hem Pelinle ben bu işlerin üstesinden gelemem." Annem haklıydı, bu işlerin yapılması ve pansiyonun gelecek olan konuklara temiz ve bakımlı bir şekilde gözükmesi gerekiyordu. Ne kadar emek o kadar ekmek. Nerede emek, orada anne. Anne kelimesiyle bir yaş süzülmüştü yanaklarımdan. Emeğin karşılığıydı benim annem. Cefakar annem benim, ruhumu hep çocuk kılanım. O günü tüm duygularıyla hatırlıyorum. Yaptığım temizliğin deterjan kokuları hala elimde sanki. Nasıl oluyor da Beyin bu anımı bu kadar keskin bir şekilde hafızama kazıyor. Pelin ile o gün yaptığımız kavgayı hiçbir şeye değişmem. Ne ufak dertlermiş, varsın bağırsın çağırsın yeter ki sağ olalım, biz gene bir olalım. O kavgayı tekrar tekrar zihnimde yeniliyorum. Özlermiş ya insan, ben şu an tam olarak bu duygumu keşfediyordum. Özledim kardeşim, özledim seninle kavgalarımı. "Tamam annem kalktım, Pelin'i de ben uyandırayım. Evin altından girip üstünden çıkalım, hadi." deyip yataktan pikeme dolanmış paçalarımla yere sürüye sürüye Pelin'in odasına annemin benim odama girdiği gibi girdim. Bir yandan da "Pelin kalk yeter yattın "diyordum. Yatağın içinde bir sağa bir sola dönüp mızırdanıyordu. Hemen yanına gidip dürtmeye başladım, "Kalk hadi ablacım işler bizi bekler" deyip pikesini üstünden çektim. Annem bana bunu yapmamıştı ama bu kız hak ediyordu işlerden hep kaçamaz, yapmak zorunda. Bu pansiyon 3'ümüze aitti, anca beraber kanca beraber deyip dört elden sarılmalıydık. Pelini uyandırdıktan sonra banyoya girip ihtiyaçlarımı hallettim ve odama geçip eski kıyafetlerimden giyip başıma da bir tülbent bağladım. Kollarımı sıvayıp temizliğe başladım. İlk olarak kendi odamdan başladım. Odamın camlarını, kapısını silip, kıyafet dolabımı düzelttim, halımı kaldırıp altını, yatağımın altını, çalışma masam, yukarı katlarda ki odalar derken bende işlerde 3 saat içinde bitmişti. Aklıma annemler gelip onlara bakmaya gittim. Pelinin odasına girmemle ağzım açık kalmıştı. Odası darmadağındı ve kıyafetleri her yerde bağımsızlığını ilan eder gibi bayrağını asmıştı. "Pelin!" dedim uyarıcı bir ses tonuyla. Bana kısa bir bakış atıp telefonuyla uğraşmaya geri döndü. "Efendim." "Efendim mi? Ablacım bu odanın hali ne? Neden toplamadın?" sözümün sonuna doğru sesim biraz yükselmişti. Haklı olarak 3 saattir odalardayım ve el değmedik silinmedik yer bırakmamıştım. Pelin ise işi daha da beter etmiş keyif yapıyordu. "Pelin kalk hemen şu odayı adam et!" "Of benim odam, ben kullanıyorum size ne, böyle daha tarz oldu." Bu kızın sorumsuzluğu beni deli ediyordu. Çatık Kaşlarım daha da çatıldı ve sesim biraz daha sertleşti. "Artık büyü Pelin sana verilen sorumlulukları yerine getir." oturduğu yerden kalkıp işaret barağını bana sallayarak "Ne bu havalar bir izin kopardın diye kendini bir şey sanma. İki sofra hazırlamakla bir oda toplamakla olmuyor o işler." Son zamanlarda ki tavırları iyice anlamsızlaşmıştı ama bu yaptığı saygısızlık ve kırıcılıktan başka bir şey değildi. "Nasıl oluyor peki, şu an gördüğüm halde mi?" (Derken gözlerimi oda da gezdirdim dağınıklığı göstererek) "Bu hal bana kalmış bir şey, seni ilgilendirmez. Bana emir verme hakkını da vermez." "Kendine gel Pelin lafların nereye gidiyor farkın da değilsin." "Ben artık her şeyin farkındayım asıl sen uyan, hatta siz uyanın. Hayatımız daha farklı olabilir ama bana fırsat bile vermiyorsunuz. Kendi işinizle uğraşın bana da bulaşmayın." Ne geçiyor o kafanın içinde bilmek git gide zorlaşıyordu. Gelip geçici heveslere kapıldığını düşünmek artık yerini bu kız kafayı yemiş dedirtiyordu. Neyin farkındaydı acaba? Odasının böyle daha dikkat çekici olduğunun mu? "Bizim farkında olmadığımız ama senin olduğun şey ne söyle o zaman." dedim. Aynı pencereden bakmamız gerekiyordu o zaman birbirimizi daha iyi anlayabilirdik. Sitemkâr bir gülüş atıp "Ailede uyanık bir ben olsam yeter diye düşünüyorum. Hem bu bilgiyi siz kaldıramazsınız." deyip kahkaha atmaya başladı. Dalga mı geçiyor yoksa cidden bizden sakladığı bir şey mi var anlayamamıştım. Ama şu an tek şeyden emindim o da Pelin'e olan sinirim. "Ne halin varsa gör Pelin umurumda değilsin, istersen çöplükte yaşa, kurtlan, lafını sözünü bilmez bir hale gelmişsin, yazık." deyip odasının kapısını sert bir şekilde vurup çıktım. Tam arkamı döndüğüm sırada annem elinde çamaşır suyuyla ne oluyor dercesine tedirgin bir şekilde bana bakıyordu. "Bir şey yok anne Pelin odasında kafayı bulmuş aman ellemeyelim kalsın orada." Annem derin bir nefes alıp verdikten sonra "İyi bakalım sen ne yaptın odanı?" "Odamın ve diğer odaların her yerini temizledim." "Ellerine sağlık, bende kendi odamı birde bahçeyi temizledim şimdi ardiyeyi temizlemeye geldim." "Ver anne ben temizliğim, sende mutfağa in sonra yanına gelirim." deyip elinde ki çamaşır suyunu alıp ardiyeyi temizlemeye başladım. Pelin'in mabedi dışında her yer tertemiz olmuştu. İşim bittikten sonra mutfağa indim. Annem yere oturmuş sofra bezinin üstünde kavanozdaki baharatları ayarlayıp kaplarını siliyordu. Ben gelene kadar annem mutfağın birçok işini halletmişti, tek dolap kapakları kalmıştı. Bende hemen elime yağ sökücü, ıslak bez ve durulamak için bir tane daha bez alıp mutfak dolaplarını sildim. İşlerimiz bitmişti ve çok da acıkmıştık, öğlen saatlerine geldiğimiz için kahvaltı faslını kaçırmıştık. Ve deli gibi açtık, ufak tefek atıştırmalıkların kurtarabileceği bir açlık değildi bu. "Ben acıktım." dedim anneme. "Bende kızım, çok da yorulduk halim bile yok bir şey yapmaya." "Bende öyle, en iyisi pizza söyleyelim." dememle annemin gözleri parlamıştı. Telefonum odam da olduğu için gidip almaya odama çıktım, tam kapımı açacakken Pelinin odasından gelen yüksek müzik sesiyle birlikte Pelinin konuşma sesi geliyordu. Biraz kapısına doğru yaklaştığımda "Ama dayanamıyorum artık anlatmalıyız her şeyi." diyordu. Müziğin sesinden ancak bu kadarını anlayabiliyordum. Bir işler çevirdiğini düşünüp kapısını 2 kere tıklatıp odasına girdim. Beni görünce suratı donup kalmıştı. Kulağındaki telefona baktığımı anlayıp "Tamam Elif sen nasıl diyorsan öyle olsun. Ama sabrım sınırlı bilesin ona göre hocaya anlatıp ders notlarını almalıyız. Şimdi kapatmam lazım görüşürüz." deyip telefonunu çalışma masasının üzerine bırakıp dik dik bana bakmaya başladı. Kendi kendime kurduğum senaryomun ders notlarıyla neticelenmesi boşluğa düşürmüştü beni. Tekrardan omuzlarımı dikleştirip "Ne zamandır odandan çıkmadın merak ettim." dedim. "Merak edilecek bir şey yok gördüğün gibi ders notu peşindeyim." deyip test kitaplarının başına geçti. Daha fazla odasında kalmak istemediğim için umursamazlıktan gelip odamdan içeri girdim. Telefonumdan pizzacıyı arayıp 2 tane büyük boy pizza sipariş ettim. Aşağıya inip siparişin gelmesini beklerken annem "Ne oldu da bugün öyle kavga ettiniz?" diye sordu onu da üzmek istemiyordum sonuçta Pelin ile aramızda halledebileceğimiz bir şeydi. "Önemli değil annem sen merak etme hallederiz biz." Annem tamam anlamın da başını salladı. Sohbetimiz koyulaşmışken kapı çaldı ve pizzamız geldi. Hemen sofrayı kurduk ve yemeğe başladık. Annem Pelini de çağırmıştı ama aç olmadığı söylemiş o yüzden gelmedi yanımıza. Annemle yemeğimizi yedikten sonra dinlenmek için odalarımıza çekildik. Yatağımın üstüne kendimi atar atmaz uyuya kalmıştım ta ki uykumu bölen o tiz telefon sesiyle uyanana kadar. Arayan Ceren idi. "Efendim Ceren!" dedim uykulu bir sesle. "Hadi canım bu saatte uyuyor olamazsın." "O kadar temizliği sende yap bakayım ne hallere dönüyorsun." "Kıyamam temizlik mi yaptın sen? Neyse ben Tolga ve Başak sahile inelim diyoruz tatile gitmeden önce vedalaşmış oluruz ne dersin?" Uyumak yorgunluğumun bir kısmını almıştı, açık hava ve deniz de geri kalan yorgunluğumu alır düşüncesiyle tamam." dedim. İlk duşa girip temizlendim, o kadar iş yapmıştım ki kendimi temizlemeye fırsatım olmamıştı. Ardından dolabıma gidip yırtık kotumu ve üstüne de salaş bir tişört giydim, saçlarımı da iki yandan tel tokayla tutturup geri kalanını da serbest bıraktım. Ayağıma Beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten sonra hazırdım. Telefonumu birde bir miktar para alıp cebime koydum. Ağır adımlarla temiz havanın tadını çıkararak sahile gelmiştim. Tolgadan başka kimse yoktu. Onu görünce hızımı biraz daha arttırıp yanına gittim. Bana arkası dönük olduğu için klasik arkası dönük olanın maruz kaldığı göz kapatma olayını yapıp sesimi biraz değiştirerek "Bil bakalım ben kimim?" dedim. Sakin bir şekilde ellerini ellerimin üzerine getirdi ve anlamaya çalışır gibi gezdirdi. "Bu elleri ve bu kokuyu her daim tanırım ben Elçin, kandıramazsın beni" dedi. Bu sözleri beni epey şaşırmıştım. Kokum mu? Kafamı saçma fikirlerden arındırdıktan sonra, "Tebrikler tanıdın valla." Gözleriyle gözlerime ışıl ısıl bir bakış atıp "Tanırım tabi." Bu ortam beni nedendir bilmiyorum ama rahatsız etmişti. Ne desem ne yapsam derken uzaktan kol kola girmiş Ceren ve Başağı görünce yerimden hafif zıplayıp "Kızlar geliyor." dedim. Kızlar yanımıza geldiğin de ikisine de sarılıp hoş geldiniz dedim. "Plan nedir ne yapıyoruz?" diye sordu Ceren. Tolga da hemen "Siz ne isterseniz ben uyarım" dedi. Aslın da sahil kenarında oturup denizin dalga seslerini dinlemek bana ağrı kesici ilaç gibi gelebilirdi. "Biraz sahile gidip otursak mı? Havada kararmış, ay ışığını denize vurmuş, ha ne dersiniz? Size çekirdekte alırım, Cola falan da alırım bak." Heyt rüşvetler iyiydi doğrusu, şu an bana hayır diyemezler. "O çekirdek varsa ben de varım" dedi Tolga, hemen yüzüm gülmüştü bakışlarımı kızlara çevirip cevaplarını bekledim. Başağın "Valla bence de iyi olur kafa dinleriz" demesiyle adımlarımızı sahilin sakin yerlerine çevirdik. Ellerimizde çekirdeklerimiz, bardaklarımız da kolamız ve sohbetimiz, her şey vardı. Çocukluktan buyana arkadaş olduğumuz için paylaştığımız birçok anımız vardı. Her bir araya gelişimizde yaptığımız gibi bu sefer de eskileri yad ediyorduk. Başağın kocaman bir kahkahasının ardından "Bu Ceren zaten hiç doğru durmuyordu ki " dedi, bizde ona katılıp gülmeye başladık. "Arıyla bile kavga etmişliği var" dedim, ardından Tolgada elini Ceren'in omzuna hafif vurup gür kahkahasıyla. "Kazanan arı olmuştu sanki demi, dilini sokmuştu." Bu sözle beraber olayı tekrardan yaşıyormuş gibi gülmeye başladık. Bizim kadar olmasa da Ceren de kendisine gülüyordu. "Aman küçüktüm o zaman. Oldubitti. " Konuyu kapatmak istiyordu belli, onu daha fazla utandırmadan konuyu değiştirdim. "Kızlar eksik bir şeyiniz yok demi yarından sonra yola çıkıyoruz." "Benim her şeyim tam bavulum bile hazır" dedi Başak, zaten her zaman planlı tertipli biri olmuştur. Ceren'de "Makyaj kutumu hazırlamadım tek onun dışın da bende hazırım." "İyi bakalım benimde her şeyim hazır." dedim. "İyi gidin bakalım, hiç demeyin Tolga ne olur diye." böyle demesi beni üzmüştü. Kendini bizden ayrı hissetsin istemiyorum. Önceden planlanmış bir şeydi bu, kız kıza olacaktık. Yüzümü asmış, üzgün, kaşları çatık bir şekilde ona bakarken yüzümü iki elinin arasına alıp "Tamam tamam asma suratını affettim seni bunlar düşünsün artık ne ısmarlarlar bilemem. " Yüzüm elleri arasındayken gözlerimin içine içine manalı bakışlar atıyordu. Hiç huyu olmayan davranışlar sergiliyordu. Ceren'in lafa girmesiyle bir anda ona doğru döndük. "Şöyle ellerimle sana bir börek açayım" diye dalga geçti. Bizlerde yapamayacağını bildiğimiz için büyük bir kahkaha atmıştık. Ceren mutfağın yolunu bilmeyen, Kettle de makarna pişirme fikirleri üreten biriydi. Tolga "Siz bilirsiniz neyse, hadi beni arkadaşlar bekler tatile gitmeden uğrarım yanınıza" dedi ve yanımızdan mahcup bir şekilde uzaklaştı. Başak biraz kısık sesle "Bir tek seni affetmiş bak" dedi kaşlarıyla Tolganın gittiği yeri göstererek. "Olabilir ne var bunda?" dedim çünkü bir şey olmaması gerekir, biz hep böyleyiz ne oldu da şimdi farklı yerlere konu oluyor. "Bir şey oluyor demiyorum zaten ama tuhaf geldi işte." Başak ile olan bu kısa konuşmadan ne kadar rahatsız olduğumu yüz ifadelerim yeteri kadar anlatıyordu. Arkadaşlıktan öte bir şey olamazdı Tolga ile aramızda. Bunu anlamalı ve bir daha önüme bu tarz imalarla gelmemeleri konusunda onlara bilgilendirme konuşması yaptıktan sonra biraz daha sohbet ettik ve evlerimize dağıldık. Tolga ve ben öyle mi? O kadar uzak bir ihtimal ki. Aklımın ucundan geçirmeyeceğim, geçirilmesine dahi tahammülümün olamayacağı saçmalık abidesi. Benim ona baktığım gözlerde kardeşlik vardı, arkadaşlık vardı. Onun kalbinde böyle bir yer edinmemde tek bir payım dahi varsa afların en büyüğünü dilenmek yakışır bu dile. Eve geldiğim de Pelin tek başına bahçedeki salıncakta oturmuş müzik dinliyordu. Annemin de yatmış olduğu odasının kapalı ışığından anlaşılıyordu. Pelin ile aramda ki bu huzursuzluğun fazla uzamasını istemiyordum, tatile gideceğim ve 1 hafta boyunca ayrı kalacağız, bu şekilde gitmek istemiyorum. Usulca yanına geçip oturdum ve bir tepki vermesini bekledim. Salıncak bir gitti iki gitti baktım ses yok "Ne dinliyorsun " diye sordum, bir yerden konu açmam lazımdı. "Müzik" dedi soğuk bir sesle, anlaşılan tavırlı halleri devam ediyordu. Bu kadar kızacak onu delirtecek ne yaptım diye dünürken bunu ona sormaya karar verdim. "Pelin ablacım bak bugün yaşadığımız olay iki kardeş arasında geçmemesi gerek bir şey ama oldu işte fazla uzatmayalım. Hem seni bu kadar kızdıran şey ne?" Benim ile konuşmak istemediği belliydi, sözlerimin ardından koca bir derin nefes alıp verdikten sonra "Yok bir şey, canım öyle konuşmak istedi" dedi ve gitmek için ayağa kalktı o sırada kolundan tutup onu durdurdum, gözlerinin içene bakarak " Hala aynı tavırdasın Pelin derdin ne söyle de çözelim." Kolunu elimden sert bir şekilde çekip "Derdim sensin oldu mu? Derdim bu hayat, derdim babamın burada olamayışı. Oldu mu şimdi rahatladın mı? " dedi. Sabah ki tavrı da ağırdı ama şimdi direk yüzüme kardeşimin derdi olduğumu duymak ağır gelmişti hassas bedenime. Dün iyiydik ondan önceki günde şimdi niye böyle olduk? Şok olmuş bir şekilde yüzüne bakarken yanımdan bir hışım gitti ve bahçede tek başıma ağlamaya başladım. Ben ona karşı ablalık görevlerimi hep yerine getirdim. Annemle ikimiz onun için didindik durduk. Baba nedir bilmedi onda ki boşluğun daha büyük olduğunu biliyordum. Ama elindekilerin kıymetini bilmesi gerekiyordu. Ne olursa olsun birbirimize sahip çıkmalı ve yaralarımızı birlikte sarmalıydık. Onun hırsının aslında bir baba özlemi olduğunu anlamıştım. Sabah kendiliğimden uyanmıştım. Ne çalan bir telefon nede annemin odama baskın yapmasıyla güne gözlerimi açmıştım. Dün gece yaşadıklarımdan sonra pek uyku tutmamıştı zaten. Saate baktığım da 8.30 olmuştu, artık kalkma vakti geldi. Yataktan çıkıp üstümü değiştirdim, çiçek desenli askılı diz üstü elbisemi giydim saçlarımı da yan taraftan ördüm. Parfümümü de sıkıp aşağıya indim. Annem kahvaltıyı hazırlamıştı, sofrada eksiksiz hazırdı. Belli oda uyuyamamıştı, gözleri sismiş, teni bembeyaz olmuştu. Yanına gidip yanağına kocaman bir öpücük bıraktım ve uzunca sarıldım. "Tamam, hadi bırak geç otur sofraya." demesiyle kollarımı boynundan çektim. "Sen geç anne, ben çayı getiriyim." Mutfağa girdiğimde Pelin kendine ekmek arası bir şeyler hazırlıyordu. Hiçbir şey demeden çayı ocağın üstünden aldım. Çayı bahçedeki masanın üstüne bıraktığım sırada mutfaktan bardak kırılma sesi geldi. Annem hemen kalkıp mutfağa gitti bende merak ediyordum bir şey oldu mu diye ama işittiğim laflardan sonra ona karşı yumuşamam kolay olmayacaktı. Mutfaktan annem ve Pelin'in konuşma sesleri gelince mutfak kapısına dayanıp konuşmalarını izledim. "Bu ne böyle kızım gelip bizle yesene, ayrı gayrı yemek de ne oluyor?" "Bari bunu istediğim gibi yapıyım. " "Valla sabrımı sınıyorsun sen." annemin sesi git gide artıyordu. Akşam bu işi ben halledeceğim dediği için konuşmalarına sadece uzaktan tanık oluyordum. Pelin derin bir nefes alıp verdi ve öylece ekmeğini hazırlamaya devam etti. Annemin siniri daha da artmıştı bu umursamaz tavrın ardından; "Yürü içeri!" dedi emredici bir ses tonuyla. Sanki boşluğa konuşuyormuş gibi Pelin duyumsamazlıktan geliyordu. "Sana yürü içeri dedim, bir kez daha söyletme Pelin!" "Söyleme o zaman!" her bir itirazında işler kötüye gidiyordu. Annem kolundan tutup sofraya zorla oturttu ve konuşmaya başladı; "Derdin ne senin? Düzgün konuşuyorum olmuyor sert konuşuyorum olmuyor. Bu yaşınıza kadar getirdim, tek başıma çalıştım çabaladım bu halinizi göreyim diye mi? Anneyim ben anne, yeter istemiyorum ben evlatlarım böyle kavgalı olmasını. O senin ablan anlıyor musun? Ablan. Saygı duymak zorundasın, bu şekilde davranamazsın. Bu sene o gider seneye de bakarız uslanırsan sen gidersin. Bu olay da burada kapandı tek çıt dahi duymak istemiyorum yemek yenecek eski halinize döneceksiniz o kadar." Deyip çayları doldurdu, sessizlik içinde kahvaltımızı yaptık ardından annemin emri üzerine Pelin ile ikimiz aynı sessizlik içinde bulaşıkları yıkadık. İşimiz bittiğinde odalarımıza çıktık. Odama geldiğimde kırmızı bavulumu alıp hazırlamaya başladım, yarın sabah yola çıkacağım için eksik bir şeyin olmaması lazım, varsa da hemen halletmem gerek. Bir saatin ardından her şey hazırdı tek eksiğim güneş kremi ve geceleri cildimi sildiğim tonikti. Nasıl fark etmemiştim bittiklerini. Hemen çantamı alıp anneme de haber verdikten sonra evden çıktım. Avm'ye geldiğim de güzellik malzemeleri satan bir dükkâna girip ihtiyaçlarımı aldım. Tabi böyle güzel ürünleri görünce birkaç şey almasam da olmazdı. Dışarı çıkmak gerçekten çok iyi gelmişti. Bu fırsatı değerlendirip üst kantatta ki Kafe'ye çıkıp bir kahve içtim. Tam kalkıp çıkacağım sırada arkamı dönmemle karşımda gördüğüm kişiler karşısında gözlerim yerinden sökülecekmiş gibi açıldı. Şaşkınlığımın yanın da yüreğimde hissettiğim kırgınlık ağır basmaya başlamıştı. Sanki şu an vücudumun hareket sistemi kilitlenmişti. |
0% |