Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31. BÖLÜM

@tugba_zeycel

SOBE

 

 

 

Alper üzerime doğru gelirken ne yapacağımı bilemez bir halde kalakalmıştım. Yer çekimi bu kadar kuvvetli miydi? Onu bu kadar yakından görmeyeli 4 ay olmuştu. Fazlasıyla zayıflamıştı ve sakal bırakmıştı. O kadar yakışmıştı ki, tekrar kaymıştı aklım ve kalbim ona doğru. Tam karşımda durmuş gözlerimin içine içine bakıp üzgün bir yüz ifadesiyle "Neden?" dedi. Aynı rüyamdaki gibiydi, buna dayanamam. Gerçeğine dayanamam. Kaşlarımı acıyla çatıp, gözyaşlarımı özgürlüğüne kavuşturdum. Tek yaptığı benden cevap beklemekti ama ben geriye doğru birkaç adım atıp son kalan gücümle ondan koşarak uzaklaştım. Ben koşuyordum Alper de ardımdan koşuyordu. Gözlerimden akan yaşlar önümü görmeme engel oluyordu. Hangi sokaktayım nereye doğru koşuyorum bilmeden sadece koşuyordum. Tek istediğim ondan uzaklaşmaktı. Ama sürekli aramızda ki mesafeyi kısaltıp "Elçin dur." diyordu.

 

Yapamam duramam, bir kere senden gittim ben, geri dönemem ki. Buğulaşan gözlerimin önümdeki engelleri görmeme engel olduğu için ayağım yerinden çıkmış kaldırım taşına takılmıştı. Kendimi yerde bulmamla başımı olabildiğince saklayıp Alper'in yüzünü görmemeye çalışıyordum. Ayak sesleri karşımda ki duvar kenarına oturup sırtını dayamasıyla bitmişti. Gizliden ona doğru baktığımda gözlerinden süzülen yaşları gördüm ve hemen başımı kaldırıp sıkışan yüreğimle gözlerinin, yeşillerinin en derinine baktım. Gözleri üzerimdeydi ve "Neden" dercesine olan bakışlarıyla yaşlar süzülüyordu gözlerinden. Karşılıklı sessizce ağlıyorduk. Arada bir duyulan hıçkırıklarımızdan başka sokakta ses yoktu. Usulca yanına gidip yaşlarını yanağından elimle sildim. Dayanamamıştım bu sefer onun bu haline. Kül olmuştu artık kalbim yanmaktan, bu seferkine gücü kalmamıştı. Tenine dokunuyor olmak tüylerimi diken diken etmişti. Gerçekti işte yanımdaydı. Ani bir hareketle beni kendine doğru çekip kollarını boynuma sarıp "Ah Elçin. Öldürdün beni, defalarca öldüm ben senin için. Defalarca can buldum gülüşün de. Seviyorum seni hem de çok."

 

Söyledikleriyle ve kokusunun vermiş olduğu huzurla bende sıkıca sarıldım ona. Her nefesimde daha çok çektim kokusunu ciğerlerime. Daha çok kazıdım hafızama onu, daha çok biz olalım diye dökü verdim dilimden "Bende seni seviyorum" diye. Kollarımdan sıyrılıp gözlerime mutlulukla bakıp. Tekrar sardı kollarını bedenime. Bu sefer daha sıkıydı ve daha sıcaktı. "Özür dilerim" ağlamaklı sesimle.

 

"Bu senin suçun değil. Abimin halt yemesi. Göz yaşları içerisin de gittiğini gördüm."

 

"Nasıl?"

 

"Kamera kayıtlarından" dedi o munzur gülüşüyle.

 

"Ama biz onları." Cümlemi tamamlamama müsaade etmeden "Her şeyi biliyorum Elçin üzme kendini. Buldum ya seni sonunda, duydum ya şu dilinden bana olan sevgini daha da bir şey istemiyorum." deyip eliyle yüzümü okşayıp.

 

"Gidelim mi?" dedi

 

"Nereye" dedim meraklı gözlerle. Ufak bir kahkaha atıp "Merak etme hemen seni alıp İstanbul'a götürmeyeceğim, daha değil. Pansiyona gidelim merak etmesinler seni, hem böyle yolun ortasında kalmayalım." Onun bu mutlu halleri beni de büyüsüne çekiyordu. Nasıl oldu da kendime bile itiraf etmekte zorlandığım içimde, en derinimde sakladığım aşkımı itiraf ettim. Can çekişen ruhumun nasıl oldu da acısı dindi, yaraları ne kadar çabuk kabuk bağlamaya başladı. Dünyam onun ahengine kapılıp, rotasını şaşırmıştı. Yeşillerine baktıkça sevdamın hep dün ki gibi olduğunu kalbimin ritmi belli ediyordu. Yüzümü ıslatan yaşlarım tek tek içime işliyordu şimdi. Acıdan başka bir işe yaramamıştı yaptığım. Daha çok kanatmıştım aşkı, daha çok yaralamıştım bizi. Yüzüne baktıkça canından can gitmiş, elinden Elçin'i gitmiş yaralı bir adam görüyordum. Ve mimarlarından biri de bendim. Vicdanımın yükü öyle ağırdı ki yarına olan inancımı söküp alıyordu ellerimden. Güvenini ne hale getirdim?

 

Bana aşk ile bakan gözlerine yaş değdirdim ama kalbinde ki yerimden hiçbir yere gidememişim. Derin bir nefes alıp verdikten sonra soğuk ve ıslak suratını sıcak avuç içlerime alıp "Sen nasıl bir adamsın böyle?" dedim çatallaşmış sesimle. Yeşilleri içerisinde sakladığı evrenle kahverenginin rüzgarına dalarak "Aşkla yeniden doğmuş bir adamım sadece." Başımı hayır anlamında sallayıp "Daha fazlasısın."

 

Oda elleriyle yüzümü okşayıp "Değilim kahve rüzgarım, değilim. Ne olursa olsun sana aşk ile bağlı Alper'im ben. Bu can senin rüzgarınla nefes alıyor, senin renginden başka renklere kör bakıyor bu yeşiller."

 

Peri tozu vardı sanki söylediklerinde. Dünya dönüyor muydu acaba şu an? Çünkü ben bizden başka hiçbir şey hissetmiyordum. Bir boşluğa düşer gibiydim ve tutunmak içinde gitmeye karar verdiğim o iğrenç güne tutunmuştum.

 

"Peki ya o kız?" dedim, belki de bu anı bozabilecek, en olmaz soruydu ama bilmem gerekiyordu. Utançla başını eğip ellerini yüzümden çekti ve "Yalandan ibaretti. Elimi bile sürmedim yemin ederim. Sadece seni kendimden uzaklaştırmak istemiştim ki en alasıyla da yaptım. Şimdi bak halime, acının katran karasına bulanmış, aşkı için 4 ay sürünmüş gene de yılmamış inatçı bir Alper."

 

Söylediklerinin doğru olduğunu biliyordum ama ondan da duymak istemiştim. Günlerce aradı beni, defalarca geldi pansiyona hepsini kendi gözlerimle görmüştüm. Beni bulamadığında ki yıkılışı dün gibi aklımda. Daha fazla o güne dönmek istemediğim için bugünlük kapatmıştım konuyu. Başımı tamam anlamında sallayıp. "Eve gitsek iyi olur. Kızlar seni görünce küçük dillerini yutacak" deyip ufak bir tebessüm bırakmıştım cümlemin sonuna. O da ufak bir kahkaha atıp, elimden sıkıca tutup "Hadi gidelim" dedi. Sol elimi buyur anlamında yola doğru uzattım.

 

Bir gözüm ellerimizde bir gözüm ise yoldaydı. İlk el ele tutuştuğumuz gün aklıma gelince attığım kahkahayla Alper bana doğru dönüp "Ne oldu?" diye soruyordu ama ben deli gibi kahkaha atıyordum. O gün ki kıskançlıktan dönmüş gözleri, teklif lafıyla beleren gözleri aklıma gelmesi ile kahkahamın şiddetini arttırmıştı. Alper etrafta ki insanlara mahcup bir şekilde bakıp bana ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Gülmekten kasılan karnımı ellerimle tutup "Kıskanç Alper" dedim kahkahalarımın arasından zorla. "Ne? Ne yaptım ki şimdi ben" deyip masum bir çocuk gibi bakıyordu gözlerime ve bu hali o kadar tatlıydı ki. Acı ile tatlının en güzel haliydi. Derince alıp verdiğim nefeslerimle gülmemi durdurup "İlk elimi tuttuğun gün aklıma geldi. Ali'den beni kıskanmıştın ya."

 

Çatılan kaşlarıyla "Ama ben o güne dair kıskançlıktan çok öfkeyi hatırlıyorum." Dudağımı büzüp "Tabi tabi öyledir" deyip başımı göğsüne yaslayıp bedeninin sıcaklığını tüm hücrelerimle hissederek "Ben her halinle seviyorum o günü. Kıskanç Alper'i, öfkeli Alper'i hepsiyle ayrı ayrı kahkaha atabilirim." Sözlerimle gözlerinde ki ışık şiddetini arttırıyordu. Övülmek ve sevildiğini duymak mutlu ediyordu onu. Ne kadar hasret kalmış ruhum ruhuna, ne kadar özlemiş ciğerlerim misk-i kokusunu. Saçlarımın arasına bir öpücük bırakıp kemiklerimin den çıtır çıtır ses gelecek kadar sıkı bir şekilde sarıldı. Gözlerimi gözlerine kenetleyip "Ama beni oraya neden götürdüğünü hiç söylemedin" dememle ufak bir tebessüm belirdi yüzünde bu hali merakımı daha da arttırmıştı. Ufakça kolundan dürtüp, "Söylesene, hadi."

 

Utangaç gülüşüyle saçlarını eliyle düzeltip konuşmaya başladı. "Her sene düzenlenen bir organizasyondu o ama ben 1 veya 2 kere katılmışımdır. Genelde benim adıma ve kendi adına abim katılırdı o günde abimin gelemeyeceğini ve gitmesi içinde başka bir adam da ayarlanamadığını öğrenince sinirlendim. Çünkü orada kendimi hiçbir zaman rahat hissedemedim, tek başıma o kasveti kaldıramayacağımı düşündüğüm için seni destek kuvvet olarak götürdüm." Gözlerini benden kaçırarak anlattıkları nedense beni mutlu etmişti. Ta o zamandan yakın hissetmişti beni kendine.

 

"Destek kuvvet" deyip gülmeye başladım. Oda bana ayak uydurarak gülmeye başlamıştı. Usul adımlarla eve doğru yürümeye başlamıştık. Belki de şu an yeni hayatımıza doğru birlikte adım atıyorduk. Yan yanaydık ve ellerimiz öyle bir kenetti ki hiç açılmaya niyeti yoktu. Eve yaklaştığımız zaman Alper'e doğru dönüp "Annem ve Pelin'e hemen bu durumu söylemeyelim olur mu?" dedim mahzun bakışlarımla.

 

Elleriyle yüzümü okşayıp "Tabi ki, sen ne zaman kendini hazır hissedersen o zaman birlikte olduğumuzu söyleriz. Hem beni de ön yargısız tanımış olurlar"

 

Birlikte, birlikte miydik biz? Nasıl bir şeydi bu Allah'ım, ne umutlarla gittiğim hayalim kabusa dönerken şu anın yaşanacağını söyleselerdi safsata der geçerdim. Ama şimdi kanlı, canlı bir şekilde bizzat yaşıyordum. Her şey o kadar gerçekti ki her nefes alışverişi bedenimi ısıtıyordu ve hayal olmadığını kanıtlıyordu.

 

Evin kapısına geldiğimiz zaman Başak bir hışımla benden önce açtı kapıyı ve Alper'i görmesiyle nefes alıp vermeyi unutmuştu adeta. Bu hali Alper ile beni güldürmüştü ta ki Ceren'in çığlığıyla kahkahaya çevrilene kadar. Annem kaşları çatık "ne yapıyor bunlar" dercesine bakışlar atıp merdivenlerden usulca iniyordu. Alper hemen üzerini düzeltip efendi oğlan tiplemesine bürünmüştü. Annem usul adımlarla yanımıza gelip ilk önce Ceren'e "Ne oldu kızım neden çığlık attın? Hayır olsun." Ceren solmuş yüzünü toparlayıp "Kedi, kedi atladı önüme de ondan korktum ben" dedi kekelememek için zorladığı kelimeleriyle. "Ah kızım ne yapacak kedi sanki sana, neyse bir şeyin yok demi?" Başını hayır anlamın da sallayıp yanıma doğru gelip içeri girebilmemiz için kapıyı sonuna kadar açıp şaşkın Başağı kenara çekti. Alper ile birlikte içeri girip bahçede ki Beyaz ahşaptan olan masaya oturup annem ile Alper'i tanıştırmak için söze girdim.

 

"Tanıştırayım annecim bu Alper Aydın" dememle annemin göz bebekleri büyümüştü. "Patronun mu?" dedi heyecanla ayağa kalkıp "Tekrar hoş geldiniz" deyip tokalaşmışlardı. Annem isimden kaynaklı hemen tanımıştı. Bu an benim için öyle özeldi ki. İlk defa aşık olduğum birini dolaylı yoldan da olsa annemle tanıştırıyordum. Alper'in renk alıp renk veren suratı keyfimi daha doruklara taşıyordu. Beni önemsediği, aileme duyduğu saygı omuzlarımı kabartıyordu. Annemle Alper kısa süre içerisinde koyu bir muhabbete dalmıştı. İşler güçler derken konu konuyu açmıştı ve bende gözleriyle beni yiyip bitiren kızlara olan biteni anlatma fırsatı bulmuştum mutfakta kahvaltı hazırlarken.

 

"İnanmıyorum Elçin sen ciddisin demi?" dedi Ceren. Başımı evet anlamında sallayıp masaya gidecek yiyecekleri ayarlamaya devam ettim. Başak ise omlet için çırptığı yumurtalara öyle bir dalmıştı ki mutfakta ki varlığımızı unutmuştu. "Başak artık kâse delinecek dök şu yumurtaları tavaya hadi" demem üzerine kendine gelmişti.

 

"Neyin var?" diye sordum.

 

Elinde ki kâseyi tezgâha bırakıp yanıma geldi ve omuzlarımdan tutup "Sadece senin için endişe ediyorum. Çok erken değil mi sence? Zaten sen değil miydin bizden olmaz diyen. Bunları unutmadın demi onun bir mah…"

 

Başağın sözünü kesip "Ben hiçbir şeyi unutmadım, sadece seviyorum ve 4 ay boyunca yaşadığım ıstırabın ne kadar gereksizce olduğunu anladım. Ondan uzaklaşmak sevgimi bana unutturmuyor aksine daha da alev olup yakıyor, yok ediyor ruhumu Başak."

 

"Ah biliyorum" deyip sıkı sıkıya sarıldı bana ve "Ne olursa olsun yanındayım unutma."

 

"Biliyorum" deyip bende sıkıca sardım onu.

 

Duygu yüklü anlardan çıkıp sofra kurma telaşına büründük. Her bahçeye çıktığımda annem ile Alper'in uyum halinde ki tavırları omuzlarımdan kasvet dolu düşüncelerimi bir bir uzaklaştırıyordu.

 

Sofra tamtamına hazırdı ve artık yemeğe başlayacaktık ama Pelin'i uyandırmayı unutmuştuk. Bu görevi ben devralıp yukarı çıkıp Pelin'in kapısını çaldım ama ses yoktu, bir kez daha çalıp "Uyan hadi kahvaltı hazır ablacım" dedim. Tekrardan ses vermesi için bekledim ama tık yoktu. Kapısını yavaştan açıp odasına girdiğimde kimsenin olmadığını fark ettim. Belki de banyodadır diye düşünüp o tarafa doğru yürümeye başladım. Tamda tahmin ettiğim gibi banyodaydı ve su sesleri koridoru dolduruyordu. 2 kere kapıyı tıklatıp efendim sesini duyduktan sonra "Kahvaltı hazır seni bekliyoruz" dedim. Kapıyı açıp ıslak suratını kurularken "Tamam hadi inelim" dedi.

 

Misafirimizi Pelin ile de tanıştırdıktan sonra kahvaltı faslına nihayet geçebilmiştik. Sabahın çok erken saatin de uyandığım için açlıktan başım dönmeye başlamıştı bile. Kahvaltının tam ortasındaydık ve Alper'in sessizliği bozan telefonun sesiyle masadan izin isteyerek kalkmıştı. Merakıma yenik düşerek anneme "Patronumu sevdin mi?" diye sordum. Annem çayından bir yudum alıp "Ne yalan söyleyeyim sevdim, efendi terbiyeli bir çocuk. Gözüm tuttu." Demesiyle gözlerim ışık ışıl olmuştu. Annemi onaylar şekilde Pelin de "Maşallah nettekinden daha yakışıklı"

 

"Şt Pelin, çok ayıp abin yaşında o senin" annemin dediğiyle Pelin Munzur bir şekilde gülüp bizlerin duyabileceği bir şekilde "Eniştem olabilecek yaşta bence" demesiyle yanaklarım kızarmıştı bir an.

 

Utangaç gözlerimi Alper'e çevirdiğimde öfkesini bastırmaya çalışarak telefonda konuştuğunu gördüm. Sıktığı elleri ve kasılan yüz kaslarından bunu anlamak benim için artık çok zor değildi. Biten konuşmasının ardından yanına gidip ne olduğunu sordum. "Bir şey yok sadece şu an gitmem gerek ama merak etme beni tamam mı? Akşam olmadan dönerim. Söz veriyorum."

 

"Korkutma beni lütfen, anlat her şeyi"

 

"Gelince anlatacağım söz veriyorum ama şimdi değil" deyip annemin bize bakıp bakmadığını kontrol edip emin olduktan sonra anlıma ufak bir öpücük bıraktıktan sonra içinde kaybolduğum yeşilleriyle gözlerime aşk ile bakıp "Seni seviyorum" dedi. Yüreğim eriyordu bu kelimeyi duyduğum an, daha 2 kere duymuştum ağzından ama öyle bir mıhlanmıştı ki kulağıma tınısı içimi ısıtıyordu. Sessizce "Bende" diyebilmiştim endişeli kalbimle.

 

Alper işle ilgili bir sıkıntının çıktığını ve acil gitmesi gerektiğini söyleyip annem ile de vedalaşmıştı. Onu yolcu ederken bir parçam kopup gitmişti sanki. Yüreğime çöken kasvet tekrardan sapasağlam onu görebilmeyi diliyordu. Nereye gidiyor ve bana ne anlatacaktı? İçimi kemiren bu sorularla akşamı beklemek zorunda kalmıştım.

 

GÜNÜMÜZDEN

 

Güneş gökyüzünde parlarken, kuşlar ötüşleri ile günümüzü şenlendirirken biz ailecek hastanenin bahçesinde çimenlerde oturuyorduk. Annem evden yapıp getirdiği sarmaları bir bir yedirirken söylenip duruyordu. “Ah kızım kaşık kadar kaldı yüzün. Keşke biraz daha hazırlık yapıp getirseydim.”

 

“Anneciğim daha ne yapacaksın Allah aşkına. Yaprak sarmışsın, kurabiye, börek nereme yiyeceğim ben bu kadar şeyi söyle. 10 kişilik yiyecek var burada!” deyip yiyecekleri gösterdim. Anneme sataşmam Alper ve Pelini güldürmüştü. Uzun zamandır yüzümde mahrum kaldıkları gülücüklere şahit oluyorlardı. Alper “Anne Elçin doğru söylüyor, ben dedim sana fazla bunlar diye.” Annem çatılan kaşları ile “Fazla olsun ne olacak, burada bir sürü insan var. Elbet yiyecek ve eline sağlık diyecek adam buluruz!” Annem yine günündeydi. Yanaklarını ellerimin arasına alıp kocaman sulu öpücükler bırakarak “Ellerine sağlık Ayşe Sultan.” dedim. Çatık kaşlarını hemen düzeltip anne şefkati ile beni kolları arasına aldı. Yanaklarıma bıraktığı öpücüklerin aralarında “Sen iyi ol da, geri kalan hiçbir şey önemli değil benim güzel kızım.” Annemin sözü üzerine Alper ile göz göze geldik ve manidar bir tebessüm belirdi yüzümüzde. Biz birbirimizin gözlerine dalmışken Pelinin “Geri kalan hiçbir şey derken anne!” şaka ile karışık sitemi dikkatimizi Peline vermemizi sağlamıştı.

 

“Sus bakıyım, 3 evladımdan başka önemli hiçbir şey yok. Biliyorsunuz bunu.” Deyip ilk önce benim sonra Alper ve Pelinin yüzlerini okşadı. Ne güzel bir aile olmuştuk.

 

Annemgil gittikten sonra çimenlerde uzanmaya devam ettim. Gözlerimi kapatmış güneş ışıklarının göz kapaklarımı kırmızıya boyamasını izliyordum. Birden üzerime düşen gölgeyle uzandığım yerden hızlıca doğrulup gölgenin kaynağına baktım. Aylin Hanımdı. Aynı içten gülümsemesi “Merhaba Elçin.” Dedikten sonra ayakkabılarını çıkartıp yanıma oturdu. Bacaklarını önüne doğru uzatıp, kollarıyla da sırtını destekledikten sonra gözlerini kapatıp başını geriye doğru attı. Güneşin sıcaklığından o kadar memnun gözüküyordu ki. Derin nefesler alıp verip ciğerlerine temiz hava depoluyordu. Onu incelemeye o kadar dalmıştım ki arkamdan seslenen hemşireyi anca duyabilmiştim. “Elçin Hanım, annenizin yaptığı ikramlar çok güzeldi teşekkür ederiz. Kapların hepsi yemekhane kısmında geldiği zaman söylersiniz.”

 

Ses tonumu ayarlayıp “Afiyet olsun, tabi söylerim.” diye bildim. Aylin Hanım ile göz göze geldiğimizde “Gerçekten o börek neydi öyle, bayıldım.” dedi. “Afiyet olsun.”

 

“Annen çok hamarat bir kadın. Pansiyonunuzda ki müşteriler çok şanslı.” Dedi. Başımı onaylar şekilde sallayıp oturduğum yerdeki çimenler ile oynamaya başladım. Ufak bir sessizliğin ardından Aylin Hanım konuşmasına devam etti. “Bugün bana hangi anını anlatacaksın bakalım?”

 

Bakışlarımı yerden kaldırmadan konuşmaya başladım. “Alpere yakalandığım zamanı.”

 

“Ah sonunda. Kendinize o kadar acı çektirmişsiniz ki. Onun her gün kapına gelişi, senin gizliden evden çıkıp gitmen. Gerçekten kolay şeyler değil. Sevdiğin adamın gözlerinin önünde eriyişini ve seni deliler gibi arayışını izleyip susmak. Neden Elçin?”

 

Dolan gözlerimi uzaklara çevirip “Benden vazgeçer sandım. Eninde sonunda o kapıyı çalmaktan yorulur sandım. Ama her geçen gün biraz daha sert çaldı o kapıyı. Alper’i sevmek yanlış olana koşmak gibi geliyordu. Farklı hayatlar yaşıyorduk ve Alper’in yanında kalmam tamamen bir zorlamaydı. Ona aşık olduğuma inanamıyordum. Ne zaman ondan uzaklaştım o zaman kendimi bir acının içine atmış oldum. Kalbimin atışı kulaklarımda basınç etkisi yaratıyordu. O gün Alper ile karşılaşmamız büyük bir tesadüftü. Aynı ilk karşılaşmamız gibi. O adam tamda benim önümde düşmüş olmasaydı belki onlar gelmeden biz otobüse binip gitmiş olsaydık. –derin bir nefes alıp verdikten sonra- Bunların hiç biri yaşanmamış olurdu.”

 

“Tekrar başa sarıyorsun Elçin. Alper ile karşılaşmamayı seçerken acaba içten mi söylüyorsun bunu?”

 

Boğuk sesimle sadece “Hayır!” diye bildim. Onu tanımdan geçen zamanlarımın artık bir anlamı yoktu. Hayatın anlamı artık Alper ile olan güzel zamanlarımızdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%