@tugba_zeycel
|
ZARFLA GELEN GİZEM
ELÇİN'DEN Acıydı demi insanı yakan? Ama ben tatlıyla bile yanıyordum. Ruhum çürümüş bir ağaç kovuğuna benziyordu. Her yerinden dökülen, suyun artık iyileştiremeyeceği bir ağaç. Boşa kürek çekiyormuş gibi her an aynı yerde soluğu alıyordum. Acının sevilmek istemesi gibi kötü bir huyu vardı sanırım. Çünkü benden hiç gitmiyordu ve camda bırakıyordu gözlerimi. İyinin içinde bile "nereden çıkacak şimdi bu kötülük" diye düşünmek kan oturtuyordu gözlerime. Hüzün yer etmişti bağrıma, kara gölgesini bir bir düşürüyordu ruhuma. Tırnaklarım kökünden sökülse dahi yırtıp atmak istiyordum o şahin bakışlı hüznü hayatımdan. Şimdi de onun için çıkmamış mıydım bu yola? Tırnaklarımdan akan kanlar toprağı yakıp kavururken aklımda tek bir şey vardı, Alper. Evden çıkıp gitmesine ne kadar üzülsem de varmış bir hayır diye iç geçiriyordum şimdi. Gelen zarfa umut bağlayıp kalbi bir kenara bırakıp mantığımla gidiyordum. İki dağın arasında bir bülbül, öyle değil miydim? Ben değil miydim her şeyin fitilini ateşleyen? Bendim, ömrümün en güzel hissini tattığım ama o hisle birlikte acının her halini hayatımıza sokan, bendim. Can dostum dediğim Başak ile bile kavga eder hale gelmiştim. Başka biri oluyordum sanki, ruhumun içersin de ki kavga dışıma öyle bir hengameyle yansıyordu ki kırılmadık can bırakmıyordu. Alper'i zan altın da bırakması ezip geçmişti beni. Susmak veya göz ardı etmek ne mümkün, hala yüreğimde sızı şeklinde onun buğulu gözleri. Benim için hayatından vazgeçti yeni bir düzen kurmak için çaba sarf ederken gördüğü muamele en derinlerimden yakalıyordu beni. Yanımda şen olmasını isterken daha da yalnızlaştırıyordum onu. Sevgisine öyle bir alışmıştım ki yokluğu kara bir boşluk, evveli, ahiri olmayan. Dipsiz kuyu yeşillerinde kaybolmamak. Vazgeçemem bizden, ondan. Canımı dişime takıp son verecektim bu düşmanlığa. Elimden ne kadarı gelir bilmem ama gene de delip geçeceğim o dağı. Can şerbetiyle yıkanacak bu acı, yeşillerine doyacak bu gözler. ALPER'DEN Tan yeri ağarmıştı yüreğimde umut tomurcuklarını saçarak. Gözümü kamaştıran aşk süzülmüştü ruhumdan dünyama. Yeşillerimin canı onun kahvesiyle bürünüp hayat olmuştu. Tam olmuştum işte, hiç olmadığım kadar ben olmuştum onun ekseninde. Elçin'in sıcaklığında pişmişti bu Alper. Gözlerim yaş dolu, onun dünyasında bir eğreti gibi durmak harap ediyordu beni. Başağın şüpheci bakışları ne kadar acı verici olsa da bu işlerle uğraşan biri için hakkında düşünülesi şeylerdi. Kahve rüzgarım, can yoldaşım, dudaklarımda ki tatlı tebessümüm, Elçin'im bu kalp attıkça yoluna kurban bu yeşiller. Ne yapıp edip akıllarında ki o Alper'i silip yerine aşkla yıkanmış Alper'i koyacağım. Ayaklarımın ucunda yeşillerimle karışan denizlerin dalgası, rüzgarın sesi şahidim olsun ki acıyı tatlıya çevireceğim. Yanan yüreğimi serinletmesini umut ederek denizin o yosunlu kokusunu ciğerlerim en derinlerine kadar çektim. Bir nebze de olsa iyi geliyordu deniz ruhuma, uçsuz bucaksız, saf, herkese dost. Taraf tutmayan, herkesin derdine ortak olan, mavisinden bir şey kaybetmeyen deniz. Bir müddet daha denizi seyredip vicdan yükümü dalgalara teslim ettikten sonra ağırlaşmış bedenimle Elçinlerin evinin yolunu tutmuştum. Araba kullanmak istemediğim için yayan düşmüştüm deniz yoluna şimdi de aynı halde eve yürüyordum. Beni gören bazı komşular tuhaf bakışlarıyla baştan aşağıya beni süzüp ardından yollarına devam ediyorlardı, ta ki dedenin biri yanıma yaklaşıp "Hey delikanlı kimlerdensin sen gel hele yanıma" deyip beni evinin avlusuna çağırana dek. Yaşlı dedenin yanına yüzümde zorla oluşturduğum tebessümümle gidip edebildiğim kadar Elçinleri tarif edip "Bir süre misafirleriyim." "Ya sonra, gidecek misin?" Gitmek mi? Nereye gideceğim ki? Benim Elçinden başka kimsem kalmadı, birde abim. Düşüncelerim hep şu anlıktı ilerisini düşünmeye fırsatım olmamıştı. Burada kalmak ya da Elçin ile birlikte İstanbul'a dönmek. "Sonrasına bakacağız artık" deyip görünmeyen geleceğe bir selam çaktım. "Niye sevmedin mi buraları?" diye sormasıyla bir kez daha inceledim etrafımı ve sevmemek mümkün değildi. Havası, suyu her şeyi ayrı güzeldi buraların, bırakıp gitmek aptalca olurdu sanırım. Sevdiğim kadının kokusu vardı buranın toprağında, kalbim buradaydı artık neden bende burada olmayayım ki? "Aslında doğru söylüyorsun dedem, buraya taşınsam güzel olur." "E benim yan ev taşınıyor bugün sen geçsene oraya." Dedenin söyledikleri gözümde bir ışıltı oluşturmuştu. Oturduğum yerden hızlıca kalkıp bana evi göstermesini söyledim. Birlikte yan eve doğru yürüdüğümüz de ellerinde kolilerle eşya taşıyan adamlarla karşılaştık. Dede hemen içeriye girip hızlıca bir adamın yanına gidip kısa bir konuşma yaptıktan sonra ikisi birlikte yanıma geldiler. Dede "Bak bu delikanlı Ayşelerin misafiriymiş ev bakıyor buralardan, benim aklıma da senin ev geldi bir konuşun bakalım." Dedi. Tokalaşmak için elimi ev sahibine uzatıp "Merhaba ben Alper Aydın" dedim. Oda da elini bana doğru uzatıp "Merhaba oğlum bende bu evin sahibiyim adım Enver, demek Ayşelerin misafirisin ha neleri oluyorsun peki seni daha önce hiç görmedim." Bir yumru belirivermişti boğazımda, neleri oluyordum o ailenin? Onlar öyle birlerdi ki aralarına girebilmek hayal gibi geliyordu. Elçin'in annesi Ayşe teyze o kadar iyiydi ki bana geçmişimi öğrendiği zaman aynı şekilde davranmayacağı aşikardı, bu yüzden aileden olabilmek en uzak ihtimal olarak raflara kalkıyordu. "Elçin'in patronuyum ama aramızda ki bağ çok daha ilerisi" deyip dıştan biri olmadığımın sinyallerini vermiştim. Enver Bey kaşlarını anlamamış gibi çatıp "Ben bir Ayşe'yi arayayım da gelsin evi birlikte gezin olur mu? Bizim çıkmamız lazım artık kamyon doldu." deyip telefonunu cebinden çıkartıp bahçenin öbür ucuna doğru yürümeye başladı. Karşısında yeni yetme biri var sanıyordu ama ben düşündüğünün çok daha ötesinde olayların farkına varabilen biriydim. Yaptığım işin bana kattığı değerli şeylerden biri. Ayşe teyzeye beni sorup teyit etmek istemesi bu kadar normalken gizli yapması gülmeme sebep olmuştu. Ev sahibi telefonla konuşurken evi biraz inceleme fırsatım olmuştu. Bahçesi gayet bakımlıydı ve yetişkin meyve ağaçlarıyla doluydu. Evin dıştan görüntüsü hiç fena değildi, iki katlı şirin bir evdi, sadece dış cephesi onarılsa yeterdi. Ev sahibi güler bir yüzle yanımıza gelip "Ayşe birazdan geliyor" dedi. İçimde tutmakta zorlanıp "Beni tanıyor muymuş peki?" diye sordum suratımda ki kendinden emin gülüşüyle. Anlamama şaşırmış bir şekilde kalakalmıştı. Bir müddet ne diyeceğini bilemese de ardından "Öyle bir şey sormadım, biz de söze değer verilir." Dedi. "Keşke sorsaydınız" deyip aynı gülümsememle bahçe içersin de gezinmeye başladım. Ev sahibi ardımdan "Anahtar kapıda asılı, eğer evi sever tutmaya karar verirseniz kirayı konuşmak için ararsınız." Deyip tekrardan tokalaştıktan sonra dedeyle birlikte sohbete koyulduk. Kısa bir sürenin ardından Ayşe teyze gelmişti. Buradan ev tutacak olmama çok sevinmişti. Bu evin sahiplerini de çok sevdiğini kirada indirim yapmaları konusunda da yardım edeceğini söylemişti. O kadar iyi biriydi ki şimdiden anne gözüyle bakmaya başlamıştım. Evi gezerken aklıma takılmıştı Elçin neden gelmemişti? Sonuçta ev sahibi arayıp haber vermişti Ayşe teyzeye ve Elçin mutlaka annesiyle birlikte duymuş, gelmiş olmalıydı. "Elçin de gelseydi keşke" diye söze girip merakımı gidermeye çalışıyordum. "Elçin evde yoktu kuzum" jet hızıyla "Nerede ki?" diye sordum. "Kızlar üniversite kaydı için okula gitti dedi hani dondurmuştu ya okulunu bazı belgeler mi ne gerekiyormuş. Valla anlamıyorum oğlum ben bu işten bakalım gitsin de halletsin. Ee sen sevdin mi evi?" ev şuan gözümde değildi ve tek düşündüğüm Elçin'in ne işler karıştırdığıydı. Başımı sorusuna cevaben evet anlamında sallayıp hemen Elçin'e "Neredesin sen? Bu okul hikayesi de ne oluyor?" diye mesaj attım. Ayşe teyze ile evi gezmeyi bitirip kapısını kilitleyip onların evine gittik. Başak ile Ceren beni görünce bir renk alıp renk veriyorlardı. Bir şey karıştırdıkları o kadar belliydi ki. Elçinden de hala cevap gelmemişti, üstelik attığım mesaj sayısı 32, arama geçmişi de 24 olmasına rağmen. Su almak bahanesiyle mutfağa geçip kızları da yanıma çağırdım. Sakin kalmak konusunda kendime telkinler verip tek bir tonda çıkan sesimle "Elçin nerede? Başka bir kelama ihtiyaç yok tek buna cevap verin lütfen" deyip delici bakışlarla gözlerine bakıp doğru cevabı vermelerini umdum. Ceren hızla lafa atlayıp "Kimse kusura bakmasın ama aranızda ki kavgaya, sözlere falan ben dahil değilim o yüzden doğrudan söyleyeceğim Alper'e her şeyi" diye Başağı geri plana atmıştı. Sıkışan yüreğimle Ceren'in iki dudağının arasından çıkacak lafa kilitlenip kalmıştım. "Alper, Elçin İstanbul'a gitti." İstanbul mu? Tolga'ya mı gitti yani? Başucumdan başlayan uyuşma tüm vücudumu sarmıştı, kulaklarıma düşen uğultu zihin sesimi bastırıyordu. Ben yetişemiyordum aşka, ne zaman ardımı dönsem bulamıyordum bıraktığım yerde. İkinci kez yüz yüze kalıyordum onun gidişiyle. Tehlikeye adım atması cabası olurken Tolga'ya gittiğini düşünmek bedenimi kor ateşlere maruz bırakıyordu. Bunu neden yapıyor? "Ne zaman gitti? Nasıl, nasıl gitti? Uçak, otobüs? Ne zaman planladı bunu ya anlamıyorum bir gün mutlu oluyorum ertesi gün ciğerimden söküp alıyorlar." Ellerimde saçlarımı çekiştirirken Başak ellerimi kavrayıp "Sen gittikten sonra elinde zarf ile bir adam geldi Elçin'i dışarı çağırdı sonra Elçin elinde o zarfla gözleri yaşlı içeri girdi ve ben gidiyorum dedi. Alper'e onu sevdiğimi ve merak etmemesini geri geleceğimi söyleyin dedi. Adam öyle katım elbiseli falan olunca bizim aklımıza da İstanbul geldi hani Tolga'nın adamıdır diye." "Merak etme öyle mi? Dalga geçer gibi merak etmesin, kendini yakarken ben merak etmeyim aman." Daha fazla zaman kaybetmeden benim de gitmem gerekiyordu. Tolga dan her şey beklenir kim bilir neyle tehdit etti kızı, nasıl girdi aklına adi herif. Bir hışım mutfaktan çıkarken Başağın kolumdan tutmasıyla kalakalmıştım. "Ama Elçin ardımdan kimse gelmesin dedi, lütfen müsaade etmemem konusunda tembihledi beni gitme bırak halletsin kendi" "Onu dinleyen kim ya? Ne derse desin ben onu Tolga'nın eline bırakmam Başak. Sen ne kadar rahat olsan da, o adi heriften zarar gelmeyeceğini düşünsen de ben kahve rüzgarım olmadan bu şehirde bir dakika daha duramam. Görmüyor musun ay bile karanlık onun yokluğunda" deyip kolumu elleri arasından kurtarıp eski adamlarımdan birini arayıp bu gece için İstanbul'a bilet aldırmıştım. Gidecektim ve o it herifin Elçin'e zarf gönderen ellerini kırmadan da dönmeyecektim. ALPER’DEN Kahve rüzgarımı görmek için tekrar düşmüştüm yola. Her gece onu burada yalnız bırakıyor olmak beni çok üzüyordu. Ama geçici bir durum olduğunu kendime hatırlatmamla gelecek günlere duyduğum heyecan artıyordu. Ah benim kalbi gibi yüzü güzel sevdiğim. Yaşadıklarımızın ağırlığı hala dün gibi kalbime taht kurmuş bir şekilde. Her gece başımı yastığa koyduğumda daralan ruhumla tekrar, tekrar kalkıyorum o yataktan. Bıçak olup batıyor sanki gecenin karanlığı bedenime. Geçti artık bitti dese de dilim Elçi’nin o soğuk yüzü kendini belli ediyor. Rüzgarın ahengine kendini kaptırmış, beni, bizi umursamayan dünyasıyla bırakı vermiş kendini boşluğa. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor ve rüyamın kasvetiyle yeşillerime buğu çöküyor. Vazgeçmez, yapmaz diyen dilim bir kez daha hastane bahçesinde Elçin’i aramakta buluyor kendini. Seansa gitmek istemediği için kaçan yüreğimi bir kez daha yakan Kahve rüzgarım. Aylin Hanım köşe bucak onu ararken nefret ede ede hastanenin çatı katına çıktım. Burada olmasından delice korkuyordum. Bu sefer onu kurtaramamaktan korkuyordum. Bedenime çöken ağırlık koşmama engel oluyordu. Karşılaşacağım manzaranın ne denli bir şey olduğunu düşünmekten harap olmuştu aklım. Zar zor çıktığım çatı katının kapısındaydım. Hafif aralanmış demir kapısı korkularımı boğazıma bir el gibi sarmıştı. Usulca “Elçin!” diye seslendim. Cevap vermesini ve ben iyiyim demesini istiyordum ama ses yoktu. Ağlamaktan yıkanan yüzümü elimin tersi ile silip adımımı o beton zemine atıp içeri girdim. Gözlerimi ilk gökyüzüne diktim. Karşılaşacağım manzaraya kendimi hazırlamaya çalışıyordum. “Alper!” Ah Elçin… Gözlerimi hızlıca sesin geldiği yöne çevirdim ve Elçin bacaklarını aşağıya sarkıtmış oturuyordu. Koşarak yanına gittim ve belinden kavradığımla içeri doğru çektim. Elçin ne kadar debelense de umursamadım. Kollarımı beline sarıp sıkıca sarılarak ağlamaya başladım. Hıçkırıklarım adeta gökyüzünü inletiyordu. Elçin’nin yanağıma kondurduğu buseleri ciğerime çektiğim hava gibi çektim ruhuma. Buradaydı hala benimleydi. Bana neden bunu yapıyorsun? Kollarımı belinden çekip kendimi geriye doğru attım. Yüzümde ki öfkenin ne denli büyük olduğunu tahmin edebiliyordum. “Bana bunu neden yapıyorsun Elçin? Neden?” Sesim öyle öfkeli öyle bıkkın öyle üzgün çıkmıştı ki. Elçin şaşkın ve bir o kadar üzgün yüzüyle bana doğru bir adım attı. Ellimde dur işareti yapıp arkamı ona döndüm. “Bunu bana yapmaya hakkın yok. Yeter Elçin! Seni sürekli uçurum kenarlarından alamam. Yetişemem Elçin. Sende yitip gidersin. Sende!” Elçin’in yüzü bembeyaz olmuştu. Hatırlamadığı geçmişin izlerinden bu halde olduğunu biliyordu ama yitip gitmenin ne olduğunu şuan bilmiyordu. Hatırlamıyordu. “Ben, ben sadece saklanmak istemiştim. Bugün ki seansı yapmak istemedim.” Başımı gökyüzüne çevirip bıkkın bir nefes verdim. “Gerçekten mi Elçin? Neden?” diye sordum. Sesimi olabildiğince kontrol etmeye çalışıyordum. Sinirle “Öyle işte!” deyip arkasını döndü. “Hey! Bana bak öyle arkanı dönemezsin.” “Sen dönebiliyorsun ama!” Uyarıcı bir sesle “Elçin!” dedim. Bir hışım bana doğru dönüp üstüme yürümeye başladı. “Sen benim ne hissettiğimi biliyor musun? Neden kaçtığımı biliyorsun, benim aksime hepiniz biliyorsunuz. İçimde beni yakan bir acı var ve ben bunun ne olduğunu bilmiyorum. Acımın yangınına en iyi gelen şey rüzgar. Neden? Bilmiyorum. Ellerimle şu yüreğimi buradan söküp atmak istiyorum –göğüs kafesine hızla birkaç kez vurmaya başladı. Ellerini avuç içlerime almıştım ama hızla ellerini çekip konuşmasına devam etti.- Bu durumu yaşamak, burada olmak istemiyorum. Seninle ve ailemle huzurlu mutlu olmak istiyorum. Tolga bahsi açılsın istemiyorum. Onu konuşmak bana iyi gelmiyor. Her şey başa dönüyor sanki. Tekrar boşluk tekrar rüzgar. Alper canım acıyor, ruhum parçalanıyor. Bunu bana yaşatan şeyi biliyorsun ve hala bana kızıyor musun?” Omuzlarından onu kendime doğru çekip sıkıca sarıldım. Kokusunu derinlerime çekip “Biliyorum, ama seni kaybetmek istemiyorum. Lütfen, lütfen Elçin beni sensiz bırakma.” Ağlamaktan sesim çatallaşmıştı. “Ahmak, ben hiç seni bırakmak ister miyim?” İkimizde üzüntümüze karışmış buruk bir kahkaha attık. “Elçin.” Dedim. Melodi gibi çıkan sesi ile “Hı?” dedi. “Aylin Hanımla konuşman gerek.” Dedim. Sarılmayı bitirmek isteyip benden uzaklaşırken kollarımı biraz daha ona sarıp buna engel oldum. “Yapma böyle lütfen. Onun sana iyi geldiğini biliyorum. Bırakalım o halletsin bu işi. Sen sadece anlat.” Elçini zar zor ikna etmiş aşağıya indirmiştim. Aylin Hanım her zaman ki oturduğumuz bankta oturmuş bizi bekliyordu. Elçin’in adımları bir ileri bir geri şeklindeydi. Sıkı sıkı tuttuğum elini öpüp “Yapabilirsin.” dedim. Elçin Aylin Hanımın yanına doğru mahçup bir kaplumbağa adımları ile ilerlerken uzaktan onları izlemeye başladım. Bir oturup bir kalkarak anlatıyordu. Sanki olanları tekrar yaşıyordu. El kol hareketleri ile dilinin yetmediklerini anlatmaya çalışıyordu. Gözünden süzülen her yaş kalbimi delip geçiyordu. Anlatmanın onun için ne kadar zor olduğuna kendi gözlerim ile şahit olmuştum…
|
0% |