Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39. BÖLÜM

@tugba_zeycel

GELİYORUM

 

ALPER’DEN

 

Beklemek, sevdiğimi gerekse bir ömür beklemek. Bende öyle yapacaktım bir ömür Elçin’imi bekleyecektim. Buna kim mani olabilirdi ki?

Tolga mı?

Hayır, buna asla izin vermem. Benim kalbimin sahibi olan kadını benden almasına izin vermem. Peşine adam takmakla çok akıllıca bir hamle yapmıştım ama son anda izini kaybettirmişti adi herif. Çalan telefonumu büyük umutlarla açmıştım ama Anıl’ın soluk soluğa gelen sesiyle umutlarımın sert zeminde kırılma sesleriyle yüreğimin feryadı boğazımda düğümlenmiş “Ne oldu” sorusunu sormama mani oluyordu. Acaba şuan dünya dönüyor muydu? Ben damarlarımın atış sesinden başka bir şeyi hissetmiyor ve duymuyordum. Sessizce sormadığım, soramadığım soruların cevabını bekliyordum.

Anıl nefesini kontrol altına alıp “Çok üzgünüm patron.” Dedi çatallaşmış sesiyle. Bir şey kopuyor içimde, en derinimde. Yitip gidiyor gündüz yeşillerimin yaşla dolu gölgesinden. Sonradan rüzgar değiyor tenime, acımın yangınına merhem olmak istermiş gibi ama ben o rüzgarda Elçin’i, onun kokusunu arıyordum. Ama yoktu, daha da kaynıyordu içimde ki özlem, nefret, acı, değersizlik hissi. Hangi biriyle baş edebilirdim ki? O olmadan yapamam, yaşayamam.

Sevdan uçuyor elimden be Kahve rüzgarım. Gözlerimi derinlerime dalar gibi yum umup yaşlarımın yanaklarımdan derin izler bırakarak akmasına fırsat vermiştim. Sıktığım dişlerimi aralayıp “Ne oldu?” diye sordum. Anıl hemen söze girip anlatmaya başladı, sanki omuzunda ki yükün hepsini benimkilere yüklemek ister gibi. Sanki benim sırtımda çok yer kalmış gibi.

“Onlar mahalleden çıktıkları an peşlerine düştüm, çok dikkatliydim yemin ederim. Sonra farklı bir semtte sokak aralarına girmeye başladılar. Bir binanın önünde durdu araç ve içinden sadece Tolga indi. Bende peşlerinden gitmeden önce arabamı göremeyecekleri bir yere park ettim. Binanın köşesinde Tolga’nın çıkmasını bekledim. Bir hışımla binadan çıktı onunla birlikte bir adam da binadan çıktı. Elinde bir kağıtla arabaya bindi Tolga ama şoförünü orada bıraktı yalnız devam etti yola. O an anladım ki Elçin Hanımın nerede olduğunu öğrenmişti. Şoförü o adamı da alıp içeri girdi mecbur Tolga’nın peşine takılmam gerekiyordu çünkü tek haber kaynağının başına adam koymuştu. Arabamın yanına döndüğüm an iki koruma beni bekliyordu. Kaçmaya çalıştım ama yapamadım. Gözlerimi açtığımda arabamla birlikte bir tarladaydım. Morarmadık yerim kalmamış, hayvan herifler.”

Anıl’ın anlattıkları tek tek gözümde canlanıyordu. Tolga’nın benden önce sevdiğim kadını bulacak olması başka bir sıkıntıyı da beraberinde doğuracaktı. Buna adım kadar emindim Tolgadan bahsediyorduk öyle değil mi?

Anıl’dan o binanın adresini alıp hemen yola koyuldum. Binaya vardığım da tüm kapıları deli gibi çalıp Tolga’nın o meymenetsiz adamını arıyordum.

Açılan her kapı beni hedefime biraz daha uzaklaştırıyordu.

Burada kalacak değillerdi ya? Benim geleceğimi tahmin etmişlerdi.

Deli gibi etrafta dolanıp bir oturup, bir kalkıyordum. Nasıl nefes aldığımı unutmuş bir halde sadece çırpınıyordum. En sonunda tükenen enerjimle basamaklardan birine oturup başımı ellerimin arasına alıp düşünmeye başladım. Nasıl öğrene bilirim? Nasıl Tolga’nın nereye gittiğini nasıl öğrene bilirim? Nasıl? Başımı derin bir nefes alıp geriye doğru bıraktım ve gözlerimi kapatıp Elçin’in hayalini kurmaya başladım. Kokusunu, tenini düşlerken aktığından bir haber olduğum gözyaşlarımı silen ufak bir el beni kendime getirdi.

Benim içler acısı halime burkulan küçücük bir kalp vardı karşımda. Beyaz tenine çok yakışan pembe elbisesi ile “Sana ne oldu amca?” dedi.

“Neden ağlıyorsun?” diye ekledi.

“Gönlümde ki yara çok acıyor, ondan ağlıyorum.”

Soluğumu acı ile geri verip “ Kederim gözlerime yaş dolduruyor be küçüğüm.” Dedim.

“Hastaneye gitmelisin belki de. Benim ne zaman bir yerim ağrısa annem beni doktora götürür.”

Yüzümde beliren ufak tebessüm ile “Tamam.” dedim. Benim derdime hangi doktor şifa olabilir ki? Terzi kendi söküğünü dikemiyor, başka biri hiç yapamazdı.

Karşımda Beyaz tenine zıt simsiyah kıvırcık saçlarıyla gözlerime bakıyordu, hem de öyle dikkatle bakıyordu ki.

Göz kırkıp “Neden öyle bakıyorsun?” diye sordum.

Utanmış bir halde başını eğip, dudaklarını birbirine bastırıp gülmeye başladı. “Gözlerinin rengi çok güzel. Keşke benimkiler de o renk olsaydı.” Az da olsa yüzüme işleyen tebessüm bu sözüyle uçup gitmişti. Benim kahve rüzgarımın yeşillisiydim çünkü ben. Gözlerimi ne kadar çok sevdiğini biliyor ve her gün bu renkle dünyaya baktığım için şükrediyordum. Sırf o sevdiği için.

Karşımda mahcup bakışlarla beni izleyen güzelliğin omuzuna elimi koyup. “Sana bir şey sır veriyim mi?” heyecanla başını yukarı aşağı salladı. “Benim en sevdiğim göz rengidir kahverengi. Bana sevdiğim kadını hatırlatıyor. Kahve rüzgarımı. En derin bakışlara sahiptir onun kahveleri, en aşk dolu bakışlara sahiptir. Bence en çok kahverengini sev çünkü seninler. En çok sana ait olanı sev küçüğüm, bir başkasına ait olanı seçersen hiç bir zaman mutlu olamazsın.” Son cümlelerimde Tolga’nın silueti canlanmıştı gözlerimde. Oda benim olana göz dikmişti ve kor bir ateş oturtmuştu derinlerime. Bir türlü sönmeyen, acısı tükenmeyen kor.

Oturduğum yerden kalkıp kıvırcık saçlı küçüğün başına bir buse kondurup binadan çıkmak için kapıyı açmıştım ki koşarak yanıma gelip “ Amca, ben seni burada ilk defa gördüm, neden geldin bizim binaya?”

“Birini arıyordum da ondan.”

“Kimi arıyorsun ki?” işaret parmağımla açılmayan tek kapıyı gösterip.

“Burada oturan adamı.”

Kaşlarını havaya kaldırıp “Ama o gitti, ilk bir amca geldi böyle uzun boylu (küçük elleriyle uzanabildiği en yüksek yeri gösterip tarif ediyordu) kapıyı çaldı içeri girdi. Ben o sırada merdivenlerde oynuyordum. Sonra tekrar dışarı çıktıklarında o uzun boylu amca “bana sakın yalan söyleme eğer bu adres doğru değilse seni mahvederim” dedi. Çok korkunçtu biliyor musun?”

“Hadi anlatmaya devam et küçüğüm.” Telaşlı bir halde onu korkutmak istemediğim için kendimi kontrol etmeye çalışıyordum ama belki bana yardımcı olabilir düşüncesi parçalara ayrılmış tüm umutları tekrar canlandırıyordu.

“İşte oda “yalan söylemiyorum küçük depoda tutuyor onu” dedi.”

Küçük depo şehrin ta öbür ucundaydı. Adi herif büyük patronun ve bizlerin unuttuğu yeri seçmişti. Senelerdir kimse uğramazdı oraya.

Küçük kıza teşekkür edip hemen yola koyuldum.

Bana sadık kalan bir kaç adamımı arayıp oraya kim daha yakınsa hemen yola çıkmasını söyledim. Ben olmasam da benden birinin oraya ulaşması gerekiyordu, çok geç olmadan.

Geliyorum sevdiğim geliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%