@tugba_zeycel
|
KARIŞIK DUYGULAR Tuhaf şey değil mi şu duygular? Elin değmez, gözün görmez ama bilirsin var olduğunu. Karmaşıktır çoğu kez, adlandıramazsın. Sanırım benim yaşadığım da buydu. Bir sevgiliye duyduğun gibi bir sevgi değildi Tolga'ya duyduklarım. Sadece ilgi odağı olmak kendimi özel hissettiriyordu. Hepsi buydu, dıştan ne gözükür bilemem ama bunun ötesine geçebilecek bir durum yoktu. Karmaşık dedim ya hani, işte öyle anlatması zor. Karşımda oturmuş kahkahalarla Kafe'yi inleten ikili sanki her yerimi uyuşturmuştu. Ya beklemediğim bir şeydi ya da, ya da kıskandım! Bilemiyorum işte ağır gelmişti. Tolga'nın o kızla yakın olması aynı ortam da bile olması tuhaf. Ayağa kalktığımdan buyana hipnotize olmuş gibi onları izliyordum. Kız saçlarını bir sağa bir sola savura savura bir şeyler anlatıyordu, Tolga da sanki karşısında stendap gösterisi varmış gibi kıkır kıkır gülüyordu. Bu kızı tanıyorum bu kadar eğlenceli değil! Küçükken bizim evin yan tarafında oturuyorlardı, ortaokul zamanın da çarsıya yakın bir yere taşınmışlardı. Oyunbozan, sinsi bir kızdı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar da güzel değildi. Bir an önce buradan çıkmam lazım, beni görmesini istemiyorum, benim buna şahit olduğumu bilmesini istemiyorum. Hemen kendime gelip sandalyeye takmış olduğum çantamı almaya yeltendimi o anlık heyecanla çantamla beraber sandalye de gelmişti. Sandalyenin yere düşmesiyle o ses yuvası olan Kafe şimdi kütüphane gibi sessizleşmişti. Eminim ki herkes de bana bakıyordu ama yüzümü kapatabildiğim kadar kapatmış, çantamı sandalyeden kurtarmaya çalışıyordum. Yer yarılsa da içine girsem Allah'ım rezil oldum! Kafamı kaldırdığım an Tolga'nın şaşkın bir o kadar da üzgün bakışlarıyla bana doğru geldiğini gördüm. Hemen çantamı kurtarıp biraz koşar biraz hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalıştım. Kolumun hızlı bir şekilde tutulmasıyla kalakaldım. Yüzümü aşağıya doğru eğip, görünmez olmayı diledim. "Elçin ne işin var burada?" Benim ona hesap sormam gerekirken sorduğu soruya bak. Sinirlenip başımı kaldırdım ve iğneleyici bir şekilde; "Niye Tolga gizli bir yer mi? Sana mı özel ?" dedim sesimde haklı bir sinir saklıydı. "Gördüğün gibi değil inan bana." Tabi tabi kesin öyledir. Masanın altından gıdıklıyorlardı seni, tüh bak ben onu göremedim. "Bir şey görmedim ki ben." dedim umursamaz bir şekilde. Eğer ortada bir şey varsa ki bu kadar kıkırdamaya var, bize söylemesi gerekirdi. Sırf tatile gideceğimizi söylemedik diye tavır alan kendisiydi. Allah'ım tatilimize bile ortak oldu. Kolay kurtulamayacaksın elimden Tolga Bey! Sözümün ardından kolumu elinden hızlı bir şekilde çekip oradan uzaklaştım. Arkamdan öylece bakmakla yetindi. Avm den olabildiğince hızlı çıkmıştım. Hemen otobüs durağına doğru yürüdüm şansıma hemen de gelmişti. Cam kenarına oturdum, şu birkaç gündür yaşadıklarım birbirini ezip yüreğimde üst üste çıkmaya çalışıyorlardı. Her biri ben daha acıyım der gibi düşüncelerimle beraber doluyordu zihnime. Neden bu kadar dokundu bilmiyorum. Belki de Tolga'nın ilgisine alışmıştım, başkasına da aynı olmasını görmek eksik hissettirdi. Bu duygudan bir an önce kurtulmalıyım çünkü yanlış yerlere gidiyor ve ben bunu istemiyorum. Onun da bir hayatı var istediğini yapmakta özgür. Kafa sesimden kurtulmak için çantamdan kulaklığımı çıkartıp şarkı dinlemeye başladım. Yol boyu dinlediğim şarkılarla rahatlamış bir şekilde eve geldim. Odama çıkıp aldığım malzemeleri bavuluma yerleştirdim. Dışarıda vakit geçirmek beni yormuştu üzerimdekilerden kurtulup şortlu pijama takımımı giyip akşam yemeği için aşağıya indim. Annem ile Pelin sofrayı hazırlıyorlardı. Araları düzelmiş gibiydi. Pelin tabakları masaya yerleştiriyor, annem de yemekleri mutfaktan getiriyordu. Bende hemen çatal ve kaşıkları yerleştirmeye başladım o sırada Pelin ile göz göze geldik bir şeyler söyler diye beklerken geri önüne döndü. Sofra tam anlamıyla hazır olduktan sonra yerlerimize oturup tabaklarımızdakileri yemeğe başladık. Gerçekten çok acıkmıştım sabah kahvaltısı ve öğlen içtiğim kahveyle duruyordum. Yemek iyi gelmişti doğrusu. Sofrayı topladıktan sonra el birliğiyle bulaşıkları makineye yerleştirdik. Yaş olan ellerimi kurularken annemin isteği üzerine bahçedeki masada toplandık ve annem konuşmaya başladı. "Bakın kızlar biz bir aileyiz. Bize bizden başka yanacak kimse yok. Hayat kısa, boş işlere, laflara vakit ayrılacak durum da değil. Değerini bilin, bu zamanlarınızı gün gelir ararsınız ablam da ablam, kardeşim de kardeşim dersiniz ama elinize geçmez. Saçma nefisler uğruna harcamayın sevginizi. Bu damarda akan kan aynı (Pelin ile ellerimizi birbirine tutuşturarak) Kaybetmeyin bu kardeş sevgisini, birbirinize emanetimsiniz, mirasımsınız!" Annemin böyle konuşmasıyla gözümden bir damla yaş akıp yüreğime düştü. Her kelimesin de haklıydı, biz kardeşiz ne olursa olsun aramızı bozmamalıyız. Başımı dönüp Pelin'e baktığımda başını eğmiş duruyordu ona döndüğümü anlamış olacak ki başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. "Özür dilerim abla." dedi gözleri dolmuş ve ağlamaya başlamıştı. Yüreğim hemen yumuşamıştı ona karşı. Dayanamayıp hemen ellerimi boynuna dolayıp sıkı sıkıya sardım. Oda aynı şekilde sardı kollarını bana. Bir süre o şekil de kaldık ardından yarın sabah yola çıkacağım için annem, ben ve Pelin annemin yatağında yatmaya karar verdik. Annem beni sağına Pelin'i de sol koltuğunun altına aldı. Annem küçüklüklerimizi, yaramazlıklarımızı anlata anlata uyutmuştu bizi. O zamanlar yüreğimi yakan kavgamız şimdi mutlu sonuyla yüreğimi şenlendiriyordu. Sanırım acıları tatlı olaylar unutturuyordu. Çok sonradan öğrenmiştim Pelin'in asıl derdinin ne olduğunu. O küçük kalbiyle babamın hala yaşıyor olabileceğini düşünüp kendi çapında araştırmalar yapıyormuş. Arkadaşının İstanbul da bir tamirhanesi vardı ve babam da onu ziyaret etmek için yanına gitmişti. Araçlardan birinin yaptığı arza nedeniyle çıkan yangında hem babam hem de arkadaşı oracıkta can vermişti. İçeride oldukları karşı dükka'nın kamera kayıtlarında gözüküyordu bu nedenle dna testine gerek kalmadan ölüm belgeleri onaylanmıştı. Mahalleli bile "belki" deyip zihin içlerimize anlamsız kuşku tohumları ekiyordu. Anlaşılan nn çok etkilenen de Pelin olmuştu. Babamın en son İstanbul'da görülmesi de oraya gitme hayalleri yeşertmesini sağlamıştı. Annemin o gün ki yaptığı konuşma bugünkü hayatımın o kadar büyük bir kısmını etkiliyor ki. Bulunduğum durumda elimi tutan, bana ışığın hala var olduğuna inandıran o güzel ailem. Zihnimin beni terk ettiği o zamanlarda bana sımsıkı sarılan, hayat yaşamaya değer, bizim için yaşa diyen umut tomurcuklarım... Sabah kalktığımda annem ve Pelin daha uyuyordu. Hemen banyoya girip ılık bir duş aldım. Odama geçip yere kadar uzanan siyah askılı elbisemi giydim, saçlarımı da kurutup kendi haline bıraktım. Bavulum da eksik bir şeyin olup olmadığını kontrol ettikten sonra fark ettim ki kızlarla ne zamandır konuşmuyordum, hemen komodinden telefonumu alıp konferans aramayla kızları aradım. İlk açan Başak oldu her zaman dakiktir. "Günaydın Elçin nerelerdesin?" Ah bir anlata bilsem Tolga'yı nasıl gördüğümü, ama yok anlatmayacağım yokmuş, hiç olmamış gibi davranmak en iyisi. Umursamıyorum bile! "Hazırlıklarla uğraşıyordum asıl sen ne yapıyorsun?" "Benim her şey hazır sizi bekliyorum" Ceren'de uzun bir çalışın ardından uykulu bir sesle "Ay uyuya kalmışım." Normal olan bir şey, rahatına düşkündür Ceren ama gene de becerisiyle ucu ucuna yetişmeyi bilir, yılların tecrübesi. "Daha vakit var bende kahvaltı yapmadım." Başak" Fazla oyalanmayın bak sanki az vakit kalmış gibi davranın bekletmeyin beni." "Merak etme şimdi kalktım hemen hazırlanırım .dedi Ceren, daha fazla vakit kaybetmeden telefonları kapattık. Tam arkamı dönmüş odamdan çıkacağım sırada camımdan "tak" diye bir ses geldi olduğum yerde korkudan sıçrayıp cama doğru yavaş adımlarla ilerledim ardından bir kez daha "tak" diye ses gelince kendimi geriye doğru attım. Neydi bu Allah'ım! Kafamı hafif dışa doğru uzatınca gördüğüm yüzle içim rahatlamıştı. Bu rahatlama kısa sürmüştü, çünkü yerini hemen öfke aldı. Çatık kaşlarla pencereye yaslanıp "Ne işin var burada?" diye sordum Tolga'ya. "Seni merak ettim" "Merak edilecek bir şey yok" dedim tersler bir şekilde. "Yapma böyle izin ver anlatıyım her şeyi" dedi küçük Emrah bakışlarıyla. Anlatsa sanki ne değişecek, her şey ortadaydı. Gözlerimle gördüm. "Neyi anlatacaksın? Benim bilmem gereken bir şeyin olduğunu hatırlamıyorum." Onu karşımda gördüğüm an o kızın kahkahaları aklıma gelmeye başlamıştı. Anlatmaya başlasa düşüncesiyle bile daral bastığı olay, sinirimden kırıcı olmama sebep olabilirdi. İkimizin iyiliği için uzun bir süre bunu konuşmamalıydık. "Yapma böyle o günden beri yaşadığım vicdan azabı yetiyor bana" "Bana ne ya! Git şimdi buradan geç kalacağım senin yüzünden" deyip camı kapattım. Hemen aşağıya inip 3 tane ekmek arası hazırlayıp çantama koydum. Yolda acıkırsak kolayca elimizin altında bir şeyin olması lazımdı. Annem uyanmış ufak tefek şeyler hazırlamıştı, kısa bir kahvaltının ardından vedalaşma faslı gelmişti. İlk annemin elini öpüp sıkı sıkı sarıldım oda ayını şekilde bana sarıldı koklaya koklaya. "Aman deyim telefonun açık olsun, ararım sürekli yeter arama falan demek yok. Doğru düzgün yemekler yeğin, abuk sabuk yerlere gitmeyin." Annemin uyarılarına gülümseyip yanaklarını iki elimin arasına alıp sulu bir öpücük bıraktım "Tamam Ayşe sultan aklın bende kalmasın sizde kendinize çok dikkat edin" deyip Pelin'e döndüm onunla da uzun bir sarılmanın ardından "Oradan istediğin bir şey var mı?" diye sordum. "Şimdilik yok ilk bir araştırma yapıyım" dedi elini ağzına götürüp düşüyormuş gibi yapıp. "Aha yandım valla" dedim bu sohbetin üzerine kahkalar atarken kapı çaldı. Kızlarla sokağın başında buluşacaktık buda kim? Annem kapıyı açtı ve karşımda Tolga'yı görmemle şok olmuştum. Pes etmemiş bir de kapıya gelmişti. "Tolga oğlum geç içeri geç" Annem Tolga'yı hep çok sevmiştir. Saygılı, efendi bir çocuk der hep, annesiyle olan yakınlığı da göz ardı edilmeyecek kadar. "Elçin bugün gidiyor ya uğurlamaya geldim" dedi sanki camımda kedi gibi duran kendisi değildi. "İyi yapmışsın oğlum geç içeri geç" annemin lafı biter bitmez "Geçmesin anne benim çıkmam lazım kızlar bekliyor" deyip annemle Pelin'i öpüp hemen kapıdan çıktım. Tabi annemi öperken azarı da işitmiştim "Niye böyle davranıyorsun ayıp" demişti gerçekten de vaktim yoktu. Ben önde hızlı adımlarla ilerlerken Tolga da bana yetişmeye çalışıyordu. Bir anda önüme geçip "Yürüyerek mi gideceksin Gürcistan'a bu hız ne ya?" Bak bak bir de şaka yapıyor. "Çok komik " dedim yüzümü buruşturarak. "Anlatayım dinle öyle git lütfen." Bu yumuşak konuşması tamam ya dinle dese de saatim koş koş diyordu. "Tamam Tolga seni dinleyeceğim ama şimdi gitmem gerek saat yaklaştı." Deyip bir adım ileri attım, benim önümde olduğu için oda bir adım geriye atıp "Söz mü?" dedi, gözlerimin içine evet de evet de gibi bakarak. "Tamam söz! " dedim ve ani bir hareketle kollarını belime sardı "Teşekkür ederim mis kokulu." Hemen ondan uzaklaşıp koşar adımlarla kızların yanına gittim. Attığım her adım da aklımda bana söylediği "mis kokulu "lafı vardı. Kızların yanına gittiğimde bir gözleri saatte bir gözleri yolda beni bekliyorlardı. Neredesin ne yaptın muhabbetlerini atlayıp terminale doğru yola çıktık. İlk Karadeniz bölgesine oradan da Gürcistan'a geçecektik. Otobüsümüzü bulup hemen yerlerimize geçtik. Artık hayaller vardı aklımda, hepsini gerçeğe çevirme zamanı gelmişti. Başımı cama yaslayıp kulaklıktan müzik dinlemeye başladım. Yolun uzun bir bölümünde kızlar uykuyla geçirdi. Bense biraz müzik dinleyip ardından uyudum. Otobüsün durmasıyla mola yerindeki kafeteryalarına doğru yürümeye başladık. Lavaboların yerini sorduktan sonra oraya doğru gittik işlerimizi hallettikten sonra sabah çıkmadan hazırladığım ekmek aralarını aldığımız meyve sularıyla yemeğe başladık. Yemeklerimizi yedikten sonra kısa bir yürüyüşe çıktık. "Elçin Tolga'yı aradın mı?" kaşlarımı çatmış neden dercesine baktım yüzüne. "Hani biz çıktık diye bir şey demedik" "Bir zahmet o arasaydı yola çıkan biziz sorması gereken o " Dedim bu çıkışıma kızlar şok olmuştu. Tabi olanlardan haberleri yoktu bilseler benim verdiğim tepkiyi onlarda verirdi. "Hey ne bu asabiyet? " dedi Ceren şaşkın gözlerle. "Öyle işte haklı olan biziz ona göre tavır yapın sizde, hadi boş verin otobüs kalkacak birazdan" deyip onları arkamda bırakıp yerime geçip oturdum. Otobüs bir iki kere daha mola verdi. O sıralarda da yemekti, lavaboydu derken geçip gitmişti, artık akşam sabaha dönmüştü ve giriş kapısına yaklaşmıştık. Kızlarla yer ayırttığımız oteli arayıp odalarımızı teyit ettirdik. Ne olur ne olmaz ortada kalmayalım. Aradığımız zaman yol tarifi de almıştık, sonuçta yabancı yerdeydik yardıma ihtiyacımız vardı. Gümrük işlerini halletmiş içeri girmiş. Başka bir diyara geçiş yapmıştık adeta, yüreğim pır pır ediyordu. Ağzımız kulaklarımız da etrafı inceliyorduk, bir yandan da ellerimizde bavullarımızı sürüye sürüye gideceğimiz yerin adresine göre durağa gidip otobüs beklemeye başladık. Otobüs beklerken sol tarafıma dönüp baktığımda 4 tane siyah takım elbiseli adam bir tane zayıf çelimsiz bir adamı kovalıyorlardı. Sanki beni kovalıyorlarmış gibi stres basmıştı her yerimi, adam üstümüze doğru geldikçe kaçacak yer aramıştı gözlerim. Kızlarla kendimizi durağın iç kısmındaki cama yaslamıştık. Bir an önce geçip de gitsinler derken önümüzde birbirleriyle kavga etmeye başlamışlardı. Ağzımız açık kalmış onları izliyorduk. O 4 adam kovaladıkları adamı aralarına almış yabancı dilde bir şeyler soruyorlardı. 4 kişi bir kişiyi dövüyordu nasıl bir şey bu böyle! Adamın ağzı burnundan kan gelmeye başlamıştı daha fazla dayanamayıp dayak yiyen adamı ellerinden almaya çalıştım ama takım elbiseli adamlardan biri kolumdan tutup sert bir şekilde beni itekledi, kızlarda hemen yanıma gelip kolumdan tutup geriye doğru çektiler. "Ne yapıyorsun sen Elçin, kafayı mı yedin?" dedi Başak, bu duruma seyirci kalamam yazık adam dayak yiyor günah, nasıl olurda arkamı dönüp giderim. "Görmüyor musunuz adamın halini?" Deyip tekrar yanlarına gittim. Adamlardan biri çelimsizsi yakasından tutmuş arabaya doğru sürüklüyordu. Hızlı bir hamleyle çelimsizin omzundan tutup kendime doğru çekmiştim. O kadar dayağın ardından güçsüz kalan çelimsiz bu hareketimle adamın elinden sıyrılıp düşmüştü. Sere serpe yattığı asfalttan kaldırmamla sersemlemişti. Saniyelik bir beklemeyle beni itekleyip pis pis bakışlar atarak koşup kaçmaya başlamıştı. Kurtarılmaktan pek hoşnut değildi sanırım. Sırtımın üstüne düşmemle kolumu yerdeki taşa vurdum. Kızlar ufak bir çığlığın ardından beni yerden kaldırıp başka bir yerime bir şey olmuş mu diye bakmaya başladılar. Bavulum hangi ara yere saçıldı anlamadım ama Başağın toplamaya çalıştığını gördüm. Kolumdan kan akarken çantamdan peçete çıkartıp oraya bastırdım. Takım elbiseli adamlardan biri telefonla konuşup bana bakıyordu. Resmen adam burnundan soluyordu belli ki olanları birine anlatıyordu. Telefonda konuştuğu kişiye tamam dediğini kafa hareketlerinden anlamıştım. Kim bilir neyin emrini aldı, neye tamam dedi? Hemen buradan gitmeliyiz, hemen! Kızlara kaş göz işareti yapıp gitmemiz gerektiğini söyleyip çaktırmadan ayağa kalktık. Adamların birbirleriyle konuşmasını fırsat bilip bavullarımızı sürüye sürüye hızlıca koşmaya başladık. Adamlar bizi fark etmiş arkamızdan bağırıyorlardı. Dakka bir gol bir, şuna bak daha gelir gelmez yaşadığıma bak. Bu lanet nereden geldi üzerime anlamıyorum ki! Biz önde adamlar arkamızda sokak ortasında kovalamaca oynuyorduk. Yer bilmeyiz iz bilmeyiz nereye gideceğiz biz böyle, daha da kaybolmasak iyidir. Koşarken ani bir kararla bir sokak arasına girdik. Biraz daha ilerlediğimiz de çıkmaz yol olmasını fark etmemizle geriye doğru döndük ve adamlar sıralanmış üzerimize doğru geliyordu! Yandık Allah'ım sen koru ne yapacağız biz şimdi? |
0% |