Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40. BÖLÜM

@tugba_zeycel

 

EY ÇOCUKLUĞUM

   

 

 

TOLGA'DAN

 

 

Ey çocukluğumun şen kahkahası.

 

Solmuş yüzün, küsmüş gözlerin hayata. Ne yaptılar sana Elçin'im?

 

Neden bedenin soğuk zeminde kanlar içerisinde bitap halde!

 

Gücüm yok, sen bu haldeyken canım yok.

 

Etrafta birbirleri ile dövüşen adamlara kör ve sağır bir şekilde " Ah, Elçin" diye histerik acı dolu ağlamaklı sesimle yanına doğru koştum, sanki kırılacak bir vazoymuş gibi itina ile başını dizime koyup saçlarını okşamaya başladım. Kalbimin feryadı dışarıdan duyuluyor muydu acaba? Göz yaşlarım yüzümü yıkarken bedenimi acıdan bir ileri bir geri yapıp çırpınıyordum. Korkumdan nefes alış verişini bile kontrol edemiyordum. Sadece yanında olmak ve gözlerini açıp bana bakmasını istiyordum.

 

Tolga, demesini ve eskisi gibi gülen gözlerle dünyamı aydınlatmasını istiyordum.

 

Ama o zeminin soğukluğunu öyle bir emmişti ki bedenine, buz kesmişti narin elleri. Kaskatı olmuştu bir zamanlar beni sardığı kolları. Her zaman arkadaş olarak sarmıştı belki, ama benim o sarılışları kabullenişim bir sevgili sıcaklığındaydı. Bunu hiç bir zaman anlamaması ve benim başımı kumun altından çıkaramayışım Alper'i sokmuştu hayatımıza.

 

Hala bir çocuk gibi hissedip oyun arkadaşım olan Elçin'e "O oynamasın bizimle, gitsin.!" Diyesim geliyordu. Keşke, keşke bu kadar kolay olsaydı ve Alper bizimle oynamasaydı, yok olup gitseydi çocukluğumun kalbinden.

 

Bencilce miydi? Ama ilk ben görmüştüm, ben sevmiştim. Sevilmesem de ben sevmiştim.

 

Korkudan titreyen ellerimle Elçin'in soluk tenine bastırıp kalp atışına baktım. Hala buradaydı, benimleydi. Acıyla öyle bir iç çekmiştim ki ciğerlerim içerisinde ki tüm havayı bir çırpıda söküp atmıştı. Elçin'in baydın bedenine kapaklanıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Onu korumalıydım, Neco benim altımda çalışan bir adamdı pis planlarından haberdar olmalıydım. Beni kullanarak onu buraya çekmişti. Benimle barışmak için gelmişti, şimdi düştüğü durum canhıraş bir haldeydi.

 

Seni alıp götüreceğim buralardan, kimsenin sana zarar veremeyeceği bir yere. Elçin'in bedenini zeminden dikkatli bir şekilde kaldırıp, deponun yerlerinde bazıları baygın, bazıları ise cansız yatan bir sürü adamı es geçip arabama doğru yürüdüm.

 

Aynı hassasiyetle Elçin'i arabanın arka koltuğuna uzandırdım ve direksiyona geçip kalbimin götürdüğü yere yol aldım.

 

İçimde kanat çırpan bir kuş var. Öyle bir kanat çırpma ki bu, delip geçtiği etimin acısı bile tatlı geliyor. Elçin'in yanımda oluşu tatlı, vücudun da ki yaralar acı veriyordu. Ama yanımdaydı ve hala yaşıyordu. Baygın bedeninden gözlerimi bir an bile ayırmak istemeden araba kullanıyordum. Artık dümen bendeydi, nereye dersem oraya dönecek olan bir dümen. Şendi içim, umut doluydu yarınlarım. Alper yoktu, olamayacaktı da. Bizi bulmasına asla müsaade etmeyeceğim. Kazıyıp atacağım Elçin'imin aklından o herifi, hem en önemlisi biz çok iyi anlaşan iki arkadaşız Elçin ile. Yanımda olsun ben arkadaş olmaya da razıyım ki.

 

Bu işlere ilk atıldığım zaman keşfetmiştim bu dağ evini. Nedendir bilmiyorum ama gönlüm beni buraya tekrar yanımda Elçin ile gelmemi sağlamıştı. İlk geldiğimde ayaklarım buraya mıhlanmıştı sanki gitmeyi hiç istememiştim. Bahçesinde Elçin'in salındığını hayal etmekle geçmişti bütün saatlerim. Şimdi gerçeğe o kadar yakındım ki, heyecan basıyordu kalbime, nefesimi kesen.

 

Etrafı uçurumlardan oluşan, oksijen dolu, bin bir çiçekle bezenmiş bahçesi ile bize merhaba diyordu huzur kokan dağ evi. Taşlardan örülme duvarlarıyla cennet gibi geliyordu bana burası, yüksek bir dağın tepesinde ki tek ev. Yolunu kimse bilmez, bilse bile gelmeye cesaret edemeyeceği bir yerdi. Alper'in gelemeyeceği bir yer, bir daha çocukluğumu ona vermeyeceğim.

 

Arabamı garaja park edip Elçin' e dönüp solgun tenini okşadım. Vücut ısısı eskisine nazaran biraz daha iyiydi ama hala bir doktora ihtiyacı vardı. Yolu yarılamamıza yakın en güvendiğim adamımdan buraya bir doktor göndermesini söylemiştim. Elçin'i usulca arabadan indirip dağ evinin en çok güneş alan odasına götürüp yatağa uzandırmıştım. Saçları yastığı ahenk içerisinde kaplarken bende yanına uzanıp usul usul onu izlemeye başladım. Kokusuna öyle uzak kalmıştım ki, bayram yerine dönmüştü ciğerlerim. Varlığı tüm bedenimi kaplamıştı, HİÇ BİTMESİN, HİÇ GİTMESİN BENDEN.

 

Elçin'in sıcaklığında uyuya kalmıştım. Sertçe çalınan kapıyla yattığım yerden aniden sıçrayıp kapıya koştum. Doktor elin de çantasıyla "Merhaba, beni bir arkadaşınız gönderdi de sanırım bir hastanız varmış". Adamın kaşları havalanmış meraklı gözlerle beni izliyordu. Başımı kapıdan dışarıya çıkartıp etrafta birilerini aradım ama yoktu. Doktor tek başına gelmişti, ah saf adamım benim. Yolu öğrenmeyen bir bu doktor kalmıştı zaten. Issız bir dağ başında olmanın vermiş olduğu gerginlikle doktorun rengi sararmıştı, onu daha fazla kapıda bekletmeden "İçeriye geçiyim mi?" diye sordum. Başını hafifçe aşağıya eğip içeriye doğru girdi. Ben önde oda arkamdan Elçin'in yattığı odaya girdik. Elçin'i görür görmez gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Aklından geçenleri okuyabiliyordum, bir açılıp bir kapanan ağzından dökülmek için can atan ama merakını gizlemek zorunda olduğu bilirliğini anlayabiliyordum.

 

Elçin ile ilgilenmesi gerektiğini söyleyip daldığı yerden onu kurtarmıştım. Hızlı bir şekilde çantasına davranıp eldivenlerini ellerine geçiriverdi. Doktorun muayene edebilmesi için, benim de yardımımla Elçin'in çamaşırları hariç tüm kıyafetlerini çıkartmıştık. Elçin'in yüzünde ve bedeninde oluşan tüm yaralar gün yüzüne çıkmıştı. Gözlerimden usulca dökülen yaşlarla kendimi odadan dışarı atmıştım. Onu bu halde görmek mahvediyordu beni. Yüzündekilerden daha fazlası vücudunu kaplıyordu. Bunu ona yapanların cezalarını almış olmaları bir nebzede olsa rahatlatıyordu beni.

 

Ağır adımlarla aşağı kata inip mutfağa girdim. Dolap bomboştu doğal olarak, yiyecek almak aklıma gelecek en son şeydi sanırım ama Elçin'e lazım olacaktı, hızlıca toparlanması gerekiyor. Cebimden telefonumu çıkartıp sinyalin olup olmadığına baktım ve bingo, sinyal yoktu. Hemen dışarıya çıkıp telefon elimde bir aşağıya bir yukarıya tutuk sinyal aradım sonunda az biraz çeken bir yer bulup adamımı arayıp alması gerekenleri ve kendisinin getirmesini tembih edip geri doktorun yanına gitmiştim.

 

Doktor işini yeni bitirmiş çantasını topluyordu. Elçin'in başucuna bıraktığı ilaçları gösterip "Sabah, akşam tok karnına hepsinden birer tane içmesi gerekiyor. Sargılarını değiştirmeyi de ihmal etmeyin lütfen, 2 günde bir değişse yeterli olur. Ben buraya malzemeleri bıraktım." Deyip kaçmak istercesine kapıya doğru hızlı adımlarla ilerlerken durdurup "Durumu nasıl bari onu anlat, iyileşecek demi?" diye sordum masum bakan gözlerimle.

 

Doktor zorla yutkunup "Çok hırpalanmış, vücudunda çok yerde ezilmeler ve morluklar mevcut. Sol el parmaklarından biri de çıkmıştı ama yerine oturttum. Ağrıları şiddetli olabilir o yüzden ilaçlarını ihmal etmeyin ve gıdasız kalmasın. Bol bol da sıvı tüketsin bedeni çok güçsüz kalmış, Bu kadar gıdasız ve susuz kalması normal değil yazık kızcağız eziyet görmüş resmen." Deyip acıklı gözleriyle Elçin'e bakıp aşağı inmek için merdivenlere yöneldi. Bende hemen ardından inip düzgün bir şekilde burayı ve bizi unutmasını söyleyip ücretini ödeyip göndermiştim. Kapıyı han kapısı kitler gibi kilitleyip Elçin'in yanına çıkmıştım. Odayı saran tentürdiyot kokusu yüzümü buruşturmuştu. Çocukluğumun tüm bedenini saran o koku benim canımın derinliklerine işlemişti adeta. Tek bir saç teline bile kıyamazken geldiği hal mahvediyordu beni. Usulca yanına oturup yüzünün her bir çizgisini ilk kez görüyormuşum gibi, hiç unutmayayım diye Beynime kazıyordum. Yine yeniden.

 

 

 

 

Loading...
0%