@tugba_zeycel
|
DÜĞÜM
“Tolga neyin var Allah aşkına? Bir ileri bir geri yürüyüp durmayı kes artık. Başım döndü.” Dedim. Telaşlı olduğu her halinden belliydi ama telaşının nedenini deli gibi merak ediyordum acaba Alper beni bulmuş ve buraya mı geliyordu. İçimi bir neşe kaplamıştı. Tolga’nın telaşı, öfkesi belki bu yüzdendir. Beni ondan alacak. Tolga sinirden kızarmış suratı ile bana doğru dönüp “Bir şey yok sen merak etme. Güvendeyiz.” Dedi. Gündeyiz? Kime karşı? Alper ona zarar vermez ki! “Alper sana zarar vermez!” düşünmeden konuşmuştum. Tolga öfkeden kuduruyordu, kolumu sertçe kavrayıp “O Alper kim oluyormuş da bana zarar verecekmiş. Hah dediği şeye bak. Asıl o benden korksun. Elimdekilerle ona neler yaparım haberi var mı?” Telaşa kapılan bu sefer bendim. “Ne saçmalıyorsun sen? Ne varmış senin elinde?” Çağlayan öfkesi birden sönmüştü. Gözlerimin içine derin derin baktıktan sonra “Boş ver. Ben kıyamam ya sana hani!” deyip yanımdan gitti. Arkasından ne kadar bağırsam da umursamadan gitmişti. Hasta yatağımda debelenip duruyordum. Her yerim morluklar içerisindeydi ve hareketlerimi engelliyorlardı. Ağır ağır yattığım yerden kalkıp cama gittim. Uzaklardan bir duman gözüküyordu. Gözlerimi kısıp ne olduğunu anlamaya çalışırken o dumanın içerisinden bir araba belirdi. Tekerleklerin toprakta yarattığı tozların arasından tanıdığım o araç kurtuluşumun simgesiydi. Alper gelmişti! Heyecanımdan ne yapacağımı şaşırmış halde bir oturup bir kalkıyordum. Tolga’nın gelmemesi için dua ediyordum. Camdan Alper’in beni görmesi için kollarımı acının müsaade ettiği kadarıyla hava kaldırıp sessizce Alper diyordum. Alper arabadan indi ve bana,cama doğru koşmaya başladı. Aramızda sadece şu kahrolası cam vardı. Ellerimi camın üzerine koydum ve Alper’de ellerini tam ellerimin üstüne koydu. Gözlerimizden yaşlar akıp giderken bir el beni Alper’den uzaklaştırdı. Alper’in gözlerinde çakan şimşekler beni bile korkutmuştu. Tolga beni odaya doğru çekerken Alper camı kırmak için delice yumrukluyordu. Alper kadrajımdan çıktığı an bir şangırdama sesi ve bana doğru koşar adımların sesleri ile Tolganın elinden kurtulmaya çalışıyordum. Her şeyim ile Tolga’nın karnına sert bir şekilde vurdum. Acı ile iki büklüm olan Tolgayı ardımda bırakıp Alper’in kollarına koştum. “Hemen arabaya koş ve kapıları kilitle! Hemen.” Alper’in komutuyla arabaya doğru koşarken birden durup arkama baktım. Birbirlerine savurdukları yumrukları engellemek istedim. Ama buna gücüm yoktu. Alper’in de ardımdan gelmesini umut ederek arabaya doğru yürümeye başladım. Evin kapısından tam çıkacakken birkaç araba tozu dumana katarak bahçede dizilmişlerdi. Korkudan kasılan bacaklarımı zorla hareket ettirip Alper ve Tolgaya doğru koştum. Alper Tolgayı altına almış yumruklar savururken zor çıkan sesim ile “ Kapı da bir sürü araba var!” diyebildim. Alper’in eli havada kalmıştı. Hızla Tolga’nın üzerinden kalkıp elimi tuttu ve beni çekiştire çekiştire evden çıkmanın bir yolunu aramaya başladı. Tolga arkamızdan gelirken beni kendine taraf çekip Tolga’nın üzerine yürüdü. “Bizden uzak dur! Anlıyor musun beni? Uzak dur. Bunları başımıza sen açtın. Git uğraş şimdi kapıdakilerle.” Demesiyle iki el silah sesi yankılandı koridorda. Başımızı eğmiş ne yapacağımızı şaşırmıştık. Sonra bir ses yükseldi “Kaçacak hiçbir yer yok. Evin her tarafı çevrili. Sizin yerinizde olsam teslim olurdum. Burada sizleri bekliyor olacağız” Yutkunmakta bile zorlanıyordum. Alper elimi daha sıkı tutmaya başlamıştı. Tolga ile birbirlerine bakıp –ne yapacağız- diye düşünüyorlardı. Tolga kendinden emin bir şekilde “Beni ta kip edin.” deyip merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Bizde çaresizce onu ta kip etmeye başladık. Tolga depo benzeri bir yere getirmişti bizi. Tozlu raflardan demir bir kavanoz çekip Alper’in önüne attı. “Yak bunları.” deyip merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Alper ile saf olmuş bir şekilde demir kavanoza bakıyorduk. Bir anda Tolga’nın kolundan tutup “Nereye?” diye sordum. Tolga anlıma bir öpücük bırakıp “Kendini suçlu hissetme. Hepsi benim kendi tercihimdi. Seni çok sevdim ama anlaşılan kalbin tamamen ona ait. Bana da aradan çekilmek düşüyor. Özür dilerim. – Bakışlarını Alper’e çeviri- Ona iyi bak.” dedi ve buğulaşan gözleriyle merdiven basamaklarında gözden kayboldu. Ardından gitmek için yeltendiğim sırada beni tutan Alper olmuştu. “Elçin, Elçin. O ne yaptığını biliyordur inan bana. Gel ne dediyse onu yapalım.” Gözlerimden akan yaşlarla Tolga’nın gittiği yeri izliyordum. Alper ise kavanozun içerisinden çıkan kağıtları tek tek inceliyordu. Bakışları iğrenme ve utanma doluydu. “Ne var o kağıtlarda?” Alper bakışlarını bana çevirdiğinde yaşları bir bir sakallarına karıştı. “Geçmişim.” Dedi. Cebinden çıkarttığı çakmakla kağıtları tek tek ateşe verdi. Gözlerinde birikintiler oluşturan yaşlarına yansıyan alevler yeşillerinde ki acıyı tarif ediyordu. “Şimdi özgürüm işte. Sağ ol Tolga.” dedi zor çıkan sesi ile. Alper’in yüzüne dalmışken bir el silah sesi yankılandı. Yüreğimi kaplayan korku ile basamakları öyle hızlı çıkmıştım ki Alper beni tutmak için yetişememişti. Evin kapısından çıktığım an Tolga’nın etrafını sarmış onlarca adam ile karşılaştım. Hepsi silahlarının namlularını Tolga’nın göğsüne uzatmışlardı. Histerik bir çığlık ile “Tolga!” diye bağırdım. Bakışlar üzerime toplanmıştı.
GÜNÜMÜZDEN “Oradaydı karşımda duruyordu. – Odanın ortasına gelip ellerimi önüme doğru uzattım. Sanki her şey gözlerimin önünde bir kez daha yaşanıyordu. Dilim o kadar hızlı dönüyordu ki. Bedenim artık bu yükten kurtulmak istiyordu.- ama o bana gülen gözler ile bakıyordu. Gülüyordu, gülüyordu.” deyip dizlerimin üzerine düştüm. Ağlamam o kadar şiddetlenmişti ki nefes alamaz hala gelmiştim. Yaşananların hepsi net bir şekilde zihnime kurulmuştu. O acı tekrardan yerleşmişti ruhuma. Kalbim sıkışıyor, kolum uyuşuyordu. Uyuşan kolumu ovalarken “Tolga!” diye bağırdım. Sesimin çıka bildiği kadar çok, gücümün yettiği kadar derin.
ALPER’DEN İçeriden Elçinin feryatları gelirken dayanamayıp kapıyı açtım ve içeri girdim. Yerde dizlerinin üzerine çökmüş oturuyordu. Başını önüne eğmiş sol kolunu ovuşturuyordu. Aylin Hanım hızla yanıma gelmiş çıkmam gerektiğini söylüyordu. Ama ben gözlerimi Elçinden alamıyordum. İçeriye girdiğimin farkında bile değildi. Sadece inleyerek Tolga diyordu. “Aylin Hanım belki de banka götürmeliyiz onu. Biliyorsunuz orada daha rahat ediyor. Belki bu kadar kötü olmazdı.” “Alper Bey, burada olmak onun tercihiydi. İçindekileri oraya dökmek istemiyor. Orası huzur demek, acı değil. Lütfen dışarı çıkın ve Elçine acısını yaşaması için müsaade edin. Ben burada yanındayım.” Deyip beni dışarıya çıkarttı. Sırtımı duvara yaslayıp güç almaya çabalıyordum ama nafile. Dizlerimin bağı çözülmüş kendimi yerde bulmuştum. Başımı ellerimin arasına almış ağlamalarımı içeriden gelen Elçinin ağlama seslerine karıştırmıştım.
ELÇİNDEN “Öylece bana bakıyordu. Sanki etrafında başka kimse yoktu. Bense sadece adamlara “Çekilin, yapmayın!” diye bağırıyordum. Alper belime sarılmış beni evin içine doğru çekmeye çalışıyordu. O an Alper’den nefret etmiştim. Benim Tolgayı kurtarmam gerekiyordu ama o bana engel oluyordu. Delicesine debelenip Alper’in kolları arasından kurtulup hızla Tolgaya doğru koşmaya başladım. Ben ona koşarken Tolga ellerini iki yanına doğru açıp. Allahım! Allahım! Tolga. Bana bunu neden yaptın? Kendine bunu neden yaptın?” Ayağa kalmış gözümün önünde aynı o gün ki gibi duran Tolgaya bakıyordum. Kollarını iki yanına doğru açıp, kendini uçurumun boşluğuna bırakışını izliyordum. Kendini o boşluğa bırakırken bende bir kez daha çakıldım yere. Dizlerim zeminin sertliği ile çatırdamıştı. Kollarımı açmış düşüşüne engel olmaya çalışıyordum. Ama o gözlerimin önünde bir kez daha boşlukta yok oluyordu. “Ben ona koşarken bıraktı kendini. Ona koşmama rağmen. Yetişemedim. Dizlerim tutmadı koşamadım, kaldım öylece yerde. Ama o kalmadı.”
GÜNÜMÜZ Aradan tam 4 gün geçmişti. Bedenim tonlarca ağılığa sahipmiş gibi geliyor, yattığım yataktan kalmak istemiyordum. Alper ve annemin ziyaretleri tatsız geçip gidiyordu. Artık o düğüm çözülmüş ve ben o halatın altında kalmıştım. Tolga bir kez daha gözlerimin önünde yitip gitmişti. Beynim bana bu acıyı nasıl unutturabilmişti. Ruhum ispiyoncu bir çocuk gibi düğümümü bana hatırlatmaya çabalarken Beynim tam aksi yöne çekiyordu beni. Sonunda her şey cam kırıkları gibi dökülmüştü etrafa ve ben kan revan içerisinde kalmıştım. Aylin Hanımla sonradan meditasyonlar yapmış olumlu şeylere odaklanmayı denemiştik. Aklımı koruma nedenlerimden biriydi kendileri. Odamın kapısının çalınması ile başımı kapıya doğru çevirdim. Usulca açılan kapının ardından Aylin Hanım “Merhaba Elçin. Bugün de ben sana geleyim dedim. Nasılsın?” Bakışlarımı tavana doğru çevirip “İdare eder.” Dedim. Aslında viraneydi içim. Aylin Hanım tatlı dili ile beni yataktan kaldırmış bahçeye indirmişti. Yere serdiğimiz matların üzerinde 1 saat boyunca meditasyon ve olumlama çalışmaları yapmıştık. Kendimi daha iyi ve dinç hissediyordum. Hiç değişmeyen gülen yüzüyle doktorum “Alper Bey ile ne zaman nişanlanma kararı aldınız?” diye sordu. En son ki konuşmamızdan buyana anılarımı hiç sormamıştı. Şimdi bir kapı aralayıp geri kalan hikayeyi öğrenmeye çalışıyordu. Meditasyonun verdiği güce sığınarak geri kalan hikayeyi anlatmaya başladım. “ O gün, yani Tolga’nın kendine yaptığı şeyden sonra etraf polisler ile çevrelenmişti. Kim ihbar etti ne olduğunu anlayamamıştık. Ben saflaşmış bir şekilde arabada otururken etrafta koşuşturan insanlar, tutuklananlar. Tabi Tolga’yı aramaya çıkan itfaiyeciler. O günden 2 gün sonra cenaze töreni düzenlendi. Ama ben gidemedim. Annesini o halde görmeye yüreğim el vermemişti. Cemaat dağıldıktan sonra gidebilmiştim. Saatlerce o toprağın başından kalkamadım. Günler geçmeye başlamıştı ve ben anormal bir şekilde iyi olmaya başlamıştım. Bugün ve yarından başka bir şey yoktu sanki. Kendimi pansiyon işlerine vermiştim. Annemler ne kadar karşı çıkarlarsa çıksınlar ben iyiyim deyip çalışıyordum. Aksi bir insan olup çıkmıştım. Yerimde duramıyordum ama bir o kadar da hastaydım. Karın ve kas ağrılarım vardı. Yemek yemiyordum doğru düzgün uyumuyordum ve çok zayıflamıştım. Ama yılmıyordum. Aradan 4 ay geçmişti. Dıştan zayıf ama sağlıklı biri gibi gözüyordum ama içim darmadağındı. Yüzlere gülüp gece oldu mu derdime düşüyordum. Bir zaman sonra o derdin ne olduğunu aramaya başladım. Sonra gözlerimi burada açtım ve o derdin ne olduğunu birlikte öğrendik. Hayatı ertelememek gerek deyip Alper o 4 aylık zaman diliminde bana evlenme teklifi etti. Bende kabul ettim. Dünyalar bizim olmuştu. Aile arasında ufak bir nişan töreni yaptık. Hayatımız artık bir düzene giriyordu. Alper Aile Sağlığı Merkezinde aile hekimi olarak göreve başlamıştı. Bense pansiyon işini çok güzel elime almıştım. Düğün için hazırlıklara başlamıştık. Düğünümüzü yapamadan ben zihnimin boşluğunda debelenmelere başladım.” 2 AY SONRA Alper ile birlikte hastane serüvenim boyunca oturduğumuz o meşhur Beyaz demir bankta oturmuş etrafı izliyorduk. Az kahrımı çekmedi. Hem bank hem de Alper. Başımı omzuna yaslamış sessizliğin tadını çıkartıyorduk. Benim üzerimde buz mavisi gelinliğim onun üzerinde ise siyah damatlığı vardı. Evet, evlendik. Soluğu ise Aylin Hanımın yanında aldık. Yüksek ses ıslıklar ve alkışlar eşliğinde oturduğumuz yerden kalkıp arkamızı döndük ve hastane personelindekiler ve doktorum gülen gözleri ile bize bakıyorlardı. Utanmış bir şekilde Alper ile birbirimize baktık ve Aylin Hanıma doğru hızlı adımlar ile gidip sıkıca kollarımı boynuna sardım. Ellerimden tutup beni usulca süzdü ve “Ne kadar da güzel olmuşsun böyle. Gelinliğine de bayıldım.” deyip omuzunu hafifçe omuzuma vurdu. Bakışlarımı Alper’e çevirip “Bak gördün mü? Bir de buz mavisi gelinlik olmaz deyip başımın etini yedin.” Deyip şen bir kahkaha attım. Hastane bahçesi düğün yerine dönmüştü. İkramlıkların olduğu uzun masalar, etrafımız da mutluluğumu paylaşan bir sürü insan. O kadar güzeldi ki her şey. Ağzımız kulaklarımızdaydı. Sonradan annem Pelin ve kızlarda dahil olmuşlardı. Aylin Hanım ile gerçekleştirdiğimiz seanslar, meditasyonlar ve pozitif psikoloji teknikleri ile tekrardan hayata dönmüştüm. Hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Aylin Hanım elinde ki kırmızı dilek balonu ile yanımıza gelip “Hatırlıyor musun Elçin en son seansında seni rahatsız eden tüm kötü düşünceleri yazıp bir balonun içine atmıştık. Sonrada o balonun uçup gitmesini, derdini, üzüntünü alıp götürmesini izlemiştik. Şimdi onun pozitif düşünceler versiyonunu yapacağız. Hem bu sefer ki özel bir balon, dilek balonu.” Alper ile birbirimize bakıp güldük ve Aylin Hanımın elimize tutuşturduğu balonun iç kısmında ki yeri yakıp dileğimizi dileyip gökyüzünün maviliğine bıraktık. Artık üzüntü yoktu, artık acı yoktu. Akşam karanlığı çökmüş insanlar bir bir dağılmışlardı ama biz, yeni evli çift bankta oturmuş yıldızları seyrediyorduk. Alper ufak bir kahkaha attı ve ardından “Döndük dolaştık yeni bu banka geldik. Ne yapsak bu bankı söküp evin bahçesine mi koysak?” Alper’in şakası üzerine kahkaha atmaya başladım. “Kaldırmaya gücümüz yeter mi ki?” “Hey, hey çocuklar. Yavaş olun bakalım. Çiçekleri ezeceksiniz. Vallahi babanızın dilinden kurtulamazsınız demedi demeyin. Zaten belim ağrıyor diye tüm bahçe işlerini bana yıktı.” Alper evimizin bahçesindeki en güzel yerde bulunan Beyaz demir bankta oturmuş “Ne diyorsunuz duymuyorum. Elçin!” diye sesleniyordu. Çocuklara dönüp gülerek “Buda iyice yaşlandı.” Dedim. Çocuklarda benimle birlikte gülmeye başlamışlardı. Yavaş adımlarla Alper’in yanına doğru gittim. Seneler geçmiş Alper ile birlikte çok güzel bir aile kurmuştuk. Aklar düşen saçlarımız, göz çevremize yer eden çizgiler zorlu bir hayat yolculuğu yaşadığımızı kanıtlar cinstendi. Ama ne olursa olsun her daim ellerimiz ve kalbimiz ile sımsıkı sarılmıştık birbirimize. Çocuklarımız dizlerimizin etrafına bir bir dizilmiş Alper den masal anlatmasını bekliyorlardı. Ergen olanlar bile hala bu masalı ilk gün ki heyan ile dinliyorlardı. Alper omuzlarını dikleştirip, boğazını temizledikten sonra anlatmaya başladı. “O kahveydi toprak gibi, ben yeşildim çimen gibi. Bir rüzgar esti aşk ile kondu kalbe dün gibi.” Arka kapak yazısı Gözün görmediğini görür bazen gönül. Duyulmayanı duyar derinden. Histir ya bu, titretir gönül telini ıssızlarda. Karanlıkta çeker var eder yarını umuduna sarılı mutlulukla. Zamandır hem yakınlaştıran hem uzaklaştıran. Candır ya bu, çeker sevmeyi, çeker özlemi susar tellere sarılı diliyle. Bir gülün dikeni bir dilin dikeni denktir yaranın sızısına. Hem sevip hem acımak gülün rengine bulanmak. Candan cana akmak.
SON
|
0% |