@tugbaaycaaltindas
|
Bölümle ilgili düşüncelerinizi yorum kısmına yazmayı ve bölümü oylamayı unutmayın okur tanelerim <3 Bölüm şarkıları: Berk Baysal – Beni Böyle Severler Mi? Yüzyüzeyken Konuşuruz – Sen Varsın Diye Şarkıyı açıp sessiz ve loş bir ortamda, mümkünse cam kenarında bir koltukta yerimizi alalım. Keyifli okumalar dilerim <3 *
Saat 00:16 ve ben sevimli kutu kadar küçük olmayan ama çok da büyük sayılmayan, beyaz duvarların ve aynı tonlardaki mobilyaların arasındaki tek rengin camımın önündeki çağla yeşili tekli koltuğum olduğu odamda, bir buçuk kişilik sığınağım olan yatağıma oturmuş bu satırları yazıyorum... Tıpkı bir veda mektubu gibi başladım yine yazmaya. Diğer türlü yazmaya başlayamıyorum zaten. Ne zaman bir şeyler karalamak, az da olsa içimi dökmek istesem, illaki içimdeki benliğime yazılan bir mektup gibi başlarım yazmaya. İçini yalnızca içine döken biriyim ben. Şimdi ise haftalar önce yaşadığım bir olayın hayatımda büyük bir yer kaplaması üzerine yazıyorum bu satırları. Yaşadıklarımı unutmamak, kendime sürekli hatırlatmak için... Hiçbir şey anlamadınız değil mi? En iyisi en başından anlatayım yaşananları. Bundan iki ay önce her zamanki gibi odamda oturmuş telefonumdan en sevdiğim sakin ve dingin şarkılarımın olduğu müzik listemi başlatmış, bitmesine son altmış sekiz sayfa kalan kitabımı okuyordum. Kitaba tam anlamıyla dalmış, içindeki olayları adeta ruhen yaşıyorken müziğimin kesintiye uğramasıyla dikkatim dağılmış, sosyal medya hesabımın mesaj kutusuna düşen bir bildirimle kafam karmakarışık olmuştu. Sosyal medyayı aktif kullanan bir insan değildim. Daha doğrusu kullanmamam gerektiğini öğrenmiş ve bir daha asla kullanmayacağını düşünenlerdendim. Bütün tehlikelerin oradan geleceğine inanan insanlardandım işte. Ta ki o mesaja yenik düşene kadar... "Artık mesaj isteklerimi kabul et ve beni bir kez olsun dinle." yazıyordu mesajında. Bu bana dördüncü mesaj atışıydı. Hepsini görmezden gelmiştim. Beni bunda durup düşündüren ne olmuştu hiç bilmiyordum. Sanırım artık sabrının sonuna gelmişti. Aslında kabul etmeyip başımdan savmayı çok istedim. Ama içimden güçlü bir ses aylardır defalarca mesaj atan, bu mesajlarında bir kez bile rahatsız olabileceğim bir ifade kullanmayan ve en sonunda bu raddeye gelen çocuğu dinlememi söyledi. Hem bir kez dinlesem ne kaybederdim ki? Mesaj isteğini kabul ettim ve birkaç dakika düşündükten sonra geri mesaj attım. "Evet. Dinliyorum." Mesajı attığım anda görmüş ve yazmaya başlamıştı. Bense paniklemiştim. Sadece birkaç saniye sonra geri mesaj geldi. Beklediğimden hızlıydı. "Seni şimdiye dek çok fazla rahatsız ettim biliyorum. Fakat sana söylemek istediğim bir şey var... Seninle çok önceden tanışıyoruz. Sen beni unuttun ama ben seni unutmadım." Neye uğradığımı şaşırmıştım. İlk kez başıma böyle bir şey geliyordu. Daha önceden de pek çok mesaj isteği almıştım her insan gibi. Ama onlar bir şekilde pes etmişlerdi. İlk kez yaşadığım olaysa yazdıklarında saklıydı. Birisi ilk kez güzel olduğumu ya da adımın anlamını değil de beni eskiden tanıdığını söylemişti. Ve işin garibi bana bunları yazan kişiyi deli gibi merak ediyordum. Ekranda yazanlar çok iddialı cümlelerdi. Acaba doğru mu diye düşündüm? Bana bunu düşündürten nedeni ise asla bilmiyordum. Bir an eskiye döndüğümü hissettim. Birisi benimle dalga mı geçiyor diye düşünürken kendimde, içimde bir değişiklik sezdim. Öfke değildi bu içimde beliren his. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Yanaklarım yanmaya başlamış soluklarım ise düzensizleşmişti. Evet... Karşımdaki kişiyi merak ediyordum. Hatta meraktan ölüyordum. Sanki karşımdaymışçasına ciddi ve soğuk bir hava takındım ve boğazımı temizledim. Sonra yaptığımın saçmalığını fark ederek telefonumu elime alıp yazmaya başladım. "Bunu nereden bileceğim peki?" Saniyeler içinde ekrana bildirim düştü. Mesaj atmıştı ve benim ellerim bu kesmişti. Mesajı açıp açmamak arasında gidip geldim bir müddet. Sonunda cesaretimi toplayıp az önce yatağımın üstüne bıraktığım telefonumu tekrar elime aldım. "On beş gün sonra yanına geleceğim." On beş gün sonra mı? Zihnimde milyonlarca ihtimal belirirken panikle karışık heyecan duygusu nefesimi kesmişti. Yanıma nasıl gelecekti? Neden on beş gün bekleyecekti ki? Okuldaki çocuklardan başka bana böylesi bir şakayı kim yapabilirdi? hadi diyelim ki şaka değil, o zaman yanıma geldiğinde ben nasıl tanıyacaktım? Zihnimdeki sorular cevaplarını bekliyordu. Ama bu cevaplar yalnızca telefonun diğer ucunda bana yazan kişideydi. Ve benim sormaktan başka çarem yoktu. "Sen olduğunu nereden anlayacağım? Hem beni nasıl bulacaksın ki?" "Seneler önce tanıştığımız yerdesin hala, bliyorum. Yanına geldiğimde sana kırmızı bir yumak ip vereceğim. O zaman ben olduğumu anlarsın. Unutma iki hafta sonra yanında olacağım." Ne diyeceğimi bilemedim. Yazacak bir cevap bulamıyordum. İki hafta sonra yanıma geleceğini söyleyen bir çocuk vardı karşımda. Beni bulacağını, dahası şu an bile nerede olduğumu bildiğini söyleyen biri. Kesinlikle okuldan biri olmalı diye düşündüm. Benimle uğraşmaktan bıkmamışlardı. Ne yaparsam yapayım kimse yaşananları unutmayacaktı. Hemen sayfasına girip biyografisine yazdıklarıyla bir nebze olsun karşımda nasıl birisi olduğunu anlamaya çalıştım. Benden iki yaş büyüktü ve Isparta'da yaşıyordu. 'Yani okulumdan değil' diye düşündüm. İşte bu garip olurdu. Sahte bir hesap olabileceği ihtimali ise zihnimde daha ağır basıyordu. Biraz daha incelediğimde profil resmi dikkatimi çekti. Aynı resmi sayfasında da paylaşmıştı. Zaten paylaştığı tek post oydu. Bir yağlıboya tablosunu andırıyordu paylaşımı. Elinde şemsiyesi kapalı yağmurda ıslanan bir adam vardı. Resmin alt köşesinde ise Iraz yazılıydı. 'Demek kendisi yapmış bu resmi.' diye düşündüm. Kullanıcı adında da geçiyordu. 'Belki de imza adıdır.' dedim kendi kendime konuşarak. 'Iraz yazarken a harfini ne kadar değişik yazmış.' diye düşünerek resmi büyütüp baktığımda a harfinin Mars gibi çizildiğini fark ettim. Adımın anlamı olan Kızıl Gezegen gibi... Derin düşüncelere dalarak, kafamdan pek çok anı geçirerek yavaşça yatağıma uzandım ve gözlerimi tavana diktim. Bunlar bir tesadüf olmalıydı. Bu yaşadıklarım mantıktan uzaktı. Bense mantık dışı şeyleri sevmezdim. Daha fazla düşünmek istemedim. Gözlerimi kapattım sıkıca. Uyumak istiyordum ama az önce yaşadıklarım, tanımadığım birisiyle aramda geçen bu konuşma, zihnimdeki düşünceler beni çok etkilemiş ve yormuştu. Çok uykum olmasına rağmen gözlerimi kapadığımda telefon ekranımdaki o mesajları görüyordum. Bu durumdan ise rahatsızlık duyuyordum. Daha fazla dayanamayıp yatağımın üstünde bağdaş kurarak oturdum. Komodinimin çekmecesine koyduğum telefonumu tekrar elime aldım ve saate baktım. Epey geç olmuştu. Mesajları açıp tekrar okudum. Sonrasında ise kafamda beliren o kocaman soru işaretlerinin belki cevabını alırım umuduyla mesaj attım. "Kendinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Sahiden nasıl da kendinden emin mesajlardı bana yazdıkları. Gerçek olduklarını düşündürecek kadar emindi kelimeleri. Özenle seçmişti sanki. İnanayım istemişti. Onu bekleyeyim, geleceğini söylediği güne kadar onu düşüneyim istemişti. Düşünmek... Ne düşünmem gerektiğini kesinlikle bilmiyordum. Kalkıp çalışma masamın üstündeki kulaklığımı aldım ve penceremin yanındaki, tekli o yumuşacık, oturduğumda beni adeta sarıp sarmalayan, içine gömülüp kaybolmama izin veren koltuğuma oturdum. Koltuğun kolunda duran mavi pikemi alıp açtım ve karnıma kadar çektiğim dizlerime örttüm. Başımı camdan dışarı çevirirken kulaklığımı çoktan takmış ve en sevdiğim şarkılardan birini açmıştım bile. Yorgun zihnimi boşaltmak istiyordum. Gökyüzünü seyre daldım. Yıldızlar dertlerimi alıp götürürler miydi? Denemeden bilemezdim. Zihnimdeki düşünceleri birer birer serbest bıraktım. İşe yaramıştı, düşüncelerim yıldızlara ulaşıp beni terk ederken yavaşça gözlerimin kapanışını hatırlıyorum. Asla inanmadığım şey olabilir miydi? karşımdaki kişi beni seviyor olabilir miydi? benimle iletişime geçmek isteyecek, benim her adımımı bilecek kadar beni merak edebilir miydi? Tıpkı bu şarkıda sorulduğu gibi. 'Beni böyle severler mi?' Zihnimde dönen şarkıdaki canımı yakan o cümleyi fısıldadım son bir gayretle. 'Beni böyle severler mi? Bu dünyayı dar ederler mi?' Sonrası ise bir anlık düşüncelerden arınma ve tatlı bir uyku... Sabah kuzenimin "Aman Allah'ım! Bütün gece burada mı uyudun sen?" diye bağırışına uyandım. Kuzenimin bu anaç halleri küçüklüğümden beri hem hoşuma gider hem de bıktırırdı beni. Ve bugün gerçekten bağırmasına hiç mi hiç gerek yoktu. Kardeş gibi yaşadığımız şu kısacık ömrümüzde ay olacak benden küçük olmasına rağmen bana ablalık yapmaya bayılır. Kendimi bildim bileli hem kardeşim hem arkadaşım hem de en büyük sırdaşım. "Of Umay. Ne diye bağırıyorsun? İnsan böyle mi uyandırılır?" "Aman Meri. Seni böyle görünce birden kendimi tutamadım. Hem nedir senin bu halin? Gözlerinin altı şişmiş. Geç mi uyudun sen?" Başlamıştı bizimki dedektifliğine. Bir yandan önüme düşen saçlarımı yüzümden çekerken diğer yandan parmaklarıyla yüzümü tutmuş sağa sola çekiştiriyordu. "Annem gibi başladın yine Umay. Evet gece uyku tutmadı. Ben de burada otururken uyuyakalmışım. Saat kaç hem? Bak yine beni erken uyandırdıysan..." Elimle bir yandan telefonumu arıyor bir yandan da Umay'a tehditler savuruyordum. Sonunda telefonumu bulup saate baktım ve Umay'ın üstüne adeta atladım. Saat daha sekizdi ve ben gece çok geç yatmıştım. Umay'ın cezası ise tabi ki gıdıklanmak olacaktı. Umay'ın kesik kesik kıkırdaması ve söylediği yarım yamalak sözcükler beni durdurdu. "Meri... Hahahaha... Bugün... Hahahaha... Konser var..." İşte o an beynimden vurulmuşa döndüm. Doğru ya! Kafede mini bir konser olacaktı ve bunun organizasyonunu Umay ile ben üstlenmiştik. Bütün sorumluluğun bizde olduğu bir etkinlik nasıl olur da aklımdan çıkabilirdi? Oturduğumuz beldede küçük bir aile kafemiz vardı. Anneannemlerin iki katlı, bahçeli, ilk katı taşlarla örülmüş ikinci katı ise çağla yeşili diye bilinen gri ve yeşil arası bir renge boyalı evleriydi bizim kafemiz. Sarı panjurları ve bahçesine dikili çeşitli ağaç ve çiçekleriyle insanın içini açıyor. Anneannemler üst katta yaşıyorlar. Sadece kurabiye ve içecek satılan mini bir kafe. Annem, teyzem ve anneannem bu kafeyi ortak işletiyorlardı. Biz de Umay ile hafta sonları ve tatillerde kafeye yardım ediyorduk. Umay'ın tepesinden inip hemen hazırlanmaya başladım. Aşağı indiğimde Umay beni heyecanla bekliyordu. Hızlı adımlarla kafenin yolunu tuttuk. Kafeye vardığımızda ilk işimiz hızlıca ortalığı toparlayıp masa ve sandalyelerin birazını bahçeye koymaktı. Daha önceden hazırladığımız küçük platformu kafenin bahçeye bakan duvarına yerleştirip karşısına masaları konumlandırdık. Platformu kurmak sandığımızdan daha zordu ama inat etmiştik, kendimiz yapacaktık bu organizasyonu. Mutfağa gidip annem ve teyzeme kurabiyeler ile içeceklerin hazır olup olmadığını sordum. Umay da bu arada her masaya birer tane gül demeti hazırlayıp koymuştu. Demet dediğime bakmayın üç dal gülden oluşan küçük bir buket vardı vazoların içinde. Kafenin bahçesindeki güllerden derip koyardık böyle özel zamanlarda. Vazolarsa standart su bardağı kadardı. Minimal ama bir o kadar şıklardı. Platformun hemen üstüne, sahneye çıkacak olan yarı sanatçımızın adının yazılı olduğu kartonu ve ışıkları astık. Yarı sanatçı diyorum çünkü geçen sene okulumuzdan mezun olan, benim de çok yakın arkadaşım çıkacaktı sahneye. Henüz amatör olsa da sesi günümüz sanatçılarına bin basar bence. Bunca methettiğim yarı sanatçımızın adı Nefes. Yazları her hafta kafemizde sahne alır, müşterilerimiz de onun sesini çok beğenirler. Ha bu arada söylemeyi unuttum, Umay'ın deli divane âşık olduğu çocuktur kendileri aynı zamanda. Aynı okulda olmamıza rağmen onları tanıştırdığım güne dek Umay'ın hiç dikkatini çekmemişti Nefes. Tanıştırdığım anda ise ikisi de birbirine âşık olmuşlardı. Nefes, yaz tatillerinde hep birlikte bir şeyler yapmak için etkinlikler hazırlardı. Geçtiğimiz senelerde hazırladığı bu etkinliklerin birinde sahilde oturup şarkı söyleyelim dedi. Ben de Umay'ı götürdüm yanımda. Ve Umay Nefes'e ilk görüşte tutuldu. O günden sonraki iki ay Nefes'in adını ağzından hiç düşürmedi... Bana fazla geliyor böyle şeyler. Âşık olmayı saçma buluyorum. Belki de şu ana kadar kimseye karşı böyle bir duygu hissetmediğimden. O merak duygusunun ruhumu henüz ele geçirmemesinden bu sözlerim. Ama aşk ne ki gerçekten. Daha kendini tanıyamamış bir insanın başkasını tanımaya bu kadar hevesi neden? Bunu Umay'a söylediğimde bana hep kızar. Kurabiyelerimiz de hazırlanmıştı. Akşamki konsere iki saat kala bütün organizasyon tamamlanmıştı. Erkenden tatile gelenler masaları birer ikişer doldurmaya başlamışlardı. Annem, teyzem, anneannem ve bize yardıma gelen iki üç arkadaşım oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Ben de kafenin ön tarafına bakan pencereden sahile dalgın dalgın bakıyordum. Tam o esnada Umay arkamdan çıkıverdi birden. "Ne o ufaklık, Karadeniz'de gemilerin mi battı? Bu ne hal?" Umay'ın sesi ile olduğum yerde resmen sıçradım. Zihnim o kadar doluydu ki yanıma geldiğini fark etmemiştim. Yaşadığım korku ve zihnimde dönen mesajların etkisiyle Umay'a biraz çıkıştım. "Ay Umay! Bugün neyin var senin? Sessiz sessiz yaklaşıyorsun. Ödüm koptu!" "Kızım ne sessizliği. Ayağım takıldı düşüyordum şurada, herkes bana baktı bir sen bakmadın. Hayırdır ne düşünüyorsun sen?" "Yok bir şey ya Sonra anlatırım." Bir müddet yüzüme baktı. Aklından bir şeyler geçtiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Onun gözleri bir kez böyle parladı mı, asla kaçışım olmadığını anlardım. Birazdan soru yağmuruna tutulacaktım. "Yok yok yok, olmaz. Bekle beni geliyorum." dedi ve oturduğu yerden kalkıp hızlı adımlarla uzaklaştı. Geldiğinde ise beni kolumdan tuttuğu gibi sahile sürükledi. "Annemlere Nefes'in yanına gidip geleceğimizi söyledim. Nefes'e söyle de yarım saat sonra sokak başında buluşalım." Bakışlarımdaki şaşkınlık duyduğum cümle ile muzipliğe dönmüştü. Yüzüme yayılan gülümsemenin eşliğinde kollarımı önümde kavuşturdum. "Ben niye söylüyormuşum. Al sana Nefes ile konuşmak için fırsat." "Ay çok uzattın Meri. Telefonunu ver bana." diyerek bıkkınlıkla baktı ve telefonumu alıp Nefes'e mesaj attı. Hayır Nefes ile konuşmak için koca bir fırsat gelmişti önüne. Hatırlatmasa mıydım? Telefonumdaki işi bittikten sonra beni sorguya çekmeye başladı. "Meri söyler misin artık neyin var?" "Dün bana bir mesaj geldi." dedim sıkkınlıkla soluk verirken. "Ne mesajıymış bu?" "Iraz diye biri. Zaten sürekli mesaj atıyordu ama ben kabul etmiyordum. Bu sefer dinlemeyi kabul ettim. 'Evet dinliyorum.' yazdım. Bana daha önceden tanıştığımızı benim onu unuttuğumu ama onun beni unutmadığını yazdı." Umay şaşkınlıkla kaşlarını kaldırırken gözlerinden korku geçti. Aklından geçenleri biliyordum. Dile getirmediği şeyleri ben biliyordum. Çünkü aynı korkuyu ben de içimde yaşıyordum. Ama artık güzel şeyler olmasını umut ediyordum. Geçmişte yaşadıklarımla bir ilgisi olmadığına inanmak istiyordum. "Nereden tanıdığını söyledi mi peki?" "Hayır. Söylemedi. Ben ilk başta inanmadım. Sonra da 'Bunu nereden bileceğim?' dedim. Bana cevap olarak yazdığına bakar mısın?" diyerek mesajları gösterdim. "Meri... Sence gerçek midir?" Umay'ın sesi tedirginlikle çıkarken ben de ondan farksız değildim. Sadece güçlü görünmeye çalışıyordum. Ne kadar başarılı olduğum ise büyük bir tartışma konusuydu. "Bilmiyorum Umay. Ama gerçek olmasaydı bunları yazar mıydı? Geleceğim der miydi...? Bilmiyorum Umay... Ne yapacağım ben?" "Valla ufaklık ben de bilemedim ki. Dediğin gibi belki de gerçekten seni tanıyordur. Belki de sandığımızın aksine çok ama çok iyi birisidir... Peki başka bir şey oldu mu?" "Aslında oldu. Bak sana ne göstereceğim." dedim, sesim heyecanlı çıkmıştı ve ben bunu fark ettiğimde boğazımı temizleyip ciddi bir hava takınmaya çalıştım. Neyi kimden saklamaya çalıştığımı ise bilmiyordum. İçimdeki bu heyecanı Umay'dan mı yoksa kendimden mi saklıyordum, bilmiyordum... Iraz'ın profilinin ekran görüntüsünü alıp büyüttüm. "Bak şimdi. Bu paylaştığı resim o çocuğun profil fotoğrafı. Çocuğun adı Iraz sanırım. Bu tablonun altına da imza atmış Iraz diye. Ama şu 'α' harfine bir bakar mısın? Turuncu ve kırmızı arası renklerle doldurulmuş içi. İlk gördüğümde ne olduğunu anlayamadım ama daha dikkatli bakınca, sanki Mars gibi çizilmiş. Acaba bana mı öyle geliyor diye düşünüyorum ama ismimin anlamında olması... Bunu görünce içim bir tuhaf oldu." "Meri sahiden de öyle. Yakınlaştırınca Mars gibi görünüyor. Ama belki tesadüftür be ufaklık. Çok takma bence kafana." "Haklısın Umay. Belki de çok abarttım. Ama garip bir şekilde merak ediyorum kim olduğunu..." Haklıydı. Belki de karşımdaki insan benimle uğraşmak isteyen birisiydi. Belki ellisinde bir amca ya da teyze belki de sekizinde küçük bir çocuktu. Düşünmemek daha mantıklı olabilirdi ama ben düşünmeden edemiyordum. "Ne yalan söyleyeyim ben de merak ettim Meri." Kısa bir sessizlik oldu. İkimiz de düşünüyorduk. İkimiz de yaşananları düşünüyorduk. Üstünden geçen zamanı, bizde bıraktığı izleri düşünüyorduk. Her şeye rağmen tutunduğumuz hayatı düşünüyorduk. Umay'ın telefonumun çaldığını söylemesi, hayır hayır adeta cırlamasıyla kendime geldim. "Sen yine telefonunu sessize mi aldın?" "Ah... Evet, dün gece sessize almıştım. Unutmuşum." dedim mahcup bir gülümsemeyle. Neyse ki anlattıklarımdan sonra bu konuda bana kızmayacağını biliyordum. Arayan Nefesti. "Alo Meri, neredesiniz? On dakika oldu geleli. Meyve vereceğim yakında sizi beklemekten." "Nefes kusura bakma lütfen. Yakınız zaten hemen geliyoruz." "Umay ile mi geliyorsunuz?" sesindeki merak tonu benim de muzur bir ses tonu kullanmama sebep oldu. "Evet Nefes... Umay ile geliyoruz." diyerek kıkırdadım ve telefonu kapattım. Umay'ın meraklı bakışlarına karşılık yalnızca göz kırpmakla yetindim ve yürümeye başladım. Umay ise arkamdan yüzünde kocaman bir tebessümle beni takip ediyordu. Nefes'in yanına gittik ve kafeye geçtik. Nefes çok güzel şarkılar söylemiş, müşterilerimiz ise neredeyse her parçaya keyifle eşlik etmişlerdi. Nefes'in her konser sonunda yaptığı gibi bu gece de herkese organizasyonu yapan bizleri alkışlatmasıyla hemen içeri geçtim. Utanıyordum böyle şeylerde. Benim içeri kaçmamı fırsat bilen annem de hemen arkamdan geldi. "Meri, kızım. Umay ile konuşurken duydum. Gece uyuyamamışsın. Önemli bir şey yok değil mi?" "Yok anne, ara sıra uyku tutmuyor işte. Bu sefer koltukta otururken uyuyakalmışım. Umay da beni öyle görünce sabah abarttı biraz." Kıkırdadım. Annemin bana inanması için içimden dualar ediyordum. Ne onun üzülmesini istiyor ne de şu an beni soru yağmuruna tutmasını istiyordum. "İyiyim ben... Merak etme." dedim gülümseyerek. "Peki benim güzel kızım." diyerek saçlarıma bir öpücük kondurdu ve karşıdan gelen Umay ve Nefes'e döndü. "Nefesçiğim tebrikler, çok keyifli saatler geçirdik sayende." "Teşekkür ederim Kumru teyzeciğim." "Ben sizi yalnız bırakayım. Biraz dinlenin sohbet edin." diyerek gülümsedi annem ve yavaşça uzaklaştı. Umay hemen yanıma gelip kulağıma eğildi. Fısıldadığını zannettiği bir ses tonu takınarak; "Teyzem seni sorguya mı çekti? Ee tabi anladı kadıncağız bir derdin olduğunu" dedi bir yandan kafasını sallıyor diğer yandan kızgın ve ne yapacağını bilemez halde cıklayarak bana bakıyordu. "Hayırdır Meri, bir problem mi var?" diye sordu Nefes ciddi bir ifadeyle. "Yok bir şey Nefes. Sonra anlatırım." dedim. O an anlatmak istemediğim için başımdan savmaya çalışmıştım. Ama bu çabam Umay'ın fikriyle hedefini bulamadı. Çünkü Umay her fırsatı değerlendirirdi ve yine öyle olmuştu. "Aklıma bir fikir geldi. Hadi sahile gidelim. Oturur sohbet ederiz. Hem Meri de bize derdini anlatır. Ne dersiniz?" Yüzünde büyük bir gülümsemeyle Nefes'e bakıyordu. Bakışları bana döndüğünde adeta yavru kedi gibiydi. Onunla birkaç saat daha geçirmek için miydi bu çabası yoksa benim bu olanları Nefes'e anlatım ondan destek istemem gerektiğini mi düşünmüştü bilmiyordum. Bir taşla iki kuş vurmuş da olabilirdi ki bu ihtimal kesinlikle daha olasıydı. "Olur aslında. Hem dinleniriz biraz, yorulduk bugün." Dedi Nefes. Umay ise çoktan koluma girmiş beni çekiştiriyordu. Umay'a anlattıklarımı bir de Nefes'e anlattım. Düşünceli bir şekilde uzun süre sustu Nefes. Sıkıntıyla alnını kaşıdı önce sonra bakışlarını yüzüme çevirdi. Sanki beni okumaya çalışıyordu. "Umarım geçmişte yaşananlara göre zihninde bu çocuğu yargılamamışsındır." dedi net bir ifadeyle. Beni o kadar iyi tanıyordu ki... Nefes, Umay'dan farklı düşünüyordu. Ona göre Iraz'ın yazdığı her şey doğruydu. İki hafta sonra gerçekten beni bulacaktı. Neden böyle düşündüğünü sordum. Ne de olsa farklı bir bakış açısına ihtiyacım vardı ve bu hayatta fikirlerine en değer verdiğim insanlardan biri Nefes'ti. Kafa karışıklığımın bir nebze geçmesini umuyordum. "Eğer yalan söyleseydi bu kadar inandıramazdı bence seni. Bilinç altında bir şeyler uyanmış olmalı ki şu an onun gelmesini bekliyorsun." dedi Nefes sakince. Haklıydı. Onu bekliyordum. Sebebini ben de bilmiyordum ama bekliyordum işte. Telefonumdan gelen bildirim sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. 'İki hafta sonra her şeyi anlatacağım. Ama küçük bir ipucu vereyim.' yazıyordu mesajda. Ardından bir resim yolladı. Resimde bir genç kız vardı. Ağaçlık bir yerde, bir ağacın dibinde oturup gövdesine yaslanmış kulaklık ile müzik dinleyen bir kız. Kızın üstünde kot bahçıvan pantolon, içinde siyah bir kısa kollu ve başında bir kep vardı. Yanağından ise bir damla yaş süzülüyordu. Resim o kadar detaylı çizilmişti ki şaşkınlıktan gözlerim kocaman açıldı. Ömrümde böyle detaylı resim görmemiştim. Kızın yanağından süzülen gözyaşı içinde başka bir resim barındırıyordu. Resmi iyice büyüttüğümde diğer resmi daha net görebildim. Arkası dönük, elinde kapalı siyah bir şemsiye tutan ve yağmurda ıslanan bir genç adam resmi... Resmi gördükten sonra gözlerimin yavaşça dolduğunu hissettim. Neydi beni bu kadar etkileyip kalbimi bunca sıkıştıran şey anlayamıyordum. Benim o halimi gördüklerinde Umay da Nefes de suspus kesilmiş pür dikkat bana bakıyorlardı. Gözlerimden yaşlar süzülürken Umay bana sımsıkı sarıldı. Nefes ise eli ile alnını ovalıyor ve sıkıntılı bir yüz ifadesiyle bakıyordu bana. Hepimizin keyfinin kaçması eve gitme vaktimizin geldiğini gösteriyordu bizlere. Hep birlikte yavaş adımlarla eve yürüdük. Umay bizde kalacaktı. Eve girdik ve kimselere belli etmeden odama çıktım. Umay annem ve babam ile balkonda sohbet ediyordu. Ben de hızlıca banyoya girip bir duş aldım. Böyle zamanlarda soğuk duş her şeyden iyi gelirdi bana. Odama döndüğümde ise Umay çoktan uyumuştu. Hemen kıvrılıp yanına uzandım. Zihnim uyumamak için dirense de gözlerim daha fazla dayanamadı. Sabah uyandığımda Umay uyanmış, gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Uyandığımı görünce hemen yanaşıp sımsıkı sarıldı bana. "O çocukla bir tanışalım, bir anlatsın kendini de elimden çekeceği var. Ama sen lütfen üzme kendini." Gülümsedim. Kıyamam nasıl da üzülmüş, endişelenmişti. Beni bu kadar etkileyen şeyin ne olduğunu o da merak ediyordu. Sanırım Iraz karşımıza çıkana kadar bunu bilemeyecektik... O gün ve ardından gelen günlerde Nefes ile Umay beni bir dakika bile yalnız bırakmamışlar, Iraz'ın beni nereden tanıdığını düşündüğüm zamanlarda onlar da benimle birlikte düşünmüş akıllarına gelen ihtimalleri bana söylemişlerdi. Ama hiçbiri aklımıza yatmamıştı. Son mesajın üstünden tam on bir gün geçmişti ve artık daha meraklı bir insandım. Kafamı toparlayamıyor hayatıma eskisi gibi devam edemiyordum. Bu nedenle de okulun son haftası olması bahanesini kullanarak okula gitmiyordum. Bazen kafeye yardıma gidiyor bazen sahilde arkadaşlarımla buluşuyordum. Ama zamanımın çoğunu odamda tek başıma geçirmeye çalışıyordum. Umay ve Nefes her ne kadar yalnız kalmamı engellemeye çalışsalar da yalnız kalmak bana iyi gelecek gibi hissediyordum. Biliyordum, çevremdeki insanlar yüzümün gülmediğini fark ettiklerinde beni gülümsetmek için uğraşıyorlardı. Piknik organizasyonları, konser ve sinema etkinlikleri hatta aile yemekleri ayarlanıyordu odamdan çıkıp yüzüm gülsün diye. Yalandan gülücükler dağıtmaya çalışıyordum etrafıma. Ama ben yalandan gülemezdim... Ben çevreme yapmacık davranamazdım. Bir gün Umay ile odamda oturmuş bir yandan dondurma yiyor bir yandan müzik dinliyorduk. Bu bizim birlikte okuduğumuz bir kitap serisinden kalma alışkanlıktı. Ne zaman sinirlerimiz bozulsa, keyifsiz olsak bir kâse dondurmayı ya tam bir sessizlikle ya da canımızı sıkan konuları konuşarak bitirirdik. Ve bugün o günlerden biriydi. Umay yatağımın ayakucunda oturmuş, benim oturduğum tekli koltuğun yanındaki kitaplığıma uzanmaya çalışıyordu. "Umay! Yavaş... Kalkıp alsana, düşeceksin şimdi... Ne istiyorsun? Ben vereyim sana." "Aman çok üşendim. Dur alırım şimdi." "Bekle işte ben vereyim. Ne istiyorsun sen onu söyle." "Hani şu mesaj atan çocuğun sana gönderdiği resim ile profil fotoğrafını çıkartmıştık ya. Ona bir daha bakayım dedim." dedi düşünceli bir şekilde. Bir yandan da hala kitaplığa uzanmaya çalışıyordu. "Peki nasıl istersen." Diyerek çıkarttığım resimleri Umay'a uzattım. Masa lambasının ışığını biraz daha açıp Umay'ın yanında durdum. Umay resmi evirip çeviriyor, bir yakından bir uzaktan bakıyordu. 'Bir şeyler olmalı...' diye mırıldanıyordu. Bence de bir şeyler olmalıydı. Bana onu tanıtacak bir şeyler gizlenmiş olmalıydı gönderdiği resimde... Elimizdeki kağıtlara biraz daha bakıp pes ettik ve yumuşacık yatağıma bıraktık vücudumuzu. Bedenimiz yatakta olsa da aklımız çalışma masamın üstüne bıraktığımız kağıtlardaydı. Ve ikimizin zihninde de aynı soru vardı sanırım. Iraz kimdi ve beni nereden tanıyordu?
* Umay ve Meri’nin dostlukları ve aralarındaki kardeş ilişkisi hepimizin hayatının bir kısmında karşımıza çıkan insan tiplemelerinden aslında. Umay’ın o neşeli ve anaç halleri ile ilerleyen bölümlerde daha çok ve detaylı karşılaşacaksınız… Umarım Meri ve Umay’ı sevmişsinizdir okur tanelerim. Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.
>> Instagram – tugbaycaltindas <<
|
0% |