@tugbaaycaaltindas
|
Bölüm şarkıları: Çağan Şengül – Hayatımın Nakaratı Çağan Şengül & Cem Adrian – Ben Sana Veda Edemem Elyas&Taha - Hoşça kal *** Bölümü okurken loş ışıklı, sessiz bir ortam olmasını tavsiye ederim. Bir de peçetelerinizi hazırlayın okur tanelerim. Bu bölüm biraz ağlayacağız… Satır aralarında yaşadığınız duyguları yazmak serbest… *** (Günümüz…) Masamın başında test kitaplarımla boğuşuyordum. Hayatımda sevmediğim birkaç şeyden biri de konu pekiştirmek ve saçma sapan seviyemizi sözde ölçen sınavlar için anladığım, araştırdığım konularda hata yapma ihtimalim düşsün diye test çözmek zorunda bırakılmaktı. Neden konuyu anlamışken soru tipleri yüzünden o konuyu bilmiyor muamelesi görüyoruz hiç anlamıyorum. Bu sistemin acilen değişmesi taraftarıyım ama ne yazık ki senelerdir süregelen bir yapının bıçak gibi kesilip yerine yenisi koyulmayacağını da biliyorum. Konularımı yetiştirmenin az yanlış yapmamın telaşına düşmüşken telefonumun titremesini kurtuluş sayarak anında elime aldım. Arayan Iraz’dı. “Sevgilim.” “Kızıl Gezegenim. Nasılsın?” “İyiyim canımın içi, sen?” “Ben de iyiyim yavrum. Neler yapıyorsun?” “Ders çalışıyordum. Daha doğrusu boğuşuyordum. Sen ne yapıyorsun bakalım.” “Kızıl Gezegenim ’in odasının camına bakıyorum.” “Ne! Aşağıda mısın?” Dedim hızla yerimden kalkarken. Koşarak pencereyi açtım. Ve gözlerimiz buluştu. O muhteşem gülüşüyle, dudağının yanındaki gamzeleriyle bana bakıyordu sevdiğim bey. “Hadi aşağı gel, sana sürprizim var.” Dedi bana bakıp göz kırparken. “Hemen.” dedim ve üstüme doğru düzgün bir şeyler geçirip hemen aşağı indim. Tabii öyle hızlı hareket etmiştim ki elim ayağım birbirine girmiş az kalsın merdivenlerden düşüyordum. Iraz’ı çok özlemiştim. Görüşmeyeli birkaç gün olmuştu ama sanki yıllar geçmiş kadar özlemiştim. Kapıyı açtığım gibi Iraz’ın boynuna sarıldım. Kokusunu derin derin içime çektim. Çok seviyordum kokusunu. Boynuna bir öpücük bırakıp geri çekildim. Iraz’ın elinde tuttuğu papatyaları ancak o zaman fark edebilmiştim. Dört beş tane büyük beyaz papatya tutuyordu elinde. Gülümsemem yüzümde büyürken gözlerimin de parladığına emindim. “Teşekkür ederim sevgilim. Çok güzeller.” “Senden güzel değiller Kızıl Gezegenim.” Tekrardan sarıldım kocaman. Teşekkür sarılmasıydı. Daha doğrusu teşekkür bahaneydi sarılmak için. Başımı Iraz’ın göğsüne koydum. Kalp atışlarını dinlemeyi çok seviyordum. Hızlı hızlı atıyordu sonra biraz yavaşlıyor ben kımıldadığımda tekrar hızlanıyordu. “Kalbin…” dedim. “Nasıl da hızlı atıyor.” “Çünkü sen varsın. Az sonra sakinler, alışırım evime…” “Nasıl yani?” “Evime, yani sana gelmemin mutluluğunu yaşıyorum. Sen benim evimsin Kızıl Gezegenim.” Söyledikleri öyle hoşuma gitmişti ki ellerim ulaşabildiği kadarıyla daha da sıkı sarılmaya çalıştım. Tekrar yerleştirdim başımı kalbine. “Peki neden ben kımıldadığımda hızlanıyor kalbin?” “Gitmenden korkuyor çünkü. Senden ayrılmak istemiyor hiç.” “Yaa, deme şöyle. Duyan da kalbin yalnız benim yanımdayken atıyor sanacak.” Dedim hafifçe sırtına vurarak. Güldü. Ben de gülüyordum. Hafifçe geri çekilerek gözlerine baktım. “Ben gitmem. Sen de hiç gitme olur mu? Beni kendinden mahrum etme sakın. Uzaklaşma benden.” Dedim fısıltıyla. “Asla gitmem senden. Sen benden gitsen de ben senden gitmem, gidemem. Dedim ya sen benim evimsin Meri.” Gözlerim dolarken buruk bir şekilde tebessüm ettim Iraz’a. Birinin evi olmak… Birisine sarıldığında kendini evinde hissetmek… Evet, Iraz’a sarıldığımda içimde beliren hissin tam tarifi bu. Öylesine özel ki. Bu evden mahrum kalmak ölesiye korkutuyor beni. Beni böyle iyi anlayan, hep yanımda olan, beni çok seven, beni evi bilen, benim kendimi bulduğum, yanında kendim olduğum kişiden mahrum kalma düşüncesi öylesine korkutuyor ki beni. Asla istemiyorum. Kaybetmek bir yana dursun uzaklaşmak dahi korkutuyor beni. Bunun adı bağlılık değil. Bu aradığını bulmak. Hani insan ömrü boyunca hep bir arayıştadır ya hani hep kendini ya da aradığı şeyin ne olduğunu bile bilmeden bir şeyleri arar hep. İşte ben o şeyi bulmuş, hayatımın geri kalanında aramaya devam edeceğim şeyin de Iraz’ın kalbindeki yolda olduğunu hissediyorum. Bu yüzden de onun benim evim olmasından dolayı mutlu, onun evi olduğum için de gururluyum. “İçeri gireyim artık ben bir tanem. Çok güzel bir molaydı benim için.” Dedim gözümdeki incileri akmadan silerken. “Tamam biriciğim.” Dedi başını sallayarak gülümsedi. “Kolay gelsin sana.” “Teşekkür ederim sevgilim.” Ben odama çıkana dek beklemiş olmalı ki camdan baktığımda bahçeden henüz çıkıyordu. Telefonumu alıp yatağa oturdum. Müzik açıp fotoğraflarımıza bakmak, Iraz ile ayrıldığımız zamanlarda ilk yaptığım şeydi. Her bir anımızı tekrar tekrar zihnimde canlandırıp her anı daha dün yaşamışçasına net hatırlamak hoşuma gidiyordu. Ani bir fren sesiyle irkildim. İçimde inanılmaz kötü bir sıkıntı, kalbimde dayanılmaz bir korku ile ayağa kalktım. Pencereye koşarken az önce elimde tuttuğum resimlerimiz yere saçılmıştı. Gözlerimde de içimde de dehşet vardı. Aklımda ise Iraz… Gözümün önüne bahçeden çıkışı geliyordu. Daha bir dakika önce bu bahçe kapısından çıkışı gözümün önünden gitmiyordu. İçimde öyle bir korku vardı ki tanımlayamadığım, merdivenlerden koşarak inerken kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. İçimden dua ederek zar zor nefes alarak bahçe kapısından çıktım. Iraz’ın gittiği yöne doğru döndüğümde Iraz’ın sesi dönüyordu zihnimde. Bana söyledikleri, benim için hissettikleri, kalbinin atış sebebi… Merdivenlerden inip evden nasıl çıktığımı hatırlayamıyordum. Fren sesini duyalı ne kadar olmuştu bilmiyordum. Bahçe kapısına geldiğimde dizlerim titriyordu. Kalabalığa doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. Bir aralık aracın önünde yere uzanmış bir adam gördüm. Adımlarım hızlanırken kalbimin sızısı daha da artıyordu. Kalabalığı yarıp aracın yanına geldiğimde artık kaldıramayacağım bir ağrıydı bu kalp ağrısı. Gözlerim yaşlarla dolarken nefes almakta zorlanıyor, kesik kesik hıçkırıyordum. Arabanın önünde, yerde bilinçsizce yatan, başından kanlar akan kişi, az önce sımsıkı sarıldığım, öpüp kokladığım, içimin en değerli parçası olmazdı. Olmamalıydı… Ama olmuştu. Yerde yatanın Iraz olduğunu gördüğüm an dizlerimin bağı çözüldü. Zorlukla yerde sürünerek yanına ulaşıp dizlerimin üstünde ona baktım. Benim en güzel manzaramı gördüğüm o gözler kapalıydı. Benim az önce kollarımla sardığım tişörtü kanlar içindeydi. “Nasıl?.. Neden?” Dedim fısıltıyla. Farkında olmadan yumruk yaptığım ellerimi gevşetip Iraz’a uzattım. “Iraz. Uyan hadi.” Dedim gülmeye çalışarak. Sesim titriyordu. “Iraz! Ne olursun aç gözünü. Iraz!” tutamıyordum kendimi. Bağırarak ağlamaya başladım. Başımı gökyüzüne kaldırdım. Nefes alamıyordum. Çevremdeki kalabalığı fark ettiğimde feryat ettim. “Ambulans!.. Ambulansı arayın! Iraz hayır bırakma beni! Iraz!..” Elimden sadece bağırıp yardım istemek ve ağlayarak Iraz’a seslenmek geliyordu. Korkudan dokunamıyordum bile ona. Ellerim titreyerek yüzüne gidiyorlar ama sonra cesaret edip dokunamadan havada asılı kalıyorlardı. Elinden tutsam incinecekmiş gibi geliyordu o an. Yüzüne dokunsam teninin soğukluğunu hissedecek, göğsüne dokunsam biraz önce hızla atan kalp atışını duyamamaktan korkuyordum. Elim kolum bağlanmıştı, aklımı yitirmiştim. Yüreğim sadece ölmeyeyim diye atıyordu. Ona bir şey olmasından, onu son kez görüyor olma ihtimalimden ölesiye korkuyordum. Ambulans gelip Iraz’ı götürdüğünde ona çarpan aracın önünde oturup kaldım. Ayaklarımın beni taşıyacak gücü yoktu. Onu yalnız bırakamazdım ama kalkacak gücüm yoktu. Az önce Iraz’ın kaldırıldığı, şimdi ise onun kanıyla bulanmış asfalta bakıyordum. Bedenimdeki ufacık bir güç kırıntısıyla ona dokunmaya cesaret edemeyen ellerim, onun kanının yerde oluşturduğu birikintiye dokunmaya cesaret etmişti. İnanamıyordum hala. Ellerim Iraz’ın kanıyla ıslanınca irkilerek geri çekildim. Ellerime baktım. Benim sevmeye kıyamadığım adamın kanı mıydı? Sahiden az önde burada mıydı? Kalabalığın içinden pek çok kişi gelip konuştu benimle. İyi olup olmadığımı sordular. Kimi arayalım dediler. Bense sadece sustum. Suskunluk yemini etmiş gibi sessizce ağladım sadece. Kalabalık dağılırken koşarak birinin yanıma geldiğini gördüm. “Meri! Meri iyi misin?” Başımı salladım yalnızca. Gelen yan komşumuzun kızıydı. “Annene haber vereyim mi?” Teşekkür edercesine baktım gözlerine. Yavaşça başımı salladım. Gücümü toplayıp ayağa kalkmaya çalıştım ama beceremedim. İdil koluma girip beni yavaşça kaldırdı. Ambulansın gittiği yöne doğru yürürken İdil de annem ile telefonda konuşuyordu. Hastaneye vardığımızda İdil bana su almak için kantine gitti. Bense çaresizce Iraz’ı arıyordum. Acile girdim. Gücümün son damlalarıyla yürüyordum. Sedyelere göz gezdirirken yanıma bir hemşire geldi. “Hanımefendi iyi misiniz?” Gözlerim bulanık görüyor, kulaklarım uğulduyordu. Zar zor nefes alabiliyordum. Fısıldar gibi bir sesle sordum; “Iraz… Iraz Türkay… Nerede?” “Hanımefendi hasta yakını mısınız?” “Iraz Türkay… Araba çarptı. Buraya getireceklerdi.” Ellerimdeki kurumuş kanına kaydı gözlerim. “Nerede?” dedim güçlükle yutkunarak. “Sistemden bakmam lazım. Nesi oluyorsunuz?” “Sevgilisiyim. O nerede?” dedim gözümden bir damla yaş daha akarken. “Birinci derece yakını var mı? Haber vermemiz gerekiyor.” Yoktu. Benden başka kimsesi yoktu burada. Bir tek ben vardım burada ama bulamıyordum onu. Başımı sallamak isterken kendimi yerde buldum. Çok uzaktan boğuk bir ses bağırıyordu. "Hanımefendi!.. Sedye!.. Sedye getirin çabuk!" Gözlerimi açmaya çalıştıkça daha da sıkı kapanıyordu sanki. Ama Iraz, Iraz'ı görebilmek için gözlerimi açmalıydım. Gücüm kalmamıştı. Biraz dinlensem ona güç verebilirdim belki… Gözkapaklarımın ardında parlak bir şey vardı ve başımı ağrıtıyordu. Gözlerimi açıp ne olduğunu görmek istiyordum ama halim yoktu. Bir an nerede olduğumu bilmediğimi fark ettim. Korkuyla açtım gözlerimi. “Meri, nasılsın? Nasıl hissediyorsun kendini?” “İdil?..” Keskin dezenfektan kokusu ve İdil’in bakışlarıyla hafızama her şey bir bir geri geldi. Kötü bir rüyayı hatırlamış olmayı diledim. Ama ellerime baktığımda Iraz’ın kurumuş kanının hala elimde olduğumu gördüm. Ağlamaya başladım. Neden bir rüya değildi bu yaşananlar. Kalbim çok acıyordu. “Iraz? Nerede o? Ben ne zamandır burada yatıyorum?” “Çok olmadı. En fazla yarım saat olmuştur. Doktorlar şoktan dolayı baygınlık geçirdiğini söylediler.” İdil sakince konuşup bir yandan saçlarımı okşuyordu. “Iraz nerede İdil!” Artık dayanamıyordum. Nerede olduğunu bilmemeye, ondan haber alamamaya dayanamıyordum. “Kontrollerden geçti detaylı bilgiyi annene verdiler. Annen Iraz’ın yanında. Umay ve Nefes’te buradalar.” “İdil, Iraz nerede şu an? Benim onun yanına gitmem lazım.” “Tamam sakin ol sen. Daha iyiysen birlikte gidelim.” Gözlerim dolu dolu usulca kafamı salladım. Yavaşça yataktan kalktım. Dizlerim titriyor gözlerim kararıyordu ama şimdi bunun sırası değildi. İdil’e fark ettirmemem gerekiyor diye düşünerek derin bir nefes aldım ve sımsıkı gözlerimi kapattım. Yanağımdan süzülen yaşlara aldırış etmeden başımı kaldırdım. Aldığım nefesi verirken yavaşça açtım gözlerimi ve yürümeye başladım. İdil koluma girmiş bana yön veriyordu. Birçok koridor geçtik. Merdivenlerden indik en zemin kattaydık sanırım. Burayı biliyorum diye geçirdim içimden. Görüntüleme odaları bu katta oluyordu. Yerdeki çizgilerden hangisini takip ettiğimizi nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyordum ki kafamı kaldırdığımda okuduğum o yazı ile olduğum yere çakılıp kaldım. Vücudum buz kesmiş gözlerim MORG yazısında takılı kalmıştı. Gözlerimden sicim gibi hızla inen yaşları gören İdil beni kendine döndürmeye çalıştı. Ama ben kımıldayamıyordum. Aklımdan geçen düşüncelerin ağırlığı hareket etmemi engelliyordu. Orada olamazdı. Onu daha yeni bulmuşken, oraya gitmiş olamazdı. Ama ya gittiyse? Ya beni burada bıraktıysa? Ya evini terk ettiyse? Soracağım bir sürü sorum, söyleyecek bir sürü cümlem vardı ona. Onu ne kadar sevdiğimi hiç uzun uzadıya anlatamamıştım. Bir yere gitmezdi. Dimi? Onu ne kadar sevdiğimi duymadan beni bırakmazdı. Oraya gitmezdi Iraz’ım. Bana bunu yapmazdı. İdil karşıma geçip MORG tabelası ile gözlerimin temasını kesti. “Meri duyuyor musun beni? Orada değil. Iraz iyi, seni bekliyor. Gel hadi, ağlama ne olursun.” Ellerimin tersiyle hızla sildim gözyaşlarımı. Birkaç dakika öncesine göre çok daha hızlı yürüyorduk artık. Ameliyathanenin önünde durduk. Kapı açıldı ve annemle göz göze geldim. Koşup sıkıca sarıldım ona. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Umay da yanımıza gelmiş ağlayarak bana sarılıyordu. “Güzel kızım benim… Ağla canımın içi. İçin acıyor biliyorum.” “Anne Iraz… O… İyi mi?..” “İyi olacak canım.” Bir müddet orada sarılarak durduk. Karşımızdaki sandalyelerde Umay oturmuş bana bakarak sessizce ağlıyordu. Nefes ise kolunu Umay’a sarmış saçlarını okşuyordu. Herkes darmadağın olmuş, hepsinin gözleri kızarıktı. Saatler geçti içeriye gidip gelen bir sürü hemşire vardı ama biri bile durup bir şey söylemiyordu. Artık ağlamayı bırakmış bomboş ameliyathanenin kapısına bakıp dua ediyordum. Sevdiğim oradan sağ salim çıksın diye dualar ediyordum. Yorgunlukla başımı annemin omzuna koymuştum ki ameliyathanenin kapısı açıldı. Hepimiz kapıya döndük. İçeriden monitör ve solunum cihaz sesleri geliyordu. Baktığımız yerde ise bir hemşire vardı. “Iraz Türkay’ın yakınları?” “Buradayız.” Dedim hızla ayağa kalkarak. Başım döndüğünde annemin beni tutmasıyla ayakta durmayı başarabilmiştim. “Birinci derece yakınlarına ulaşıldı mı?” “Sistemden bulup ulaşacaklarını söylemişlerdi. Sonrasında bize bilgi veren olmadı.” dedi annem bir çırpıda. Sonra devam etti. “Durumu nasıl şu an?” “Sol kolundaki kırık nedeniyle ameliyat oldu. Herhangi bir hayati tehlikesi yok şu an. Odaya çıkaracaklar birazdan. Siz de odada bekleyebilirsiniz.” “Hangi oda peki. Acilden ameliyata alındı.” “Gerekli bilgiyi ortopedi servisindeki danışmadan öğrenebilirsiniz. Geçmiş olsun.” “Teşekkür ederiz.” Duyduklarımla yeniden ağlamaya başlamıştım. Bir yanım iyi olduğu için şükrediyor diğer yanım güç bela kendimi ayakta tutuyordu. Duygularımı ise ağlayarak dışa vurabiliyordum. Koşar adım ortopedi servisine gittik. Danışmadan Iraz’ın odasını öğrendik ve hemen odasına girip beklemeye başladık. Iraz getirildiğinde odada Nefes’in olmasının daha iyi olacağını düşünerek İdil, Umay, ben ve annem dışarı çıktık. Iraz sedye ile getirildi. Gözlerini hafif açıktı ama belli ki henüz bilinci açılmamıştı. Yarım saatlik bir bekleyişten sonra Nefes odadan çıktı. “Iraz ayıldı. Gelebilirsiniz.” İçeri girmeye korkuyordum. Bir yanım kendini suçluyor bir yanım ölesiye merak ediyordu. Gidip sarılmak istiyordum ama yapmaya cesaretim yoktu. Yavaş adımlarla girdim içeri. Herkes beni bekliyordu. Korku dolu bakışlarla yatağa doğru baktım. Gözleri kapalıydı. Başı sargılı yüzünde çizikler vardı. Nasıl bu kadar hızla gözlerime hücum edebiliyordu şu kahrolası yaşlar. Güçlü durmam gerekiyor, güçsüzlüğün yeri de zamanı da değil. Yavaşça yanına ilerledim. Usulca açtı gözlerini. Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı belli belirsizce. Beni çağırıyordu gözleri. “Sevgilim.” Dilimden dökülebilen tek kelime bu oldu. Biliyordum içimden geçen her şeyi hissediyor, biliyordu. Çünkü biz onunla bakışarak da anlaşabilirdik. Ağlamamak için dudaklarımı ısırıp ellerimi yumruk yapmış sadece Iraz’ın gözlerine bakıyordum. Iraz ise bütün gücünü toplayıp uzanıp sıkmaktan bembeyaz kesilmiş elimi tuttu. Canı acımış olmalıydı ki yüzünün mimikleri değişmiş gözleri yaşarmış ve derin bir nefes vermişti. Herkes Iraz’a geçmiş olsun diyor nasılsın ağrın var mı nasıl oldu hadise diye soruyorlardı. Bense yanında sadece dikilip gözlerine bakıyordum. Her bir mimiğini takip ediyor dikkatlice inceliyordum. Iraz ise bir yandan sorulara gücü yettiğince cevap veriyor bir yandan da elimi tutuyordu. Annem Iraz’ın biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyerek ortamın sessizleşmesini sağladı. Biraz zaman sonra odaya doktor ve bir hemşire geldi. “Geçmiş olsun. Hastamız nasıl? Nasıl hissediyorsun?” “İyiyim.” “Ağrın var mı peki?” “Kaburgalarım.” “Başka bir yerinde ağrın var mı?” “Yok.” “Kumru Hanım?” “Buyurun doktor bey.” “Refakatçi olarak yazılmışsınız.” “Evet.” “Araba şiddetli bir şekilde sol tarafına çarpmış. Sol kolunda ve sol ayağında kırık var. Sol kolundaki kırık parçalı olduğu için ameliyata aldık. Ayağındaki kırık alçı ile iyileşecek boyutta. Başına darbe almış. Buna bağlı olarak derisinde bir açılma varmış ve dikiş atılmış. Narkozun etkisi geçtiğinde baş ağrısı baş dönmesi gibi semptomlar yaşayabilir. Yapılan kan tahlili ve çekilen radyografilerde ciddi bir soruna rastlanmadı. Şu an için iç kanaması yok. Ama riski var. Kaburgalarında ezilmeler var, yirmi dört saat boyunca gözetim altında tutacağız.” Dosyalara baktıktan sonra konuşmaya devam etti doktor. “Ağrıları kaburgalarındaki ezilmeden kaynaklı. Hemşireler gerekli ilaçları verecekler. Henüz yemek yemesi ve su içmesi için erken. Ne zaman beslenebileceğini hemşirelerimiz söyleyecek. Tekrar geçmiş olsun.” “Teşekkür ederiz.” Doktor odadan çıktı. Hemşire ise Iraz’ın biten serumunu yenisiyle değiştiriyordu. İşi bitince hemşire de odadan çıktı. Annem de hemşire ile konuşmak için peşinden gitti. Nefes, Umay ve İdil bize bakıyorlardı. “Ben gideyim artık Meri. Iraz çok geçmiş olsun.” “Teşekkür ederim İdil. Sen olmasaydın…” “Duymamış olayım. Tekrar çok geçmiş olsun.” Iraz gözleriyle teşekkür etmişti İdil’e. Umay ve Nefes İdil ile birlikte odadan çıktılar. Kapı örtülmüş sonra tekrar açılmıştı. Dışarıda Umay ve annem konuşuyorlardı. “Teyze biz İdil’i geçireceğiz sen de gel hadi sen de hava al.” “Yok kızım iyiyim ben siz gidin.” “Teyze. Konuşmaya ihtiyaçları vardır. Biraz müsaade edelim.” Uzun bir sessizlikten sonra kapı yavaşça kapandı. Iraz’ın elimi tutan eli hafifçe hareket etti. Gözlerimi Iraz’a çevirdim. “Otursana.” Dedi fısıltıyla. “Oturayım.” “Seni çok korkuttum değil mi?” konuşmaya gücü yoktu ama benim için konuşuyordu. Biliyordum. Aynısını ben de yapmıştım. Boşta duran elimi hemen Iraz’ın dudaklarına götürüp susturdum onu. Ben konuşacaktım. Dinleme sırası ondaydı. “Çok korktum Iraz. Bir daha seni göremeyeceğim, elini tutamayacağım, sana sarılamayacağım diye çok korktum… Ben, evini sahipsiz bırakacaksın zannettim. Yaşadığımız her olay her duygu bir anda gidecek sandım. Şimdi iyisin, yanımdasın, elimden tutuyorsun evet ama bana zihnimin bir oyunu gibi geliyor. Benim yüzümden dedim kendime defalarca…” “Hayır…” “Ben seni kaybedeceğim sandım Iraz. Gözlerine son kez baktığımı sandım. Keşke daha uzun baksaydım dedim, keşke bırakmasaydım dedim.” Ağlamaya başlamıştım yine. Gözlerimden akan yaşlara kapılıp kendimi bırakmamak için tutuyordum. Her cümle boğazıma bir düğüm daha atıyordu. Her kelimede sesim biraz daha kısılıyor yerini hıçkırıklara bırakıyordu. “Şşş geçti. Ağlama artık güzelim.” “Her şey bir anda saklıymış meğer.” Dedim hıçkırarak. “Her anın kıymetini bilmem gerektiğini çok iyi anladım. Ya şimdi burada seninle konuşamasaydım.” Dedim. Artık tutamıyordum kendimi. Usulca başımı sıkı sıkıya tuttuğumuz ellerimize dayadım. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirdim ve başımı kaldırıp Iraz’a baktım. Gözünden bir damla yaş süzülürken sessizce beni izliyordu. Bir anlık dikkatsizlik insanı canından edebilirdi. Yahut bir anın mutluluğu ömür boyu sürebilirdi. Anı yaşamak daha doğrusu, yaşadığın anın kıymetini bilip hakkını vermek, çok önemliydi. Gözlerine baktığımda aklımdan geçen tek bir şey vardı. Eğer sadece Iraz ile telefonda konuşmuş olsaydım ve onu görmeseydim, ona sarılıp kalbinin atışını dinlemeseydim ve bütün bu olanlar telefondayken olsaydı çok pişman olurdum. Bahçede Iraz’a söylediklerim, yaptıklarım morg yazısını gördüğüm an öylesine yetersiz gelmiş ve pişmanlık duymuştum ki, o an yapmadığım daha pek çok şey için keşke derdim ve belki de kendimi affetmezdim. Bir yanım ne kadar kendimi suçlasa da diğer yanım beni görmeye geldiği bana bu fırsatları tanıdığı için Iraz’a minnettardı. Iraz’ın sağlığına kavuşacak olmasına inandığım, buna şükrettiğim kadar kazadan hemen önce ona olan sevgimi Iraz’a hissettirdiğim için pişmanlık duymadan bakabiliyorum gözlerine. Ve biliyorum karşımda bana bakan bu koyu kahve gözler, bedeninin çektiği acılara rağmen sevildiğini hissettiği için halinden memnun bakıyor bana. Ve yine biliyorum ki o gözler iyi ki sen diye bağırıyor aslında, tıpkı benim gözlerim gibi şükürle… *** Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın. >> Instagram – tugbaycaltindas << |
0% |