Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm - ANLARA SAKLANMIŞ ANILAR

@tugbaaycaaltindas

Satır aralarına yaptığınız yorumları okumaktan keyif alıyorum. Lütfen yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin <3

Bölümü oylamayı unutmayalım :)

 

Bölüm şarkıları:

Madrigal-Ne Zamandır Sendeyim

Dediler Ki-Duy Beni

 

Keyifli okumalar dilerim <3

***

 

Tatil sezonu başlamıştı. Kafede işler yoğundu ve Umay ile günümüzün çoğunu kafede geçiriyorduk. Asıl büyük olay ise dün okullar tatil olmuştu ve Iraz'ın söylediğine göre yarın beni bulacaktı. Fazlasıyla heyecanlı ve endişeliydim. Resmini bile görmediğim birisi bekliyordum. Belki de hiç var olmayan birisiydi karşımdaki ve ben onu bekliyordum...

Yarın olabilecekleri düşünmemek için kendimi kafenin işlerine öyle kaptırmıştım ki nasıl akşam olduğunu bile anlamamıştım. Anne ve babamdan gece Umaylarda kalmak için izin aldım ve bir sokak altımızda oturan teyzemlere gittim. Zihnimdeki düşünceleri susturmak içinse içimden şarkı söylüyordum.

O gece Umay benim evdeki endişeli ve heyecanlı halimi görünce dışarı çıkıp dolaşmayı teklif etti. Bu durumdayken reddedebileceğim bir teklif değildi. Teyzem gece gece yalnız çıkmamıza sıcak bakmadığı için Nefes ve Öniz'e de haber verdik. Bizi reddetmeyeceklerini iyi biliyorduk. Yarın ne yapacağımızı konuşmamız gerekiyordu. Her ihtimale hazırlıklı olmalıydım. Bu olay sadece beni değil, hepimizi germişti. O kadar belirsiz bir durumdu ki yaşananlar. Hepimizin az da olsa kafa dağıtıp rahatlamaya ihtiyacı vardı. Bahçede oturan teyzem ve eniştemin yanlarına gidip izin aldıktan sonra kapının önünde bizi bekleyen Nefes ve Öniz ile beraber sahile doğru yürümeye başladık.

Sahilde gece bile açık olan Sahil Kafe'den birer limonata, dört tane yer minderi, ateş yakmak için biraz odun ve çakmak aldık. Kafenin arka tarafından ateşin dışına çember oluşturmak için orta boy taşlar bulduk ve kafenin biraz uzağına taşıdık. Taşları çember şeklinde yerleştirip içine odunları dizdik. Nefes ateşi yakarken bizler de minderleri rüzgârın geliş yönüne göre ayarlıyorduk. Ateşin sönmemesi için biraz rüzgârı engellememiz gerekiyordu.

Minderleri yerleştirdikten sonra hepimiz teker teker oturduk. Biraz sohbet ettik. Okula son hafta gitmediğim için bana okulda olanları ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Hangi hoca kime ne söylemişti, sınıfta kimler küsmüş kimler barışmıştı, kimler saçını hangi renge boyattı kimler tatile nereye gidecekti, hangi sınıf başarılı olmuştu ödül olarak ne verilmişti ve daha nice olayları heyecanla anlattılar. Okul maceraları bittiğinde ise şarkı söyleyerek zihnimizdeki olumsuz düşüncelerimizden uzaklaşıp güzel ve dingin bir ruh haline kavuşmaya karar verdik. Şarkılar söylemeye bayılan bir arkadaş grubum vardı tıpkı benim gibi.

Şebnem Ferah, Haluk Levent, Cem Karaca, Barış Manço, Nil Karaibrahimgil, Sezen aksu, Serdar Ortaç ve daha birçok sanatçının birçok güzel şarkısını keyfimizce, bazen atlaya atlaya bazen birinden diğerine ani bir geçişle bağır çağır söyledik. Bu bizim grubumuza özel terapimizdi.

Keyfimiz öyle yerine gelmişti ki gece hiç bitsin istemedik. Ruhumuz kalbimiz dinlenmiş, düşüncelerimizden arınmıştık. Kışın yorgunluğunu üstümüzden atmış ve yazın enerjisine bürünmüştük. Şarkılar bitip oturmaktan belimizin ve bacaklarımızın da ağrısını hissetmeye başlayınca kalkıp malzemeleri kafeye bıraktık ve evlerimize doğru yola koyulduk. Hepimizin rahat uyku çekeceği bir gece olacaktı.

Geçen onlarca günden sonra ilk defa bu kadar rahat uyumuştum. Uyandığımda kendimi kuş kadar hafif hissediyordum. İçim bulutlar kadar hafif ve kabarıktı. Zihnimse beklemediğim bir şekilde dingindi. Nedenini bilmediğim ama dün geceye bağlamak istediğim bir mutluluk ve kıpırtı vardı midemde. Iraz'ın bugün gelip beni bulmasıyla ilgisi olmasını istemiyordum. İçten içe bilsem de kendime itiraf edemiyordum.

Geceliklerimi çıkarıp eşofmanlarımı giydim. Koşar adım banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve aynaya baktım. Yanaklarım pembeleşmişti. Yüzümde ise engelleyemediğim bir tebessüm vardı. Banyodan çıkıp hemen mutfağa inip mükellef bir kahvaltı hazırladım. Eve yayılan kokulara uyanan ev ahalisi de birer birer mutfağa gelmişlerdi.

Sofrayı gören teyzem ve eniştem uzunca bir süre şaşkınlıkla bir sofraya bir bana baktılar. Umay ise çoktan oturmuş ve atıştırmaya başlamıştı. Kahvaltıdan sonra Umay ile sofrayı kaldırıp teyzem ve enişteme birer fincan kahve yaptıktan sonra dondurma yemeğe gitmek için izin alıp evden çıktık.

Dondurmasının çok çok güzel olduğu, çeşit çeşit dondurmaların satıldığı bir dondurmacı vardı. Öylesine minicik bir yerdi ki kapısında kuyruk olurdu her zaman. İçeride üç masası dışarıda iki masası olan, minicik minicik tabureleriyle sevimli bir dükkandı. Hemen oraya doğru koşturmaya başladık. Ne kadar çabuk gidersek o kadar az bekleyecekmişiz gibi geliyordu hep. Önüne geldiğimizde ne yazık ki asla azalmayan o kuyruğu gördük ve gidip biz de bir parçası olduk. Sıra bize gelene kadar bugün neler yapacağımızı planladık. Biraz gezip birkaç parça bir şeyler alalım diye düşündük. Ama sıcakta neredeyse bir saate yakın dondurma sırası bekleyince gezmekten vazgeçip kafeye gitmeye karar verdik. Nefes de mesaj atmış ve yanımıza geleceğini söylemişti. İşlerinden dolayı dondurmacıdan çıkmadan bize yetişememişti. O yüzden kafeye gelmesini istedik.

Nefes de kafeye geldiğinde artık tamamdık. Hepimiz Iraz'ın gelmesini bekliyorduk. Birbirimize bir şey söylemesek de hepimiz gergindik. Hem kafenin işlerine yardım edelim hem de bekleyelim diye düşündük ve kafenin işlerine koşturmaya başladık. Müşterilerin biri geliyor biri gidiyordu. Annem, teyzem ve anneannemin kafedeki işleri bitince kafeyi bize bırakıp dışarı çıktılar.

Neredeyse akşam olmuştu ama benim yanıma henüz gelen yoktu. Akşama doğru herkes sahile inerdi. Kafenin sakinliğinden faydalanıp kendimize birer limonata koyduk, ortaya da karışık kurabiye tabağı hazırladık ve kafenin giriş kapısına yakın bir masaya oturduk. Hem sohbet ediyor hem önümüzdekilerden yiyorduk. Sohbetimizin en koyu anında ayağıma bir şeyin değdiğini hissetmemle çığlığı bastım. Hızla ayağa kalkıp yere baktığımda gördüğüm şeyin şaşkınlığıyla hemen arkama döndüm. Etrafıma bakındım lakin kimseyi göremedim.

"Ne oldu Meri?" diye ayağa fırlayan Umay kolumdan tutup kendine doğru çevirdi beni. Nefes de merakla bana bakıyordu.

Cevap veremedim. Eğilip ayağımın yanındaki kırmızı ip yumağını aldığım gibi dışarı fırladım. Yolun bir o tarafına bir bu tarafına bakıyor kafenin önünde koşuşturup duruyordum. Ama hiç kimse yoktu. Kafenin kapısından şaşkınlıkla bana bakan Umay ve Nefes'in yanına döndüm. Elimdeki ip yumağını gösterdim ve hızla içeri girdim.

"Ama bu haksızlık!" dedim bir hışım. Sinirlenmiştim.

"Karşıma çıkmaya bile cesareti olmayan biriymiş. Ben de onu bekledim burada saatlerce."

Bu kendime ettiğim bir itiraftı. Asla beklemiyorum edasıyla gezmiştim tüm gün ama beklemiştim onu. Evet, hem de nasıl biri olduğunun hayalini kurarak beklemiştim. Yanıma gelişinin, beni buluşunun hayalini kurmuştum zihnimde. Şimdi yaşadığım ise hem hayal kırıklığına uğramama hem de içten içe kendime sinirlenmeme sebep olmuştu.

"Sakin ol Meri. Belki de sen çığlık atınca, seni korkuttuğu için karşına geçme cesaretini bulamamıştır."

"Bilmiyorum..." dedim hışımla. Öfkeliydim. Hem kendime hem de karşıma çıkamayan o kişiye öfkeliydim. Umutlandığım için kendime, umut verdiği için ona kızgındım.

"Bir saniye... O çocuk yani Iraz şimdi benim arkamdaydı... Buradaydı ve biz fark etmedik öyle mi? Görmediniz mi sahiden?"

"Hayır ben fark etmedim. Kapı açık olduğu için de rüzgâr zilinin sesini duymadık..." dedi Nefes. Ah o kapıyı neden açık tuttuk ki? Hızla bakışlarımı Umay'a çevirdim.

"Ben de görmedim. Nefes ile sohbet ediyorduk ve hiç kimse dikkatimi çekmedi." dedi Umay dudağının bir kenarı aşağı düşmüş morali bozulmuştu. Çünkü herkes bilirdi ki Umay'ın gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Ama bugün sevdiği adamdan başkasını görmemişti gözü. Bense bu duruma kızamıyordum.

"Ama nasıl buldu beni? Sahiden de buldu... Bulabileceğine inanmamıştım. Evet bekliyordum ama bir tarafım da hiç inanmamıştı bu duruma." Şaşkınlıkla aklımdan geçenleri bir bir sıralıyordum. Beni dinleyip dinlemediklerini bilmiyor dahası umursamıyordum. Bu düşünceleri ifade ederken onlarla konuşmuyordum aslında. Daha çok kendi kendime bir konuşmayı sürdürüyor, kendi kendimi bir şeylere ikna etmeye çalışıyordum. Nefes birden;

"Meri hadi anneni ara da dışarıda işimiz olduğunu söyle" dedi. Sonra da hızla ekledi.

"Mümkünse hızlı gelsinler."

"Tamam hemen arıyorum." diyerek Teyzemi aradı Umay. Biliyordu ki benim iki kelimeyi bir araya getirecek halim kalmamıştı. Kafam çok dolu ve yoğundu.

On beş dakika sonra teyzem geldi ve bizi sorguya çekmesine fırsat vermeden kafeden hızla çıktık. Umay ile birbirimize bakıyorduk. Bizim bu halimizi gören Nefes nereye gideceğimizi bize söyleme lütfunda bulundu.

"Sizi kaçırıyorum. Eğer seni takip ediyorsa gideceğimiz yere de gelecektir. Ve bence gelip seni bulacak."

Rotamız tabi ki de Sahil Kafeydi. Kafenin arkasındaki kayalıklar ile kafe arasında dar bir geçit vardı. Girişi sahil tarafında olan bu yolun çıkışı ise bambaşka bir dünyaya açılıyordu. Burası sahilin sonundaki kayalıkların arka kısmındaki bilinmeyen minicik sahillerden biriydi. Kafenin çevresindeki sahil kumu burada da beş metre kadar devam ediyordu. Ama sonrası... Sonrası sonsuzluk, özgürlük, huzur... Masmavi sonu görünmeyen Ege...

Zihnimizi boşaltabildiğimiz nadir yerlerden biriydi burası. Sanki burası düşüncelerimizi engelliyordu. Manzaranın büyüsü kesinlikle insanı başka bir dünyaya götürüyordu. Umay ile manzaraya dalmış ve ne için burada olduğumuzu unutmuştuk sanki. Ta ki arkamızdan gelen bir düşüş sesini duyana kadar. Arkama döndüğümde ise Nefes'in mahcup bakışlarını gördüm ve tebessüm ettim.

"Oturacak yer ayarlıyordum." dedi. Yüzündeki mahcubiyet gittikçe artmıştı.

Kuma oturmak varken kendine taşlardan yer ayarlıyordu. Nedenini anlamasam da bir tahminim elbette vardı. Herhangi bir durum karşısında hızlı hareket edebilmek ise zihnimdeki en güçlü düşünceydi. Nefes'e gülümseyerek bakıyorduk ve yüzümüzdeki gülüş silinmeden bakışlarımızı o eşsiz manzaraya geri çevirmiştik.

Zaman geçiyor güneş ağır ağır yer değiştiriyordu ama biz karşımızdaki manzarayı izlemekten sıkılmıyorduk. Nefes'e baktığımızdan biraz sonra bir düşüş sesi daha duyduk. Yine Nefestir diye düşünerek bu kez dönmedim. Nasılsa karşıma çıkmaya cesaret edememiş birisinin gelme ihtimali üzerine burada duruyorduk. Ama Umay sevdiceğine bir şey oldu endişesiyle hızla arkasına dönmüştü. Bir yere odaklanmış dikkatlice bakıyordu. Bense Umay'a bakıyordum.

Umay'ın o yumuşak bakışlarının neden bu kadar ciddileştiğini anlamak için ben de Umay’ın odaklandığı noktaya bakmak için arkama döndüm. Nefes'in de arkasına dönmüş koyun girişine baktığını görmemle zihnimde yine binlerce düşünce belirmeye başladı. Demek ki düşen kişi Nefes değildi. Oturduğum yerden kalktım ve kayalıkların hemen yakınında ayakta dikilen Nefes'e doğru yavaşça yürümeye başladım. Nefes birden koşmaya başlamış ve geçidin dar yolunda gözden kaybolmuştu. Sadece birkaç saniye sonra yanında bir çocuk ile birlikte geçidin girişinde belirdi.

"Bu o mu?" diye mırıldandım. Şaşırmıştım ve o olmasını istiyordum. Merak ettiğim kişinin karşımda olmasını istiyordum.

Beni bunca zaman merakta bırakan, beni bulacağını söyleyen kişinin gerçek olmasını istiyordum. Beklemiştim çünkü onu. Nefes'in de dediği gibi bilincimde bir şeyler uyanmıştı ve ben hiç tanımadığım, hiç hatırlamadığım ama içimden bir sesin beklememi söylediği o kişiyi beklemiştim. Karşımda olmasına, gerçek olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.

Buğday tenli, açık kahve saçlı, 1,75-1,80 cm boylarında, açık mavi üstlü ve siyah kapri giymiş sırtında sırta çantası, merakla ve mahcup bir ifadeyle bize bakıyordu. Umay yavaş adımlarla Nefes'in yanına gitti. Karşımdaki çocuk ise bana doğru yürüyordu. Umay ve Nefes ile benim olduğum yerin tam ortasında dimdik durmuştu. Bir müddet bakıştık. Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Düşündüm, elimdeki ip yumağına baktım. Bakışlarımı Iraz'a döndürdüm ve gülümsedim.

"Hoş geldin." Ağzımdan çıkan kelime ile şaşırdı. Sanırım böyle bir tepki beklemiyordu. Biraz sonra kendini topladı ve gülümsedi. Kalemle çizilmiş gibiydi gülüşü. Bakışlarım yeniden elimdeki kırmızı ip yumağına döndüğünde zihnimdeki 'Iraz neye benziyor?' sorusu yerini 'Iraz kim ve neden bana kırmızı bir ip yumağı verdi?' sorusuna bırakmıştı. Iraz'ın kim olduğu ise elimde tuttuğum kırmızı yumaktan daha önemliydi.

"Konuşalım mı artık. Anlatacaklarını merak ediyoruz..." dedim kayalıkların yanında dikildikleri yerden bize bakan Nefes ve Umay'ı da göstererek.

"Haklısın anlatayım. Hem belki de hatırlarsın." dedi Iraz. Bakışlarında tedirginlik vardı. Son derece gergindi karşımda. Mesajda emin bir dille konuşan o kişi şimdi karşımdaydı evet, ama o kadar tedirgindi ki ben de gerilmiştim.

Nefes ile Umay'a gelin işareti yaptım ve kumlara oturduk.

"Nereden başlayacağımı bilmiyorum." diyerek söze girdi Iraz. En iyisi baştan başlamaktı ve bunu o da biliyordu.

"En baştan anlatayım." diyerek devam etti. “2014 yılında ailem ile yaz tatiline gelmiştik. Sanırım Haziran ayıydı. Annem ve babam kardeşimle ilgileniyorlardı bense yüzmek istiyordum. Denize girdim ve yüzmeye başladım. Biraz yüzdüm ve birden bacağıma kramp girdi. Daha önce başıma hiç gelmediği için panikledim. Biraz da kıyıdan açılmıştım. Ayağım yere değmiyordu. Kıyıya gitmek için çabaladıkça farklı yönlere gidiyordum. Birinin beni görmesini umarak elimi suya vurmaya başladım. Umudumun tükendiği sırada yanıma bir kızın geldiğini gördüm. Yanıma geldiğinde ise sakin olmamı söyledi ve elimden tuttu. Kendimi serbest bırakmamı söyledi."

Utanmış mıydı yoksa anlattıklarını dile getirdiğine mi şaşkındı, bilmiyordum. Yüzünden okunan tedirginlik yerini mahcubiyete bırakmıştı. Konuşurken ara sıra yüzüme baksa da çoğunlukla elleriyle oynuyor ve bakışlarını ellerine odaklıyordu. Sakince dinlemeye devam ettim.

"Benim sırt üstü dönmeme yardımcı oldu ve yavaşça kıyıya doğru gittik. Sahile çıktığımızda bacağımı hareket ettiremiyordum. O kız da ailemin yanına gitmeme yardımcı oldu. Ve ben o günden sonra o kızı, bana bakışını, gülüşünü, sesini, güneşten açılmış ıslak sarı saçlarını hiç unutamadım. O kızı bütün bir yaz tatili boyunca takip ettim."

Duraksadı. Derin bir nefes aldı ve ellerine odakladığı bakışlarını bir anlık bana çevirdi. Gözlerini sıkı sıkıya kapatıp verdiği soluğuyla açtı. Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı.

"O kız sendin Meri... Arkadaşların çağırırken ismini duymuştum. Uzaktan da olsa seni tanımaya çalıştım."

Gülümsedi kocaman. Şaşkınlıkla gülümsedim bu söylediğine. Birden yüzündeki gülüş dondu ve bir anda silindi. Sanki zihninden geçen bir düşünce kara bir bulut gibi çökmüştü içine.

"Lisede güzel resim çizerdim. Bir de fotoğraf makinem vardı. Her geldiğimizde senin resimlerini çektim. Seni unutmak istemiyordum. Çektiğim fotoğraflarını resmetmeye çalıştım... Bir gün okulumda bir resim yarışması oldu. Bu yarışmada seni çizdiğim resimlerden birini detaylandırarak yeniden çizdim ve yarışmaya o resimle katıldım. Bir de imzam olması gerekiyordu. İsmin çok hoşuma gitmişti ve anlamını merak etmiştim. İmzamda şu an hayatta olmamı sağlayan kişiye yani sana yer vermeliyim diye düşündüm. Bu nedenle de ismimi yazarken 'α' harfini Mars gibi çizdim.”

Kısa bir sessizlik oldu. Cümlelerini duraksayarak, yanlış bir şey söylemek istemiyormuşçasına, dikkatle, seçerek ve düşünerek kurmuştu. Tepkimi ölçmeye çalışıyor gibi pür dikkat bana bakıyordu. Söylediklerini hatırlıyor muyum, benim için bir şey ifade ediyor mu merak ediyordu. Bakışlarında tedirginlik, merak ve endişe vardı.

Tedirgin olmasını anlayabilirdim. Kim olsa böyle bir durumda tedirgin olabilirdi. Merak etmesini de anlıyordum, çok doğaldı. Vereceğim tepkiyi merak ediyordu. Eminim bu anın devamı için zihninde oluşan, yaşanabileceğini düşündüğü binlerce senaryo vardı. Tıpkı benim zihnimde oluştuğu gibi... Ama endişeli gözlerle bana bakmasını anlayamıyordum. Yüzündeki endişeli ifade içimi huzursuz ediyordu. Lakin ben, beni arayıp bulan kişinin yüzündeki beni rahatsız eden bu yüz ifadesini şimdilik görmezden gelebilirdim. Bakışlarını benden çekip ellerine baktı. Boğazını temizleyip bakışlarını tekrar beni bulurken konuşmasına devam etti.

"Bu sene cesaretimi toplayarak karşına çıkmak istedim. Hem sana teşekkür etmek... Hem de..."

Cümlesini bitirmesini bekledim ama Iraz susmuştu. Karşıma çıkmasının, beni bulmasının tek sebebi teşekkür etmek istemesi değildi demek ki. Şimdi karşıma çıkmasının başka sebebi ya da sebepleri de vardı. Birçok düşünce geçiyordu zihnimden. Hangisinin gerçek olduğunu bilmiyordum ve düşünmek de istemiyordum. Sadece ona sormak istiyordum. 'Peki teşekkür etmekten başka nasıl bir sebep olabilir ki?' diye sormak...

Iraz'ın söyledikleri zihnimde pek bir şey canlandırmamıştı. Her yıl yaşanabilen olaylardı bunlar. Ama ben olayların nasıl geliştiğini pek hatırlamazdım. Iraz'a bakışlarımı Iraz'a çevirerek;

"Özür dilerim ama pek bir şey hatırlayamadım. Dikkatini çeken başka bir şey olmuş muydu?"

"Biraz düşüneyim." dedi. Uzun bir sessizlik oldu. Bir süre kimse konuşmadı. Birden Umay bana döndü ve;

"Meri. Biz seninle o sene yüzme yarışları yapıyorduk, hatırlıyor musun?"

"Evet hatırlıyorum. Nereden aklına geldi bu şimdi? Ne oldu?"

"Biz bir gün yarış yaparken sen gün boyu ortadan kaybolmuştun. Yani ben seni kayboldun zannetmiştim. Normalde bir saat içinde kıyıda buluşurduk seninle ama sen iki saat kadar sonra gelmiştin. Son derece neşeli bir şekilde kafeye gelip onca soruya sadece ' Umay beni hep yeniyordu ben de yarışı bırakıp kendim çalıştım.' demiştin."

Bir süre sessizce beni bekledi Umay. Dikkatle yüzüme bakıyordu. Anlamaz gözlerle bakmamı engelleyemiyordum. Ne Umay'ın bu anlattığı ne Iraz'ın söyledikleri bana hiçbir şey ifade etmemişti. Umay başını eğerek bana bakmaya devam etti. Sanırım hatırlayıp hatırlamadığımı anlamaya çalışıyordu.

"Eve gidip senin odanda otururken annemler endişelenmesin diye böyle söylediğini ama aslında birini boğulmaktan kurtardığını söylemiştin bana."

İşte bu cümleler zihnimde bazı görüntülerin canlanmasına sebep olmuştu. Hızla beynime doluşan anılarla gözlerimi irileştirmiş Umay'a bakarken birden Iraz'a dönmüştüm. Avuçlarımda duran kırmızı ip yumağını is istemsizce sıktığımın farkında bile değildim.

"Evet evet hatırladım. Ben o gün birinin kıyıya gelmesini sağlamıştım. Acaba o kişi sen miydin Iraz?"

Uzun bir sessizlik daha oldu. Ben de düşünüyordum o çocuğu çok net hatırlamıştım. Dahası kıyıya getirdiğim kişilerin yüzlerini unutmazdım. Unutmamaya çalışırdım. Onları hatırlamak hayata daha sıkı tutunmama her sene kendimi daha da geliştirmek için çabalamama vesile oluyordu.

"Ama o çocuk sana hiç benzemiyordu." dedim Iraz'a. "Acaba küçüklük fotoğrafın var mı bana gösterebileceğin?"

"Tabii var göstereyim." diyerek telefonunda resmini aramaya başladı. Sonunda bulup bana gösterdiğinde gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Fotoğraftaki çocuk sahiden de o gün kurtardığım çocuktu. O zamanlar saçları daha uzun ve daha koyu renk olan Iraz ile şimdi karşımda duran Iraz birbirine hiç benzemiyordu.

"Zaman seni çok değiştirmiş. Hiç küçüklüğüne benzemiyorsun." dedim Iraz'a şaşkınlıkla.

"Öyle oldu dedi kısık bir sesle."

Tebessüm ettim. Tebessümümden cesaretle kocaman gülümsedi bana. Lakin benim tebessümüm yarımdı. Kendimi tuhaf hissediyordum. Hani komşusunun çocuğunu seneler sonra gören teyzelerin duygusallığı ve gururu vardır ya, öyle bir duygusallık ve gurur kaplamıştı içimi. Gözlerim doldu birdenbire. İlk defa kıyıya getirdiğim kişilerden birisiyle karşılaşmıştım. Dahası, o beni bulmuştu ve bana seneler geçmesine rağmen teşekkür ediyordu.

Derin bir nefes alıp gözlerimi gökyüzüne diktim. Yaşlarımı ancak bu durdurabilirdi. Sonra yavaşça başımı denize çevirdim. Uzun uzun seyrettim denizi. Sakince kıyıya vuran dalgalar tıpkı ruhum gibiydi. Kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı. Bir müddet kimse konuşmadı. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Tam ufuk çizgisinin üzerinde ince bir iple yukarıdan sallandırılıyormuş gibi görünüyordu. Her yer kızıl ile mavi arasındaki o mükemmel geçiş renklerine bürünmüştü. Yer yer mavi yer yer mor olan gökyüzü güneşin çevresinde tatlı kızıl ve pembe tonlarını yakalıyordu.

Renklerin ahenklerine dalmış zihnimdeki düşüncelerden uzaklaşmış, ruhumu dinlendiriyorken duyduğum deklanşör sesi ile irkildim. Başımı çevirip bakışlarımı sesin geldiği tarafa doğru yönettiğimde elinde fotoğraf makinesi, yüzünde mahcup bir gülümsemeyle bana bakan Iraz'ı gördüm.

"Korkuttuysam ve rahatsız ettiysem özür dilerim. Açı o kadar güzeldi ki, anı olarak kalmalı diye düşündüm. Sen de beğenirsin bence." diyerek makineyi bana uzattı. Bakışlarında mahcubiyetten meraklı bir ifade hakimdi.

Sahiden de renklerin uyumu benim doğallığım öyle güzel uymuştu ki içten içe teşekkür ettim. Fotoğraf makinesini uzatırken parmağımın yanlışlıkla bir düğmeye değmesiyle karşıma başka bir resmin çıkması bir oldu. Resimde ağaçlık bir yerde, bir ağacın dibine oturmuş ve gövdesine sırtını dayamış kulağında kulaklık ile müzik dinleyen bir kız vardı. Kızın üstünde kot bahçıvan pantolon, içinde ise siyah tişört vardı. Başındaki siyah kep tam olarak geçirilmemiş de sanki öylece takılmış gibi duruyordu. Başını ağacın gövdesine doğru atmış, yanağından bir damla yaş süzülüyordu. Tarih üç yıl öncesine aitti.

İçimde bir şeyler kopmuştu sanki resmi gördüğümde. Sanki ben bu anı yaşamıştım... Çok daha dikkatli baktığımda bu kızın ben olduğumu fark ettim. Şok olmuş bir yüz ile fotoğrafa bakakalmıştım.

Iraz telaşla oturduğu yerden tek hamlede yanıma kayıp oturdu. Yüzünden endişe okunuyordu lakin gözleri... Gözlerinde memnuniyet vardı.

"Bu fotoğraf makinesinde senin resimlerinden başka resim yok Meri. İstersen hepsine bakabilirsin, bu senin hakkın. Bana kızma lütfen. Hayatımı kurtaran kişiyi unutmak istememiştim. Senden çok hoşlanmıştım ve seni unutmak istemedim Meri..."

Şaşırmıştım. Daha ne kadar şaşırabilirim dedikçe Iraz beni şaşırtmaya devam ediyordu. Kabul ediyorum benden hoşlanıyor olabilir mi diye geçirmiştim aklımdan. Hatta neredeyse emindim. Ama bu itirafı şimdi yapacağını hiç ama hiç beklemiyordum.

Gözlerimi fotoğraf makinesinden yavaşça Iraz'a çevirdim. Bir müddet bakıştık. Telefonumun çalması ile gözlerimi gözlerinden kaçırıp telefonuma baktım. Arayan annemdi ve hemen eve gelmemizi istemişti. Bugün bizde akşam yemeği için bütün aile ve yakın komşularımız toplanacaktık. Annemin bizim yardımımıza ihtiyacı vardı çünkü bir saate misafirler gelecekti. Anneme hemen geleceğimizi söyleyip Umay'a durumu anlattım ve hemen kalkmak durumunda kaldık. Az önceki gerginliğimi üstümden atıp Iraz'a döndüm.

"Bizim gitmemiz gerekiyor ama henüz merak ettiğim bazı şeyleri öğrenemedim. Müsait bir zamanda tekrar görüşelim lütfen."

"Memnuniyetle."

Üç kişi geldiğimiz yoldan dört kişi geri çıkmıştık. Kafenin bulunduğu sokağın köşe başına kadar birlikte yürüdük. Önce Iraz ayrıldı. Nefes yemeğe bize gelecekti zaten ö yüzden değerlendirme konuşmasını bizde yapmaya karar verdik ve Nefes'i de hazırlanması için evine yolladık. Umay ile hızlı adımlarla eve anneme yardım etmeye gittik. Kafamızı dağıtmak için güzel bir etkinlik olacaktı. Hiç değilse Nefes ve Öniz gelene kadar...

Eve girdiğimizde annem mutfakta yemekleri pişiriyordu. Biz de hemen ellerimizi yıkayıp sofrayı hazırladık. Sonra da üstümüzü değiştirmek için odama çıktık. Odaya girer girmez Umay hemen kapıyı kapattı ve sırtını kapıya yaslayıp bana döndü. Kollarını önünde bağlamıştı. Kısacası beni odama kapatmış, köşeye sıkıştırmıştı.

"Ne düşünüyorsun ufaklık?"

Sessizlik... Beynimde binlerce düşünce vardı. Hayır hayır, on binlerce. Ve hiç birisi net değildi. Bir şeyler düşünüyordum istemsizce evet, ama ne oldukları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yalnızca zihnim dolu, ruhum yorgundu.

"Biliyorum ufaklık daha önce böyle bir şey yaşamadık. Bize kimse böyle güzel sözler söylemedi. Güzel düşüncelerini bizlerle paylaşmadı. Resimlerimizi çekip yapmadı, bizi düşünen olmadı hiç... Biliyorum... Bize sadece platonik aşklar uğradı. Onda da başkalarını sevdiler hep. Varlığımızı bile bilmediler. Bizi gözleri görmedi hiçbir zaman. Bu olanlar çok yeni ve bize uzak şeyler. Eminim ki şu an kafan çok karışık. Belki de olanları düşünmek bile istemiyorsun. Ama bana hiç değilse ne düşündüğünü söyle ki senin canını sıkacak bir şey söylemeyeyim. Olur mu ufaklık?"

Kafamı yavaşça salladım. Ne de ince düşünürdü canımın içi... Gözlerindeki hüzün zihnimdekileri dökmem için cesaret vermişti bana.

"Hiçbir şey düşünemiyorum. Neden bu kadar sakinim bilmiyorum. Ya da neden kızgın, üzgün, mutlu, şaşkın değilim? Neden karıştı içim birden?.. Bilmiyorum... Tek bildiğim Iraz'ı tanımak istiyorum evet. Merek ettiğim çok fazla şey var. Ama aynı zamanda çok da korkuyorum, çekiniyorum, içim sıkılıyor sanki." gözlerim doldu. Gözlerimde akmaya hazır bekleyen yaşları gören Umay hemen bana sarıldı.

"İyi varsın bebeğim." Dedim titrek bir sesle.

"Sen de ufaklık. Sen de iyi ki varsın." Dedi Umay. Onun da sesi titriyordu.

Tam hazırlanmıştık ki zil çaldı. Misafirler gelmiş olmalı diye düşünürken annem kapıyı açıp beni çağırmasıyla koşarak merdivenlerden indim ve koridorda donakaldım. ‘Allah'ım ne yaşıyorum ben’ diye çığlık çığlığa bağırmak istiyordum. Gördüğüm şeyin karşısında başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Karşımda annem bana bakıyor ve bir şeyler söylüyordu. Ben ise onu sanki suyun içinde konuşuyormuş gibi uğultulu ve derinden duyuyordum. Annemin elinde tuttuğu tabloya gözlerimi hiç kırpmadan bakıyordum. Tablodaki resimde ise bir kız çiziliydi...

Yan profilden çizilmiş bir kız... Kumsalda oturmuş, elinde bir sopa ile kumlara bir şeyler çiziyor. Hemen ilerisinde küçük bir köpek var ve kıza doğru koşuyor. Hava kararmış ama tam anlamıyla karanlık çökmemiş. Turuncunun koyu maviye geçiş renkleri hâkim havaya. Kızın üstünde bir ceket ve ceketin kolunda bir gül resmi var. Lacivert pantolonu ve ayağında beyaz spor ayakkabıları örgülü saçları ile denizle ve havayla oldukça uyumlu. Yüzünde buruk bir gülümseme yerleşmiş. Resmin altında ise Iraz'ın imzası...

Arkamdan Umay gelmiş ve yanımda durup resme bakıyordu. Benimse nutkum tutulmuştu adeta. O esnada zil çaldı ve misafirlerimiz geldiler. Nefes ve ailesi gelmişlerdi. Nefes içeri girer girmez tabloyu fark etti. Birbirimize şaşkınlıkla bakarken annem misafirlerimizi içeri buyur etti.

Annem Nefes'in annesi ile sarılırken bir eliyle tuttuğu tabloyu elinden aldım ve hemen kapıya ters çevirip yasladım. Ne yapmak istediğimi anlayan Umay hemen yanıma gelip annemin tabloyu yeniden görmesini engellemek için yanımda durdu. İçimden fark etmemesi için dualar ediyordum. Annem misafirlerin ardından salona ilerlerken tabloyu hemen odama çıkardım ve hızla tekrar aşağı indim. Tabii annem mutfaktaki yemekleri masaya taşırken beni yanına çekti ve kısa bir sorgulama yaptı.

"Meri tabloyu kim gönderdi? Bize mi gelmiş?"

"Evet anne bize gelmiş. Hani bizim okulda bir çocuk vardı ya güzel resim çizen. Ondan rica etmiştim o da bir arkadaşına söylemiş çizmesi için. Ancak şimdiye bitmiş olmalı."

"İyi de madem haberin vardı da hayalet görmüşe döndün?"

"Resmin güzelliğine hayran kaldım annecim, ondan tabii."

"Yani güzel çizilmiş tabii ama yorum da katılmış belli. Öyle bir resme bakılıp da geçirilmeye çalışılmış gibi durmuyor sanki."

Annemin karşısında adeta ecel terleri dökerken yaptığı bu yorum, tabloyu gördüğümde uğradığım şaşkınlıktan daha büyük bir şaşkınlık yaratmıştı zihnimde. Annemin söyledikleri kafamda yer etmişti. Aynı zamanda bir sürü soru düşmüştü zihnime. Resimleri çekip çiziyorum demişti. Acaba bana yalan mı söylemişti? Bana yalan söylemişse nasıl güvenebilirdim ki? Zihnimde daha pek çok soru dolanıyordu. Annemin yanıma yeniden geldiğini fark etmemiştim.

"Masa küçük geldi size balkona hazırlayalım hemen olur mu kızım?"

"Olur olur. Ben hazırlıyorum hemen."

Umay ile balkondaki masayı hızla hazırladık. Böyle olması daha iyi olmuştu. Rahat rahat konuşabilecektik. Masaya oturduğumuzda Umay da Nefes de bana bakıyordu. Öniz;

"Bir şey soracağım. Iraz geldi mi?"

"Geldi kardeşim geldi. Ama adam ayarlarımızla oynadı resmen." dedi Nefes bir eliyle ensesini ovuyordu.

"Ne oldu ki?.." Hepimiz birbirimize bakıyorduk. Öniz daha fazla bu uzun bakışmaya tahammül edemedi.

"Ya anlatsanıza biriniz."

"Meri? Sen anlatmak ister misin?"

"Yok ya siz Umay ile anlatın." Dedim fısıltıyla. Tamam dediler ve bütün olayları anlattılar. Anlattıkları bittikten Öniz şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra sıra bugün ki tabloya geldi.

"Bu arada o tablo da neyin nesiydi? Iraz'ın imzası vardı üstünde." dedi Nefes.

"Biz de bilmiyoruz. Kapı çaldı aşağı indim bir baktım annem elinde tabloyu tutuyor. Gözüm hemen imzasına takıldı. Ben… Ben o anı hatırlıyorum arkadaşlar..."

"Nasıl yani o tablodaki sen misin?"

"Evet. Tablodaki benim..." Hepsi dönmüş şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı. Kim bilir akıllarından neler geçiyordu. Benim zihnimdeki soruların benzerleri onların da zihninde dönüyordu, biliyordum. Derin bir nefes alıp fısıltıyla konuşmaya başladım.

"Arkadaşlar annem ne dedi biliyor musunuz? Resmin bir fotoğrafa bakılıp geçirilmiş gibi değil de gerçekten orada bulunuyormuş gibi çizildiğini, yorum katılmış olduğunu söyledi."

Nefes ve Öniz için bu söylediklerim hiçbir şey ifade etmemiş olmalıydı ki ikisi de gözlerini kısmış söylediklerime anlam vermeye çalışıyorlardı. Birisi ne demek istediğimi onlara anlatmalıydı.

"Teyzem sanat galerini çok gezer. Doğru söylüyordur bence" diye fikrini belirtti Umay. Kafamı salladım. Öniz kafasını kaşıyarak;

"Ya benim kafamı bir şey kurcalıyor. Hani siz dediniz ya Iraz yazları geliyormuş buraya diye. Resimde Meri'nin üstünde ceket var. Yaz aylarında ceketle durulmaz ki burada. Baharda bile çok nadir üstümüze bir şey almaya ihtiyaç duyarız."

Öniz 'in söyledikleri o an içimdeki sıkıntıları daha da arttırmıştı. Beni huzursuz eden bir şey vardı ve sanırım tam da bu tutarsızlıklardı sebebi. Öniz bir müddet bekledikten sonra bir elini omzuma koydu.

"Meri o anı hatırladığını söylemiştin. Tarih olarak da hatırlıyor musun?"

Bakışlarımı Öniz'e çevirmiştim. Tedirginliğim yerini netliğe bırakırken içimden bir ses Iraz2ı yakaladığımı söylüyordu. Bu düşünce tavrıma da yansımış olacak ki sesim beklediğimden çok daha keskin çıkmıştı.

"Doğru söylüyorsun Öniz. O günün benim için büyük önemi var ve tarihini de net hatırlıyorum aslında... 22 Mart."

Herkes önündeki tabağa dikmişti bakışlarını. Öniz derin bir nefes alarak oturduğu yerde sırtını dikleştirdi önce ve ardından dirseklerini masaya koyup ellerini çenesinin altında birleştirdi.

"Bu da aklımıza bazı soruları getiriyor. Mesela... Iraz gerçekten yaz aylarında mı buraya geliyor?"

"Iraz o tarihte neden buradaydı?" dedi Nefes Öniz'e katılarak. Sesi çok durgun çıkmıştı. Gözlerini önündeki su bardağına dikmiş bir eli dudaklarındaydı.

"Ya da Iraz bize yalan mı söylüyor?" dedi Umay. Hepimiz kafamızdaki soruları bir bir sıralayıvermiştik.

Umay'ın söylediğinin gerçek olmasını hiç mi hiç istemiyordum. Bir sebebi olmalıydı. Iraz bu sebebi söylediğinde içimdeki sıkıntıların geçeceği bir sebep olmalıydı. Ben... Ben ilk kez birisine güvenmek istiyordum. İlk kez birini merak ediyordum ve o kişinin bir yalancı çıkması benim insanlara olan inancımı zedelerdi. Bunu istemiyordum.

Misafirler gittiğinde saat epey geç olmuştu. Teyzem ve Umay bize yardım için biraz daha kalmışlardı. Mutfak tezgahında yığılmış bulaşıkların birazını makineye koyup çalıştırmış kalanını ise Umay ile elimizde yıkıyorduk. Ben köpüklüyordum, Umay da duruluyordu. Annem ve teyzem artan yemekleri küçük saklama kaplarına koyarlarken bize bulaşık çıkarmaya devam ediyorlardı.

Umay ile zihnimizde dönen düşüncelerden hep yaptığımız o neşeli bulaşık yıkama seansımız bugün çok duygun geçiyordu. Annem de teyzemse bunun farkında bile değillerdi. Öyle yorulmuşlardı ve aralarındaki sohbete öyle dalmışlardı ki bizim konuşmadan bulaşık yıkadığımızı fark etmemişlerdi. Mutfaktaki işleri hallettikten sonra salona geçip masaları, sandalyeleri ve masa örtülerini kaldırıp ortama çekidüzen verdik. Bütün işler bittiğinde ise gitme vakti gelen teyzemi ve Umay'ı kapıdan geçirdik. Anneme kocaman bir öpücük verdikten sonra koşarak merdivenleri çıktım odama girdim.

Çok yorgundum hem ruhen hem zihnen hem de bedenen... Bugün benim için her yönden yorucu bir gün olmuştu. Gördüklerime mi inanmalıydım, duyduklarıma mı... Yoksa hislerimin arkasından mı gitmeliydim bilmiyordum. Sadece içimdeki sıkıntının geçmesini istiyordum. Günlerce gelmesini içten içe beklediğim, gün saydığım bu kişinin beklediğime değmesini istiyordum.

Aceleyle çalışma masamın yanına bıraktığım tabloyu kitaplığımın yanına, yatağıma dönük bir şekilde koydum. Yatağımın başlığına sırtımı yaslayarak bağdaş kurdum. Bu dünyada ailemin haricinde üç sığınağım vardı benim. Kitaplar, müzikler ve deniz... Bugün müziğe sığınacaktı hislerim. Telefonumdan sakin bir şarkı açtım. Şarkıya eşlik ederken zihnimdeki yoğunluğun yavaş yavaş çektiğini hissettim. Uzun bir süre tabloya baktım. Orada olduğumu hayal ettim. Tablonun içinde, o anda... O gün hissettiklerimi hala hatırlıyordum. Karşımda aynı hislerle çizilmiş bir tablo duruyordu. Bana beni anladığını anlatan bir tablo. Sırtımı dikleştirip şarkının ritmine göre parmaklarımı dizime vurmaya başladım. Sonra sessizce mırıldandım;

"Iraz gerçekte kimsin sen?"

 

***

Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.

>> Instagram – tugbaycaltindas <<

 

Loading...
0%