Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm - SAHTE

@tugbaaycaaltindas

Satır aralarına yaptığınız yorumları okumaktan keyif alıyorum. Lütfen yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin <3

Bölümü oylamayı unutmayalım :)

Bölüm şarkısı: Deran Çeçen-Daha Da Deşme

***

 

Uyandığımda canım yataktan kalmak istemiyordu. Annem odama gelip kahvaltının hazır olduğunu söylemişti ama ben kalkmamıştım. Aslında kıyamam hep kalkarım, hatta çoğu zaman ben onları kaldırırım ama bugün gerçekten de keyfim yoktu. Annem odamdan çıktıktan biraz sonra babam geldi.

"Güzel kızım. Neden yatağından çıkmadın bugün? Hasta mısın yoksa?"

"Hayır baba iyiyim bir şeyim yok. Sadece biraz daha yatmak istedim."

"Canın bir şeye mi sıkıldı? Bana anlatmak ister misin güzel kızım?"

Babamın sesindeki şefkatte merak ve endişe gizliydi biliyordum, hissediyordum. Ama kelimeler boğazımda düğüm, olaylar aklımda karmakarışıktı. Ağzımdan tek kelime bile çıkmıyordu zihnimdekilerle ilgili. Zaten zihnimi bunca meşgul eden şey neydi onu bile bilmiyordum.

"Yoo hayır. İyiyim baba."

"Emin misin? Bana pek öyle gibi gelmedi."

Ne diyecektim şimdi. Haklıydı, zaten hep bilirdi ben üzgün olduğumda. İçimde bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu bilmediğim, kendime bile tarif edemediğim bir şey... Iraz ile ilgili olduğunu biliyordum, annemin elinde o tabloyu gördüğümden beri böyleydi içim. Babama baktım ve tebessüm ettim. Sustum, babam da sustu. Bana sıkı sıkı sarıldı. Kocaman, sevgi dolu…

"Anladım kızım, eğer anlatmak istersen ben hep buradayım. Seni kucaklar dinlerim. Tıpkı şu an senin susuşlarını dinlediğim gibi..."

Bana bakıp sevgi dolu gülümsemişti. Saçlarımı okşayıp yanağıma öpücük kondurduktan sonra odamdan çıktı. Benimse zihnimde babamın söylediği son cümle dönüyordu. Susuşlarımı dinlediğini söylemişti bana ve bu benim içime dokunmuştu. Bir edebiyat öğretmeni olarak içimin ihtiyacı olan kelimeleri bulup tam yerinde ve zamanında, söylemesi gerektiği vurgu ve tonlamayla söylerdi babam. Söylediği bu cümleler ile de benim hayat öğretmenlerimden birisi.

Babamın susuşlarımı dinlemesi öyle iyi hissettirmişti ki bana yatağımdan çıkacak gücü sonunda toplayabilmiştim. Yavaşça yatağımdan kalktım ve kitaplığıma dayadığım tabloya baktım. Aklıma Iraz'ın çektiği fotoğraflar, çizdiği resimler geldi. Bu günkü gibi yalnız kalmak istediğim zamanlardı hepsi. Acaba o da mı benim susuşlarımı dinlemeye çalıştı diye düşünmeden edemedim. Kalkıp üstümü giyindim ve aşağı indim. Babamın yanına gidip yanağına bir öpücük kondurdum ve teşekkür ettim.

"Ne için kızım?"

"Susuşlarımı dinlediğin için babacım."

Küçük keyifli bir kahkaha attı babam başını sallarken.

"Babacım canım sahilde biraz yürümek istiyor. Gidebilir miyim?"

"Tamam kızım ama üstüne bir şey al hava yağacak gibi duruyor. Bir de telefonunun sesi açık olsun olur mu?"

"Tamam babacım. Anneme de haber verirsin olur mu? Ben çıkıyorum."

"Tamam kızım arar söylerim."

Kapıdan çıkar çıkmaz hızla yürümeye başladım. Bir an önce sahile ulaşmak istiyordum. Babamın dediği gibi hava yağacağa benziyordu. Kara bulutların ardından ara ara güneş çıkıyor, rüzgâr sert esiyordu. Sahilde biraz yürüdükten sonra yorulup kumlara oturdum. Bir avcuma kum alıp diğer elime aktardım ve sonra diğer elime. Kaç kez daha tekrarladım, ne kadar zaman geçti farkında bile değildim. Bir müddet daha oturdum ve göğe baktım. Gökyüzünde değişen bulutların şekillerini izlemek keyif veriyordu. Bir kız çocuğunun önümde dikilmesi ile o huzurlu hayal dünyasından, şu anda olduğum yere döndüm.

"Abla, bir abi sana bunu vermemi istedi."

Elinde rulo halinde bez gibi bir şey vardı ve bana uzatıyordu.

"Hangi abi? Anlamadım." Dedim şaşkınlıkla.

"Bilmiyorum benden istedi ben de getirdim." Diyerek uzattığı ruloyu ayaklarımın önüne bıraktı ve koşarak gitti. Bıraktığı ruloyu elime aldım. Dokusu kumaştı ama kâğıt gibi de sertti. Ruloyu açıp içine baktım. Akşamüstü sahilde sırt üstü yatmış ve elleriyle köpeğini havaya kaldıran bir kız resmedilmişti. Ve altındaki imza Iraz'ın imzasıydı. Resmi neden kendisi vermek yerine araya bir aracı koydu ki diye düşünmeden edemedim. Sonuçta biz artık tanışmış oturmuş konuşmuştuk. Ben onu biliyordum artık. Neden yanıma gelmemişti ki? Bu düşünceler zihnimi meşgul ederken oturduğum yerden kalkıp yavaşça eve doğru yürümeye başladım.

Evin önüne geldiğimde elimdeki kumaşı güzelce rulo yapıp pantolonumun arka cebine koydum ve anahtarımla kapıyı açtım. Sessizce içeri girdim. Annem ve babamın gülüşmelerini duyuyordum. Sesler mutfaktan geliyordu. Mutfağa yöneldim burnuma gelen kahve kokusu zihnimdeki düşünceleri dağıtmaya başladı.

"Benim canlarım ne yapıyorlarmış bakalım." Diyerek mutfağa girdim. Ellerinde kahve fincanları önlerinde tablet bana gülümseyerek baktılar.

"Hoş geldin kızım. Babanla tatile gidelim diye düşünüyoruz. Sana da uyar mı?

"Tabii uyar annecim. Sizin de dinlenmeye birbirinize zaman ayırmaya ihtiyacınız var."

İkisinin de gülümsemeleri yüzlerinde dondu. Şaşkın bir şekilde bana bakıyorlardı. Ters bir şey mi söyledim acaba diye düşünürken babam;

"Sen gelmek istemiyor musun kızım?" dedi.

"Gelmeyeyim diye düşünmüştüm. Bence artık kendinize göre gezip tatil yapmalısınız."

"Sen de gel biz nasıl bırakacağız seni burada." Dedi annem.

"Meri doğru söylüyor hayatım. Hem teyzesi de müsaitse onlarda kalabilir diye düşünüyorum. Müsait değillerse de anneanne ve dedesine arkadaş olabilir. Ne dersin Meri?"

"Evet babacım ben de öyle düşünmüştüm. Ne zaman gitmeyi düşünüyorsunuz?"

"Bugün teyzen ile konuşayım da eğer müsaitlerse yarına bilet alıp gidebiliriz. Ne dersin Oray?"

"Sen ne dersen ben hep kabul ederim karıcım biliyorsun."

Birbirlerine bakıp gülümserlerken bir kez daha ne kadar şanslı olduğumu fark etmiştim. Gülümseyerek bakışlara bana döndüğünde ben de tebessümle onları izliyordum.

"O zaman ben biraz odamdayım olur mu? Benimle bir işiniz var mı?"

"Yok kızım."

Yavaşça odama çıktım ve kendimi yatağıma atacaktım ki aklıma cebimdeki kumaş geldi. Cebimden kumaşı çıkarıp açtım ve çalışma masamın üstüne koydum. Sonra kendimi yatağıma attım. Telefonumu alıp Instagram'a girdim. Iraz ile mesajlarımıza bakmak gelmişti içimden. Iraz'ın profiline girdim. Profil fotoğrafını değiştirmişti. Ekran görüntüsü alıp resmi büyüttüm. Gözleri koyu kahve kıvrık ve uzun kirpikleri olan esmer güzel gülüşlü ve dudaklarının kenarında gamzeleri olan bir erkek resmiydi.

Gördüğüm profil resmi kafamı oldukça karıştırmıştı. Sabah içimdeki o derin huzursuzluk, kız çocuğunun getirdiği bezdeki resmi gördüğümde yeniden içime oturmuştu. Ama şu an bu resmi gördüğümde dayanılmaz bir hal almıştı içimdeki sıkıntı. Zihnimdeki soruların tek cevabı olan kişiyi nasıl bulacağımı bilmesem de kendimi dışarı atmam gerektiğini biliyordum çünkü odamın duvarları üstüme üstüme geliyor, içimi daha da sıkıyordu

Koşar adıma aşağı indim. Annemden dışarı çıkmak için izin aldım. Iraz'ı bulmam gerekiyordu ama hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim buralarda bir yazlıkları olduğuydu. Sokaklarda gezmeye başladım belki karşılaşırım umuduyla. Ama bulmayı geçtim izine bile rastlamadım. Pes etmek istemiyordum. İçimin sıkıntısını yalnızca ondan alacağım cevaplar geçirebilirdi ama onu nerede arayacağımı bile bilmezken sokaklarda böyle koşturmak anlamsızdı.

Eve dönmeye karar verdim. Farklı yollardan gidersem belki karşılaşırım diye düşünerek her zaman kullandığım yollardan başka bir yola saptım. Bizim eve bir sokak kalmıştı ki mucizevi bir şekilde karşıma Iraz çıktı. Olmaz dediğim olmuş, sokak sokak aradığım kişiyi sonunda bulmuştum. Karşısında hemen hemen Iraz'ın boylarında bir kişi daha vardı ve beden dillerinden anladığım kadarıyla tartışıyorlardı. Yanlarına yaklaştım ve Iraz'a seslendim. Öylesine hararetli konuşuyorlardı ki duymamış olmalılardı, dönüp bakmamıştı. Biraz daha yaklaştım tekrar 'Iraz' diye seslendim ve bu kez Iraz'ın karşısındaki kişi dönüp bana baktı. Yüzündeki şaşkın ifadeye anlam veremsem de Iraz2ın hala dönüp bakmaması biraz sinirimi bozmuştu. Tekrar tekrar seslenmemle sonun da Iraz da dönüp bana baktı. El sallayarak yanlarına gittim. Kendi kendime ise ‘İnsan adını duyduğunda dönüp bakmaz mı ya? Yanındaki çocuk bile baktı.’ diye söyleniyordum.

"Merhaba Iraz. Ben de seni arıyordum." Dedim kendimi tebessüm etmeye zorlayarak. Üstümdeki gerginliği ve huzursuzluğu belli edip Iraz’ı da germeme gerek yoktu ne de olsa. İkisi de şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu.

"Seninle konuşmamız lazım." Yüzüme yerleştirdiğim tebessümü bozmadan konuşmayı sürdürmüştüm. İkisi de aynı anda

"B-b-b-benimle mi?"

İkisine de baktım ve karşısındaki çocuğa dönerek parmağımla Iraz'ı gösterdim. “Irazla” dedim baskın bir şekilde. Çocuk afallamıştı. Bu tavrına anlam verememiştim. Iraz koluma dokundu ve sert bir ifadeyle konuşmaya başladı. Bakışlarındaki sertlik sesine de yansımıştı. Kolumu tutan eli ise oldukça sıkıydı.

"Meri sen git ben geleceğim." Dedi.

Onun bu hareketi ile ben de kaşlarımı çatmıştım ve kolumu çekmeye çalıştığımı fark etmesini beklerken karşısındaki çocuk Iraz’ın kolumu tutan el bileğinden kavradı.

“Bırak kolunu. Canını acıtıyorsun.”

Iraz kolumu sıktığını fark etmesi ile elini gevşetti.

“Meri ben özür dilerim. Ben, ben biraz sinirliydim fark etmedim canının yandığını… Sen şu köşe başına git. Söz veriyorum birazdan yanına geleceğim. Ne istiyorsan konuşacağız tamam mı? Ama şimdi git, lütfen.”

Bu tavrı biraz beni ürkütmüş olsa da gözlerinde gördüğüm pişmanlıkla bu seferlik sessizce köşebaşına gidip beklemeye karar verdim. Bir elimle kolumu ovalarken, tamam anlamında başımı salladım. Bakışlarımı Iraz’dan çektiğimde karşımdaki çocuğun öfke ve acıyla koluma baktığını gördüm. Arkamı döndüm ve yavaş yavaş yürümeye başladım. İyice uzaklaşmıştım ki arkamdan gelen bağırma sesiyle olduğum yerde durdum ve yanlarından uzaklaştığım iki gence baktım. Iraz'ın karşısındaki kişi öylesine öfkeliydi ki dışarıdan anlamayan gerçekten aptal olmalıydı. Iraz ise başı yerde öylece dikiliyordu.

"Bana bunu nasıl yaparsın! Gidip ona her şeyi anlatacaksın. Ben sana güvenmiştim.”

“Sen de senelerdir gösteremediğin cesareti artık gösterebilseydin. Çekip gitmek yerine hiç değilse benim yaptığımı yapabilseydin.”

“Ya ben sana kardeşim demiştim. Ama belli ki hata etmişim. Senden ne kardeş olurmuş ne de dost. Yazıklar olsun!"

“Anlamıyorsun beni. Ben sana bile söyleyemedim senelerdir. İçimde yaşadım hep ve bu yaptığınla sadece merak ettim tamam mı? Peşinden gittim. Böyle olacağını bilmiyordum.”

“Keşke sana hiç güvenmeseydim. Suç sende değil ki, sana güvenende!”

Iraz’ın karşısındaki çocukla göz göze gelmemle hemen arkamı döndüm. Bir saniyelik gördüğüm bakışındaki öfke ve hayal kırıklığı, duymamam gereken bir konuşmaya şahit olmuşum gibi hissettirmişti bana. Şaşkınlıkla arkamı döndüm ve içimdeki huzursuzluk yerini meraka bırakırken yürümeye devam ettim. Biraz ileride durup Iraz'ı bekledim. Yaklaşık on dakika sonra Iraz yanıma geldi. Yüzü allak bullak olmuştu. Gözlerinde ise öfke vardı.

"Iraz, o çocuk kimdi? Neden tartışıyordunuz?"

"Aramızda bir mesele vardı. Ondan... Ne konuşacaktın benimle?"

"Bir şey soracaktım aslında ama… Neyse senin pek keyfin yok. Daha sonra konuşalım."

“Sorun değil, sorabilirsin. Dinliyorum.”

“Yok. Daha sonra konuşalım daha iyi olur.”

Iraz başını salladı ve ağır adımlarla yanımdan ayrıldı. Arkasından bakıyordum ki bir an durup geri döndü. Ve yanıma geldi.

“Az önce sana öyle davrandığım için özür dilerim. Ben gerçekten istemeden sıktım kolunu. Canını acıttığım için özür dilerim Meri.”

“Yanlış zamanda gelmiştim. Gergindiniz zaten. Anlıyorum.”

“Her şey için özür dilerim. Elimde değildi. Böyle olacağını tahmin etmedim.”

“Tamam Iraz… Sorun yok. İnsan gergin ve sinirliyken bazen kontrolden çıkabiliyor. Bir daha yapmazsın olur biter.”

Başını salladı yavaşça. Oldukça üzgün görünüyordu.

“Hadi eve git dinlen biraz. Gerçekten kötü görünüyorsun.”

“Sen de eve git. Görüşürüz.”

Başımı salladım ve ağır adımlarla yol boyu yürüyen Iraz’ı izledim. Omuzları düşmüş, ayaklarını sürüyerek gidiyordu. Neydi onu bu kadar yıkan, böylesi dağıtan konu bilmiyordum. Ama üzülmüştüm. Onu böyle görmek üzmüştü. Arkamı dönüp az önce Iraz ile arkadaşının olduğu yere doğru baktığımda Iraz’ın arkadaşının hala orada olduğunu ve bana baktığını gördüm. Birkaç saniye bakıştıktan sonra arkasını dönüp sahile doğru yürümeye başladı. Onun da Iraz’dan bir farkı yoktu. Omuzları düşmüş bir eliyle ensesini ovarak yavaş adımlarla gözden kayboldu. Ne olduğunu bilmesem de ikisinin de çok üzgün ve sinirli olduğunu anlayabiliyordum. Ama Iraz’ın arkadaşı aynı zamanda hayal kırıklığına da uğramıştı. Sarf ettiği her cümlesi kırgınlıklarla doluydu.

Eve doğru giderken olanları düşünmeden edemiyordum. Iraz ne yapmış olabilirdi de böyle lafları işitmesine rağmen en sonunda sesini bile çıkarmadan sadece dinlemişti, merak etmiştim. Karşısındaki çocuk aklıma geldiğinde içimde bir huzursuzluk olduğunu hissettim. Sanki bir yerden tanıyor gibi bir his uyanmıştı içimde. Hem Iraz’ın benim kolumu tutmasına müdahale edişi ve ardından koluma bakarken ki yüz ifadesi aklımdan çıkmıyor, sürekli gözümün önüne geliyordu.

Iraz'a mesaj atmak için Instagram'a girdim ve mesaj kutusuna tıkladım. 'Iraz o arkadaşın kimdi?' yazdım. Sonra sildim. ‘Kötü görünüyordunuz, arkadaşın ve sen. Şimdi iyi misiniz?’ yazdım. Silip ‘Nasılsın?’ yazdım. Göndermek için butona tıklayacaktım ki vazgeçip o mesajı da sildim. Bir müddet ekrana öylece baktım. O sırada profiline girip Iraz'a bir kez daha bakmak istedim. Gerçekten güvenebileceğim biri miydi diye düşünürken fark ettim ki Iraz'ın profilindeki bu sima Iraz'a hiç ama hiç benzemiyordu. Ama bana artık çok tanıdıktı…

Öyle karmaşık düşüncelerle uyumuştum ki gece, sabah kalktığımda gördüğüm anlamsız rüyalardan dolayı başım çatlarcasına ağrıyordu. Ağrıkesici içmek için mutfağa indim. O sırada annem ve babam bavullarla odalarından indiler. Akşam eve döndüğümde teyzemle konuşuyorlardı. Onlarda kalmama karar verilmişti benimse canıma minnetti zaten. Hemen çantamı hazırlayıp bir kenara koymuştum. Geze geze gidecekleri için kahvaltı yapmadan çıkacaklardı. Odama çıkıp hızla üstümü değiştirdim çantamı alıp yanlarına indim ve birlikte evden çıktık. Bin bir tembihte bulunduktan sonra beni teyzemlere bırakıp kendileri de arabaya bindiler ve yola çıktılar. İzmir'e gidip bir gün orada konaklayacaklardı. Daha sonra da İtalya'ya uçacaklardı.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra Nefes ve Öniz ile buluşmak için teyzemden izin aldık ve dışarı çıktık. Dün olanları anlatmam iyi olacaktı. Düşündüklerime yeni bir bakış açısıyla bakılması gerektiğini biliyordum. Objektif olamayabilirdim ve bunu hiç ama hiç istemiyordum. Sahil Kafe'de buluştuk. Üçü de karşıma oturmuşlar benim dediklerimi düşünüyorlardı. Nefes;

"Ben bu işi anlamadım. Bir bit yeniği var ama hadi hayırlısı."

"Sahiden nasıl bir işin içine düştük abi, ben anlamadım." Umay sakince kafasını kaldırdı. Hepimize tek tek bakıp;

"Acaba gidip bulsak ve konuşsak mı? Ne dersiniz?"

"Bilmiyorum ki doğru olur mu?"

Uzun bir sessizlik oldu. Anlaşılan onlar da çok doğru bir hamle olduğunu düşünmemişlerdi. Biraz daha oturduktan sonra kafenin arkasındaki o saklı yerimize geçmeye karar verdik. Öyle güzel bir yerdi ki bizim kafamızı toplayacak tek yerdi. Dar geçitten geçtiğimizde bizden başkalarının da olduğunu görünce hayretle birbirimize baktık. Umay;

"Şu Iraz değil mi? Yanındaki kim?" diye sordu kısık bir sesle.

"O çocuk işte. Dün tartıştığı çocuk. O resme benzeyen." Dedim. Umay da anladığını belirtir bir ifadeyle kafa salladı. Yavaşça yanlarına gittik. Bizi görünce ikisi de çok şaşırmışlardı. Bu sefer onlara daha dikkatli bakabildim. Dün akşam karanlıkta net görememiştim. Iraz'ın yanındaki çocuk sahiden de o resme çok benziyordu. Hem ne güzel bakıyordu bana. İçi görünüyordu resmen gözleriyle. Kalbini görebiliyordum sanki. Gözlerimi zor da olsa ayırıp Iraz'a döndüm ve en keskin ve soğuk bakışımla baktım. Dün yaptığını unutmamıştım. Zaten bizimkilere de yaptı o sert davranışı söylemeden anlatmıştım olayları. Eğer Nefes bilseydi dün yaşanan o olayı, şu anda Iraz’ı yere sermiş olurdu.

Iraz gözlerini benden kaçırdı ve 'Size her şeyi anlatacağım.' Dedi yüzünü yere eğmiş ve gözlerini sımsıkı kapamıştı.

"Size her şeyi anlatacağım. Oturalım mı önce?" Umay hemen atıldı;

“Her şeyi derken?”

“Lütfen önce oturun.” Dedi Iraz. Bakışlarında dünkü öfke vardı. Yüzünde ise mahcubiyet. Fazlasıyla gergin olmalıydı ki avuçlarını sürekli üstündeki şorta sürerek siliyordu. Hepimizin oturmasını bekledikten sonra yüzlerimize tek tek baktı ve derin bir nefes aldı.

"Sizlere her şeyi anlatacağım… Öncelikle hepinizden özür dilerim... Ben Rüzgâr. Iraz'ın kuzeniyim."

Hepimiz ağzımız açık Iraz'a bakakalmıştık. Daha doğrusu Rüzgar'a. İçimdeki şaşkınlık aniden yerini öfkeye bırakmıştı.

"Na-na-nasıl yani? Pardon ben anlamadım.”

“Ben özür dilerim Meri. Çok özür dilerim.”

“Sen Iraz'ın kuzenisin ama kendini Iraz olarak mı tanıttın?”

Zihnim yaşananları, söylenenleri anlamakta zorluk çekiyordu. Günlerce beklediğim kişi bir yalancı mıydı yoksa bir oyunbaz mıydı bilmiyordum? Sadece güvenmek istemiştim. Sadece birinin beni bulacak kadar merak etmesinin güzelliğini yaşamak istemiştim ve o kişiyi tanımak istemiştim. Şimdi ise duyduklarımla içimde alevlenen öfkeyi ve kırgınlığı bastıramıyordum.

“Neden? Böyle bir şeyi neden yaptın? Ne istediniz benden? Bu yaptığını Iraz ile mi planladın? Çok mu eğlendiniz benimle oynarken? Söylesene! Neden susuyorsun? Dün onlarca yalanı söylerken rahattın. Şimdi neden susuyorsun? Konuşsana!"

Sesimin tonu git gide artmıştı. Gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde sustum. Kafamı eğip ellerimi alnıma koydum. Biraz sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Daha mantıklı olmak için sakin olmalıydım. Iraz'ın yanındaki çocuk konuşmaya başladı.

"Hayır. Haberim yoktu… Rüzgâr bu işe kendisi kalkışmış ve bugün de sizlere de bana da gerçekleri anlatacak. Ve bu işi başladığı yerde bitirecek."

Bir an elimi kaldırdım. Biraz zamana ihtiyacım vardı. Dün Iraz sandığım Rüzgar'ın karşısındaki, gerçek Iraz mıymış? Diye düşünürken bu yaşananlar acaba rüya mı diye arada tırnaklarımla oynuyordum. Bir rüya olmadığını biliyordum ama bir rüya kadar garip olması aklımın almasına engel oluyordu. Öfkeliydim… Kalbimle, aklımla, hislerimle oyuncak gibi oynamış birisi vardı karşımda. Ve yanındaki kişi belki benim gibi hissediyordu belki de yalnızca rol yapıyordu. Artık inancım kalmamıştı. Ama aklıma dün arkasını dönüp sahile giderken ki hali geldi. Ne düşüneceğimi gerçekten bilmiyordum.

"Bir saniye... Şimdi Rüzgar sahte Iraz ve sen de gerçek Irazsın öyle mi?" dedim ve gözlerimi, gözlerini bana dikmiş, bir saniye bile kırpmadan bana bakan çocuğa diktim.

"Evet Meri. Ben Iraz... Seninle böyle tanışmak istemezdim ama kısmet... Böyle olması gerekiyormuş demek ki." Dedi gerçek Iraz. Sonra Rüzgar'a dönerek;

"Evet Rüzgar, seni dinliyoruz. Ben de merak ediyorum işin aslını." Dedi. Benimle konuşurken kullandığı o yumuşak ve sakin ses tonundan eser kalmamış, oldukça sert ve tehditkâr bir ses tonuyla konuşmuştu.

"Sana anlattığım tanışma tamamıyla doğruydu Meri. Ama seninle o şekilde tanışan kişi bendim, Iraz değildi. Sen o gün beni kurtardın, Iraz'ı değil. Ben kendimi sana Iraz olarak tanıttım çünkü… Çünkü ben de senden hoşlanıyordum.”

Elleriyle saçlarını karıştırıp alnına biriken terleri sildi ve ardından kumlara çakılı bakışlarını gözlerime dikti.

“Iraz sana ilk mesaj attığında heyecanını benimle paylaşmıştı. Senden hoşlandığımı hiçbir zaman Iraz'a söyleyemedim Meri. Bana söylediğinde bile. Iraz ile konuştuklarını biliyordum. Onun sana yazdıklarını senin cevaplarını. Buraya geldiğimizde Iraz'ın ilk işi seni bulmak olmuştu. Iraz kafeye kadar geldi, kapıdan seni izledi ama senin için hazırladığı o ip yumağını sana veremedi. Ben Iraz’a yanlışlıkla çarptığımda elinden yumağı düşürdü. Henüz hazır hissetmediği için de çözümü o an karşına çıkmamakta bulmuştu. Bense bunu bir fırsat olarak gördüm. Sizi takip ettim ve kendimi Iraz olarak tanıştırdım. Sonrası da malum..."

Kısa bir sessizlikten sonra devam etti;

"Kötü bir amacım yoktu. Nefes'e yakalanmasaydım ben de karşına çıkmayacaktım. Ama bir taşa takılıp düştüğümde Nefes'e yakalandım."

"Peki neden daha sonra gelip söylemedin? Neden şimdiye dek bekledin?"

"Çünkü sana yakın olmak beni mutlu etmişti. Tek isteğim sana yakın olmaktı. Iraz'a söyleyecektim zaten, ama Iraz benden önce davrandı. ‘Meri bana neden karşıma çıkmadın diye neden mesaj atmadı sence’ diye sordu. ‘En iyisi karşısına çıkmak, bir şey olmuş olmalı’ diye düşündü. Ve ben bütün bu olanları söylemenin en doğru zamanı olarak düşündüm. Dün de bunu tartışıyorduk. Hepinize olanları anlatmak için Iraz'ı da buraya getirdim... Gerçekten çok özür dilerim. Lütfen beni affet Meri… Hepinizden özür dilerim, affedin."

Ne diyeceğimi nasıl tepki vereceğimi bilememiş bir halde Rüzgar’ın yanında içindeki öfkeyi bastırmak için ellerini yumruk yaparak oturmuş olan Iraz'a baktım. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim ve derin bir nefes aldım. Iraz’a dönüp gözlerine baktım.

“Peki sen neden söylemedin dün akşam Iraz olduğunu?”

“Herkes yaptığı yanlışı kendisi düzeltmeli diye düşünüyorum. Hem o an söylemem seni üzmekten, senin kabini yaralamaktan başka bir işe yaramazdı ve bu benim isteyeceğim en son şeydir… Doğruyu söylemedim evet, ama yalan da söylemedim sana. Yalnızca seni kıran ve üzen kişi olmak istemedim.”

Bir müddet sessiz kaldıktan sonra devam etti cümlelerine Iraz.

“Söylediklerim bencilce geliyor kulağa biliyorum. Ama haberim dahi olmayan bir durumun sorumluluğunu üstüme almak ve cezasını çekmek istemiyorum… Ben seninle tanışmayı yıllarca beklemişken yapmadığım bir şeyden dolayı seninle hiç tanışmadan uzaklaşmak istemiyorum.”

Söylediklerinde samimiydi. Bir an bile gözlerini gözlerimden çekmeden, bana değil kalbime konuşmuştu. Oraya dokunmaktı cümlelerinin amacı. Ya da oradan çıkıyordu kurduğu cümleler. Haklıydı. Hakkı vardı. Hiç haberi olmayan bir olayın cezasını ona kesmek yanlış olurdu. Ama nasıl güvenecektim böylesi bir şey yaşamışken bilmiyordum. Bakışlarımı Rüzgar’a çevirdim. Az önce yumuşayan bakışlarım şu an oldukça sertti. Keza ses tonumda.

"Bilmiyorum. Seni affedebilir miyim bilmiyorum. Sanırım seni affetmem için zamana ihtiyacım var. Bu olanları anlayamıyorum sahiden. Ne gerek vardı yalanlarla yanımda olmana. Gerçeklerle hep kalabilmek varken başkasının gölgesine saklanmana ne gerek vardı Rüzgar?"

Susuyordu. Söyleyebileceği bir şey yoktu zaten. Anlatacağı her şeyi anlatmış, söyleyeceği her şey bitmişti. Dahası varsa bile cesareti yoktu. Kuzenine ihanet etmiş, beni sonsuza dek kaybetmişti. Farkındaydı. Bir daha benimle yüz yüze gelemeyeceğinin, Irazla asla eskisi gibi olamayacağının çok farkındaydı. Belki üzgündü belki pişmandı ama bizim kadar berbat hissediyor olamazdı.

Kırılmıştım. Dahası kullanılmış gibi hissediyordum kendimi. Üzgündüm... Rüzgar'a artık iyi birisi olarak bakamayacaktım ve bu beni üzüyordu. Ne olursa olsun bize doğruları anlatması gerekirdi. Hem Iraz'ı hem de beni çok kırmıştı. Iraz’ın dün Rüzgar’a olan öfkeli sesinde duymuştum bunu. Iraz da en az benim kadar, hatta belki de benim tahmin edemeyeceğim kadar çok kırılmıştı. Az önce kurduğu cümleler de kanıtlar nitelikteydi zaten. Yavaşça başımı gök yüzüne kaldırım derin bir nefes aldım ve kafamı aşağı indirip nefesimi verirken ve Iraz'ın gözlerine baktım. O da bana bakıyordu. Gözlerimin en içine...

Kalbimi görmeye çalışırcasına derin bakıyordu bana ve çok anlamlıydı bakışları. Tıpkı dün Rüzgar’ın incittiği koluma baktığı gibi derindi. Öylesine bakan gözleri o kadar iyi bilirdim ki, anlamlı bakışları anlardım hemen. Etkilerdi anlamlı bakabilen insanlar beni, büyülerdi. O koyu kahve gözleri pırıl pırıldı. Gözlerine baktıkça bakışları içime işliyordu. Beni bakışlarının derinliğine çeken bir şey vardı gözlerinde. Gözlerine baktıkça kalbimin atışını kulaklarımda duymaya, parmaklarımın uçlarında hissetmeye başlamıştım. İşte o an dedim ki; 'Iraz Rüzgar'ı affetmeden ben affedemem. Iraz’ın kalbi iyileşmeden benimki de iyileşemez.’ Gözlerimden içimi görmeye çalışan bu çocuk sanırım beni yeni bir maceranın içine sürüklüyordu. Gözlerinin kahvesine böylesi çekilmemin başka bir anlamı olamazdı. Ben ise içten içe güvenmek istesem de güvenmemeyi seçerek kalbime zulmetmeye başlamıştım bile.

 

***

Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.

 

>> Instagram – tugbaycaltindas <<

Loading...
0%