Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm - EN GÜZEL MANZARAM

@tugbaaycaaltindas

Bölüm Şarkısı: Vagon – Manzara

Bölüm içi şarkısı: Lasse Lindh-Run to You

[Run to You şarkısını bölümün içinde bahsedilen yerde açıp dinlemenizi öneririm 😊]

Merhaba kıymetli okurlarım. Şimdi masmavi bir gökyüzü altında minik bir yolculuğa çıktığımızı hayal edelim ve sessiz bir yere geçelim... Gözlerinden içini gördüğünüz, gözlerinizden içinizi gören insanlara sıkı sıkı tutunun. Onların da size sıkı sıkıya tutunduğu bir yaşamınız olsun.

Yorumlarda buluşmak üzere… Keyifli okumalar dilerim <3

***

Fethiye'ye indiğimizde iki taksi ile kalacağımız yere gitmeye karar verdik. Nefeslerin burada bir yazlıkları vardı ve biz de onlarla orada kalacaktık. Taksilerin yanında beklerken Nefes Iraz'ı yanına çağırdı ve bizden biraz uzaklaşıp bir müddet konuştular. Umay iyice bana yanaştı ve gözleri ışıl ışıl bana baktı.

"Nasıl? Beğendin mi sürprizimizi?" dedi. Öyle mutlu görünüyordu ki ona kızmak imkansızdı. Demek ki Iraz'ın burada olma sebebi bizimkilerdi diye geçirdim aklımdan. Bana olan ısrarlarının sebebi bundandı. Bizi tekrar bir araya getirmek istediklerindendi.

"Aşk olsun Umay insan söylerdi Iraz'ın geleceğini. Ben de kendimi hazırlardım. Çok kötü oldu haberimin olmaması... Kendimi pusuya düşürülmüş gibi hissettim."

"Aman ufaklık sende. Hem ben sana söylesem sen gelir miydin? Üstüne bir de panik yapardın."

Haklıydı. Ne diyebilirdim ki. Iraz’dan köşe bucak kaçtığımı görmemeleri için kör olmaları lazımdı. Öyle ki garip davranışlarımdan Teyzem bile bir şeyler olduğunu anlamıştı. Kafamdakileri sorup zihnimdeki varsayımlardan kurtulmak istedim.

"Peki neden böyle bir plan yaptınız?"

"Iraz Nefes'i aramış ve seninle tekrar tanışmak istediğini söylemiş. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama demiş. Nefes de ben hallederim sen benden haber bekle demiş. Sonra Nefes beni aradı. Durumu anlattı kuzenlerinin geldiğini falan da söyleyince benim de aklıma böyle mini bir tatil geldi."

"Yani senin başının altından çıktı bu fikirler öyle mi?"

"Meri sen belli etmemeye çalışıyorsun ama her gece benim uyuduğumu düşünüp kalkıp çantandan o resmi çıkarıyorsun. Burnunu çekip gözyaşlarını siliyorsun. Sürekli Iraz'ı düşünüyorsun. Geceleri bile Iraz’ın verdiği kırmızı ip yumağına sarılıp uyuyorsun. Neden? Çünkü ister istemez onu özlüyorsun. Seni anlamaya çalışan biri var karşında sonuçta, bence bu hisler normal. Kuzenin olarak da senin o düşünceli ne yapacağını bilemez hallerine dayanamadım.” Dedi dudaklarını büzerek.

"Sen nasıl fark ettin ki. Geceleri beni mi gözetliyorsun? Hem aklıma esip bakamaz mıyım? İp yumağı ile oynarken uyuyakalmış olamaz mıyım?”

Kendimi öylesine savunmasız hissetmiştim ki. Umay söylediklerinde haklı olmasının yanı sıra benim bile henüz kendime itiraf edemediğim kendimce inkâr ettiklerimi bir bir yüzüme vurmuştu.

"Hayır seni gözetlemiyorum bu bir... İkincisi aklına esse bir bakarsın iki bakarsın her gece değil. Ayrıca ip yumağı ile oynamak ne oluyor, kedi misin sen?"

Sessizce ayağımla yerdeki taşlarla oynuyordum. Haklıydı ve kendimi savunacak hiçbir yanım yoktu. En mantıklısı sessizlikti. Zaten son söyledikleri ile kendimi koruyayım derken ne kadar saçmaladığımı da fark ettirmişti. Kollarımı önümde bağlayıp sessizce olduğum yerde durdum. Biraz zaman sonra Nefes yanımıza geldi.

"Umay'ın sürprizi sanaydı ama benim hepinize bir sürprizim var." Kısa bir sessizlikten sonra Nefes devam etti.

"Iraz da bizimle geliyor ve bizde kalıyor." Yüzünde hem gergin hem de mutlu bir ifade vardı. Umay ve ben aynı anda 'Ne?' diye bağırdık. Umay’da en az benim kadar şaşkındı. Ama kimse benden daha fazla şaşıramazdı. Benim haftalardır köşe bucak kaçtığım, kendimi görmeyeyim diye eve kapatmamın sebebi olan o kişi ile aynı evde kalacak olmam… İşte bu önümüzdeki iki günün oldukça tuhaf geçeceğinin ilk sinyaliydi.

O şaşkınlıkla hepimiz taksilere bindik ve eve doğru yollandık. Yolda giderken içim öylesine tuhaftı ki. Kimseye, kendime dahi anlatamazdım bu hisleri. Hem öfkeli hem mutluydum. Endişe ve heyecan bir aradaydı. Birisi dokunsa muhtemelen bu duygu yoğunluğuyla ağlardım. Kendime ve içimde kopan bu fırtınaya az da olsa anlam verebilmek umuduyla başımı cama çevirdim ve masmavi gökyüzünde süzülen bulutlara baktım.

Bu kısa yolculuğun ardından eve gelmiştik. Ev dubleks bir evdi. Aşağıda üç yukarıda iki oda vardı. Erkekler aşağıda kim kiminle kalsın muhabbeti yaparken biz küçük valizlerimiz ile üst kata çıkmıştık bile. Kimse bir şey söylemeden hemen söze başladım.

"Berfucuğum, seninle bugün hiç konuşamadık. Sana hoş geldin bile diyemedim. Bağışla lütfen. Ama her şeyi bir bir anlatacağım söz." Dedim ve gülümsedim.

"Önemli değil Meri. Konunun birazını biliyorum ama detaylarını senden dinlemeyi çok isterim."

"Tabiki de... Bir şey daha söyleyeceğim. Bu daha çok bir istek olacak. Ben tek kişilik odada kalabilir miyim? Siz Umay ile kalır mısınız?"

"Umay hemen atladı;

"Noldu? Yoksa resimlere rahat rahat bakamayacak mısın? Hı? Hı?"

"Hayır Umay… Senden sıkıldım."

"Ne benden sıkıldın mı?" yüzünde görülmeye değer bir hayal kırıklığı vardı. Hatta fazlasıyla abartıydı. Kahkahalarla güldükten sonra Berfu gözlerinden akan yaşları siliyor bense Umay'ı kendime çekip sarılmaya çalışıyordum.

"Gel buraya canımın içi ben hiç senden sıkılır mıyım? Berfu ile kalmak istersin diye düşündüm hem Berfu bizim misafirimiz yalnız bırakmak olmaz değil mi ama?"

"Bana uyar hem sana misafirliğe geliriz birazdan. Hemen yerleşelim de gelelim. Şu hikâyenin detaylarını merak ediyorum." dedi göz kırparak. Evet, gerçekten hikâye gibiydi yaşadıklarım. Şu an bile bir hikâyenin içindeydim sanki. İnanması güç, bir araya gelmesi, planlanması neredeyse imkânsız olan olaylar silsilesini ancak bu kelime normalleştirebiliyordu. Hikâye…

Yarım saat sonra odamda yere oturmuş önümüzde bir paket çekirdek ile oturmuş sohbet ediyorduk. Berfu'ya aldığım mesajlardan kırmızı ip yumağına, Rüzgar’ın bize kendisini Iraz olarak tanıtmasından iki hafta önceki gidişine kadar bütün olanları anlatmıştım. Umay da bu günkü planlarını ve daha önceden Iraz ile sohbetlerinde geçen konuşmaları anlatmıştı.

"Vay be. Masal gibi resmen. Peki şimdi ne olacak?"

Berfu sorusunda haklıydı. Şimdi ne olacak hiçbir şey kestiremiyordum. Umay da benim gibi düşünceli gözlerle bana bakıyordu. İçimde kopan fırtınayı az çok tahmin edebiliyordu, biliyordum. Ama beni o fırtınanın içinden de en çok o çıkarmaya çalışıyordu. Bütün çabası da bunaydı. Kızamazdım… Derin bir nefes aldım ve;

"Bilmiyorum. Sanırım zamana bırakacağım. Akış en doğru yolu gösterir, öyle umuyorum."

İkisi de hızla başlarını salladı. Umay’ın gözleri yeniden parlamaya başlamıştı. Berfu ise kararlı bir şekilde bakıyordu bana. Sanırım söylediklerim ikisini de memnun etmişti. Onların bakışları benim de içime su serpmişti.

"Neyse hadi aşağı inelim. Evde yiyecek bir şeyler de yok. Ben hafiften acıkmaya başladım." Dedi Umay. Berfu ile aynı anda elimizle midemizi tuttuk. Biz de acıkmıştık.

"Tamam hadi inelim. Belki bir şeyler düşünmüştür bizimkiler."

Hep birlikte aşağı indik ve aynı anda indiğimize pişman olduk. Geleli henüz iki saat olmuştu ve erkekler oyun konsolunu kurmuş oyun oynuyorlardı. Keşke sadece oyun oynamak ile kalsalardı. Koltukların yastıkları bir tarafta örtüleri başka bir taraftaydı ve o ilk gördüğümüz temiz düzenli halinden eser yoktu. Üzülerek (asla üzülmemiştik) oyunlarını bozduk ve el birliği ile salonu eski haline getirdik. Sonra da dışarı çıkıp alışveriş yapmaya karar verdik.

Yakınlarda bir market vardı. Önde Umay arkada Berfu ile ben ve bizim arkamızda beyler olmak üzere markete giriş yaptık. Direk makarna bölümüne gidip birkaç paket makarna aldık. Sonra yoğurt, domates falan derken iki gün karnımızı paşalar gibi doyuracağımız bir alışveriş yaptık. Hesabı ortaklaşa halledip eşyaları beylere taşıttık. Ne derler, erkekler eşya taşımak için kadınlarla alışverişe çıkarlar.

Eve gidip dört kişi yemekleri yaptık. Umay, Berfu, ben ve Iraz… Neydi? Ben Iraz’dan kaçıyordum değil mi? İki gün değil iki yıl gibi geçecek minik tatilimizin ilk aynı ortamda bulunmasını yaşıyorduk. Iraz'ın bize yardımcı olması çok ince bir davranıştı. Ama benim gerilmeme de sebep oluyordu. Ben makarnayı haşlatıyordum Iraz ise sosunu hazırlıyordu. Kızlar da salatayı yapıp sofrayı hazırlamaya koyulmuşlardı. Hepimiz masaya oturduk ve tabaklarımızdaki makarnayı yemeğe koyulduk.

"Bu makarna enfes olmuş. Kim yaptı?" dedi Meriç.

Iraz ve ben aynı anda el kaldırmıştık ve sonrasında birbirimize bakakaldık. Hızla ellerimizi indirip tabaklarımızdaki makarnaları bitirmeye koyulduk. Sofrada herkes kendi hayatından bahsediyordu. Okul hayatları, sevgilileri, arkadaşları, hayattaki planları... Biz ise Iraz ile yalnızca dinliyor hiç sesimizi çıkarmıyorduk. Aypan'ın bize yönelttiği soru ile bütün ev sessizliğe büründü.

"Iraz, Meri... Sizin aranızda ne var?"

Aman Allahım. Yüzümü ateşler basmaya başlamış ve ellerimi titremeye başlamıştı. Nereden çıkmıştı bu soru şimdi? Hayır insan böyle dümdüz sorar mı? Ellerim istemsizce yanaklarıma gitti ve ardından önümde duran suya uzandım. Ellerimin titremesini kontrol altına almama lazımdı ama bir kez paniklemiştim ve şu anda sakinleşemiyordum.

“Sofraya oturduğumuzdan beri gerginsiniz de. Bir şey mi oldu?”

Ne cevap vereceğim diye düşünmekten kendi halimin farkında bile değildim. Vereceğim cevabı bile düşünmeden konuşmaya cesaret etmiştim ki Iraz'ın cevabı susmama sebep oldu.

"Biz Meri ile daha önceden tanışmıştık ama hoş bir tanışma olmamıştı. Bu nedenle ikimiz de gerginiz sanırım. Aslında… Ben Meri'nin platoniğiyim ama o beni ne olarak görüyor bilmiyorum…"

Ben dahil herkes şoktaydı ve neredeyse herkes nefesini tutmuş bana bakıyordu. Olanları normal bir şekilde anlattığını duyunca için biraz rahatlarken en son söyledikleri ile kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı. Ne demişti? ‘Ben Meri’nin platoniğiyim ama o beni ne olarak görüyor bilmiyorum…’ Birden ayağa kalktım ve 'Afiyet olsun' diyerek hızla odama çıktım. Ağlamak üzereydim. Ne hissedeceğimi asla ama asla bilmiyor ne yaşadığımı idrak edemiyordum. Öylesine utanmıştım ki buradan gidene dek odamdan çıkmayacağıma dair sözler veriyordum kendime. Kapımı kilitleyip yatağıma oturdum. Birisiyle konuşmayı geçtim buradaki varlığımı dahi unutmak, unutturmak istiyordum.

Umay ve Berfu biraz zaman sonra odamın kapısını çalıp benimle konuşmak istemişlerdi ama ben kapıyı açmıyor sadece yalnız kalmak istiyorum diyordum. Biraz ısrar ettikten sonra gittiler. Yanımda getirdiğim kitabı okumaya başladım. İnsan bir paragrafı on kez okur muydu? Ben ömrümde hiçbir paragrafı ikinci kez okumamıştım ama onuncu kez okuduğumu fark ettiğimde aslında okumadığımı da fark etmiştim. Ben kitap okumuyordum, yalnızca az önce yaşadıklarımı zihnimde tekrar tekrar yaşıyordum.

Odamdaki sessizlikten kafamdaki sesler beni daha da rahatsız eder olmuştu. Kısık sesle müzik açtım ve birden müzik odanın içini doldurdu. Çok sevdiğim bir şarkı olan Lasse Lindh'in Run to You şarkısı başladığında şarkıyı tekrarlamaya almadan edemedim. Dinlemek iyi geliyordu. Bilmem kaçıncı kez dinliyordum ki kapının ardında bir tıkırtı duydum. Kapıya yaklaştım. Yavaşça kapı tıkladı. Kimin geldiğini anlamaya çalışıyordum. Sessizce bekledim.

"Uyumadığını biliyorum."

Bu kelimeleri söyleyen kişi Iraz'dı. Kapımın önünde bana usulca sesleniyordu.

"Seninle konuşmak istiyorum kapıyı açar mısın?" Açamazdım.

"Hayır açmayacağım. Şu an konuşmak istemiyorum."

"Sen bilirsin. Kapıyı açana dek burada bekleyeceğim." Yapamazdım, yüzüne, gözlerine bakamazdım. Şimdi yapamazdım bunları.

"Boşuna bekleme açmayacağım." Dedim sert bir ses tonuyla.

"Peki, madem açmayacaksın o zaman dinle beni lütfen."

"Saçmalama Iraz geç oldu git uyu."

"Gitmeyeceğim Meri. İnatlaşma benimle." Heyecandan titreyen sesimi daha fazla ona duyurmamak için pes ettim.

"Aman iyi gitmezsen gitme. Ben uyuyorum."

Ne kadar da güzel. Ayaküstü kavga etmiştik. İkimiz de birbirimizden inattık. Uzun bir sessizlik oldu. Belki birkaç dakika belki daha da fazla. Iraz'ın gittiğini düşünüp yatağıma doğru yürümüştüm ki o tok sesi duydu kulaklarım.

"Seni seviyorum Meri..."

Yavaş ve sessiz adımlarla kapıya iyice yaklaştım ve olduğum yere oturdum. Sırtımı kapıya dayamış dolu gözlerimi kırpmamaya kalbimin hızlı atışını sakinleştirmeye çalışıyordum. Onun sesinden o kelimeyi tekrar duymak istiyordum. Hem de çok. Ama sustum bir şey diyemedim. Eğer konuşmaya başlarsam sesim titreyecekti. Bu kez titrediğini anlamaması da imkansız olurdu, biliyordum.

"Seni ilk gördüğüm andan beri seviyorum. Sizin dükkanınızdan kurabiye almış annemlerin yanına giderken seninle çarpışmıştım. O güzel mi güzel açık kahve gözlerin benim koyu kahve gözlerime ilk o zaman baktı. Yere düştüğümdeki o masum ve endişeli yüz ifaden hiçbir zaman aklımdan çıkmadı. Hep seni aramıştım o yaz. En sonunda da buldum. Bütün bir yaz boyunca ailemin bana hediye ettikleri fotoğraf makinesiyle resimlerini çektim. Seni unutmak en büyük korkumdu o zamanlar."

Gözlerim dolmaya başlamıştı. Birisi tarafından unutulmaya korkar bir insan olduğumu öğrenmek, hem de beni unutmaya korkan kişi tarafından bunu öğrenmek öylesine duygulandırmıştı ki beni, hislerim yine karma karışık bir hal almıştı.

"O yıl okulda bir resim yarışması yapıldı. İlk on kişi arasına giren öğrencilere özel resim eğitimi verilecekti. İlk on kişi arasına girebilmiştim. Aklımda yalnızca senin resimlerini yapmak vardı. Çok çalıştım seni hatırladığım kadar gerçekçi ve detaylı çizebilmek için... Meri beni duyuyorsun değil mi?"

Biraz kıpırdayınca kafamı kapıya çarptım ve bunu duyan Iraz cümlelerine devam etti;

"Lütfen aç kapıyı…. O güzel yüzünü bir göreyim. O güzel gözlerine bakıp söyleyeyim seni sevdiğimi." dedi. Sustu... Ben de gözlerimin içine bakmasını istiyordum. Onun koyu kahve gözlerinde kendimi görmek istiyordum.

Kapıyı yavaşça açtım. Yerde oturmuş sırtını duvara yaslamıştı. Beni görünce hızla ayağa kalktı. Gözleri gözlerimle buluştu. Uykulu gözlerle bakıyordu bana. Gözleri küçülmüştü ve yıldızlar kadar parlaktı, yanakları ise hafifçe pembeleşiyordu. Ben de ondan farklı değildim. Gözlerim uykusuzluktan batıyor yanaklarım yanıyor vücudum ise heyecandan titriyordu. Kapının önünde bir süre birbirimize bakarak durduk. Iraz usulca ellerimi tuttu. Gözlerime baktı ve kalbimin dışarıdan duyulacak kadar hızlı çarpmasına sebep olan o iki kelimeyi söyledi.

"Seni seviyorum..."

Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde ellerimi Iraz'ın yüzüne o güzel gülüşünü daha da güzelleştiren gamzesine dokunurken buldum. Fark ettiğimde çok utanmıştım hemen elimi indirdim. Gözlerine baktım uzun uzun ve konuşabileceğimden emin olduğumda;

"Benim artık uyumam lazım. Sen de uyu vakit çok geç oldu." Dedim fısıltıyla.

"Tamam uyuyacağım. İyi geceler Kızıl Gezegenim." dedi ve Iraz merdivenlerden inerken ben de odama geri girdim. Yüzümde kocaman bir gülümseme ile yatağıma yattım. Telefonumu alıp Iraz'ın resmine baktım. Bugün ben de onun haberi yokken onun resmini çekmiştim. Gözlerimi kapattım ve az önce benim gözlerime bakan o koyu kahve, yıldız gibi parlayan küçük gözlerini düşündüm. Belki kimse bir şansı daha hak etmezdi ama Iraz hak ediyordu. Neden böyle düşündüğümü bilmiyordum ama içimden bir ses ona bir şans vermem gerektiğini, onu tanımak için çabalamamı söylüyordu.

Sabah uyandığımda içimde bir rahatlama, yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Gece olanlar acaba rüya mı diye düşünmeden edemiyordum. Bana söylediği cümleler, gözlerime bakan gözleri, ellerimi tutan elleri gerçek olamayacak kadar güzel hislere bürümüştü ruhumu. Kulaklarımda yankılanan iki cümle vardı. Biri tabi ki de beni sevdiğini söylemesiydi. Diğeri ise 'İyi geceler Kızıl Gezegenim' demesi. Ben onun Kızıl Gezegeniydim, o ise benim En Güzel Manzaram. Onun gözleri öyle güzeldi öyle derin bakıyordu ki bana, gözlerinden kalbini görebiliyordum ve bu benim gördüğüm en güzel manzaraydı. Onun gözlerinin berraklığından kalbini görmek, bana içten bakışlarını izlemek benim için en güzel manzaraydı.

Üstümü giyinip aşağı indim. Henüz kimse uyanmamıştı. Önce kızları sonra da beyleri uyandırmak üzere tek tek odaları gezdim. Tatildeyiz diye bol bol uyuyacaklarını sanmışlardı belki ama yanılmışlardı. Madem tatildeydik o zaman delicesine gezmeli, vaktimizi boşa geçirmemeliydik. Çekimser adımlarla Iraz'ın kaldığı odaya yöneldim. Kapısının önüne gelmiştim ki birden kapı açıldı ve Iraz ile burun buruna geldik. Tabii bu deyim tam olarak duruma uymuyordu, zira ben Iraz'ın omzuna ancak geliyordum.

"Günaydın Kızıl Gezegenim."

"Günaydın…” Utanmıştım. Kızıl Gezegenim demişti yine bana. Dün yaşadıklarımın rüya olmadığını fark etmiş olmam ise daha da utanmama sebep olmuştu.

“Hadi hazırlan gel. Kahvaltı hazır." dedim gergin bir gülümsemeyle ve arkasını dönüp hemen mutfağa gittim. Herkes masaya oturduğunda kahvaltımıza başladık. Dün geceki olaydan kaynaklı olmalı herkes suspustu bu sabah. Kaçamak bakışlarla bir bana bir Iraz’a bakıyorlardı ama hiç kimse ağzını açıp tek laf etmiyordu. Bu durum beni oldukça germişti. Herkese laf atarak konuşturmaya çalışmıştım. Başarılı sayılmazdım belki ama başarısız da değildim. Kahvaltımızı bitirdiğimizde el birliğiyle sofrayı toplamaya başladık. Iraz masa örtüsünü kaldırıp mutfağa götürüyordu. Bir an olduğu yerde arkasını döndü.

"Rica etsem bir dakika beni bekler misiniz?" dedi

Önce mutfağa ardından odasına gitti ve biraz sonra ellerinde bir sürü yassı taşlar ile geri geldi. Teker teker elindeki taşları dağıtmaya başladı. Herkes kendisine verilen taşa uzun uzun bakıp, yüzlerinde gülümseme ile diğerlerine gösteriyordu. Dünkü alışverişimiz resmedilmişti taşlara. Herkes resimlere mest olmuştu. Herkes taşlarını diğerlerine gösterdikten sonra merakla beni beklemeye başladılar. Iraz’ın taş vermediği tek kişiydim. Elinde bir taş vardı ama herkesin birbirinin taşına bakmasını beklemişti. Elinde tuttuğu o taş da benim olmalıydı. Ben de merak etmiştim Iraz elindeki son taşı bana uzatmıştı. Ama bana verdiği taşın üzerinde bir resim değil bir yazı vardı. ‘Beni küçük dünyana kabul eder misin Kızıl Gezegenim?

Herkes merakla bana bakıyordu. Bense Iraz'ın verdiği yassı taşa... Bu kadar güzel bir teklif beklemiyordum. Aslında bir teklif beklemiyordum. Bir rüya gibi geliyordu yaşadıklarım. Masadaki sessiz ortamı bozan kişi Umay oldu.

"Meri? Göstermeyecek misin bize? Merak ettik."

Kafamı kaldırmış ve tam 'hayır' demek için hazırlanmıştım ki Iraz’ın dün gece kapımın arkasından gelen o tok sesini daha net, daha yüksek işittim.

"Beni kalbine kabul eder misin Meri? Kızıl Gezegenine kabul eder misin beni? Manzaranı manzaram yapar mısın?" Neler diyordu? Beni heyecandan öldürmek mi istiyordu acaba? Bunlar ne güzel sözlerdi böyle.

Masada önce bir sessizlik oldu. Herkes şaşırmıştı olanlara. Evet herkes aramızdaki garip durumun farkındaydı ama kimse Iraz’ın böyle bir teklifte bulunacağını tahmin etmemişti. İlk şoku atlattıktan sonra hepsi bana dönmüş cevabımı bekliyorlardı. İşte tam o sırada nasıl söylediğimi hatırlamadığım o sözler döküldü dudaklarımdan. Zihnimin üç haftadır döndürüp durduğu o düşünceler, dün gece Iraz’a yakından baktığımda daha da artmış, kalbimdeki o karmaşık hisler birden durulmuştu. Ne istediğimi bilmiyordum ama akışına bırakacağım demiştim. Bu akışa hislerim de dahildi ve zihnimdekiler kalbimdekilerle birleşip birden söz olup ağzımdan çıkmıştı.

"Benim manzaram sensin, onu nasıl yapacağız peki?"

Gözlerinin yıldızlar gibi parlayıp söndüğünü gördüğümde işiteceklerim için kendimi hazırlamaya çalışmıştım. Ne de olsa gözlerinden kalbini görebiliyordum ben ve az önce kalbi pasparlak olmuştu.

"Senin gözünden kendimi görmek bir şereftir benim için. Sen yeter ki kabul et beni kalbine. Bırak kalbin yuvam olsun. Bırak yıllardır uzaktan sevdiğimi şimdi derinden seveyim." Dedi Iraz.

Ressam mı şair mi belli değil. Yüreğimi eritti sarf ettiği sözleri. Hiçbir şey diyemedim ona. Sadece başımı sallamakla yetindim. Yıllardır beklemiş, yıllardır beni sevmekten vazgeçmemişti. Kabul etmekten başka ne yapabilirdim ki…

***

Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.

 

>> Instagram – tugbaycaltindas <<

Loading...
0%