@tugbaaycaaltindas
|
Bölüm Şarkıları: Tuğkan – Venüs Taha – Geceye Yakışan Kadın Duygular paylaştıkça ya azalır ya da çoğalır. Sevgi ise paylaştıkça çoğalan duygulardan birisi. Bunu unutmadan ve belki de bol keseden dağıtalım sevgimizi. İnsanları, sevimli patili dostlarımızı, evrendeki var olan yahut olmayan her şeyi sevelim. En çok da kendimizi ve bizi sevenleri. Sevmek asla boşa gitmez. Sevmeyi çok sevdiğiniz ve çok sevdikçe daha da çoğalan sevginizi fark edeceğiniz bir hayatınız olsun… Keyifli okumalar dilerim <3 *** Odama çıktığımda avuçlarımın içindeki yassı taşın üstündekiler gözlerimin önünden geçiyor, Iraz’ın sarf ettiği cümleler kulaklarımda yankılanıyordu. Yüzümdeki gülümsemeyi silemiyor, hatta zamanla daha da büyük bir gülücük yüzümde yayılıyordu. Odamın ortasında bir müddet ayakta ne yapacağımı, nerede olduğumu bilmeden durduktan sonra avuçlarımdaki taşı çantamdaki kırmızı ip yumağının yanına yerleştirip kendimi yatağa attım. Upuzun uzandım yatağa. Ne kadar böyle kaldım bilmiyorum ama kendime geldiğimde Umay başımdaydı. "Hadi kalk gidiyoruz, sizi kutlamak için bugün akşam yemeğini dışarıda yiyelim dedik. Ayrıca sen neler dedin Iraz’a ya. Sonra kaçtın odana geldin daha bunun dedikodusunu yapacağız. Neyse hadi kalk artık hazırlanman lazım." benim konuşmama fırsat vermeden konuşmasına devam etti. "Allah'tan yanımda birkaç tane elbise getirmiştim." Diyerek odasından getirdiği bavulunu elbiseleri çıkarmaya başladı. Bazen aynı kandan olduğumuza inanamıyorum. Üç tane elbise çıkardı ve her birini büyük bir özenle yatağıma serdi. Biri beyaz askılı kısa bir elbiseydi. Biri tozpembe, askılı ve uçuş uçuş uzun etekleri olan bir elbiseydi. Sonuncusu ise limon sarısı, çapraz askı detaylı, kısa etekli, uçuş uçuş bir elbiseydi. Umay hemen beyaz elbiseyi eledi. Neymiş beyaz tenime çok güzel uyarmış ama o neymiş öyle gelinlik gibi hemen beyazlar giymeyecekmişim. Daha sonra toz pembe elbiseyi de eledi. Çünkü etek boyu bana uzun gelebilirmiş. Ve elime limon sarısı elbiseyi tutuşturuverdi. "Hadi sen bunu bir dene. Giyince seslen odadayım hazırlanacağım." Dedi ve dışarı çıktı. Ağzım açık bütün kelimeler boğazıma dizilmiş odamın ortasında tek başıma kalakalmıştım. Kendi kendime az önce yaşadıklarıma anlam veremez halde güldüm ve elimdeki elbiseye baktım. Mecbur giyecektim, emir büyük yerdendi ve ben de bugün hoş görünmek isterdim. Elbiseyi giydiğimde minik ama telaşlı adımlarla odadaki aynanın karşısına geçtim ve kendime bakakaldım. Pek elbise giymezdim. Hatta hiç elbise giymezdim. Ve bu elbise sahiden de çok güzel olmuştu bana. Hemen Umay'ı çağırdım içeri girer girmez uzun bir ıslık çaldı. Berfu ise 'elbiseye burun kıvırandan korkacaksın zaten, şu güzelliğe bir bak.' Diye Umay'ın ıslığına destek çıktı. Herkes gibi o da bilirdi elbise giymeyi sevmediğimi. Beğeni faslını geçtikten sonra saç ve makyaj kısmına gelmişti sıra. Beni hemen yatağıma oturtup topuz olan saçlarımı açtı Umay. Eline küçük kıskaçlı bir toka aldı ve birkaç model denemesinden sonra en güzelinin önlerde biraz saç bırakarak geri kalanını arkada tutturmak olduğuna karar verdik. Makyaj yapmam için sarf ettikleri onlarca cümle ile karşımda konuşan kızlara bakmaya başladım. Asla ağzımı açtırmıyorlardı. Makyaj yapmayı sevmezdim. Aslında severdim ama bu sıcakta hiç çekemezdim o yüzden de kızların far, allık, pudra gibi isteklerine kesinlikle karşı çıkarak bir parlatıcı ve bir rimel ile hazır ve nazırdım. Berfu çok hafif makyaj yaptığımı söyleyip bana kızsa da dahasına gerek yoktu. Ben kendimi böyle daha çok beğeniyordum. Kızlar zaten hazırlardı. Önce kendileri hazırlanmış sonra da beni hazırlamaya, odama gelmişlerdi. Onların hızına kimse yetişemezdi, ancak kendilerini beğenmezlerse geç kalırlardı. Zaten her kızın sorunu da bu olmuyor mu? Aşağı indiğimizde beyler bizi bekliyorlardı. Onlarda da farklı bir özen bir şıklık vardı. Gözüm hemen Iraz'a takıldı. Açık mavi gömlek ve koyu lacivert kot pantolonu ile nasıl da şık olmuştu. Şıklığının en büyük tamamlayıcısı gözleri ve içten tebessümüydü. Hepimiz hazır olduğumuza kanaat getirince yavaşça hareketlendik ve kapıya yöneldik. Herkes çıkmış ve biz de Iraz ile onların peşinden gidiyorduk ki Iraz benim kolumdan tuttu ve durdurdu. Kulağıma eğildi. "Çok güzelsin Meri. Bundandır ki sen benim Kızıl Gezegenimsin. Bambaşka bir dünyasın sen..." Kocaman gülümsedim. Böyle cümleleri hayatımda ilk kez duyuyordum. Nasıl da özel hissettiriyordu bana kendimi. Sanki dünyada bir tek ben varmışım gibi. Zaten önemli olan da bu değil miydi? Iraz'ın dünyasında bir tek ben olmam. Yol boyunca düşündüğüm tek şey buydu. Iraz’ın hayatında tektim, hem de uzun zamandır… Geldiğimiz kafe ise öylesine güzeldi ki görünce aklımdaki düşünceler, bedenimdeki gerginlik adeta uçup gitti. Bir bağ evinin kafeye dönüştürülmüş bahçesinde mini bir havuzu olan ve havuzunda sevimli mi sevimli ördeklerin bulunduğu bir mekandı. Bahçede de evin iç kısmında da masalar vardı. Biz içeride yemeği tercih etmiştik. Tam benlik olan bu restoranda kitaplar ve el yapımı, eşi benzeri olmayan süslemeler vardı. Özellikle kitaplardan oluşan bir köşe vardı ki gözlerimi alamıyordum. Benim büyük ısrarlarım sonucunda o köşedeki boş masaya oturduk. Herkes gülüp eğlenirken Iraz ile ben susuyorduk. İkimiz de gergindik. Daha çok kaynaşmak için çıktığımız yemekte suspus kesilmiştik. Kitaplıktan bir kitap almış inceliyordum. Iraz ise benim kitabı inceleyişimi izliyordu sessizce. Onun bu bakışları benim dikkatimi dağıtıyor sürekli Iraz'a bakma ihtiyacı hissediyordum. Sonunda elimdeki kitabı kapattım ve ben de Iraz'a bakamaya başladım. Birbirimize bakarak yüzlerimizi ezberlemeye çalışıyorduk sanki. O, koyu kahve gözleriyle kalbime bakıyordu bense gözlerine yansıyan kalbini izliyordum hayranlıkla. Zihninden geçenleri merak ediyordum. Çok mutluydum ama yüreğimde bir ağırlık vardı. Midemde uçuşan kelebekler sanki şimdi can çekişiyordu. Neydi bu hissettiğim? Mutluluğumu gölgeleyen bu his nedendi? Iraz birden elimi tuttu. "Hadi gel bir dışarı çıkıp hava alalım." Dedi. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Sonra ayağa kalktım ve dışarı çıktık. Boş bir masaya oturduk. Karşılıklı oturmuş birbirimize bakıyorduk. "İyi misin Meri?" "İyiyim Iraz." "Emin misin? Az önce gözlerin buğulandı bana çok hüzünlü baktın. Sonra da başını eğdin. Bana her şeyi söyleyebilirsin... Canını sıkan bir şey mi oldu?" "Yo hayır. Canımı sıkan bir şey olmadı. Ama... Ama sanki az önce midemde uçuşan kelebekler ölüp kalbime düştüler. Yüreğimde bir ağırlık var. Sebebini bilmiyorum ama sanki birisi midemde uçuşan kelebeklerimi öldürdü. Öyle bir kırgınlık ve hüzün var içimde." "Pekâlâ... O zaman söyle yapıyoruz. Sen burada bekle ben hemen geliyorum." Dedi ve koşar adımlara içeri girdi. Ben de onu beklemeye koyuldum. Kısa süre sonra geri döndü. Bir elinde çantam diğer elinde ise ceketlerimiz vardı. "Hadi gidiyoruz." Dedi gülerek. Oldukça şaşırmıştım. "Nereye?" "Kafamızı dinleyip senin kelebeklerini iyileştirmeye... Hadi!" diyip elimden tuttu. Daha önce hiç böyle davranmamıştı bana karşı. Demek ki ısrarcı bir yanı da varmış dedim içimden. Elimi sıkıca kavradı… Sanki elimi bir daha bırakmayacakmış, elini elimden asla ayırmayacakmış gibi sımsıkı tutuyordu. Sonra da koşar adım yürüdü. Onun hızlı yürüyüşüne yetişmek benim koşmamı gerektiriyordu. Uzun bacaklarıyla yürüse de ben ona yetişmek için hızlı yürümeliydim. Birçok sokak geçtik durana dek. Durduğumuzda kocaman bomboş bir parkın ortasındaydık. Uzaktan dalga sesleri çalınıyordu kulaklarıma. Dalga sesinin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Biraz ilerlediğimde bir bankın üstünde küçük bir kedinin durduğunu gördüm. Hemen yanına gidip başını okşamaya başladım. Nasıl da minik ve sevimliydi. Iraz'ı çağırmak için arkamı döndüğümde Iraz birden bana sarıldı. Ne olduğunu anlamadığım için birden itmiştim onu. Bu sert davranışım onun canının acımasına sebep olmuştu. "Özür dilerim böyle vurmak istememiştim. Sadece aniden olunca ne olduğunu..." Cümlemi yarıda kesmişti Iraz. Çünkü uzanıp yanağımdan öpmüştü. Ölen kelebeklerimin yeniden pır pır uçmaya başladığını söylememe gerek yok sanırım. Yanaklarım kıpkırmızı, gözlerimi kocaman açmış yüzümdeki utangaç ifadeyle Iraz'a bakıyordum. "Önemli değil seni anlıyorum. Ama sen de beni anla Meri. Seni üç yıldır uzaktan seviyorum ve şimdi yanımda olman hayal gibi geliyor.” Derin bir nefes alıp cümlesine devam etti. “Ve sen benim yanımdayken içimdeki sevgiyi en derinden hissetmeni ve hissettirmeyi istiyorum." Dedi ve gülümseyerek bankta kıvrılıp uyuyan yavru kedinin yanına gitti. Gülümsemesiyle az önceki davranışım yüzünden kötü hisseden kalbim yeniden çarpmaya başlamıştı. Iraz kediyi severken öyle nazik davranıyordu ki kedicik de ben gibi hayran hayran bakmaya başlamıştı yattığı yerden Iraz’a. Telefonumu çıkarıp resimlerini çektim. Bu güzel manzara ölümsüzleşmeliydi. Yanlarına oturduğumda kedicik kalktı ve gerindi sonra da kucağıma gelip yattı. Kediciği ellerimle alıp havaya kaldırdım. Öyle sevimliydi ki severken kendimden geçmiştim. Iraz da bu anın ölümsüz olmasını istemiş olmalı ki resmimizi çekti. Eh ben de birkaç poz vermiştim. Çünkü bu sevimli mi sevimli kediyi unutmak istemezdim. "Baksana seni çok sevdi. Sahiplenelim mi ne dersin?" Bu teklif benim asla hayır diyemeyeceğim bir teklifti. Canıma minnetti ve bakışlarımdan kesinlikle Iraz da anlamıştı. Elimde olsa bütün kedi ve köpeklere bakardım evimde. Gözlerim parladı bu teklif karşısında. "Ne kadar güzel olur." Diyerek kediciğe sıkı sıkı sarıldım. “Eve gidelim mi o zaman, ne dersin Kızıl Gezegenim?” Hızla başımı salladım. Eve gidip bu minik yavruyla oyunlar oynamak, onunla vakit geçirmek çok güzel olacaktı. Hem çok uysal hem de çok insancıldı. Biraz ben, biraz Iraz taşıdı yavru kediyi kucağında. Eve kadar onun güzelliğinden, hayvanlarla ilgili anılarımızdan konuştuk. İkimizin de hayvanları bu kadar çok sevmesi bizi biraz daha yaklaştırmıştı birbirimize. Artık Iraz’ı kendime daha da yakın hissediyordum. Gecenin bir yarısı eve kucağımızda bir kedi ile geldiğimizde herkes şaşkınlıkla bize bakıyordu. İlk konuşan Öniz oldu. "Çok tatlıymış da niye getirdiniz bu sevimli hayvanı eve? Annesi bekler üzülür bulamayınca." "Şey... Sahipsiz ve yalnızdı da. Hem ben sorumluluğunu alıyorum. Çok uslu duracak. Beni de çok sevdi. Sahiplenmek istedik." diyerek kendimi bir çırpıda savunuvermiştim. Bu kez de Nefes sözü almıştı. "İyi güzel de nasıl bakacağız burada şimdi. Maması falan da yok ne yiyecek sabaha kadar yavrucak. Zilli bir tasması olsa iyi olurdu hem ya ezersek bu kadar kişi." "Ben ona tasma yaparım. Hem üzmeyin Kızıl Gezegenimi. Biz bakacağız ona, siz merak etmeyin." Ciddi bir ifade vardı yüzünde. Bir ara bana bakıp göz kırptı hemen. Beni savunmuştu ve ben de bu desteğe ek yapmalıydım. "Hem baksanıza nasıl da güzel ve minnacık. Ne yapacak dışarıda tek başına? Benim odamda kalır sizi hiç rahatsız etmez." Diyerek kucağımdaki yavruyu korumak istemişçesine sarıldım. Benim bu halimi gören ev halkı kabul ettiler ve yavru kediciği biraz sevip odalarına çekildiler. Biz ise Iraz ile kediciği yıkamak üzere banyoya gittik. Her sabah yüzümü bebek şampuanı ile yıkamak gibi bir alışkanlığım vardı. Odama çıkıp hemen bebek şampuanını aldım ve banyoya gittim. Iraz bir eliyle yavru kediciği tutuyor, diğer eliyle de suyun sıcaklığını ayarlamaya çalışıyordu. Onu bu zorluktan kurtarmak için hemen kediciği elinden aldım ve suyu ayarlamasını bekledim. Suyu küvete doldurduktan sonra kediciği yavaşça suya bıraktık. Bilirsiniz ki kediler sudan nefret ederler. Yani öyle denir. Ama bu kedicik pek öyle değildi. Suya biraz ısınınca kendince küvetin içinde oyun bile oynamaya başlamıştı. Güzelce yıkadıktan sonra kurulamak için havlu almaya odama çıktım. Yaptığım hazırlığın ilk defa gerçekten işime yaradığını hissettim. Iraz ve minik kediciğin yanlarına geri döndüğümde Iraz tek elinde kediciği almış ve onunla konuşuyordu. "Bana bak ufaklık. Bu yaptığına ayıp derler. Bir kedicik nasıl olur da patilerini şap şap diye suya vurur. Bak üstüm başım ıslandı seni tutacağım diye." Kıkırdayarak yanlarına ilerledim. "Alemsin Iraz. Minicik kedi o daha, patilerinin varlığını bile bilmiyordur." Küçük bir kahkaha çıktı dudaklarından. "Sen de haklısın. Neyse şu yavrucağı kurutalım da ben de üstümü değiştireyim. Baksana yorulmuş zaten gözleri kapanıyor." "Evet yorulmuş bu bebek. Banyosunu da yaptığına göre kuruyup hemen uyuyabilir." Havlunun üstünden saç kurutma makinesinin en düşük ayarında kurutmaya başladım bu sevimli bebeği. Sıcak uykusunu daha da getirmişti belli ki. Gözlerini kapatmış, kucağımda öylece yatıyordu. İyice kuruduğuna kanaat getirdiğimde oturma odasına geçtim. Iraz oturma odasında oturmuş, elinde tuttuğu iki tane deniz kabuğunu evirip çevirip inceliyordu. Yanına otururken içime dert olan o soruyu sordum. "Iraz tasmasını nasıl yapacağız. Nefes haklı, minicik olduğu için sesi de çıkmaz. Hareket ettiğinde bizim dikkatimizi çekecek bir ses çıkarsa tasması iyi olur." "Bunlarla yapmayı düşünüyorum." Dedi elindeki deniz kabuklarını gösterip güldü. "Elimizde bunlar var şu an. Birbirlerine vurduklarında az da olsa ses çıkarır diye düşünüyorum." "Deneyelim." Dedim gülümseyerek. Mutfağa gidip suyun altında bıçakla deniz kabuklarının ortalarını biraz aşındırdı ve deldi. Gelip koltuğa bıraktı ve odasına gitti. Sonra gelip bana düşünceli düşünceli baktı. "Meri... Saçını bağlamak için tokan var mı? Ya da kurdele gibi bir şey." "Bakıp geleyim bir dakika." Hemen odama çıktım ve valizimi karıştırmaya başladım. Hırkamın şapkasında ip vardı hiç düşünmeden onu çıkardım ve koşarak aşağı indim. "Bu iş görür mü?" "Tabi ki de görür." Elimden aldığı ipi deniz kabuklarında açtığı delikten geçirdi ve sonra kediciğin boynuna tasmayı taktı. "Yarına kadar iş görür bence." Dedi tasmaya bakarak. "Bir de bu kediciğe yatacak yer lazım. Onu nasıl yapsak." "Benim bir fikrim var aslında." Diyerek odasına gitti ve döndüğünde elinde dün giydiği üst vardı. Üstün içine iki tane küçük yastık koydu ve fermuarını kapattı. Sonra da kollarını bağladı. Ters çevirdi ve iki eliyle göstererek; "İşte minik bebeğimizin yatağı." Dedi. Yüzündeki mutluluk tıpkı küçük bir çocuğun 'işte başardım' derken takındığı ifade gibiydi. Saf ve içten... Yanımda oturan minik yavrunun az önce boynuna taktığı tasmayı çıkardı ve cebinden bir kalem çıkardı. "Meri… Bu minik yavruya bir de isim lazım. Eğer izin verirsen ben koyabilir miyim?" "Ben de beğenirsem olur tabi ki." Dedim gülerek. Iraz da güldü. "Bence çok beğeneceksin." Dedi keskin bir bakış atarak. "Öyle mi dersin? Peki… Neler geçiyor aklından benimle de paylaş." Dedim ciddi bir ifadeyle. İkimiz de birbirimizle uğraşıyorduk. İkimiz de birbirimize alışıyorduk. "Bence ismi Venüs olsun. Aşkın gezegeni Venüs..." Yüzümdeki tebessüm ile Iraz'a bakakaldım. Çok ince bir düşünceydi. Altındaki mesaj öyle derin ve anlamlıydı ki bu sadece bir isim değildi. Bunu cümleyi sarfederken ki ifadesiyle ve ses tonuyla bana en derinden hissettirmişti. Iraz’a doğru uzanarak boynuna sarıldım. “Çok, çok güzel bir isim.” Dedim fısıltıyla. Sesimdense mutluluk akıyordu. Iraz benden bu hamleyi beklemiyor olmalıydı ki şaşkınlıkla olduğu yerde kalakaldı. Boynuna doladığım ellerimi çözüp hızla Iraz’dan uzaklaştım ve ikimizin ortasında uyuyan yavru kediyi kucağıma aldım. "Iraz Bey. Biz Venüs ile uyuyalım artık diyoruz. Bize yardımcı olabilir misiniz acaba?" "Tabii. Ama önce tasmasına ismini yazayım ve tekrar takayım olur mu?" "Bekliyoruz." Iraz deniz kabuğunun bir tanesinin içine Venüs yazdı ve kediciğin boynuna tasmasını tekrar taktı. "Yatağını odama kadar getirebilir misin rica etsem?" "Sen yeter ki iste Kızıl Gezegenim." Hemen miniğimizin yatağını aldı ve merdivenlere yöneldi. Iraz önde ben arkada kucağımda ise Venüs odama çıktık. Yatağımın hemen yanına Venüs'ün yatağını koyduk. Iraz dikkatlice kucağımda hırıl hırıl ses çıkararak uyuyan yavruyu alıp içine koydu. Ben de az önce şapkasındaki bağı çıkardığım hırkayı üstüne örttüm. Yavrum öylesine yorulmuştu ki derin uykuya geçmiş ve hiçbir şeyi hissetmiyordu. Iraz'ı kapıma kadar geçirdim. “İyi geceler Kızıl Gezegenim.” “İyi geceler Iraz.” Merdivenlere doğru bir adım atmıştı ki Iraz’a seslendim. İçimde iyi geceler temennisinden çok daha fazlası vardı. Birazını da olsa söylemeliydim. “Efendim.” Kapının dışına bir adım attım ve ona yaklaştım. “Bugün için çok teşekkür ederim. Bana söylediklerin için, kelebeklerimi yeniden diriltmek için elimden tuttuğun için, Venüs’ü sahiplenmeyi teklif ettiğin için… Bir de…” “Bir de?” “Bir de bugün sen sarılınca sana sert davranmama rağmen beni anlayıp bana kırılmadığın için… Teşekkür ederim.” Dedim tebessüm ederek. Yanaklarım kızarmıştı buna emindim. Çünkü alev alev yanıyorlardı. “Meri… Asıl ben, bana bir şans verdiğin, beni tanımak istediğin için teşekkür ederim.” Bu cümleleri sarf ederken bana bir adım daha yaklaşmıştı. Aramızda yalnızca bir adımlık mesafe kalmıştı. Kalbim parmak uçlarımda atarken tebessümle elini omzuma uzattı. “Hadi uyu artık. İyi uykular.” Yalnızca başımı sallayarak dediklerini kabullenebilmiştim. Heyecandan sesim çıkmamış, konuşmaya cesaret edememiştim. Arkasına dönüp merdivenlerden inişini izledim. Artık göremediğimde kapımı kapatıp çantamın içinden kırmızı ip yumağını çıkardım ve yatağıma uzandım. İki elimle tuttuğum büyük kırmızı ip yumağını gözlerimin hizasına kaldırıp oynamaya başladım. Neler yaşamıştım bugün? Neler olmuştu böyle? Zihnimdeki düşüncelerin yoğunluğunu kalbimin düzensiz atışları silivermişti. Yanımda yatan Venüs'e baktım. Üstümü değiştirmem gerekiyordu ama yaşadığım bu anın hissettirdiklerini bozmak istemiyordum. Bulanıklaşan zihnimle aynı anda huzurla gözlerimi kapatıp kendimi uykuya teslim etmeye hazırladım. Sonra yavaşça fısıldadım; Venüs. Aşkın gezegeni... *** Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.
>> Instagram – tugbaycaltindas << |
0% |