@tugbaaycaaltindas
|
*** Kıymetli okurlarım; sevginin her şeye yeteceğini düşündüğüm ama yetmediğini anladığım bir yerden yazıyorum sizlere... Hayat öyle garip ki gitmez dediklerimizin gittiği, kalmaz dediklerimizin bizleri asla bırakmadığı zamanlar oluyor. Ellerinden tutmak için çırpındıklarımız elimizi tutmamayı tercih edebiliyorlar. İnsanlar birbirlerini suları durgunken seviyor. Sorumluluk almak istemiyor hiç kimse. Sorumluluk almak isteyenlerin de bir gün elleri bırakılıyor ne yazık ki. Ama hayat bu ya, belki de hiç ummadığınız insanlar tutar ellerinizden. Belki bir adım gelsin diye bekledikleriniz de sizden bir adım bekliyordur. Önerebileceğim bir şey varsa o da aşka gurur yoktur kıymetli okurlarım. Aşkta fedakârlık vardır. Bazen öyle çok seversiniz ki o kişi iyi olsun diye uzaklaşırsınız ondan. Kendinizin iyi olmayacağını bile bile. Ve yine o iyi olsun, mutlu olsun diye dönmez, o mesafeyi korumaya çalışırsınız. İçiniz gider kaçan fırsatlarla. Her defasında bir kez daha düşer kanatırsınız dizlerinizi. Karşıdan bakıldığında bu gurur yapıyor gibi görünür ama aslında fedakarlıktır. Kendinizi, hayallerinizi, aşkınızı feda edersiniz âşık olduğunuzun uğruna. Siz siz olun vakit varken çok sevin birbirinizi. Çünkü gün geliyor sevip gösteremiyor, sevilip hissedemiyorsunuz.
Bölüm Şarkıları: Maran Marangoz – Aşık Oldum Ben Sana Skapova – Yalnız Başıma Keyifli okumalar diliyorum her birinize. Hayat sevginizden büyük fedakarlıklarla sevginizi sınamasın. Satır aralarında buluşmak üzere... ***
Sabah uyandığımda yatağımın yanında uyuklayan Venüs’e bakarak dün yaşadıklarımı tekrar hatırlamış, yüzümde yayılan tebessüme engel olamamıştım. Güzel bir günün ardından mükemmel bir uyku çekmiş, garip bir mutluluk hissiyle uyanmıştım. Odamdan çıkıp kızların kapısını tıkladım. Ses gelmeyince kapıyı açtım. İkisi de odada yoklardı. Kapılarını kapatıp merdivenlerden indim ve eve şöyle bir göz gezdirdim. Evde kimse yoktu. Umay'ı aramak için cebimdeki telefonu çıkardığımda ondan bir mesaj olduğunu gördüm. 'Biz erkenden sahile iniyoruz. Evde Iraz' da var, geceliklerinle dolaşma. Bir de gelmek isterseniz arayın nerede olduğumuz belli olmaz.' Yazıyordu mesajda. Bilmiyordu ki dün giydiğim o limon sarısı elbiseyle uyumuştum ve uyandığımda herkesin evde olduğunu varsayarak üstümü değiştirmiştim zaten. Ama bu mesajı görmem iyi olmuştu çünkü Iraz' ı birden görünce küçük çaplı bir kalp krizi geçirebilirdim. Odama geri çıkıp yatağımın yanındaki yatağında uyanmış kendini yalayan minik Venüs'ü biraz sevdim. Dağınık olan saçlarımı topuz yaptım. Venüs, dün gece koyduğumuz yoğurtlu ekmekli lapanın birazını gece yemişti. Deniz kumu doldurduğumuz kutuya tuvaletini yapmıştı. Sıcaktan ılımış suyunu değiştirdim ve kapıyı kapattım. Merdivenlerden seke seke inerek mutfağa yöneldim. Bir şeyler yesem iyi olacaktı. Ama sıcaktan da canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Acaba ne yesem diye düşünürken mutfağın kapısında donakaldım. Iraz çoktan uyanmış ve kahvaltı hazırlıyordu. "Iraz?” "Günaydın Kızıl Gezegenim." "Günaydın. Ne yapıyorsun?" "Menemen. Seversin değil mi?" "Severim tabii de şaşırdım seni görünce… Ben de sana yardım edeyim o zaman, birlikte yapalım." "Pekâlâ gel bakalım." Dedi ve kendi önlüğünü çıkarıp benim boynumdan geçirdi. Sonra ellerini belime doladı ve iplerini bağladı. İçimi kıpırdatmıştı bu durum. Yanaklarım al al olmuştu eminim ki. Iraz'ın yüzüne bakmadan hemen ocağın başına geçtim ve kızgın yağın içinde kızaran biberleri karıştırmaya koyuldum. El birliğiyle hızlı bir şekilde kahvaltıyı hazırladık. Yaparken öylesine acıkmıştık ki hemencecik bitiriverdik. "Eee. Ne yapacağız bugün?" "Venüs'ün eşyalarını alalım önce." Dedim bir heves. Güldü Iraz. Gözleri kısıldı gülünce minicik ve ay gibi oldu. Benim bu hallerim onun kocaman ve içten gülmesine neden oluyordu. Bu duruma oldukça mutluydum. Yanında rahat hissetmemi sağlıyordu bu içten gülümsemesiyle. "Senin bu hallerin çok hoşuma gidiyor Meri. O kadar doğal ve temiz ki tepkilerin, konuşmaların. Sana tekrar tekrar hayran oluyorum. İçindeki çocuğu görmek öylesine güzel ki." Bir bilse içimdeki çocuk yıllar sonra bir tek onun yanında ortaya çıkmıştı. Ama nereden bilebilirdi ki. Ona hiç içimdeki çocuk olmadan yaklaşmamıştım. Onu ne zaman görsem ne zaman konuşsak içimdeki çocuk hemen benliğimi ele geçiriyordu. Bir tek onunla mutlu oluyor en sevdiği oyun arkadaşını bulmuşçasına mutluluktan çırpınıyordu içimde. Kocaman gülümsedim. İçimdeki çocuğu hissetmesinin, ona saygı duyup sevmesinin mutluluğuyla baktım Iraz'ın gözlerine. "Teşekkür ederim... Hazırlanalım mı ne dersin?" "Tamamdır. Sen hazırlan ben buraları toparlarım." "Olmaz öyle birlikte yapalım." "Hadi... Hazırlan sen, zaten ben çabuk hazırlanırım. Kimse kimseyi bekletmemiş olur… “Ama-…” “Hadi Meri ben hallederim buraları." "Tamam peki. Gittim o zaman." Deyip koşar adım odama çıktım. Hızla üstümü değiştirip saçımı yaptım ve yine koşar adım aşağı indim. Ne kadar acele edersem edeyim Iraz' ı bekletmiştim. Kısa bir yürüyüşten sonra bulduğumuz bir petshopa girdik ve Venüs'e bir yatak birer mama ve su kabı aldık. Zillisinden süslü mü süslü bir tasma beğendik Iraz ile, oyuncakları da en az tasması kadar süslüydü. Birkaç tane oyuncağı olmalıydı ne de olsa o daha bir bebekti. Ben başka ihtiyaç var mı acaba diye bakınırken Iraz cebinden çıkardığı bir şeyi bana uzattı. Bu bir isim künyesiydi. Mutlulukla elime aldım künyeyi. Üstünde Venüs yazıyordu. "Arkasına baksana." Dedi Iraz gözleri ışıl ışıldı. Hemen künyenin arkasını çevirdim. 'Meri ve Iraz'ın aşkı' yazıyordu. Gözlerim dolmuştu. Iraz yine kalbime dokunmayı başarmıştı. "Venüs seni bana yaklaştırdı. Benim sana daha çok yaklaşmamı seni daha iyi tanımamı sağladı bu kısacık zamanda. Biz seninle birbirimize duygularımızı ifade edeli henüz bir gün oldu ama ben seni yıllardır tanıyormuş gibi hissediyorum. Sana öyle bir samimiyet duyuyorum. Ve bu samimiyetin en büyük yapıcısı da Venüs. Bu künyeyi hak etti gerçekten." Dedim tebessüm ederek. Elimizdeki eşyaları eve bıraktıktan sonra Umay'ı aradım. Nerede olduklarını öğrendikten sonra Iraz'a döndüm ne keskin bir bakış attım. "Beni takip et." Dedim. Sürpriz yapma sırası bendeydi. Bizimkiler hala sahildelerdi ama ben Iraz'ı Fethiye'ye geldiğimde mutlaka uğradığım bir hediyelik eşya dükkanına götürüyordum. Dükkânın önüne geldiğimde Iraz şaşkın şaşkın bana bakıyordu. "Bizimkiler burada mıymış?" "Hayır burada değiller. Ama ben seninle buraya gelmek istedim. Hadi gel içeri girelim." İçeriye girdiğimizde birbirinden güzel hediyelik eşyalara bakmaktan başımız dönmüştü. Eski ve salaş görünümlü bu dükkânın içi de en az dışı gibi eskiydi. Ama hediyelik ve antika parçalar öylesine güzel tamamlıyordu ki bu eski dükkân insanın gözünde paha biçilemez bir yer haline geliyordu. Ağır adımlarla gezdik gözden bir şey kaçırmak istemiyorduk ikimizde. Bir bilekliğin önünde durduk. Bileklik siyah ve koyu kırmızı iplerle örülmüş ve üstüne metal bir plaka yerleştirilmişti. İpler plakanın yanlarından görünüyordu. Oldukça farklı ve çekiciydi. "Iraz nasıl, güzel mi?" "Çok güzel. Hoşuma gitti gerçekten." "Tamam o zaman bunu sana hediye etmek istiyorum. Lütfen kabul et." "Teşekkür ederim Meri. Senin benim yanımda olman benim en büyük hediyem zaten." Benim de diye içimden geçirdim. Bir gün yüzüne de söyleyecektim ama sadece tebessüm etmekle yetindim. "Ben bunu alayım sen biraz daha bak istersen." Iraz gezerken ben hediyeyi almak için kasaya yöneldim. Dükkânın sahibi bilekliği görünce gözündeki gözlüklerin üstünden bana baktı. "Kızım, bu bileklik çift bilekliğidir. Sevgililer takarlar. Aralarındaki görünmez bağ gibidir bu. Eğer bu bilekliği o delikanlıya alıyorsan diğer tekini de kendine al. Ama yok tek bir tane alacağım diyorsan sana bunu satamam. Yıllardır hiç ayrılmamış bir çifttir bu." "Tamam o zaman diğer tekini de kendime alayım." Dedim gülümseyerek. Amca bilekliklerin hikayesini anlatmaya başladı iki bilekliği de paketlerken. "Bu dükkân elli yıldır açık. Bundan yirmi yıl önce ben bu çift bilekliğini birbirini çok seven bir çifte sattım. O çift her sene beni ziyarete gelirlerdi. Ben sene önce o çiftin çocukları geldiler. Ellerinde bu bileklikler. Anne ve babalarının bir hafta önce kaza geçirip vefat ettiklerini söylediler. Arkalarında bıraktıkları vasiyette ise bu bileklikleri bana geri getirmeleri yazıyormuş. Vasiyeti bana okuttular. 'Biz bu bileklikleri taktığımız günden bugüne dek hiç ayrılmadık. Biz öldüğümüzde bu bileklikleri bizim gibi birbirini gerçekten seven, saygı duyan ve değer veren bir çifte verin. Onlar da ölene dek birbirlerinden ayrılmasınlar.' Yazıyordu. Bu bileklikler beş yıldır burada sahiplerini bekledi. Onlar gibi birbirine bakan bir çift gelmedi beş yıldır bu dükkâna. Bir siz geldiniz birbirinize kıymet veren birbirine hayranlıkla bakan bir sizi gördüm. Sizin gözleriniz de bu bilekliklerin bir önceki sahipleri gibi aşkla bakıyorsunuz birbirinize." Dedi. Bu anlattıkları öylesine etkilemişti ki beni, hiç bilmeden böyle bir hikâyenin parçası olmak, devam ettiricisi konumunda bulunmak hem üstümde bir sorumluluk hissettirmiş hem de gururlandırmıştı beni. Iraz benim için sahiden de kıymetliydi. Gözlerine her baktığımda içimdeki kıymeti büyüyordu. Onu kırmak, üzmek istemiyordum asla ve bundan çok korkuyordum. Amca paketi gülümseyerek bana uzattı. Elimi uzattım fakat ellerim titriyordu. Arkamdan uzanan bir el paketi aldı. Arkama döndüğümde Iraz ile göz göze gelmiştik. Hemen sarıldı Iraz bana. Çok kısa bir an yanağından süzülen gözyaşını gördüm. Ama sanırım o bunu görmemi istemiyordu. Iraz'ın sımsıkı sarılışına karşın benim kollarım onu saramıyordu. Bu nedenle ne kadar çok ben de ona sıkı sıkıya sarılmak istesem de istediğim kadar sıkı sarılamıyordum. Sardığı kollarını gevşetip narince bırakırken beni gözlerine gözlerimi diktim. Anladım ki amcanın anlattığı hikâyeyi Iraz da dinlemişti. Gerçekten de gözleri kızarmış yanaklarında akan yaşların izi vardı. Bana ise buğulu gözlerle bakıyordu. Tıpkı benim kalbim gibiydi gözleri. Biz hayata birbirimizin penceresinden bakıyorduk artık. O, ben penceresinden bakıyordu benimse en sevdiğim manzaraydı onun gözleri... Bütün gün el ele yürüdük sokaklarda. Girilmedik dükkân, basılmadık kaldırım bırakmadık. Bugünü birbirimize ayırmak istemiştik. Bugün birbirimizi tanımak istemiştik. Sanki ruhum tanıyordu onu bir yerlerden. Sanki tanışmıştı ruhlarımız, kalplerimiz karşılaşmıştı… Sahilde yürürken biraz dinlenmek için oturmamızı teklif etti Iraz. Olduğumuz yerde, kumlara bıraktık kendimizi. Cebinden bugün aldığımız bileklikleri çıkardı. Elimi tutup bacağına koydu. Bilekliği bileğime takıp bağlarken konuşmaya başladı. Sesini zar zor duyabiliyordum. "Biz de o çift gibi olalım sevgilim. Birbirimize kızsak hatta küssek bile asla birbirimizden gitmeyelim. Bunu aklımızdan geçirmeyelim. Birbirimize ayrılma ihtimalimizi bile düşündürtmeyelim. Hep böyle aşk ile saygı ile baksın gözlerimiz. Ben her baktığım yerde seni göreyim sense bana hep, senin en güzel manzaran olduğumu hissettir. Ben hep sana Kızıl Gezegenim diye sesleneyim. Senin o güzel dünyanda yaşayalım ikimiz. Ben yahut sen olmasın aramızda, biz hep bir olalım... Seni seviyorum... Ölene dek." Cümlesinin sonunda sesi çatlamış, gözleri dolu dolu olmuştu yine. Neden böyle duygulanmıştı hiç bilmiyordum ama elbet bir sebebi vardı bunun farkındaydım. Onun bu sözleri üzerine bir de onun dolan gözlerini gördüğümde benim gözlerim de dolmuştu. Kendi bilekliğini de taktıktan sonra sımsıkı sarıldı bana. Onun içindeki ateşi hissetmiştim. Benim ona duyduğum sevgiyi alevlendirip aşka çeviren o sıcaklığı hissettirmişti bana yine. Acaba o da sarıldığımızda benim yüreğimin ona karşı yanışını hissediyor mu diye düşünmeden edemedim. Kendimce sorduğum sorunun cevabını veriyormuş gibiydi bana bakan gözleri. Onun bu bakışları beni utandırmıştı, içimden bu bakışlardan kaçmak geliyordu. Ama öylesine hoşuma gidiyordu ki saklanabileceğim tek yer onun kalbiydi. Sol göğsüne alnımı dayadım, ellerim ise yüzümü kapatmıştı. Yüzümde aptal bir sırıtış, içimde durmak uslanmak bilmeyen bir çarpıntı... Iraz ise kısacık bir gülüş attı ve saçlarımı sevmeye başladı. Nasıl da huzurlu hissediyordum. Etraftaki sesler bir bir siliniyordu sanki ve duyduğum tek ses onun kalbinin huzurlu ritmiydi. Parmakları da kalbinin ritmiyle uyumlu geziniyordu saçlarımda. Sonra fark ettim ki benim kalbim de Iraz'ın kalbi ile aynı ritimde atıyordu. Benim kalbimin ritmini değiştirebilen tek kişiydi o. Bu yüzden de hayatımda gördüğüm en güzel manzaram olmasının yanında aynı zamanda da kalbimin ritmiydi... Iraz’ın elleri benim saçlarımda, benim başım onun göğsünde ne kadar süre kaldık bilmiyorum. Açıkçası zaman kavramımı onun yanındayken hep yitiriyorum. Başımı o huzurlu sığınaktan çıkarıp gökyüzüne baktığımda havanın karardığını ve etrafta kimselerin kalmadığını gördüm. Eve döndüğümüzde herkes oldukça yorgundu. Elbirliğiyle yemek hazırlayıp günümüzün nasıl geçtiğini konuşarak yedik ve ortalığı toparladık. Beyler o kadar yorgunlardı ki odalarına çekildiler ve birkaç saat sonra oyun konsolunda oyun oynamak için sözleştiler. Biz de doğru yukarı odamıza çıktık. Bu kez ben Umay ve Berfu’ya misafir olmuştum. Tabii yanımda Venüs’ü de getirmeyi unutmamıştım. Ellerimizde birer kutu dondurma ile bir yandan sohbet ediyor diğer yandan Venüs ile oynuyorduk ki söz bugün nerelerde olduğuma geldi. “Ufaklık sen nerelerdeydin ya bugün? Ay pardon siz dicektim.” Kıkırdayarak Berfu’yu dirseği ile dürtüyordu. “Nerelere kaçtınız bakalım Meri Hanım sevgilinizle?” Berfu’da Umay’a ayak uydurmuştu. İki kişiye karşı tek başıma kalmıştım. “Ama siz neden böyle yapıyorsunuz ya?” “Aaa ne yapıyormuşuz biz?” Brfu hemen Umay’a dönmüştü söylediklerine destek istiyordu. “Sevgilin falan diyorsunuz, neredeydiniz diyorsunuz. Resmen sorguya çekiyorsunuz.” “E ama öyle. Iraz senin sevgilin değil mi? Hem gerçekten o kadar saat neredeydiniz merak ettik sizi.” Dedi Umay. Sesi sakin çıkıyordu, ifadesi ise ciddileşmişti. “Tamam tamam anlatıcam.” Diyip yerimde biraz kıpırdandım. Ağzıma büyük bir kaşık dondurma attım ve erirken nereden başlayacağımı düşündüm. Sonra dün geceden başlamaya karar verdim. Her şeyi bir bir anlattım. Venüs’e nasıl isim verdiğimizden, bu sabah neler yaptığımıza, aldığımız bilekliklerden o bilekliklerin hikayesine kadar. Bütün her şeyi anlatmıştım. “Ay kendimi tutmasam ağlayacaktım bilekliklerin hikayesine. Bir daha bakayım, uzatsana kolunu.” Burnunu çekti Umay yanıma yanaşırken. Berfu’da hemen karşı yataktan atlayıp yanımıza gelmişti. “Gerçekten hikayesi çok anlamlı. Ama o dükkân sahibinin söyledikleri daha anlamlı Meri… Demek beş senedir o çift gibi birbirlerine değer veren sevgililer gelmemiş. Bir tek sizi layık görmüş bu bilekliğe.” “Evet, öyleymiş Berfu. Ben de çok etkilendim bilekliklerin hikayesine. Bizi layık bulması mutlulukla birlikte aslında bir sorumluluk da verdi.” Yavaşça başlarını salladılar. Gözleri uzaklara daldı ikisinin de. Kim bilir akıllarından neler geçiyordu. Belki de ikisi de kalbindeki kişileri düşünüyordu. “Biliyor musunuz, Iraz bu bilekliklerin hikayesinden benden daha çok etkilendi. Hatta ben sonradan fark ettim ama ağlamış biliyor musunuz?” “Gerçekten mi? Erkekler duygularını pek dışarı vurmazlar aslında. Belki de hayatında olan bir şeyi hatırlamıştır, ya da duygularını dışa vurabilen birisidir.” Berfu Umay’ın sözleri bitince hemen atıldı. “Fark ettiniz mi zaten Meri’ye karşı çekingen davranmıyor.” “Evet ama ağladığını görmemi istemediği için bana uzun uzun sarılmıştı.” “O zaman başka bir sebebi olmalı… Gün geçtikçe anlatır nasılsa Meri. Ya da sen sorarsın. Sonuçta tanımak için ya vakit geçirmelisiniz ya da birbirinize sorular sormalısınız.” Dedi Umay omuzlarını silkerek. Doğru söylüyordu. Merak ediyorsam sormalıydım. Ama biraz daha zamanı vardı. Tıpkı kırmızı ip yumağının ne anlama geldiğini soracağım o gün gibi, bunun da bir zamanı vardı. “Eee Umay. Anlat bakalım sıra sende.” Dedi Berfu. İşte şimdi ikiye tek olma sırası Umay’daydı. “Evet Umay Hanım dökülün bakalım.” Dedim keyifle. “Ne? Neyi? Ne oldu ya? Konu nasıl bana geldi şimdi?” “Umaycığım tabi ki de Nefes abimle aranızdakileri soruyorum.” Dedi Berfu. Umay birden kızarmış eli ayağına dolaşmıştı. “Ya Umay Hanım… Bu devran sana dönmez mi sandın? Kaçmaz bizden, dökül.” Dedim Berfu’ya destek vererek. “Ne anlatacağım ya. Bildiğiniz şeyler işte.” “Yok yok var birtakım değişiklikler anlarım ben. Senede bir kez görüşüyoruz benden kaçmaz… Dinliyorum.” Berfu’nun ısrarı ile Umay da sessizliğini bozmak zorunda kalmıştı. “Ben senin bu sabır taşı kuzenini çok seviyorum. Hani bütün Muğla öğrendi bir senin kuzenin anlayamadı hala.” Dedi Umay yüzünü düşürerek. “Anlayamadı mı? Kızım sen deli misin? Herkes Nefes abimin senden hoşlandığını biliyor. Asıl sen anlayamamışsın.” Berfu’nun söyledikleri ile Umay bakışlarını ikimizin üstünde gezdirdi. Gözlerinin içi gülmüştü mutluluktan. “Sahiden seviyor mu beni?” “Tabi ki de seviyor. Sadece söylemiyor.” Dedi Berfu göz devirerek. “Neyi bekliyorsa kaç senedir. Söylese ben de kurtulsam onlar da mutlu olsa artık. Biri kuzenim biri en yakın arkadaşım.” Dedim sitemkâr bir sesle. Hepimiz aynı anda iç çektik. Sonra iç çekişimize kahkahalarla güldük. “Aman ya, söylemezse de söylemesin.” Dedi Umay kahkahalarının arasında. “Eğer bu yaz da söylemezse okullar açılmadan önce ben söyleyeceğim. Görün bakın, elbet ileride evleneceğiz biz.” “Ben inanıyorum açıkçası. Bunca sene söylemeden dip dibe yaşayabildiğinize göre siz bence de evlenirsiniz.” Dedi Berfu gülerek. “Nasıl yaşadıklarını sen bir de bana sor Berfu.” Dedim çaresiz bakışlarla Berfu’ya bakıyordum. “Nefes’i arıyorum buluşalım diye Umay da var mı diye soruyor. Umay’a kafeye gidelim diyorum Nefes’i de çağırsana diyor. Aralarında kurmak isteyip yıllardır kuramadıkları o diyalogları hep bana kurduruyorlar. Bir de bana birbirlerini anlatmaları yok mu? Sır veriyorlar diye birinin söylediğini diğerine de söyleyemiyorum. Sadece ben değil Öniz de aynı. Bunların ilişkisinde en çok zorluğu biz yaşıyoruz.” Dedim Berfu ise kahkahalarla gülüyor ‘yazık size ya’ diyordu. Umay’ın ise takıldığı tek nokta vardı. “Nefes gerçekten sana beni mi anlatıyor?” dedi heyecanla. “Biliyormuş gibi yapma Umay. Tabi ki bana anlatıyor. Başka kime anlatacak. Bizim bizden başka dostumuz var mı ki?” Son söylediklerim kahkahalarımızı bir bıçak gibi kesmişti. Bu da demek oluyordu ki artık uyku vaktiydi. Yanımda uyuyakalan Venüs’ü alıp kızları teker teker öpüp odama geçtim. Venüs’ü yatağına yatırıp kendimi yatağıma attım. Umay’a son söylediklerim içime oturmuştu. Düşüncelerim aşağıdan gelen seslerle zihnimden silindi. Bu düşüncelerin ruhumu karartmasına izin vermeyecektim. Aşağıdan gelen kahkaha sesleri eşliğinde yastığımın yanında duran kırmızı ip yumağına bakarken uyuyakaldım. O gece ayrı bir mutlulukla daha önce hiç yaşamadığım bir huzurla uyumuştum. Rüyalarımda Iraz ile yaşadığım bütün güzel anları tekrar görmüş tekrar yaşamıştım. Sabah uyandığımızda ise ilk işimiz erkenden kalkıp Ölü Deniz'i görmek için yola çıkmak oldu. Buradaki son günümüzdü. Yolculuk oldukça keyifli geçmişti. Küçük bir minibüs kiralamıştık ve aracı Iraz kullanıyordu. Yanında Nefes oturuyor ve arkalarında oturan Aypan ile konuşuyorlardı. Öniz, Meriç, Umay, Berfu ve ben ise kelime türetme oynuyorduk. Öylesine eğleniyorduk ki kısa bir süre sonra Iraz, Nefes ve Aypan' da bize katılmışlardı. Sonra Miraç türettiğimiz bir kelimeyle başlayan şarkı buldu ve onu söyledi. Eh bizlere de eşlik etmek düşerdi. Biraz da böyle devam ettik yolculuğumuza ve yaptığımız gezi planının ilk durağına geldik. Dağcıların yürüyüş yollarından tepeye çıkıp oradan manzarayı izleyip yemek yiyeceğimiz bir lokantada oturacaktık. Sabah saatlerini yürüyüş ile öğle sıcağını yemek ve dinlenme ile geçirecektik. Akşama ise sahilde müzik ve sohbet... Yürüyüş yolu bitmiş tepeye çıkmıştık. Herkes böylesi bir güzellik karşısında sus pus kesilmiş sadece manzarayı izliyordu. Nefes boğazını temizledi ve konuşmaya başladı. "Arkadaşlar sizinle bir konuyu konuşmak istiyorum. Aslında hepinizin bildiği bir konu lakin muhatabı belki de bu durumdan bir haber. Hepiniz fark etseniz bile hatta o kişi de fark etmiş olsa bile emin değil, bunu hissediyorum. Ben öyle Iraz gibi süslü cümleler kuramam beni tanıyorsunuz. Ama bu zamana kadar beklemiş olmam cümlelerimi az da olsa güzelleştirilmiş olmalı. Yani… Ben öyle umuyorum..." Derince iç çekti ve gözlerini Umay'a dikti. Sanırım gerçekte oluyordu. Sanırım gerçekten gerçekleşiyordu. "Umay, kalbim kalbin; kalbin kalbim olsun mu?" Umay'a ellerini uzattı. Umay ise şaşkınlıktan ne bir şey söylüyor ne de tepki veriyordu. Umay'da bu zamana kadar çok beklemişti. Bu şaşkınlığın sebebi de buydu. Daha dün gece konuşmuştuk. Sadece Umay değil, hepimiz çok beklemiştik. Yıllardır bugünü bekliyor, yıllardır ikisinden birinin cesaret edip diğerine açılmasını istiyorduk. Umay sonunda kendine geldi ve yüzünde bir tebessümle Nefes'in ellerinden tuttu. "Olsun." Dedi yüzünde utangaç bir ifade gözlerinde pırıltılar vardı. Sarıldılar sıkıca, bu anı yıllarca bekledikleri belliydi. Özlem doluydu bu sarılma. İçimde kocaman bir rahatlama oluştu. Sonunda yıllardır şahit olduğum sevgilerini birbirlerine söylemişlerdi. İkisi de çok mutlulardı. Tabii bu mutluluğa şahit olan bizlerin de keyfine diyecek yoktu. Yemek yiyeceğimiz lokanta Iraz ve Öniz tarafından Nefes için daha önceden ayarlanmıştı. Bizlerse bunu daha sonradan öğrenmiştik. Tatilin süresini bir gün daha uzatmamızın sebebi buydu belki de. Umay'ın en sevdiği yemeklerden oluşan mükemmel bir masa bekliyordu bizi girdiğimizde. Biraz romantik biraz klasik bir masa düzeni yapılmıştı. Bu yemek hem kutlama yemeği hem de veda yemeği gibiydi. Akşam sahilden dönüp sabaha karşı yola çıkacaktık. Bol sohbetli geçen öğle yemeğimiz bittiğinde yavaş adımlarla sahile yürüdük. Biz Iraz ile yan yana yürürken Umay ve Nefes el ele yürüyorlardı. Aslında içimden bir ses Iraz’ın elini tutmamı söylese de başka bir yanım çok erken olduğunu biliyordu. Keyfimizin yerinde oluşu adımlarımızı iyice yavaşlatmıştı. Zamanı yavaşlatmak ister gibiydik hepimiz. Gece geç saatlere kadar sahilde oturacaktık belki de bu sebeple bütün yolu sakin adımlarla yürümüştük. Lokantadan sahile inip kumlara oturduk. Biraz ilerimizde varilde ateş yakmış şarkı söyleyen turistler vardı. Arkamızda küçük çocuklu bir aile ve tam önümüzde iki genç vardı. Herkes batmaya hazırlanan güneşe eşlik eden kuşları izliyordu. Bizler ise hem manzaranın keyfini çıkarıyor hem de Meriç'in kendi hayatıyla ilgili anlattıklarını dinliyorduk. Berfu Meriç'in anlattıklarından memnum değildi. Sürekli 'Ben söylüyorum ama dinlemiyor, halbuki biraz dinlese beni bu kadar hayal kırıklığına uğramayacak.' Diye söyleniyordu. Aypan ise kardeşine öğütler veriyor bazen dalga geçiyordu. Nefes ve Öniz de Aypan' a katılınca Berfu bu kez de Miraç'tan yana oluyor 'Uğraşmayın abimle.' Diye çıkışıyordu onlara. Umay bu konuşmalar karşısında kahkahalarla gülüyor ortamın havasını değiştiriyordu. Bazen Umay'ın kahkahalarına ben de katılıyordum. Iraz 'ı ise her seferinde bana bakarken yakalıyordum. Göz göze gelip birbirimize gülümsüyor sonra o Nefesler ile ben Umaylar ile sohbete devam ediyorduk. Nefes ve Umay'ın Öniz ve Berfu ile uğraştığı bir konuşma sırasında denizdeki bir hareketlilik dikkatimi çekti. Birisi çırpınıyor gibi gelmişti. Hızla ayağa kalktım ve denize doğru baktım. Evet sanki birisi boğuluyordu. Herkes şaşkınlıkla bana bakıyor ve ne olduğunu soruyordu. "Birisi boğuluyor." Dedim ve hemen o tarafa koştum. Bir an bile düşünmeden atladım denize. Hareketliliğin olduğu yere doğru hızla yüzdüm. Yanlış görmemiştim yaklaştığımda daha da emin oldum. Genç bir kız sürekli suya batıp çıkıyordu. Paniklemiş bir haldeydi ve ne yapacağını bilmiyordu belli ki. Hemen yanına daha da yaklaştım ve olabildiğince yüksek bir sesle bağırdım. "Tuttum seni sakin ol." Ellerimle belinden tutmuştum ve yukarı çekmeye çalışıyordum. Ama çırpındıkça ben de dengemi kaybediyordum. "Sakin ol! Çırpınma! Yoksa ikimiz de batacağız. Hareket etme!" dedim yine yüksek bir sesle. Ama sanki beni duymuyor gibiydi. Benim oradaki varlığımı bile fark etmemişti. Şok geçiriyor olmalıydı. Biraz da olsa kıyıya yaklaşmıştık ama ayaklarım hala suya değmiyordu ve bu da beni zorluyordu. Bir yandan kıyıya doğru ilerlemeye diğer yandan kızı sakinleştirmeye çalışıyordum. Başarılı olamadığım gibi yorulmuştum ve artık ben de tehlikedeydim. Ya kızı bırakacaktım ya da bu tehlikeyi göze alıp kıyıya gitmeye çabalayacaktım. Onu bırakmak istemiyordum. Bugüne dek kimseyi zorda bırakmamıştım. Bu tehlikeli durumu göze almış ve suyun altından kızı ilerletmeye çalışmıştım. Nefesimi ancak bir dakika kadar tutabilirdim. Kendimce hesaplamalarımı yaptım ve iki elim kızın belinde suyun altından yüzmeye ve kızı belinden ittirmeye başladım. Arada bir çıkıp nefes alıp dinlenmem gerekiyordu. Artık nefesim tükenmişti ve su üstüne çıkmalıydım. Yüzmeyi bırakıp su üstüne çıktığımda ani bir darbe ile sarsıldım. Ne olduğunu anlayamamıştım. Başıma aniden bir ağrı girmişti ve gözlerim net görmüyordu. Kulaklarım uğulduyor vücudum karıncalanıyordu. İleride bize doğru gelen bir karaltı vardı. Kızı tutan elim gevşedi, gevşedi ve birden suyun altında olduğumu hissettim. Çok yorgundum ve ciğerlerim yanıyordu. Sanki nefes alamıyor gibiydim. Uyuyup dinlenmeliyim biraz diye düşündüm. Uyumak istiyordum, uyumalıydım.
*** Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın. >> Instagram – tugbaycaltindas <<
|
0% |