Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm - SAKLI HAYAT

@tugbaaycaaltindas

Bölüm Şarkıları:

Anıl Emre Daldal – B.

Elyas&Taha – İncinmesin Kanatları

Merhaba sevgili okur tanelerim <3

Hayat bir gündür o da bu gündür demişler. Hayatımda pek çok kayıp yaşamış birisi olarak benim de desteklediğim bir düşüncedir bu düşünce. Hayatınızda kaybetmekten korktuğunuz insanlara sıkı sıkı sarılın çünkü bir gün çok geç olacak. Kimi bizleri bırakıp başkalarına gidecek kimisi ise toprakla kavuşacak. O yüzden "an"ı yaşadığınız, sevdiklerinizin gözlerine bakıp gülümsediğiniz bir hayat diliyorum.

Yorum yapmayı unutmayın okur tanelerim. Keyifli okumalar <3

***

 

Uyumak iyi gelmiş olmalıydı. Ama bu baş ağrısı da neyin nesiydi böyle. Kulağıma belli belirsiz sesler geliyordu. Sanki birileri suyun altında konuşuyormuş gibi. Hayır hayır. Sanki ben suyun altındaymışım da birileri suyun üstünde konuşuyormuş gibiydi sesler. Yoğun, uğultulu ve derin...

Gözlerimi açmak için zorluyordum kendimi ama başaramıyordum. Hala çok uykum vardı bunun yanında çok da yorgundum. Biraz daha uyumalıyım diye düşündüm. Ama yüzüme bir şeyler düşüyordu. Yağmur damlasının hissettirdiği gibi hissetmiştim. Bir kez daha zorladım kendimi gözlerimi açabilmek için ve bu kez başardım.

Gözlerimin önünde bir çift kızarık göz vardı. Bana bakıyordu. Göz yaşları tam yüzüme düşecekken hızla ellerinin tersiyle sildi göz yaşlarını. O damlalar yağmur değilmiş diye düşündüm. Gözler benden uzaklaşırken, gözlerin sahibi dudaklarını oynatıyordu. Ama ne sesler ne de görüntü tam net değildi benim için. Bir müddet hiçbir şeye anlam veremeden gözlerim açık öylece durdum. Aynı gözler tekrar gözlerimle buluştu. Elleriyle başımı okşamaya başladı. Bu hissi biliyordum. Bu his, bu his onun bana dokunduğunda hissettiğimle aynıydı. Iraz'ın bana hissettirdiği sevgi ve şefkat ile aynıydı bu dokunuş. Gözlerimi kapattım sımsıkı ve yeniden açtım. Iraz'dı bana kızarmış yaşlı gözlerle bakan kişi. Sesler hala uğultulu gelse de kulaklarıma kelimeleri artık anlayabiliyordum.

"Iraz?"

"Şükürler olsun gözlerini açtın. Allah'ım şükürler olsun... Şükürler olsun..." Nefesinden bir hıçkırık kaçarken ağlayarak kafasını karnıma koydu.

Sarsılarak ağlıyordu. Ellerimi tutan elleri buz kesmişti ve sımsıkı tutuyordu elimi. Nefesleri öylesine düzensizdi ki onu böyle görmek beni çok çaresiz hissettirmişti. Elimi saçlarıma götürüp saçlarını okşayacak gücü dahi bulamıyordum kendimde. Onun bu titreyerek nefes nefese ağlayışının karşısında ben de ağlamaya başlamıştım.

Nerede olduğumu Iraz'ın neden böyle davrandığını bilmiyordum. Gücümü toparlayıp ellerimi Iraz'ın saçlarına götürdüm. Gözlerimden yaş akarken usulca okşadım başını. Nefesi düzelmeye başladı. Etrafıma bakındığımda baş ucumda hasta başı monitörü yanında serum askısı ve asılı büyük cam bir serum şişesi gördüm. Iraz'ın saçlarında gezinen elimde de iğnesi vardı. Sonradan fark ettim ki ağzımda ise oksijen maskesi vardı. Iraz daha da sakinleşmişti ve başını yavaşça kaldırmıştı.

"Ne oldu bana? Neden hastanedeyiz biz?"

"Bir kızı boğulmaktan kurtardın. Ama az daha sen boğuluyordun."

Gözlerinden hala yaş akıyordu. Bense yavaş yavaş hatırlamaya başlamıştım. Ben en son bir kızı denizden kıyıya çıkarmaya çalışıyordum. Ama sonra? Sonrasını hatırlayamıyordum. Ağzım kurumuştu, boğazımın ağrısıyla zorla yutkunup konuşmaya başladım.

"O kız nasıl peki?"

"İyi güzelim. Sen merak etme şimdi kendine odaklan."

Eğilip alnıma bir öpücük kondurdu. Tam benden uzaklaşacakken gömleğinden tutup kendime doğru çektim ve yüzünü yüzüme yaklaştırdım. Ellerimle gözlerindeki yaşları sildim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Onu bu halde görmek beni çok üzmüştü. Kanımdan canımdan olanlar bile belki onun üzüldüğü kadar üzülmezdi burada yatmama. Kalbinin kederi gözlerine vurmuştu.

"Artık ağlama ve üzülme canımın içi. Seni korkuttum biliyorum ama bak iyiyim."

Iraz başını salladı, küçük bir çocuğa benziyordu bu haliyle. Kollarımı yana açtım ve Iraz'ın gelmesini bekledim. Sarılmak istiyordum ona. Şimdi ayakta olsam minik minik adımlarla giderdim ona sarılmak için. Ama şimdi onun gelmesi gerekiyordu. Yattığım yerden sevimlilik yaptığımı düşünerek dudaklarımı büzdüm, gözlerimi iyice açtım ve başımı yana eğdim. Ama eminim ki yüzümdeki oksijen maskesi ile sevimli değil, komik görünüyordum. Iraz ise küçük bir gülüş attı ve eğilip sarıldı bana. İstediğimi almış olmanın mutluluğuyla gülümsedim.

Iraz uyandığımı haber vermek için koridora çıkmıştı. Biraz sonra yanında kurtarmaya çalıştığım kız ile geldiler. Kız çok üzgündü. Defalarca teşekkür edip özür diledi. Bense ona böyle zamanlarda ne yapması gerektiğini anlattım. Ciğerlerim battığı ve boğazım kuruduğu için sık sık yutkunarak konuşuyordum. Ne yapacağını, nasıl davranacağını öğretmezsem yaptığım bu iyiliğin, bulunduğum bu konumun bir anlamı kalmazdı. Olabilirdi böyle durumlar ama önemli olan sakin kalabilmekti. Çünkü panik bütün her şeyi batırırdı. Bütün hayatta bu böyledir bence. Paniklemek ve acele etmek, bir de hiç çaba göstermemek...

Onlar çıktıktan sonra kapı tıkladı gelenler bizimkilerdi. Umay ve Berfu’nun gözleri şişmişti. Beni gördüğünde hemen yanıma geldiler ve ikisi de ağlamaya başladı.

"Şşş ağlamayın kızlar. İyiyim ben."

"Beni çok korkuttun ufaklık. Iraz olmasaydı belki de ölecektin."

"Nasıl yani?"

"Bir dakika sen bilmiyor musun?" diye sordu Berfu gözlerindeki yaşları silerken. Başımı olumsuz bir şekilde salladım. Hepimiz bize sırtını dönüp camdan dışarı bakan Iraz'a çevirmiştik bakışlarımızı. Nefes;

"Biz doktorla konuşalım. Çıkış yapılacaksa işlemleri halledelim." Dedi Aypan da ona katıldı ve

"Evet kızlar hadi çıkalım. Öniz, Miraç hadi abicim."

Onlar odadan çıkmışlar bense hala Iraz'a bakıyordum. Neyi bilmiyordum? Neden bilmiyordum? Iraz neden hiçbir şey söylememişti? Bir müddet bekledim ama anlaşılan Iraz suskunluğunu koruyacaktı.

"Iraz, bana ne olduğunu anlatır mısın?" Irazdan ne bir ses ne de bir hareketlilik yoktu.

"Iraz?"

Hala bakmıyordu bana. Hiçbir şey de söylemiyordu. Benim merakımsa yavaşça kızgınlığa evriliyordu. Her soluk alışımda ciğerlerime batan acıyla baş etmeye çalışırken yavaş yavaş sinirleniyor oluşum, nefes alışverişimi düzensizleştiriyor bu da beni kötüleştiriyordu.

"Iraz! Bana bakmayacak mısın? Bir şey söylemeyecek misin bana?"

Sessizlik... Yine tepki vermedi. Ama eninde sonunda dönecekti, elbet bakacaktı bana. Elbet tepki verecekti.

"Iraz neden böyl-... Ah!"

"Meri! Meri iyi misin? İyi misin güzelim?"

Koşar adım yanıma gelmiş endişeyle bana bakıyordu. Hemen kolundan tuttum ve kendime doğru çektim. Sert bir bakışla yatağın kenarını işaret ettim. Bu bir otur emriydi.

"Sen bana bakmadığın zaman kötüyüm Iraz! Sen beni duymazdan geldiğinde bana cevap vermediğinde kötüyüm!" dedim öfkeyle. Öfkeden nefes alma sıklığım artmıştı. Ciğerlerim acıyordu ve zor nefes alıyordum.

"Özür dilerim. Sadece olanları hala atlatabilmiş değilim."

"Ne olduğunu bana da anlatsan. Ne oldu da bu kadar etkilendin ben anlayamıyorum. Bana neden beni kurtardığını söylemedin?"

"Peki. Anlatacağım..."

Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Sonra kafasını kaldırıp gözlerini açtı ve bakışlarını duvara dikti.

"O kızın eli sana çarpınca sanırım, sen çığlık attın. Kuvvetli bir çığlıktı canını epey acıtmış olmalıydı. Kıyıdan biz de duymuştuk o çığlığı. Senin attığın çığlık sayesinde kız kendine gelmiş. Sonradan bize öyle söyledi. Seni fark etmemişti bile. Yüzerek karaya gelmişti. Ama sen yanında değildin.”

Derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu. Ellerini yumruk yapmış kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Anlıyordum.

“Önce nasıl olduğunu sorduk. Çok korkmuştu. Sonra da seni sorduk ama dediğim gibi seni fark etmemişti bile. Şoktan yaşadıklarını hatırlamıyordu. Ben panikle suya atladım. Nefes ve Aypan da denize atladılar ve seni aradık. Öniz sahil güvenliğe haber vermiş o sırada. Miraç ise kızları sakinleştirmeye çalışmış. Kızın geldiği yöne doğru yüzdüm ama yoktun Meri.”

Ne kadar çabalasa da artık sakin değildi. Sıktığı yumruğu bembeyaz kesilmişti. Çenesi kasılmış bakışlarından çaresizlik okunuyordu.

“Aypan ve Nefes'e sürüklenmiş olabileceğini söyledim. Onlar çevreye bakınırken ben de batma ihtimalini düşünerek suya daldım. Doğru düşünmüştüm. Birkaç dakikalık arayıştan sonra dibe doğru batarken buldum seni. Hemen suyun yüzeyine çıkardım."

Sesi titremeye başlamıştı. Elleriyle oynuyor yüzünü ovuşturup alnını ve ensesini kaşıyordu. Elinden tuttum. Bakışları bir anlık bana döndü ama sanki yüzüme bakmakta zorlanıyor gibiydi. Hemen gözlerini benden kaçırdı ve yere bakmaya başladı. Sonra da tavana.

"Elimi hemen yüzüne yaklaştırdım nefesini kontrol etmek için. Sen... Sen, nefes almıyordun. Ben hemen seni kıyıya götürdüm. Kıyıya çıktığımızda tekrar kontrol ettim nefesini..."

Şimdi iki elini de yumruk yapmış olabildiğince sıkıyordu. O kadar sıkmıştı ki elleri az öncekinden daha da beyazlamıştı. Gözlerinden sessizce yaşlar akıyordu. Elimi uzatım yanağından süzülen yaşları sildim. Yanağındaki elimi tutup avcumdan öptü.

"Nefes almıyordun Meri. Nabzın çok zayıftı. Belli belirsiz hissediyordum. Benden sonra Miraç bakmıştı ve o da çok yavaş olduğunu söyledi. Bütün ilk yardım tekniklerini yaptık ama zaman geçtikçe nabzın düştü iyice zayıfladı. Az daha seni kaybediyordum Meri.”

Ölümün eşiğine gelmiştim demek. Beni ölürken izlemiş, ölmeyeyim diye çabalamıştı. Bundandı hassasiyeti. Bu yüzden hala yaşlar süzülüyordu yanaklarından.

“Buna izin veremezdim ben seni kaybedemezdim. Gücümün bitmesine yakın son kez göğsüne bası yapıp ağzından nefes verdikten sonra kesik ve cılız bir şekilde nefes almaya başladın. Bir müddet bekledikten sonra ambulans geldi. Ama senin nefes sayın da nabzın da sana yeterli değildi. Uyanmıyordun da. Ambulansta da buraya geldiğinde de durumun çok ciddiydi Meri."

"Ben ne zamandır böyleyim peki?"

"Dünden beri."

"Annemler biliyor mu?"

"Umay teyzene haber verdi. Detayları söylememiş olmalı ki doktora sorun sizi almaya gelelim demiş. Yoldalar sanırım."

Uzun bir sessizlik oldu. Bunca şeyi yaşamış olamama olan şaşkınlığımın yanı sıra Iraz'ı teselli edebilecek bir tek kelimem dahi yoktu. Ben Iraz'ı o halde bulsam onu kaybetmeye bu kadar yaklaşmış olsam beni hiçbir kelime teselli edemezdi. Gözlerimin önünde onun zarar gördüğünü izlemek, acı çektiğini görmek... O kadar korkar ve kötü olurdum ki Iraz'ın bu çabalarını denemeyi geçtim yerimden bile kalkamazdım. Onu kaybetme ihtimali hem de daha yeni bulmuşken… Bu düşünce bile canımdan can götürüyordu. Bu korku aklımı çıkarırdı belki de çıldırırdım. İyileştikten sonra bile onun hep iyi olduğundan emin olmaya çalışırdım. Çünkü ben onu kaybetmeye dayanamazdım. Çünkü ben onu çok seviyordum.

"Meri çok korktum. Sana kavuşmuşken senden ayrılmaktan çok korktum. Kollarımın arasından kayıp gideceksin diye çok korktum. Beni Angel'ı Venüs'ü sahipsiz bırakacaksın diye ölesiye korktum.

"Özür dilerim Iraz seni korkuttuğum için. Çok özür dilerim." Dedim. Ben de ağlamaya başlamıştım. Iraz ile bakışarak ağlıyorduk. İkimiz de birbirimizin kalbine bakıyorduk. İkimiz de kaybetme korkusunu öyle derinden hissediyorduk ki tarifi çok zordu bu hissin.

"Benim kurtarıcım olduğun için teşekkür ederim. Teşekkür ederim kalbim."

İnsanın iliklerine kadar elinde olmayan bir şeyden korkması tam bir çaresizlik haliydi. Ruh için, kalp için ızdırap verici bir histi. O an Iraz'ı alıp kalbime koymak istedim. Keşke ona hiçbir şey olmasın diye onu gömleğimin cebine koyabilsem diye düşündüm. Kalbimin tam üstüne yerleştirsem onu. İçi zaten Iraz'ın memleketi keşke fiziken de koyabilsem diye düşündüm. Keşke yapılabilse değil mi? Sevdiklerimizi alsak küçültsek de kalbimize fiziken yerleştirsek. Onlar hep orada yaşasalar ve hiç gitmeseler bizden.

Iraz yatağımın yanında elimden tutarken ben uyuyup uyanıyordum sürekli. Hala yorgundum. Ciğerlerim acıyordu. Bana değer veren bu insanları ne kadar endişelendirdiğimi düşünmek ise zihnimi yormuştu. Kaçış yolumda uyumaktı. Saatler geçti, doktor taburcu olabileceğimi söylemişti. Teyzem ve eniştem hastaneye geldiklerinde ben de taburcu olmak için hazırlanıyordum kendimce. Teyzemin telaşla girişi ardından eniştemin gayet soğuk kanlı ve ciddi bir ifadeyle peşinden gelişi aynı bir film sahnesi gibiydi.

"Aman Allahım! Nasıl oldu bu? Yavrum iyisin değil mi?"

"İyiyim teyzeciğim. Turp gibiyim hem de."

Turp kelimesine ayrı bir vurgu yapmıştım. Odadaki herkes gülerken bir teyzemin bir de Iraz'ın hala yüzü asıktı. Bu duruma iyice içerlenmeye başlamıştım. Ben iyiydim hem de çok iyiydim. Ama bu neydi böyle ölmüşüm gibi üzgün suratlar. Özellikle de Iraz az da olsa tebessüm edemez miydi? Bu düşünceleri daha fazla içimde tutamadım.

"Siz herhalde benim yaşamama sevinmediniz." Dedim parmağımla bir Iraz'ı bir teyzemi göstererek. İkisi de afallayarak bakmıştı bana. Ağızlarını açmalarına fırsat vermeden devam ettim.

"Allah aşkına bakar mısınız şunlara? Birazcık tebessüm edemez misiniz?"

"O ne biçim laf öyle kızım!" dedi teyzem. Eniştem hala sessizliğini koruyordu. Bence bana az da olsa hak veriyordu. Iraz ise öldürücü bakışlarla bakıyordu yüzüme.

"Ama teyzecim iyi olmama sevinip yüzünüz güleceğine suratınızı asmış duruyorsunuz. Ölmüşüm gibi muamele ediyorsunuz ve ben kendimi kötü hissediyorum. Hadi Iraz hala şokta diye gülmekte zorlanıyor diyelim ki artık bence o da gülmeli, peki sen biraz da olsa gülerek bakamaz mısın bana?"

"Iraz neden şokta olsun ki?"

Haydaa. Sahiden bütün cümlelerimin içinde tek takıldığı nokta bu muydu? Ben ne diyordum o neye dikkat ediyor neyi sorguluyordu. Ah bu anneler yok mu? Annem de böyledir. Teyzem ile bu konuda çok benziyorlar gerçekten. Benim göz devirmemi fırsat bilen Umay hemen atladı.

"Meri'yi Iraz kurtardı anne, o yüzden."

"Ah… Iraz, çok teşekkür ederiz, Allah razı olsun senden."

"Estağfurullah ben insanlık görevimi yaptım." Dedi Iraz. Ahh... Ne kadar da olgun bir ses tonuyla nasıl da mütevazı ve efendi konuşmuştu. Onun bu tavrı beni daha bir mest etmişti Iraz'a karşı. Eniştem Iraz'ın yanına gidip elini Iraz'ın omzuna koydu.

"Aferin evlat. Günümüzde çoğu kişi insanlık vazifesi nedir bilmiyor. Seni hem bu yönden hem de mütevazı olduğun için takdir ediyorum."

Hepimiz şokları yaşıyorduk. Eniştem tam bir İstanbul beyfendisi olarak tanımlayabileceğimiz kişilik özelliklerine sahipti. Çok ince eler sık dokur, zor beğenir ve çok çok nadir birisini takdir ederdi. Bunları bilen bizler şaşkınlıkla eniştemin yüzüne baktık. Bu şaşkınlığımıza teyzem de dahildi. Bu konuşma beni memnun etmişti tabii. Umay da bana bakıp göz kırpmıştı. Umay ve Nefes'e de bir özür borcum vardı. Onca yıllık bekleyiş sonunda, dün en mutlu günleriydi ve ben bu mutluluklarını bozmuştum.

İki saatin sonunda hastaneden çıkmıştık. Biraz dinlenmem adına bir gece daha Fethiye'de kalmaya karar verdik. Iraz odasını teyzem ve enişteme vermeyi düşünüyordu. Salonda otururken Iraz teyzemin yanına oturdu.

"Efendim siz benim kaldığım odada kalın. Eğer izin verirseniz ben de yukarıda koridorda yatayım tabii kızlar da kabul ederlerse. Meri'yi yalnız bırakmak istemiyorum. Bir aksilik olduğu anda size de kızlara da haber veririm ben. Lütfen izin verin yoksa aklım Meri'de kalacak."

"Peki Irazcığım. Ama bir şey olursa hemen bize haber vereceksin."

Teyzemin izin verme ihtimalinin olmadığını düşünüyordum. Şimdiyse izin veriş üstüne bir de beni Iraz'a emanet etmişti. Yanımda oturan Umay'ın kulağına eğildim ve fısıltıyla;

"Umay. Teyzemi de mi doktora gösterseydik? Baksana Iraz'ın yukarıda kalmasına izin verdi. Bu hiç teyzemlik bir hareket değil." Cümlemi bitirmeme bile fırsat kalmadan Umay ile söylediklerimi duyan Berfu'nu kahkahalarla gülmeye başladı. Diğerleri ise anlamsız bir şekilde bize bakıyordu. Ellerimi yüzüme kapattım. Bazen bu kızları anlayamıyordum. Sırası mıydı şimdi gülmenin?

Biraz daha birlikte oturup sohbet ettikten sonra herkes teker teker uyumak için odalarına çekildiler. Tabii ilk önce teyzemler... Teyzem ve eniştemin odalarına gitmesini fırsat bilen Iraz benim yanıma Nefes de Umay'ın yanına seğirtmişlerdi bile. Bu kadar kısa zamanda da özlemezsin be Meri diyordum kendi kendime. Özellikle de o pas parlak kahverengi gözlerine uzun uzadıya bakmayı özlemiştim. Biraz daha oturduktan sonra Iraz'ın kulağına eğildim;

"Biraz daha böyle oturursak ben dayanamayıp uyuyacağım ve sen de beni kucağına alıp yukarı taşımak zorunda kalacaksın."

Iraz kalkıp elini uzattı bana. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Hani bıyık altından gülmek derler ya öyle bir ifade. Ellerinden tutmak için öne doğru eğildim ama birden ayaklarım yerden kesildi. Iraz çabuk ve tek bir hamlede beni kucağına almıştı. Şaşkınlıkla Iraz'ın yüzüne bakakalmıştım. Bir elimle Iraz'ın boynundan tutuyor diğer elimle ise Iraz'ı göğsünden ittiriyordum. Çünkü bu yakınlık çok fazlaydı. Ben daha yeni ölümden dönmüştüm, şimdi ise denizde değil belki ama Iraz'ın o kahve gözlerinde boğuluyor gibiydim. Kalbim ha durdu ha duracak gibi hissediyordum hemen gözlerimi kaçırdım Iraz'dan ve ayaklarımı çırpmaya başladım. Bizimkiler ise kıkırdıyorlardı. Teyzemlere duyurmamak için hepsi gülüşlerini tutmaktan kıpkırmızı kesilmişlerdi.

"Bıraksana beni Iraz. Saçmalama, ben şaka yapmıştım."

"Hayır bırakmam."

"Iraz! Bırak diyorum. Lütfen!"

"Hayır, ölsem bırakmam. Seni ölene dek bırakmayacağım. İster kucağımda ister sırtımda taşıyayım, ki zaten hep kalbimdesin, bırakmayacağım seni."

Merdivenleri yarılamıştık ki aşağıdan gelen 'Ooooo' sesleri ile küçük bir duraksama yaşadık. Iraz aşağıya minik bir bakış etti ve bir kahkaha patlattı. İşte o an benim kalbim sanırım artık atmıyordu...

Gecenin bir yarısı uyanmıştım. Normalde gece uyanmak huyum değildi, aralıksız sabaha dek uyurdum ama o gün nedensizce uyanmıştım. Uykumu almış olmamın verdiği dinçlikle geri de uyuyamıyordum. Bir müddet koyunları saydım çocukken yaptığım gibi. Sonra hayaller kurdum uykum gelir belki diye düşünerek lakin uykum iyice kaçmıştı. Ben de Iraz’ın yanına gitmeye karar verdim. Kapıyı sessizce açtım ve yerde yatan sevgilime baktım. Ah böyle hiç de on dokuz yaşında bir üniversite öğrencisi gibi durmuyordu. Daha çok küçük bir çocuk gibiydi. Yanına oturup sırtımı merdiven korkuluğuna dayadım. Uzun uzun izledim onu. Öylesine tatlı ve masumdu ki, kalbimi açıp oraya sıkıştırmak istiyordum.

Gözlerimi kapattım. İlk karşılaştığımız günden bugüne kadar yaşadıklarımızı tek tek düşündüm. O kadar güzel ve anlamlıydı ki yaşadıklarımız. Gerçekten mutluydum. Hayatıma bir anlam gelmişti sanki. Gözlerimi kapattım. Yüzümde silik bir tebessüm bir müddet kaldım öyle. Iraz’ın sesiyle olduğum yerde sıçradım. Gözlerimi açıp baktığımda Iraz’ın uykusunda sayıkladığını gördüm.

“Hayır! Hayır! Dur yapma! … Hayır!”

“Iraz! Iraz uyan hadi rüya görüyorsun.”

“Hayır! Gitme!.. Gitme!..”

“Iraz, canım uyan hadi. Iraz!”

“Beni bırakma… Hayır!.. Hayır!..”

Anlaşılan beni duymuyordu. Odamdan suyumu alıp yanına geri geldim. Suyla elimi ıslattım biraz ve Iraz’ın yanaklarına vurdum hafifçe. Artık sayıklamıyordu ama hala rüya gördüğü belliydi ve uyanmamıştı. Biraz daha sesimi yükselterek Iraz’ı çağırdım.

“Iraz! Uyan! Rüya görüyorsun, Iraz! Hadi kalk canım.”

Iraz birden büyük bir nefes vererek uyandı. Sırtını doğrultmuş oturuyordu. Beni fark etmemişti. Ellerini yüzüne götürdü. Iraz’ın omzuna elimi koyunca Iraz irkilerek bana döndü. Beni gördüğü an sımsıkı sarıldı bana.

“Meri… Meri… Buradasın… Yanımdasın…”

“Evet canım buradayım, yanındayım. Rüyaydı… Geçti…” dedim saçlarını okşayarak. O ise kesik ve sık nefeslerinin arasından sürekli ‘buradasın’ diyordu. Biraz zaman geçtikten sonra belime doladığı kollarını gevşetti ve hafifçe geriye doğru çekilip sırtını duvara yasladı. Başını kaldırıp gözlerini kapattı. Çok bitkin görünüyordu. Rüyası onu yormuştu. Yanına gidip kafamı omzuna yasladım.

“Seni korkuttum değil mi?”

“Yok. Yani biraz… Kötü bir rüyaydı değil mi?”

“Evet… Çok kötüydü.”

“Bana anlatmak ister misin?”

“Meri. Bir daha gitme sakın.”

“Rüyanda ben mi vardım?”

“Evet, gidiyordun. Beni bırakıyordun.”

“Üzgünüm… Seni bırakmayacağım bir tanem. Sen istediğin müddetçe seni bırakmayacağım sevgilim. Gitmeyeceğim.” Dedim elimi yüzüne koymuş gözlerindeki yaşları siliyordum.

“Sakın bensiz deniz kıyısına gitme. Sakın bir daha kendini tehlikeye atma!”

“Rüyanda da mı boğuluyordum?”

Yavaşça kafasını salladı Iraz. Ellerini yüzüne götürdü. Çok korkmuştu.

“Bak bana.” Diyerek kafasını kaldırıp bana bakmasını sağladım.

“Buradayım. İyiyim ve hiçbir yere gitmeye niyetim yok.” Dedim gülerek. Iraz’ın yüzünde kısacık bir tebessüm oluştu. Gözlerim dolu dolu baktım ona ve cümleme devam ettim.

“Seni endişelendirdiğim için özür dilerim sevgilim. Beni affet…” dedim ve sonrasında yanağına minicik bir öpücük kondurdum.

Başımı Iraz’ın omzuna yasladım. Iraz saçlarımla oynamaya başladı. Bayılırdım birisinin saçlarımla oynamasına. Babam gibi narince oynuyordu saçlarımla. Bu beni daha da huzurlu hissettirmişti. Şu birkaç günde öyle şeyler yaşamıştık ki birlikte, artık ona tam bir güven duyuyordum. Yavaşça kapandı gözlerim. Ve çok güzel bir düşe daldım.

Gözlerimi açtığımda Umay beni dürtüyordu.

“Meri! Ne yapıyorsunuz siz burada? Kalk da yerine yat, annem sizi böyle görmesin.”

Bir an nerede olduğumu unutmuştum ve Umay’ın dediklerine anlam verememiştim. Başımı kaldırırken boynumun ağrısı ile nerede olduğumu ve Umay’ın neden böyle dediğini anlamış oldum. Başım Iraz’ın omzunda, Iraz’ın başı da benim başımın üstünde sırtlarımızı duvara vermişiz ve öylece uyuyakalmışız. Iraz da ben de boynumuzu tutuyorduk. Sonra birbirimize bakarak gülmeye başladık. Zorla tutulan bacaklarım ve belimi düzelterek odamın kapısına vardığımda arkamı dönüp merdivenlerden sessizce inmeye çalışan Umay’a döndüm.

“Saat kaç?”

“Beş. Hadi git uyu. Sabah geri döneceğiz.”

“Bu saatte sen neden uyandın?”

“Nefes ile konuşacağız.”

“Anladım… Yalnız sen de az değilsin hani.” Dedim kıkırdayarak. Umay ise ters ters bakıp aşağı indi.

Kapıyı kapatıp yatağıma oturdum. Uykum kaçmıştı. Umayların yanına da inemezdim. Ne yapsam diye düşünürken defalarca izlediğim ve asla izlemekten sıkılmadığım bir diziyi izlemeye karar verdim. Öylesine mükemmel bir aşk hikayesiydi ki anlatılan. İmkânsız görünen her şeyin istenildiğinde imkanlı hale getirilmesini, pes edilmediğinde hayatta ve ikili ilişkilerde her daim başarıya ulaşıldığını, hayatta verilen önceliklerin mutluluğun en büyük anahtarı olduğunu öyle saf ve derin anlatıyordu ki… Öyle mücadele dolu bir aşk, öyle saf bir sevgi istiyordum. Iraz ile paylaştığımız bu ortak duygunun da böyle olması en büyük isteğimdi. İlerleyen dönemde birbirimizin önceliği olmamız ve birbirimiz için, birbirimize duyduğumuz sevgi ve saygı için daima mücadele edip sorunların üstesinden gelmemiz…

Diziye o kadar kaptırmıştım ki çoktan vaktin öğleye yaklaştığını bile fark etmemiştim. Hemen kalkıp odamdan çıktım. Bir tanecik sevdiğim bey hala uyuyordu. Onu uyandırmamaya özen göstererek kızların odasına yöneldim ve kapılarını tıklatıp onay aldıktan sonra içeri girdim. İkisi de çoktan uyanmışlar yataklarında oturuyor sohbet ediyorlardı. Birlikte aşağı inip kahvaltı hazırlamaya karar verdik. Aşağı indiğimizde gördük ki henüz kimse uyanmamıştı. Zor günlerden geçmişlerdi ve hepsi bu süreçte çok yorulmuşlardı. Onlara mükellef bir sofra hazırlamak boynumun borcuydu artık.

“Kızlar ne hazırlasak? Şöyle güzel bir şeyler hazırlamak istiyorum herkese teşekkür mahiyetinde.” Dedim dudaklarımı bükerek.

“Bilmem ki. Berfu sence?”

“Ben de bilemedim şimdi. Düşünelim biraz.” Dedi Berfu ve buzdolabını açtı.

“Bence patates kızartıp yanına yoğurtlama yapabiliriz. Hem hafif ve doyurucu olur hem de mükellef bir sofra olur. Ne dersiniz?”

Hepimiz sesin geldiği yöne bakıyorduk. Mutfak kapısına yaslanmış, kollarını kavuşturmuş gülen gözlerle bize bakıyordu Iraz.

“E bu iyi fikir.” Umay’ın da gözleri parlamıştı. Berfu ise bir eli midesinde, gözlerini kapamış gülümsüyordu. Ben onlara gülerken Iraz eliyle beni çağırdı. Yanına gittiğimde fısıltıyla konuşmaya başladı.

“Meri, baksana ben geceliklerimle kaldım böyle. Kızlara da ayıp oldu. Teyzenlere de ayıp olmasın. Onlar uyanmadan senin odanda üstümü değiştirebilir miyim?”

“Tabii. Gel hadi.” Dedim ve onu odama çıkardım. Kapıda üstünü değiştirmesini bekledim. Onun bu ince düşüncesi beni çok mest etmişti. Bir kadının odasına izinsiz girmemesi, teyzemlere ve kızlara saygı duyması, beyleri rahatsız etmekten kaçınması. Nasıl da ince düşünceli bir adamdı. Ben bunları düşünürken kapı açıldı. Odamdan oldukça şık bir beyefendi çıkmıştı. O buğday teni ile mükemmel bir uyum sağlayan kahve gözleri beni içine çekiyordu. Sanki o gözler bir kapıydı ve ardında bambaşka bir dünya barındırıyordu.

“Ne oldu Kızıl Gezegenim? Yoksa bana yeniden mi âşık oldun, o nasıl bakış öyle?” dedi göz kırparak. Bu halimden ölesiye keyif aldığı yüzündeki gülümseyişten belliydi.

“Seni merak ediyorum. O kahve gözlerinin ardındaki hayatı, gülüşünde perdelediklerini bilmek istiyorum.”

“Gözlerimin ardındaki hayat ve gülüşümle perdelediklerim mi?”

“Bir insan bu kadar derin bakamaz karşısındakine. Bir insan böyle güzel gülemez. Bir şeyler yaşamışsın ve ben bunları öğrenmek istiyorum.” Dedim. Hala gözlerine bakıyordum içini görmek istercesine. Ama bir anda o gözlere doğru çekildim.

Belim alev almış gözlerim kocaman açılmıştı. Bir eliyle belimden tutup kendine çekmiş ve yüzünü iyice yüzüme yaklaştırmıştı. O kadar yakındı ki gözlerim onun gözleri arasında mekik dokumaktan yanmaya başlamıştı. Ayrıca çok yakışıklıydı ve kalbimi durduracak kadar yakındı. Gözlerimin acısına ve onun bana bu denli yakın olmasına daha fazla dayanamayarak gözlerimi sımsıkı kapattım.

“Ben de seni merak ediyorum.” Kurduğu cümle ile ürperdim ve gözlerimi açtım. Iraz ise yanağıma küçücük bir öpücük kondurdu. Parmak uçlarımdan inip topuklarım yere basarken Iraz belimi usulca bırakmıştı. Ama nefesi hala yüzümdeydi.

Kalbim mi? Kalbim kesinlikle o an bedenimde değildi. Daha doğrusu sanırım artık kalbim benim değildi. Onu kaptırmıştım. Kahverengi gözlü, buğday tenli, belki kendisinin bile bilmediği gülümsediğinde dudağının kenarında gamzesi çıkan, bana hayranlık ve şefkatle bakan, içimdeki çocuğun en yakın arkadaşı ve tek dayanağı hatta tek sığınağı olmaya hak kazanan, dünyada görüp görebileceğim en güzel manzaraya kaptırmıştım. Benim kalbim artık ona aitti…

***

Bölümlerle ilgili duyurular ve kitap hakkında daha fazla bilgi, etkinlik ve yaptığım editlerle karakterlerin ruhunu anlamak ve yaşamak için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın.

 

>> Instagram – tugbaycaltindas <<

Loading...
0%