@tugbalal
|
Ben zaten kimsesizdim. Kimseye umutla bağlanmazdım. Yaşamaya çalışmak gibi bir gayemde yoktu benim. Sonra bir gün sen çıka geldin. Annem oldun. Babam oldun ,kardeş oldun. Dost, arkadaş ,yaren oldun... Çekip gittin bir sabah. Sen gidince, ben yine kimsesiz kaldım. Madem gidecektin? Niye geldin? Niye çıkardın beni karanlığımdan? Ben alışmıştım kimsesizliğede, Onun getirdiği acıyada. Madem yeni yaralar açacaktın . Neden sardın, neden değiştirdin alışkanlığımı?.....
EFLAL KARCA Sabah gözlerimi huzurla araladım. Bakışlarım hayran olduğum yüzde dolaştı. Kolları gece boyu bir an olsun gevşememişti. Ellerim göğsündeydi. Bilinçli yapılan bir şey değildi bu. Uyurken yada uyanıkken ellerim bir şekilde göğsünde, kalbinin üzerinde duruyordu. Bunu neden yaptığımı bende bilmiyorum. Burnumu boynuna dayayıp derin bir soluk aldım. Allahım bu nasıl bir koku ya Rab. Cennet bahçesi onun kollarıydı sanki. Ben bu adamı nasıl sevdim bu kadar. Hangi ara herkesin ve her şeyin yerine koyar oldum. Ellerimi yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarına yasladım. Uyandırmak istemedim. Günlerdir doğru düzgün uyuyamıyorduk. Baş parmağım elmacık kemiğini hafifçe okşadı. Kirpiklerinin gölgesi düşmüştü göz altlarına. Bir adam tırnaklarının ucundan kirpiğine kadar nasıl sevilir. Seviyordum. En çokta bu sevgim korkutuyordu beni. Hani Allah birini benden çok seversen onu senden alırım demiş ya. Haşa elbet o kadar değil imanım göğsümde . Şehadetim dilimde lakin rabbin bildiğini kuldan saklayamam. Onun uğruna gözümü kırpmadan dünyayı yakarım. Bu beni kötü biri mi yapar. Hani kötüler sevdikleri için dünyayı iyiler dünya için sevdiklerini yakarmış ya. Ben bu adam için dünyayı yakarmışım gibi geliyor. Sanırım ben düşünüldüğü gibi bu hikayenin iyi kızı değilim. Kötü olan benim. Düşüncelerime o kadar dalmışım ki mavi gözleri aralanmış o da beni izliyordu. "Neye daldın bu kadar?" "Sana , sana olan sevgime." Gözleri meraklı bir hal aldı. Sözlerimin nereye varacağını merak etmişti. "Alparslan ben seni öyle çok seviyorum ki . Senin için tüm dünyayı yakabilirmişim gibi geliyor. Bu beni kötü biri yapar mı?" Dudakları iki yana kıvrıldı. Beni kendine biraz daha çekti. Başımı göğsüne yasladım. Kalbi en az benim ki kadar hızlıydı. İlkmiş gibi atıyordu kalplerimiz. "Hayır bebeğim. Sen kötü biri değilsin. Çünkü biliyorum ki bir masumun canı için gözünü kırpmadan canını verirsin. Sadece sevgin sana büyük bir güç ve cesaret veriyor. Yoksa biliyorum bu dünya ne kadar kötü olursa olsun sen yinede onun korumayı seçerdin." "Alparslan. Belki farkında değilsin ama sen benim dünyamsın. Ve günün birinde benden gidersen benden geriye bir şey kalmaz. İşte o zaman senin tanıdığın kadından da hiç bir şey kalmaz. Yani ben senin kadar emin değilim. İlginçtir bu beni korkutmuyor. Zira gidersen bir yolunu bulur sana gelirim." Söylediklerimle neden bilmem bedeni gerildi. Kalbi çok hızlı atmaya başladı. Söylediklerim onu korkutmuş muydu. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinde hem mutluluk hem hüzün vardı. Çenesine dudaklarımı bastırdım. Ordan dudaklarına. Başımı tekrar göğsüne dayayıp uykuya dalmayı bekledim. Ben bu sabah neden bu kadar erken kalkmıştım ki. Şimdi uykum gelmişti işte. Saçlarımda sıcak nefesini hissettim. Dudaklarını bastırdı. "Bende seni çok seviyorum nefesim. Bu aşk bu gidişle bizim sonumuz olacak." "Olsun sevgilim fena mı şehit oluruz. Sevdamız uğruna şehit olmaya değmez mi" Ne cevap verdi bilmiyorum ama son hatırladığım bedenimdeki kollarını sıkılaştırdığıydı... Gözlerimi açtığımda Alparslan yanımda yoktu. Bu her ne kadar biraz üzsede elden bir şey gelmezdi. Bir süre böyle olması gerekti. Elime telefonu alıp saate baktığımda bir de mesaj vardı. Saat on bire geliyordu. Beklemeden mesajı açtım. "Canımın canı ,benim karagaha gitmem gerek. Babana teslim etmem gereken dosyalar var . Uyandığında mutlaka mesaj at. Seni çok seviyorum." Hemen cevap yazdım. "Günaydın sevgilim. Gerçi senin kollarında uyansam günüm daha güzel başlayabilirdi. " Daha fazla yatakta oyalanmadan kalkıp banyoya girdim güzel bir duş alıp kahvaltı yaptım. Etrafı toparlayıp temizledim. Kaç saat geçmişti ama yüzbaşı hala ne aramıştı. Nede mesaj atmıştı. Evde canım sıkılmıştı. Üzerime yeşil askılı bir elbise giydim elbise dizlerimin biraz altında bitiyordu. Saçlarımı salık bıraktım. Biraz hava alıp geri gelirdim. Yüzbaşının da alacağı olsundu. İnsan hiç mi düşünmez sevdiğim beni özler diye. Kendi kendime tirip atıp evden ayrıldım. Bir yarım saat yürüyüp yönümü tekrar eve çevirdim. Eve az bir mesafe kala telefonum çaldı. İçimden nihayet be yüzbaşı diye geçirdim. "Efendim" Sesim istemsiz soğuk çıkmıştı. "Bebeğim " "Hııı" tiripbimi sesimden anlamıştı. "Kurban olduğum küstün mü sen bana? Küsme canımın içi işlerimi bir an önce halledip yanına gelmenin peşindeydim. " "Bari bir mesaj atsaydın yüzbaşı " "Ama o zaman sana sürpriz yapamazdım." "Ne sürprizi?" Telefondan gülüşü doldu kulaklarıma . Ah şimdi burda olsaydı. Doya doya izlerdim. "Karşıya bak güzelim." Başımı kaldırıp karşıma baktığımda güzel gülüşü ile onu gördüm. Seviyordum bu adamı. Elinde bir demet beyaz gül vardı. Nedendir bilinmez bana hep beyaz gül alıyordu. Sayesinde en sevdiğim çiçek olmuştu. Diğer elinde ise pastane poşeti. İçinde ne olduğunu anlamak için müneccim olmama gerek yoktu. İçinde en sevdiğin tatlı vardı. Bu hayatta en sevdiğim insan. Sevdiğim tek adam, bana en sevdiğim çiçeği ve en sevdiğim tatlıyı getirmişti. Ben şimdi bu adamı sevmeyeyim de ne yapayım. Başka yol yada seçenek yoktu. Mecburiydi ona sevdalanmak. Gülen gözlerim onun maviliklerinde dolandı. Birden semada bir el silah sesi duyuldu. Bakışlarım ona kaydı. Gözlerindeki gülüş yerini acıya bıraktı. Tıpkı o gece rüyamda olduğu gibi. Ve bir silah sesi daha. Yerimde dondum sanki. Dünya dönmeyi bıraktı. Sol gözümden bir damla yaş aktı. Daha fazla duramadım. Hızla yanına koştum. Dizlerinin üzerine düşmüştü. Ellerim sırtını buldu. Elindeki çiçek ve poşet yeri boyladı. Ellerime bulaşan kanla yüreğim tekledi. Allahım ne olur alma onu benden. Dayanamam ya rab. Bu hayatta herkesi aldın ne olur onu alma. "Alparslan!" "Özür dilerim Bebeğim." "Yok yok, dileme. Neden özür diliyorsun ki bir şey olmayacak değil mi?" "Se seni çok se viyorum nefe sim." Gözleri odağını kaybetmişti. Yanağına bir damla yaş aktı. Çok yanıyordu canı. Ellerim yanağında gezindi. Akan yaşı sildim. Silah seslerine herkes toplanmıştı. Apartmandakiler dışarı çıkmıştı. Sevgi annemin ve Fulya'nın çığlıkları doldu kulaklarıma. Sonra bizimkiler geldi. Birileri ambulansı arıyordu. Ben ise sanki ruhum çekilmiş gibi davranıyordum. "Neden veda eder gibi diyorsun bunu. Deme bir daha, sevmedim ben . Bizim birbirimize sözümüz var. Unuttun mu?" Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "Yemin verdin yüzbaşı. Gitmeyi düşünme. Seni asla affetmem. İki dünyada da ellerim elinde olur. Başının etini yerim. " Söylediğim ile tebessüm etti. Öksürmeye başlaması ile ağzından kan gelmeye başladı. Üzerimdeki elbise sevdiğim adamın kanı ile boyandı. Ben hiç sevmedim bu rengi. Bir daha kırmızı giymiycem. Bakışlarım etrafta dolandı. Sevgi anne fenalşmıştı. Fulya onu kucağında tutuyordu. Sinan ile bakışlarım kesişti. "Sinaan, bir şey yapın nolur. Onu kaybedersem ölürüm." Ali ve Dursun da ağlayan gözlerle bize bakıyordu. Bağırmak haykırmak geldi içimden ama ben sadece sessizce ağlayabildim. Gözleri kapandı. Onun gözleri kapanınca benim dünyam karanlığa gömüldü. "Yüzbaşıııı, hadi aç gözlerini ne olur. Bak titriyorum. Ama bu defa korkudan. Kalkıp sarsan ya. Geçicek desen ya. " Gözlerini aralamadı. Etraftan ambulansın sesi duyuldu. "Bak geldiler. İyi olacaksın. " Dudaklarımı anlına bastırdım. Sağlıkçılar hızla gelip onu sedyeye aldılar. "Kalbi durmuş hızlı olun hadi" Kalbi durmuş. Bu iki kelime benim nefes almayı bırakmama yetti. Olmazdı. Ben onun canıydım. Madem ben burdayım o nereye gidiyor. Şok içinde arkalarından baka kaldım. Sinan'ın sesi doldu kulaklarıma. "Bacım hedi bizde gidelim salma kendini onun sana şimdi her zamankinden çok ihtiyacı var." Başımı sadece aşağı yukarı sallayabildim.Dursun'lar bir kaç dakika önce Sevgi anneyi başka bir ambulansa bindirmişlerdi. Benim sevdiğimin bana ihtiyacı vardı değilmi. Sinan'ın yönlendirmesi ile bizde hastaneye doğru yola çıktık. Sinan telefonla birilerine haber veriyordu. Ama kimdiler ne diyorlardı anlayamadım. Ben sadece sevdiğimi istiyordum. Hastaneye geldiğimizde araba durmadan içinden çıkıp acil servise doğru koştum. Danışmadaki kadına ismini verdiğimde ameliyata alındığını söyledi. Bu defada aynı hızla ameliyathanenin kapısına doğru koşmuştum. Elim kalbimin üzerine gitti. Acıyordu. Hemde çok. O şimdi burda olsa kıyamazdı. Allahım bizi ayırma ne olur. "Kızım" Bakışlarım koridordan bana doğru gelen babama kaydı hemen ardından Eylül ve diğerleri vardı. "Baba" Sesim fısıltı gibi çıkıyordu. Babamın kollarına sığındım. "Baba yalvarırım uyansın. Ölürüm Baba onsuz ölürüm." Elleri saçlarımda gezindi. Usulca okşadı. Ama beni teselli edebilecek tek bir kelime söylemedi. Yoktu ki. Benim canım orda yatarken hangi kelime bana teselli olabilirdi. "Oğlum nasıl. O iyi mi?" Bu defa koridorda duyulan ses Sevgi anneye aitti. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Fulya bir kolunda Ali diğer kolundaydı. Gelip tam karşımda durdu. Bakışlarımız birleşti. İkimizinde gözlerinden aynı adam için yaşlar aktı. Elini yanağıma koydu. "Anneee" "Annem" Beklemeden sarıldım. Beni bir o anlardı. "Anne uyanması gerek. Bana sözü var. Anne uyanması gerek ne olur" "Allah kaderimizde ne yazdıysa o olur kızım isyan etmek bize yakışmaz." "Benide alsın o vakit. Ayırmasın bizi ne olur." Beni tekrar kollarının altına aldı. Ameliyathanenin kapısı açılınca hepimiz oraya doğru koştuk. "Alparslan Karahanlı 'nın yakınları" "Biziz , durumu nasıl." "Durumu ciddiyetini koruyor. Yolda iki defa Kalbi durmuş. Bize geldiğinde de çok kan kaybetmişti. Size umut verecek bir şey söylemek isterdim ama ne yazık ki bu durumda beklemekten başka çaremiz yok." Ne diyordu bu adam ya. Ne umudu. O bu hayatta benim ayakta kalma, nefes alma sebebim. O olmadan ben yokum ki. Bir süre sonra ameliyathanenin kapısı tekrar açıldı. Sedyenin üzerinde çıkardılar onu. Ağzında bir hortum vardı. Güçlü duruşundan eser yoktu sanki. Bir kaç saate çökmüştü sevdiğim. Ellerim elini buldu. Buz gibiydi elleri. İyide Alparslan hiç bu kadar soğuk olmamıştı ki. Gök mavi gözleri kapalıydı. "Aç gözlerini. Aç ve bana bak sevgilim. Unutma bizim birbirimize sözümüz var. Yeminin var yüzbaşı. Senin bana vereceğin bir ömrün var söz verdin. Gidemezsin. Ölürsekte beraber. Yaşarsakta beraber. Unuttun mu. Şayet unuttuysan hatırla." Arkasından sadece fısıldamıştım. Ama biliyordum. O beni duyardı. Duymasa bile anlardı. Hep anlamıştı. Camın ardından öylece izliyordum onu. Uyandığında ona çok fena tirip atacaktım. Beni bu kadar bekletmeye hakkı yoktu. Beni kendine bu denli aşık edip gidemezdi. Herkes burdaydı. Tüm sevdiklerimiz. "Uyanman gerek yüzbaşı. Bu kadar insanı bekletmeye hakkın yok. Bak anneme perişan oldu kadın. Hastalanırsa ben sana yapacağımı biliyorum... yüzbaşı yalvarırım uyan . Ne olur." Başlardaki oyunbaz Sesim sonlara doğru gözyaşlarımla ıslanmıştı. ***** İki gün tam iki gün oldu. Hala camın ardında bekliyordum. En ufak bir kıpırtı dahi yoktu. Doktorlar gittikçe ümidini kesiyordu. Sırtından vurmuşlardı sevdiğimi. Adam gibi gözlerine bakmaya cesaret edememişlerdi. Babam ve timdekiler hala burda benimle bekliyordu. Sevgi annenin tansiyonu çok yükseldiği için fenalaşmıştı. Bu yüzden onu ikinci kata yatırmışlardı. Fulya'yı onun yanına göndermiştim. Uyandığında arayacaktım. Eylül ve Songül'de burdaydı. Gitmemişlerdi. Herkes burdaydı. Ama ben niye yalnız hissediyorum. O yoksa ben yaşadığımı bile hissedemiyodum ki. Doktoru bulup içeri yanına gitmek için izin istedim. Söylediği ile şoka girmiştim. "Gerçekten birbirine bu kadar benzeyen bir çift daha tanımadım. Geçen sizin ameliyatınızı yapanda bendim. Ve beyefendi sizin yanınıza girmek için en az sizin kadar ısrarcı olmuştu. Ve yine sizin iyi olduğunuzdan emin olmadan yanınızdan ayrılmadı. O yüzden kendimi yormayacağım hemşireye haberim olduğunu söylemeniz yeterli." Teşekkür edip yanından ayrıldım. İçeri girmeden koruyucu kıyafetler giydim. Yanına gittiğimde ağzında hala bir hortum vardı. Elim elini buldu. Hala soğuktu. Burda üşüyormuydu. "Sevgilim, uyan artık ne olur. Alparslan ben senin kadar güçlü değilim. İki gün geçti. Sensiz kos koca iki gün. Ben bu iki günde bittim. Yalvarırım, yeter ne olur. Dayanamıyorum. Çok özledim. Alparslan çok. Sen beni özlemedin mi. Hani sende en az benim kadar özlüyordun. Beni artık sevmiyor musun..." Gözyaşlarım ellerinin üzerine damladı. "Bak ellerin üşümüş. Kalkta evimize gidelim. Bende üşüdüm. Ne olur Sevgilim benden bizden vazgeçme. " Saçlarına dudaklarımı bastırdım. Kokusunu içime çektim. Daha fazla kalamadım yanında. Kendimi odanın dışına attım. Ayaklarım beni taşımadı. Duvar dibine çöktüm. Artık hıçkırıklarım. Tüm hastene koridorlarını inletiyordu. Yerimden doğrulup bizimkilerin olduğu yöne ilerledim. Benim çıkmam ile doktorların içeri koşması bir oldu. Ne olmuştu. Allahım onu benden alma ne olur. Allahım onu bize bağışla. Hepimiz pür dikkat yoğun bakımın kapısına bakıyorduk.artık ayakta durmak dahi çok zordu. İçeriden ağzında maske ile doktor ve iki hemşire çıktı. Bakışlarını direk bana dikti. Söyleyeceği şeyi duymak istemedim. Allahım ne olur hayır. "Doktor durumu nasıl ?" "Malesef hastayı kaybettik. Başınız sağolsun." Sonrasını duyamadım. Olmadı yapamadım. Zemin ayaklarımın altından kayıp gitti. Ben her sendelediğimde beni tutan oydu. Ama bu defa yoktu. Gitmişti. Beni bırakmıştı. Gözlerim karanlığa kapandı. Düşerken başımı çarptığımı hatırlıyorum. Canım yandı. Ama kalbim kadar değil. Yüzbaşı beni bıraktı. Tutmadı sözünü... Tıpkı bundan sonra düştüğümde beni tutmayacağı gibi...
|
0% |