@tumturakliyazar
|
"Yükselmek için düşmek, arınmak için kirlenmek, çıkmak için batmak lazım. Yeniden doğmak için ölmeli insan bir kere."
Nazan Bekiroğlu
Zamana karşı dirençsiz ruhum, aklım ve kalbim. Hangi ara, neden ve ne zaman sorularını sormaya vakit kalmayan zamanlardan bir zaman. Yirmi dört saatin dört saat gibi aktığı, meşgalelerin asla bitmediği, sonunun da görünmediği bir gün.
Ne oldu ne bitti diye sormayın. Çünkü ne olduğunu neyin başladığını ve neyin bittiğini henüz bende bilmiyorum. Bir kış günü, dehşete açılan gözler ve sayısız acı. Kabusa uyanan binlerce göz ve minik bedenler.
Tarih 13 Şubat 2023, ruhun, duyguların ve anıların yıkıldığı günden bir hafta sonra..
Bu sabah bana bir teklif geldi. Kabuk tutmuş acılarımın üstünü açarcasına bir iş önerisi. Online psikolojik destek vermem istendi. Depremzedelere; yani büyük bir yok oluşu gören insanlara.
Sabah namazından sonra kahvaltı yapmış ve kahvaltı hazırlamıştık. Dört kişilik bir aile olarak kahvaltımızı yapıp sofrayı topladıktan sonra bir telefon aldım. Ve bu iş önerisine sadece bir soruyla cevap verdim;
" Siz benim nerede yaşadığımı biliyor musunuz?"
Bir sürelik duraksamadan sonra şöyle bir konuşma geçti aramızda;
"Hayır efendim, kusura bakmayın. Deprem bölgesinde mi ikame ediyorsunuz?"
"Adana'da yaşıyorum. Evimiz tehlikeli olduğu için girmiyoruz. Sanırım öncelikle kendime ve aileme destek olmalıyım. Zira biz de büyük tehlike atlattık."
"Peki Hanımefendi, iyi günler dilerim"
Konuşma bittiğinde düşünmeye başladım. Doğru mu yapmıştım yoksa gerçekten başka insanlara yardım ederek kendimi iyileştirebilir miydim?
Depremden sonraki gün babamda yurt dışından gelmiş ve bize Ankara'da bir ev kiralamıştı. Bugün de tekrar dönecekti. Sadece bir hafta izin alabildiğini, bizi çok özlediğini ama gitmesi gerektiğini söylerek ayrıldı evden. Bu acının içerisinde babamın gelmesinin sevincini fark edebildik mi bilmiyorum.
Bir haftadır gözümüz kulağımız sadece medyada. Ne olup bittiğini can kulağıyla dinliyor ama bir türlü onlara uzanamıyoruz.
Çok şükür biz iyiydik, akrabalarımız da canlarını kurtarmışlardı. Evinden olanlar ise sadece hatıralarına üzülüyordu. Enkaz altında ezilen binlerce hatıra..
Üzülüyordum. İnsanların yakınlarını kaybetmesine, evlerini, eşyalarını terk etmek zorunda kalmasına. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Yakınımı kaybetmemiştim ama eşyalarımı, hatıralarımı bende kaybetmiştim. Evimize yıkım kararı verilmişti. Ve kurtarabildiğimiz kadar eşyamızı kurtarma izni. Babam da alabildiğimiz sağlam olan tüm eşyaları çıkarttırıp burada ki evimize getittirmişti..
Çok şükür ki kitaplarım, odamda ki mobilyalarım, kitaplığım hepsi sağlamdı. Abimin odasında ki dolap kırılmıştı, annemin vitrini, oturma odasında ki sehpalar, mutfaktaki tarif edilemeyecek kadar tabak, bardak artık kurtarılamaz durumdaydı.
İstemsizce o günü hatırladım.
Dehşetle gözlerim açılmıştı. Yatağım bir o yana bir diğer yana gidiyordu. Beşik gibi sallanıyor sözünü pasif ve etkisiz bırakan bir sarsıntıya uyanmıştım. Sanki kıyamet kopuyordu ve biz bir daha bu Dünyayı göremeyecektik. Aklıma günahlarım geldi. Ergenliğimin ilk dönemlerinde ki asiliklerim, anneme karşı çıkışlarım. Abimi küçümsemem. Kazaya kalan namazlarım. Dinlediğim tüm şarkılar. Hepsi gözümün önünden birer pişmanlık olarak geçmişti. Kim bilir hatırlamadığım daha ne çok günahım vardı.
Sonra bu gecenin Receb ayının on beşinci gecesi olduğunu hatırladım. Yatmadan önce okuduğum Kur'an'ı, kıldığım 14 rekatlık namazı ve ailecek yaptığımız duaları hatırladım. Biraz sükun buldum. Gönlüme bir ferahlık geldi.
Bu kadar şeyi hatırlamıştım ama deprem bitmemişti. Son hızla bir sağa bir sola gidip geliyorduk. Yatağımın yanına çökmüştüm ama bir işe yaramıyordu. Sarsıntı beni bir oraya bir buraya sallamaya devam ediyordu.
O kadar çok korkmuştum ki, aklıma tek gelen şey sadece şahadet getirmekti. Ardı ardına kesilmeksizin Şehadet getirdim.
Abim yanıma gelmişti. İkimiz birbirimize sarılıp kendimizi korumaya ve sallantıyla yerimizden oynamaya karşı gelmeye çalıştık. Evin her yerinden sesler geliyordu. Belki de toz toprak oluyorduk. Dağlar yıkılıyor ve yeryüzünde hiç bir şey kalmıyordu.
Bir süre sonra deprem durdu. Ama sesler kesilmedi. Duvar parçaları yıkıldıkça duvara asılı olan her şey kırılıyordu. Annemin iyi misiniz diye bağırması ise hem ferahlatıyor hem de ne kadar tehlikeli bir durumda olduğumuzu düşündürüyordu. Annem yanımıza gelmemişti. Halbuki ilk gelen o olurdu.
Bu düşünceyle hemen kalkıp koridora çıktık. Ne yazık ki yerde ki duvar parçaları yürümemizi zorlaştırıyordu. Tekrar sallanmaya başladığımızdaysa kesin bir çizgi ile ev ortadan ikiye ayrıldı. O an yanına çökebileceğimiz hiç bir şey yoktu. Yere çöküp kesilmesini bekledik. Annem diğer taraftan bize duvarlardan uzak durmamız için bağırıyordu. Ama sanki bizim algımız kapanmıştı, hiç bir yere gidemiyorduk.
Merdiven dairesinden büyük bir gürültü geldiğinde tüm apartmanın çığlık seslerini duyduk. Gerçekten ya kıyamet kopuyordu ya da helak oluyorduk. Sarsıntı kesildiğinde abim dikkatli bir şekilde kapıya yaklaştı ve açtı. Gördüğümüz görüntü ise bir yıkıntıdan başka bir şey değildi. Tüm umudumuz böylelikle bitmişti.
Merdiven dairemiz çökmüştü, evin zemini ise ortadan ikiye ayrılmıştı. Benim odam, abimin odası, ve misafir odası bir tarafta, yatak odası oturma odası ve mutfak bir tarafta kalmıştı. Saatlerce evimizden çıkarılmayı bekledik. Ne olduğunu neyi yaşadığımızı bile bilmiyorduk. Tüm yeryüzü sağa doğru kaymış tam ters dönecekken sola dönmeye başlamıştı. Ve yine ters dönmeye az bir zaman kala sağa doğru. Son hızda sallanan bir salıncakta gibi bir o tarafa bir bu tarafa sallanmıştık. Hepimiz sakinleşince ne olduğunun farkına varabilmiştik.
Evin yıkılma korkusu, annemden ayrı kalmamız, inecek hiç bir yerin bulunmaması korkumuzu daha çok artırıyordu. Bir ara evimiz sağ tarafa çok meyledince abimin fikrine uyup pencereden atlamayı düşündüm. Ama yapamadım, ölüm korkusu beni yeterince kuşatmıştı. Yada intihar sayılır mı düşüncesi..
Bekleye bekleye sabah olmuş, defalarca büyük artçı deprem yaşamıştık. Sonunda telefonum ezan okumuş ve biz sabah namazını nasıl kılabileceğimizi düşünmüştük. Abdest almak için suyun olduğu kısma gidemedik. Banyo ve lavabo birbirine girmişti. Bulunduğumuz yerde bolca toz bulunduğundan hemen teyemmüm alıp namaza durduk. Annemin beş dakika da bir bizi sorma sesleri kesilmişti. Hepimiz artık Rabbimizin huzurunda nasibimizde olanı bekliyorduk. Ve tam o anda yetişen siren sesleri Rabbimizin ne kadar büyük olduğunu vurguluyordu.
Yaklaşık bir buçuk saat önce polisi aramış adresimizi vererek evden çıkamadığımızı belirtmiştik. Yardım ise tam o anda Rabbimizin huzurundayken gelmişti. Farzın sonunda ki selamı da verip cama koştum. Ve sonunda ailecek aşağıda bütün kalabalığın arasında bekliyorduk. Çaresizce..
İlk önce babamı aradım. Ben tam anlatmaya baslayacakken "geliyorum oraya" dedi ve kapattı. Ben ise içimde kalan ' deprem oldu, çok korktuk, evimiz yıkıldı, dışarıda üşüyoruz ' sözlerimi yutarak anneme ve abime sarıldım. Sanırım artık ne olursa olsun nazlı küçük kız çocuğu değildim. Büyümüştüm ve bu bazen kötü hissettiriyordu.
Hava aydınlanmaya başlamıştı. Annem dışarı çıktık çıkalı elinde ki tesbihini çekiyordu. Abim tanıdıkları aramaya başlamıştı ve büyük ihtimalle hatlar çekmediği için sinirleniyordu. Ben ise üşümekle meşguldüm. Çok soğuktu yağmur yağıyordu ve biz bir aracın içinde ıslak kıyafetimizle sığınmış bekliyorduk.
Annemin telefonu susmak bilmiyordu. Bu ise abimi daha çok sinir ediyordu. Bütün akrabalarımız anneme ulaşmaya çalışıyordu. Beni ise ilk arayan -yada ilk ulaşabilen- Osmaniye'de ki arkadaşım İkra olmuştu.
Bizim ve ailemizin sağlığının halini konuştuktan sonra evlerini sordum. Sağlam olduğunu sadece çok korktukları için dışarıda beklediklerini söyledi. Bizim evimize ise çok üzüldü. Eğer 3. Katta oturmasalardı bizi seve seve eve kabul edebileceklerini ama evleri yüksek olduğu için çağıramayacağını söyledi. Bende teşekkür edip kapattım.
Ardından biraz kendime gelmemin gerektiğini düşünüp arkadaşlarımı aramaya başladım. Önce burada ki yakın arkadaşım olan Rümeysa'yı aradım. Sorunları olmadığını bir spor salonuna sığındıklarını söyledi. Ardından Zümer'i Nur'u ve Adıyaman'da oturan Almila'yı aradım. Hepsinin iyi olduklarını öğrendikten sonra telefonumu cebime koyup ne yapmamız gerektiğini düşündüm.
O günden bu güne hala düşünüyorum. Babam o sabah gelmişti ve bizi alıp Ankara'ya getirmişti. Burada kiralık bir daireye yerleştik. Babam tüm ihtiyaçlarımızı görmüştü ama nedense sevgi ihtiyacımızı karşılayamadı. Annemle neredeyse hiç konuşmadılar. Abim ve benimle ilgileniyor gibi olsa da bu ilgi ev fikri ve eşya fikri sormaktan ileri geçmedi. Hani bize sarılması, bir şey olmayacak korkmayın, Allah bizimle beraberdir, gibi cümleler kurması gerekirken bunlar olmadı. Hatta bir haftanın beş günü iş görüşmeleriyle geçti. O an sadece keşke dedim, keşke bizim yakınımızda olsaydı da daha az para kazansaydı.
Dehşet dolu bir haftanın sonunda da sanki her şey normalmiş, her şey düzelmiş ve babalık görevini yerine getirmiş gibi çekti gitti.
Duygularım karma karışıktı. Bazı şeylerden pişmanlık duyuyordum. Mesela deprem bölgesini terk etmekten. Belki de benim dokunacağım insanlar olacaktı. Benimle şifa bulan, psikolojisi düzelen. Belki tamamen düzeltemezdim ama isyana gitmelerine engel olurdum. Yada uzun zamandır benden destek alan Zümer, Nur ve Almila'ya destek olabilirdim. Sadece bir telefonda sormakla yetinmiştim. Ne kadar pasif biri olmuştum şu bir haftada.
İçimde büyük bir huzursuzluk vardı. Ben evimden ve şehrimden ayrı yaşayamazdım. Yeniden bir şehre alışmak her şeye sıfırdan başlamak demekti. Yapamazdım. Bu düşüncemi anneme ve abime açtığımda içim huzura erdi. Çünkü herkes aynı şeyi düşünüyordu ve burada ki ev kimseyi mutlu etmiyordu.
İki küçük valizle birlikte yola çıkıyorduk. Adana'da teyzemlerin evinde kalmaya karar vermiştik. En küçük teyzem olan Esin teyzemin dokuz-on yaşlarında bir oğlu ve üç yaşında bir kızı vardı. Mahremlik konusunda bize en uygun ev onların eviydi.
Yaklaşık on saatlik bir yolculuktan sonra Adana'ya gelmiştik. Yollar kapalı olduğundan dolayı yaklaşık beş saat daha geç gelmiştik. Geldiğimizde ilk işimiz valizlerimizi bırakıp meydana çıkmak oldu. Her yerde yardım için koşuşturan insanlar vardı. Genellikle çok katlı binalar yıkılmış, yıkılmayanlar da hasar almıştı. Adana da yıkım bir Antakya, bir Kahramanmaraş gibi olmamıştı ama hasarlı binalar çok fazla vardı. En çok da eşyalarını toplayıp şehri terk eden insan vardı. Yollar çok kalabalıktı. Bir çoğu şehir dışına çıkıyordu. Yakınını kaybedenler ise mezar başlarında ağlamakla kalıyorlardı. Zaten bir tek acısı olan terk etmiyordu bu şehri. Nereye gidecektin ki? Sevdiğini buraya gömüp nasıl gidecektin?
Merkezde çok fazla ekip vardı. Afad, Ahbap, Kızılay hepsi burada yeterince çalışıyordu. Diğer STK üyeleri ise çevre bölgelere yardım götürmek, yemek ihtiyaçlarını karşılamak gibi şeylerle ilgileniyorlardı. Bir hafta da Adana yeterince toparlanmıştı. Sadece insanlara hatıralarını bırakıp gitmek biraz zor geldiği için ancak şehri terk ediyorlardı.
Meydanı bu şekilde bırakıp evimizin oraya gittik. Bizim evimiz biraz daha kenarda kalıyordu. Yollardan geçerken eskiden burada olan ama şimdi yok olan yerlere baktım. Çocuk bakım evine götürmek için malzeme aldığım market yok olmuştu. Enkaz yığınından başka bir şey kalmamıştı. Ne yazık ki yaşayan insan da kalmamıştı. Tüm bina depremin ilk anında yerle bir olmuştu. İçindekiler ise İnşaallah şehit.
Evimize yaklaşırken yolun karşısında ki karakola gözüm kaydı. Sapasağlam ayaktaydı Elhamdülillah. Bina sağlamdı ama insanlar nasıldı kim bilir? Aklıma önce tüm polisler sonra ise tek tanıdığım -yada gözümün aşina olduğu - kişi geldi. Acaba nerede ne yapıyordu. Ona ve yakınlarına bir şey olmuş muydu? Artık aklıma onu düşünme diye talimat vermiyordum. İstediğini istediği an düşünsün diye serbest bıraktım. Yoksa kafayı yiyebilirdim.
Evimizin önüne geldiğimde sadece taş yığınından ibaret olan yere baktım. Evimizi tümden yıkmışlardı çünkü yüzde yetmişi zaten yıkılmıştı. Çok şükür ki binada hiç vefat eden yoktu. Yaralılar ise hastanede tedavi altındaydılar.
Abim etrafta tanıdığı kişilere mahallenin durumunu soruyordu. Bu taraflarda çok fazla yıkım vardı. Ölen de bir o kadar fazlaydı. Gözüm etraftaki enkaz yığını incelerken bir amcanın abime anlattığı şeyi merak ederek onlardan tarafa döndüm. Kulağım pür dikkat o amcaya odaklıydı.
"İleride oturan bir polis vardı. Öğlen saatlerinde olan ikinci depremde enkaz kurtarmaya çalışırken babası ölmüş. Ailesi çok üzüldü tabi, çok sevilen bir insandı."
Duyduklarıma elbette ki çok üzülmüştüm ama içimden bir ses o polisin gök gözlü polis olmaması için dua ediyordu. Onun olma ihtimali bile kafamdan sıcak bir şeyler akıyormuş hissi vermeye yetiyordu.
Mahalle hakkında bilgi aldıktan sonra tekrar meydana döndük. Belediye binasına giderek depremzedeler için sosyal terapist olmak istediğimi söyledim. Bilgilerimi, internet sitemi vs. inceledikten sonra bana ulaşacaklarını, eğer uygun başvurular olursa yönlendireceklerini söylediler. Şuan yardım edebileceğim tek konu bu gibi duruyordu.
Devletimiz Maraş ve Hatay bölgelerine daha fazla destek göndermişti. Adana da çalışmalar neredeyse bitmişti. Onun için bir çok yardım kuruluşu diğer şehirlere aktarılmıştı.
Arabası olanlar ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırmaya çalışıyordu. STK üyesi olanlar ve devlet kurumlarında olanlar zaten hep ön plandaydılar. Bize kalan sadece psikolojik destek olmaktı. Çünkü deprem bölgesinde ki bir çok psikolog kendi sorunlarından dolayı psikolojik destek vermiyorlardı.
Akşam üzeri Esin teyzemin evine döndük. Ev cenaze havasındaydı. Kimsenin ağzından acıdan başka bir şey çıkmıyordu. Türkiye tam bir yas içindeydi. Ve biz de bu dehşeti yaşayanların içindeydik. Tek ümidim en kısa sürede toparlanmaktı.
***
Arkadaşlar bölüm hakkında ki yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Hikayenin gidişatı nasıl? Sizce olması gereken bir şeyler var mı? Fikirleriniz benim için önemli.
Hayırlı günler..
Not; bölüm deprem zamanı yazıldı. Wattpad uygulamasında yayındaydı. Bu platforma yeni geçtiğim için şimdi yayınlıyorum.
|
0% |