9. Bölüm

9. Bölüm

Şühedâ
tumturakliyazar

Merhaba sevgili günlüğüm..

İlk evlilik görüşmemizin üzerinden bir gün geçti. Yada yaklaşık 11 saat geçti desem daha doğru olur. Görüşmeden önce çok heyecanlıydım, görüşmeden sonra çok heyecanlıydım ve görüşme anında çok çok heyecanlıydım. Mesela kollarım hâlâ ağrıyor.

 

Sana uzun uzadıya ne konuştuğumuzu anlatmayacağım ama tanıdığımdan çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Biliyorsun ki bizim tanışmamız ve karşılaşmalarımız hep bir olaylıydı. Her zaman sakin, ağırbaşlı ve biraz da soğuk bir insandı. Ama bu huylarını sadece yabancı kadınlara yaptığını öğrendim.

 

Dün akşam benimle konuşurken heyecanı sakinliğini sarmalamış, hayallerinden bahsederken gülümsemeleri vakurluğunu karantinaya almış ve sohbetimizin sıcaklığı onun soğukluğunu bertaraf etmişti. Artık onu daha kibar, daha sıcakkanlı ve iradesine daha hakim birisi olarak tanıyorum.

 

Biliyor musun günlüğüm, şuan en merak ettiğim şey; onun, benim hakkımda ne düşündüğü..

 

Acaba o da beni güzel ifadelerle defterini süsleyecek şekilde tanımış mıdır?

 

Bir de günlüğüm bizim evde heyecan hiç bitmez. Hele ki Esin teyzem bizdeyse..

 

Ben odadan çıkar çıkmaz Esin teyzem kapıda beni sıkıştırdı. Nasıl geçti, ne dedi, beğendi mi gibi sorularla kırmızı olan suratımı biraz morumsu pembeye çevirdi. Ben daha biraz önceki heyecanı atlatamamışken böyle soru yağmuruna tutuldum.

 

Tam "hayırlısıyla olumlu inşallah" derken teyzem zaten içeriye koşup "hadi düğün dernek kurulsun" diye müjde vermeye girmişti bile. Tabi böyle bir girişgâhtan sonra içeriye bu heyecanla nasıl gireceğimi düşünmeye başladım. Zaten mosmordum ve bu geçmek yerine içeride ki sesler sayesinde daha çok artıyordu.

 

Neyse ki yüzümde hafif bir tebessümle tatlı ve şeker pembesi bir kız çocuğu olarak köşe de oturmayı başardım. Misafirler kalktığında ise hiç kimseyle karşılaşmadan odama koştum.

 

Öyle işte günlüğüm. Şimdi sabah oldu ve birazdan annem beni kahvaltıya çağıracak. Bundan sonra neler olacak bende bilmiyorum. Ama inşallah heyecan sebebiyle kalp krizi geçirmeden bu işleri hallederiz. Amin.

 

***

 

Sanki hiç bir şey olmamış gibi oturduğum masada, sanki hiç bir şey olmamış gibi karşılandım. Annemle abim gayet sakin ve her zamanki gibiydiler. Annem arada bir göz ucuyla bana bakıp süzüyordu. Her zamanki keyifle güne başladığımız kahvaltılardan biriydi bu kahvaltı. Kimse beni utandırmaya çalışmadı. Ne düşündüğüm hakkında bir şey sorulmadı.

 

Herkes benim tarafımdan sonucun olumlu olduğunu biliyordu ama karşı tarafı bilmiyorduk. Hissettiğim sezgilere göre karşı taraf da olumlu olmalıydı. Akşam herhangi bir olumsuzluk işareti görmemiştim.

 

Kahvaltı masasını kaldırır kaldırmaz odama geçtim ve haftaiçi seanslarım için randevu ayarladım.

 

Şu sıralar insanları çok aksatmıştım ve bundan dolayı hafif bir vicdan azabı çekiyordum. Bu hafta çok önemli bir işim çıkmadığı sürece herkese randevu verecektim. Online ve yüzyüze.

 

Zaten yüzyüze olarak şuan sadece Zümer vardı listemde. Ona da haftanın ilk günlerini vermeye özen gösterdim. Hayatıma kaldığım yerden daha mutlu bir şekilde devam ediyordum. Bundan sonra hayatımda biraz hareketlilik olacaktı ama bundan çok memnundum. Hem normal hayatım hem evlilik hayatım.. yani evliliğe yaklaşırken ki hazırlık hayatım inşallah. Bundan sonra bunlarla uğraşacaktım.

 

Planımı yaptıktan sonra pazar keyfine geçtim. Arkada yüksek sesle bir ezgi, önümde en sevdiğim fincanımla bir kahve ve çerezlik romanlardan bir tanesi. Bunların hepsi sadece pazar gününe özel şeylerdi.

 

Çok fazla odama kapanıp ailemden kopmamak için bu keyfi fazla uzatmıyordum. Günümün yarısı tek başıma keyif diğer yarısı ailemle keyif şeklinde geçiyordu. Rabbime şükürler olsun çok güzel bir ailem vardı.

 

Pazar günü vücudumun salgıladığı dopamin sebebiyle diğer günlerim de mutlu geçiyordu.

 

Akşama doğru ailemle balkon keyfi yapıp tekrar odama geçtim. Bu sırada annem bana Hazal hanımın arayıp karşı tarafın da olumlu olduğunu söylemişti. Bir de Muhammed Arş'ın telefon numarasını göndermişti. Beraber ailece söz günü ayarlayacaktık.

 

Annem önce söz sonra nişan olmasını istordu. Ama ben buna gerek olmadığını söyledim. Söz ve nişan arasında benim için bir fark yoktu. Fakat bu sözlerime annem itiraz etti. Kız isteme de olacaktı ve hepsini bir araya getirirlerse hoş olmayacağını, istersem isteme ile söz gününün beraber olabileceğini ifade etti. Bende bu şekilde kabul ettim.

 

Tabi biz yine karşı tarafla da konuşacak ve ortak karar alacaktık.

 

Annem odamdan çıktıktan sonra elimde ki numarayı hemen telefonuma kaydettim. Fakat mesaj mı atsam arasam mı kararsız kaldım. Heyecandan arayamayacağımı, ararsam ne söyleyeceğimi bilmeyeceğimi düşündüğüm için aramaktan vazgeçtim.

 

Mesaj yazmaya karar vermiştim ama nasıl başlayacağımı bilmiyordum. "Selamün aleyküm Muhammed Arş" diye başlasam çok mu resmi olurdu?

 

Ona tam olarak nasıl hitap etmeliyim bilmiyorum. İsmini söylerken bile kızardığımı hissediyorum. Acaba ismini kullanmadan sadece "selamün aleyküm" mü desem? Peki ya sonra ne yazacağım?

 

Karasız kalıp telefonumu yatağımın üstüne attım ve yanına uzandım. Biraz düşünmeye ve cesaretim olduğunda yazmaya karar verdim. Tabi bu şekilde acaba benim hakkımda 'telefon numaramı biliyor ama hiç bir şey yazmadı' diye düşünür müydü? O zaman kendi yazsındı canım bana ne?

 

Kafamda bin bir düşünceyle uzun süre yatağımda uzandım. Uykum gelmişti ama ikindi vakti girdiği için uyumamaya çalışıyordum. İkindi vakti uyumanın kalp sağlığına ve akıl sağlığına zarar verdiğini biliyordum ve bunu sürekli kendime hatırlatıyordum. Biraz daha böyle yatağımda kaldıktan sonra kalktım. Tam o sırada telefonuma mesaj gelmişti.

 

Yatağıma yaslanıp telefonu elime aldım ve WhatsApp'dan gelen mesaja tıkladım.

 

Muhammed Arş; Selâmün aleyküm Lina, ben Muhammed Arş. Bu benim numaram istersen kaydedebilirsin. Nasılsın?

 

Mesajı görmemle dudaklarımın yukarı kıvrılması bir oldu. Bir de 'istersen kaydedebilirsin' yazmıştı, Allah'ım ya..

 

Mesaja cevap vermem lazımdı ve böyle konuşmak kesinlikle yüzyüze konuşmaktan daha rahattı.

 

Ben; Aleyküm selam, kaydettim :) İyiyim Elhamdülillah, sen nasılsın?

 

Mesajıma cevap verdikten sonra aramak istedi. Çok heyecanlansam da 'tamam' yazdım. Bir kaç saniye sonra telefonumun ekranında ismini gördüm.

 

Konuşurken arkadan araba sesleri gibi sesler geliyordu. Yolda olduğu belliydi ama yine de "neredesin?" Diye sordum.

 

Cevap, beklediğim gibi "yoldayım" oldu. Nedenini sormak istemedim. İlk günden sanki hesaba çekiyormuş gibi görünmemeye çalışıyordum. Bir süre sessiz kalarak onun konuşmasını sağladım.

 

"Pazar günleri yurtta kalan gençlerin yanına gidiyorum. Biraz kafaları dağılsın diye sohbet ediyoruz, geziyoruz. Hem dışarıdan farklı birilerini görmek onlara iyi geliyor. Hafta içi iş çıkışı da çizim yeteneği olanlara karakalem çalışmalarının inceliklerini gösteriyorum."

 

"Yaa, çizim yeteneğin olduğunu bilmiyordum. Hem gençlerin kafasını dağıtman güzel olmuş. İnsan meşguliyet bulunca diğer dertleri düşünecek zamanı kalmıyor."

 

Gerçekten de gençleri düşünüyor olması çok hoşuma gitmişti. Benim de yaşam koçu olmamda ki asıl amaç buydu. Gençlere yol göstermek hoşuma gidiyordu ve gerçekten kendilerini meşgul eden insanlar daha mutlu oluyordu. Bunu kavradıktan sonra yaşam koçluğuna daha çok sarılmıştım.

 

Muhammed Arş'ın düşünce tarzı ve alışkanlıkları bana çok uyuyordu. Hatta bir yanım onu tebrik ediyordu. Zira insanların güzel insanlardan ümit kestiği bu zamanda hâlâ güzel insan vardı ve o insan başka güzel insanların olması için çabalıyordu. Bu tür insanlar taşların arasındaki pırlanta gibi parlıyordu.

 

Hâlâ birbirimizle rahat konuşamadığımızdan telefon konuşmasını fazla uzatmadan kapattık. Henüz bu duruma alışamamıştım. Muhtemelen o da daha alışamadığı için çok konuşmamıştı.

 

Düşüncelerimi sonlandırıp mutfağa yemek hazırlığına yardıma gittim. Ne kadar düşüncelerimi sonlandırdığımı düşünsem de aklımdan yüzlerce şey geçiyordu.

 

Annem yemeği yapmış, sofrayı henüz kurmamıştı. Zaten üç kişi olduğumuz için sofraya malzemeleri koymak hiç zor olmuyordu. Kısa sürede masayı kurup abimi de yemeğe çağırdık. Ailecek beraber güzel bir yemek yedik.

 

***

 

Yağmurlu bir gündü ve biz koştura koştura eve girmeye çalışıyorduk. Bugün akşam hem isteme hem söz vardı. Çok fazla uzatmadan söz kesmek istemiştik. Nişan için hazırlıklar tamamlanana kadar bekleyecektik.

 

Bu sırada kız isteme ve söz bizim evde olacağı için büyük bir hazırlık içindeydik. Söze sadece yakınlarımızdan bir kaç kişiyi çağırmıştık. Fazla kalabalık olmaya gerek yoktu.

 

Bugün beraber yüzük almaya gitmiştik. Sade bir söz yüzüğü alarak eve döndük. Evde ki hazırlıklar daha yoğundu. Teyzem bu sefer çayın yanına pastaları çörekleri döktürmüştü. Temizlik işi her zamanki gibi bizdeydi. Neyse ki önceden haberimiz olduğu için son güne bırakmamıştık.

 

İsteme esnasında erkek-kadın ayrı olacaktık ama yüzükler takılırken hep beraber salonda toplanacaktık.

Bir hafta önce babamı aramıştım ama gelemeyeceğini söylemişti. İzin alamadığını, geldiği zaman damadıyla tanışacağını söyledi. Bir şey diyemedim. Ağzımdan çıkan tek söz "tamam baba" cümlesiydi.

 

Yıllardır hep üç kişiydik ve bundan sonra da böyle kalmaya devam edecektik. Baba diye hitap ediyordum ama babalığını hiç hissedemiyordum. Önceden böyle olmadığına emindim ama son bir kaç yıldır her şey değişmiş görünüyordu.

 

Arş'ın amcası beni abimden isteyecekti. Amcam olmadığı için ve dayım da uzakta olduğu için başka kimse kalmıyordu. El mecbur abimin insafına kalmıştım. Kıskançlık yapmadığı sürece sorun yoktu.

 

Akşama az kaldığı için müsade isteyip odama çekildim. İşin büyük kısmı annemle teyzemin üzerindeydi. Çok şükür ki bugün işlerden biraz muaf tutulmuştum. Tabi dün ve önceki günler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

 

Odama girdiğimde öncelikle, odamın hava alması için açılmış penceresini kapattım. Hava soğumaya başlamıştı ve ben çok çabuk hasta olurdum. Bu akşam giyeceğim mor abiye elbisem yatağımın üstüne konulmuştu.

 

Elbisemin kol ve yakasında kabarık detaylar vardı. Rengi çok koyu olduğu için üstüne bir ton açık şal almıştım. Bu kadar koyu giyinmek ruhuma aykırıydı. -dışarı kıyafetim hariç-

 

Öncelikle dişimi fırçalayıp abdestimi aldım. Dış fırçalamanın -misvaklamanın- abdestten önce yapılması sünnetti. Peygamber efendimizin sünnetine uymak niyetiyle fırçalayıp ardından abdestimi aldım ve üstüme sular dökülmesin diye kurulandım.

 

Aynadan kendime baktığımda beyaz tenli, siyaha yakın koyu renk gözleri ve aynı tonda saçları olan bir kız gördüm. Bu surat yıllardır benimleydi ve artık büyümüştü. Evlilik için hazırlanıyordu ve hiç makyaj yapmayı düşünmüyordu.

 

Makyaj yapmayı sevmezdim. İnsanlar beni olduğum gibi tanımalılardı. Özellikle evlilik gibi hayatımın geri kalanına etki edecek bir konuda kendimi olduğumdan farklı göstermek istemezdim. Beni böyle görmüştü ve böyle sevmişti. Tabii ki evlendikten sonra süslenme amacıyla evimde yapabilirdim ama yine dışarıda makyaj yapmazdım.

 

Aynada kendime bakmayı bırakıp yatağın üstüne uzanmış elbisemi aldım. Giymem çok uzun sürmemişti. Kabarık bir elbise değildi. Satene yakın mat bir kumaştı. Belinde hafif daralması vardı. Lastikli veya kemerli almamaya özen göstermiştim. Çünkü üstüme oturan bir elbise hem tesettüre uygun değildi hemde içinde nefes almam zordu. Zaten heyecandan nefesimi tutuyordum bir de karnıma baskı yapan bir şeyi tercih edemezdim.

 

Elbisemi üstüme giydikten sonra da ayna karşısına geçtim ve kendimi inceledim. Çok şık olmuştum. Uzun saçlarım belime kadar uzanıyordu ve sanki önemli bir davete hazırlanmış gibi duruyordum. Saçım açıkken çok güzeldi ama kapalıyken daha güzeldi. Açık halini içeride seyrediyordum, kapalı halini de dışarıda seyrediyordum. Tabi kapalıyken güzelliğimi ön plana çıkarmamam lazımdı ama bu konuda nefsim biraz zayıftı. Çünkü başörtümü özene bözene, hoş duracak şekilde takıyordum.

 

Saçlarıma bir kaç fırça darbesi attım ve topladım. Ardından iç başörtümü de takıp iyice küçük yapmaya uğraştım. Saçım uzun olduğu için ne kadar sıkı yapsam da biraz büyük oluyordu.

 

Şimdi en önemli olan şeye; şalımı takmaya gelmişti sıra. Şalım dökümlü ve sabitlenmesi zor şallardandı. Bununla epey uğraşacaktım sanırım.

 

Her yerimi topsuz iğneyle iğneleyip aynada son kez kendime baktım. Çok güzel görünüyordum. Kendimi her zaman beğeniyordum ama kimseye karşı kibirli olmuyordum. Allah bana verdiği gibi başka insanlara da farklı farklı özellikler vermişti. Benden çok daha güzel insanlar vardı ama kendime de haksızlık edemezdim.

 

İçeri ayakkabılarımı giyip etrafımda bir kez döndüm. Tam reklamlarda ki kızlar gibi olmuştum. Elbise de sanki bana özel dikilmiş gibiydi. Tabi boyunda biraz oynama yapmıştık ama beden olarak üstüme tam olmuştu.

 

Misafirler gelmeden kıyafetimi göstermek için hemen annemgilin yanına gittim. Onlar da hazırlanmış beni bekliyorlardı. Beni gördükleri zaman "oooo" deyip gülüştüler. Çok utanmıştım ama belli etmemeye çalıştım.

 

"Ah bu kız yine topuklu giymiş" dedi abim gözlerini devirirken.

Bende masum bir kız çocuğu gibi elimle göstererek "dört parmak" dedim.

Bence çok da uzun sayılmazdı. Sadece fazla minyon görünmek istemiyordum.

Hem dört parmak çok yükseltecek bir ölçü değildi.

 

Akşam ezanı okununca hepimiz cemaat olup namazımızı kıldık. Abim en önde imamlık yapıyordu. Namaz bitince aynaya bakıp başörtümün bozulup bozulmadığına baktım. O kadar sıkı iğnelemiştim ki hiç bir sorun olmamıştı.

 

Artık hep beraber sessizce misafirlerimizi bekliyorduk. Onlar da namaz kılıp geleceklerdi. Yaklaşık on beş dakika böyle durduk. Tam sesli bir nefes vermiştim ki zil çaldı. Herkes toparlandı. Abim kapıyı açmaya gitti. Önce erkekler geçti odalarına sonra biz de Hazal Hanımı karşıladık.

 

Hazal hanımın gözleri hep üzerimdeydi ve bu beni geriyordu. Kolumu bile kaldırsam dikkat çekiyor gibi hissediyordum. Güler yüzle süzüyordu ama yine de rahatsız ediyordu.

 

Hal hatır sorulduktan sonra annem beni diğer odaya gönderdi. Muhammed Arş'da bu odaya gelecekti. İsteme ve sözden önce tekrar yüzyüze görüşme yapılması istenmişti. Bu sefer feracemle değil, elbisemle karşısına çıkacaktım.

 

Artık evliliğe doğru adım attığımız için, bir kere beni renkli kıyafetlerimle görmek istemişti. Zaten söz kesilirken bu elbiseyle duracağım için o günü bu gün olarak kararlaştırdık. Acaba o da beni annesi gibi süzecek miydi? Bunun düşüncesi bile yüzümü kızartmaya yetiyordu.

 

Odada iki dakika kadar oturduktan sonra kapı açıldı. Heyecandan dakika saymaya başlamıştım. İki dakika biter bitmez Muhammed Arş içeri girdi ve selam verdi.

 

Kapıyı açık bırakmıştı. Ne kadar evlilik yolunda da olsak yanımızda bulunan üçüncü kişinin şeytan olduğunu biliyorduk.

 

Karşıma oturduktan sonra gözleriyle baştan aşağı beni bir süzdü. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Yüzümün kızardığını hissediyordum. Neyse ki o da utandığımı anlamış olacak ki bakışları çok uzun sürmedi. Bu sefer de gözlerini gözlerime sabitledi.

 

Şimdi gözünün maviliğini daha net görüyordum. Ama daha uzun bakamazdım. Gözlerim dolmaya başlamıştı bile. Ben öyle hiç hareket etmeden birinin gözüne odaklanamazdım. Ve gözümü indirdim.

 

Ben gözümü indirince Muhammed Arş konuşmaya başladı. Neden geldiğinden beri hiç konuşmamıştı ki? Beni kalpten götürmeye mi niyet etmişti. Yoksa ben mi abartıyordum? Belki de heyecanlandığım için bana çok uzun gelmişti. O gelmeden önce saydığım dakikaları, o geldikten sonra saymayı unutmuştum. Gerçekten bir bakış, bir gülümseme bir insanı böyle bir hâle girdirebiliyor muydu?

 

Onunla konuşurken keyif alıyordum. Ara sıra telefonda da görüşüyorduk ama yüzyüze konuşması daha iyi hissettiriyordu. Bir süre evlilik yolunda ki beklentilerimizden konuştuk. İmanın yarısını tamamlayan evlilik bizim de eksiklerimizi tamamlayacaktı inşallah.

 

"Peygamberimiz s.a.v Hayırlı işlerde acele etmemizi tavsiye etmiş. Senin için de bir sorun olmazsa nişanlılık süresini çok uzatmak istemiyorum."

 

Bir anda bunu söyleyince ne diyeceğimi bilemedim. Evet bende evlenmek istiyordum ama bu bir anda mı olmalıydı? Ailemle konuşmadan kesin bir şey söyleyemezdim. Tam o sırada "annem de içeride büyük ihtimalle annene bunu söylüyordur, beklememiz için bir sebep yok. Tabi senin için de yoksa?"

 

Beynim uyuşmuş gibiydi. Ne söyleyeceğimi bir türlü kestiremiyordum. "Ben annemle konuşayım öyle kararımı söylemek istiyorum" dedim. Bu cümleyi düşünüp söylemek bile benim için şuan çok zordu. Hemen evlenmek için hazır hissediyor muydum bilmiyorum.

 

Gülümseyerek yüzüme baktı ve "tamam öyleyse, söz kesilirken görüşürüz" dedi. Yaklaşık yirmi dakika boyunca konuşmuştuk. Son söylediği haricinde aklımda hiç bir sorun yoktu. Ama hemen evlenmeyi düşünmediğim için bu konuda kararsız kalmıştım. Muhammed Arş da kararsız kaldığımı anlamıştı sanırım. Gülümsedi ve "müsaadenle" deyip ayağa kalktı.

 

Ardından kalkıp odadan çıkmak için kapıya geldiğimizde ona öncelik verdim. Annem de zaten kapının önünde "hadi kahveleri yap" demek için bekliyordu. Hızlıca mutfağa girdim ve hemen kahve koydum. Fincanları önceden hazırlamıştım. Damat fincanına özellikle kırmızı kurdele bağladım. İçine tuz atıp atmama konusunda kararsızdım.

 

İçine tuz atarsam ne kadar eğlenceli olacağını düşündüm. Ama ben göremeyecektim. İçeriye keşke daha önceden kamera koysaydım. Ama şimdi onu da yapamazdım. Öyleyse hiç bir eğlencesi kalmayacaktı. Boşuna acı çektirmeye gerek yoktu.

 

Hemen elime bal kavanozunu aldım ve Osmanlı geleneğinde olduğu gibi damat fincanının içine bal koydum. En azından eski bir geleneği uygulamış olacaktık.

 

Önce erkeklerin kahvesini kapılarını tıklatıp abime verdim. Ardından annemle Hazal hanımın ve Esin teyzemin kahvesini götürdüm. Çocuklara kahve yapmamıştım. Koltuğun bir kenarına otururken Hazal hanım görüşmemizin nasıl geçtiğini sordu. Ona güzel geçtiğini söyledim.

 

"Bugün söz keselim inşallah, başka bir günde nişan ve düğün tarihini konuşuruz" dedi annem. Az önce içeride konuşmuş olmalılardı düğünün kısa zaman içerisinde yapılmasını istediklerini. Annem de bana sormadan bir cevap vermezdi onlara.

 

O sırada Hazal hanımın telefonuna bir mesaj geldi. Göz ucuyla mesaja baktıktan sonra yüzünden güzel bir haber almış olduğu anlaşılıyordu.

 

"Hayırlı uğurlu olsun o zaman. İçeride kızımızı vermişler" dedi sevinçle.

 

Her ne kadar bu cümleleri duyacağımı bilsem de yine heyecanlanmıştım. Annem kısa bir müddet bana baktı. Sonra o da buruk bir tebessümle "hayırlı olsun" dedi. Her ne kadar sevinse de içinde kızını vermenin hüznünü yaşıyordu.

 

Herkesin kahvesi bittiğinde söz için hep beraber salona toparlanmaya başladık. Annem, Hazal hanım ve Esin teyzem üzerlerine feracelerini giydiler. Ben bu şekilde duracaktım. Muhammed Arş'ın amcası mahremim olmuyordu ama hem üzerimde ki elbisenin koyu renk ve geniş olmasından hem de özel gün olduğu için böyle durmaya karar vermiştim. Fotoğraf çekimi için komşumuzun kızını çağırmıştık.

 

Her şey hazırdı ve ben Muhammed Arş'a ilk defa bu kadar yakın duruyordum. Bu sefer yüzyüze değil yanyana durmuştuk. Birbirimize değmiyorduk ama yana bir adım atsam kollarımızın birbirine yaslanacağından emindim.

 

Yüzüklerimizi birleştiren kurdeleyi Arş'ın amcası kesecekti. Önce kısa bir dua yaptı ardından makası kurdeleye değdirdi. Artık sözlüydük. Yüzüklerimiz hep elimizde olacaktı. Bir süre insan içine çıkarken de utanacaktım ama buna da alışırdım.

 

Tek tek ve ailecek fotoğraflarımız çekildikten sonra misafirlerimiz gitmek için harekete geçtiler. Kapıda onları uğurlamak için arkalarından gittik. Herkes ayakkabısını giymiş giderken Muhammed Arş arkasını dönüp bana baktı. Hemen gözümü indirdim. Biraz da geri çekildim çünkü ailemin yanında ve onun ailesinin yanında ona bakmaya utanmıştım. Daha bu duyguya alışamamıştım.

 

Onlar gittikten sonra üstümü değiştirdim ve parmağımda ki yüzüğe baktım. Benimle onun arasında bir bağ görevi yapıyordu. Daha bir kaç ay öncesine kadar hiç evlenmeyi düşünmezken şimdi sözlenmiştim. Üstelik kısa sürede nikah kıymayı düşünüyordu.

 

Annem belki bu konuyu konuşmak ister diye oturma odasına gittim. Esin teyzem de misafirlerden hemen sonra çıkmıştı. Annem tek başına oturuyordu. Yanına oturup Hazal hanımın kendisine erken düğün işini söyleyip söylemediğini sordum. Tahmin ettiğim gibi söylemişti.

 

"Ne yapalım, ister misin?" Diyesordu. "Bilmiyorum" dedim.

 

Erken veya geç evlenirsem olumlu veya olumsuz yönleri ne olacak diye sordum.

"Eğer aileyi tanımasaydık tanıma süremiz az olacaktı. Ama aileyi zaten tanıyoruz, nasıl olduklarını biliyoruz. Hem Muhammed'in ne kadar iyi olduğunu da herkes söylüyor. Dini değerlerine çok önem veriyor. Bence bu durumda erken veya geç evlenmen bir fark etmez. Tabi sen biraz daha tanımak, anlaşıp anlaşmadığına emin olmak istiyorsan biraz daha bekleriz."

 

Annemin böyle konuşması beni daha çok heyecanlandırdı. Evlenme fikri ve sorumlulukları kaldırma düşüncesi beni biraz itiyordu. Muhammed ile anlaşıyorduk. Hatta onunla konuşurken çok iyi hissediyordum. Ama yine de hazır olup olmadığımdan emin değildim.

 

"Ben biraz düşüneyim" deyip odama gittim. Yatağa girdiğim andan itibaren tamamen evlenirsem ne olacağını düşündüm. Kısa süre dedikleri iki üç ay sonrasıydı. Eğer o zaman olmazsa altı yedi ay sonra evlenecektim. Peki o bir kaç aylık zaman diliminde bende ne gibi değişiklikler olacaktı? Üç ay sonra da altı ay sonra da aynı ben olacaktım. Sorumluluğum aynı olacaktı. Ne kadar geciktirsem bile aynı şeyleri yaşayacaktım. Kaçacak bir şey yoktu.

 

Hem süreyi uzatıp harama girme tehlikesine düşmektense bir an önce evlenip helal yuvamı kurmalıydım. Bu düşünceyle kararımı verdim. Ne zaman hazırlıklar tamamlanırsa o zaman evlenecektim.

 

Biz kız tarafı olduğumuz için masrafın çoğu onlardaydı. Babamın maaşı iyiydi ve bizim halletmemiz gereken şeyleri kolayca alırdık. Bize bu teklifi onlar yaptığına göre onlarında hazırlıkları kısa sürecekti. Ev ve mobilya işini halledip nikahı kıyabilirdik.

 

Bu düşüncelerimi hemen anneme söylemedim. Çok yorulmuştum ve yataktan kalkmaya çok üşendim. Yatmadan önce okuyacağım duaları okuyup üzerime üfleyerek yattım. Bundan sonra yoğun bir tempo beni bekliyordu..

 

***

Sabah ezanının huzur verici aynı zamanda ürpertici sesiyle uyandım. Ezan her zaman beni etkilerdi ama sabah ezanı çok farklıydı. İçime işliyordu sanki her bir sözü.

 

Herkes uyurken sen kalk diyordu sanki bana. Uyuyanlara ağlıyordu belki de müezzin. Uyanıklara mahsus bir huzur kaplıyordu her yeri. Ve uyuyanlara bir uyarı veriyordu;

"Namaz uykudan hayırlıdır!"

 

Yatağımda doğrulup ezanı dinledim. Bu sırada müezzinle beraber bende tekrar ediyordum. Ezan dinlemenin adaplarından olduğunu öğrenmiştim. Elimden geldiğince yapmaya çalışıyordum.

 

Ezanın bitmesiyle birlikte sessizce duamı yaptım ve abdest almaya kalktım. Bugün Rabbime anlatacak, sabahın sessizliğinde sadece ona söyleyecek şeylerim vardı. Bu ânı daha çok seviyordum. Kimsenin rahatsız etmediği sadece Rabbimle kaldığım ânı.

 

Teheccüd namazında daha çok dualar kabul oluyordu aslında. Ama ben çoğunlukla o vakti kaçırıyordum. Alarmı kapattığımı sabah namazına kalktığımda anlıyordum. Bunun için sabah namazından sonra güneşin doğuşunu bekliyor ve o bereketli zamanı uyanık geçirmeye çalışıyordum.

 

Abdestimi aldıktan sonra namaz kıyafetlerimi giyerek eda ettim namazımı. Şimdi Rabbimle konuşma vaktiydi. Bana doğruyu gösterecek, verdiğim kararın hayırlı olmasını sağlayacak olan O'ydu. Seccademi toplamadan kalkıp kitaplığımda ki Kur'an'ı Kerim'i aldım ve Vakıa suresini okumaya başladım. Sabah akşam okuyana rızık bahşedilen sureydi bu. Hem maddi hem manevi rızıkları niyetime alarak her sabah ve her akşam okumaya çalışıyordum.

 

Okumam bitince elime tesbihimi aldım ve kerahat tesbihimi çekmeye başladım. Yüz defa "Sübhanallahi ve bihamdihî, Sübhanallahil Azîm, estağfirullah ve etübü ileyh"

 

Artık zamanı gelmişti. Olanları Rabbime anlatabilir ve vermem gereken kararı düşünebilirdim. Önce Rabbime, kalbime hayırlı olanı koymasını söyledim. Eğer hayırlı olmazsa bir şey nasıl mutlu olabilirdim. Hele evlilik gibi bir konuda hayırlı bir ömre niyet etmeliydim. Hayatımı birleştireceğim, bir bütün olacağım insanı iyi seçmem lazımdı.

 

Onu sevmiştim. Hemde ilk zamanlardan beri. İsmini bilmiyorken bile sevmiştim onu. İslâm davasını yüklenişini sevmiştim başta. Haksızın karşısında susmaması hoşuma gitmişti. Sebepsiz yere girmişti kalbime. Belki de onu tanımıştı kalbim.

 

Tanıştıktan sonra ne kadar güzel ahlaklı olduğunu görmüştüm. Namazı yüzüne nur olmuştu sanki. Polis olmasına rağmen namahreme karşı gözünü kaldırmaması çok güzel bir ahlaktı. Kibardı ve şiir seviyordu. Kimsesiz çocukları ve gençleri seviyordu. Hem bir an önce evlenmek istemesi de kimsesizlere daha çok yardımcı olmaktı. Haftasonu evde yatmayıp kimsesiz gençlere ayırıyordu vaktini.

 

Bunları düşününce doğru karar verdiğimi düşünüyordum. Peygamber efendimiz güzel ahlaklı biriyle evlenmemizi tavsiye ediyor. Muhammed Arş'ın güzel ahlaklı olduğunu herkes biliyordu.

 

Sadece, evlilik düşünmeyen biriyken bir anda evlenecek olmam beni korkutmuştu. Bu sorumluluğu alabilecek biri miydim bilmiyordum. Ve bunu Rabbimden başka kimseye açamadım. Çünkü beni en iyi anlayanın Rabbim olduğunu hissediyorum. Ondan başkasına anlatsam sanki yanlış anlayacak gibi geliyor.

 

Rabbim! Sen benim gönlüme hayırlısını ve afiyetlisini yerleştir. Ve kalplerimizi birbirine ısındır. Amîn!..

 

***

 

Kerahat vaktinden sonra bir müddet daha uyudum. Kahvaltı için kalktığımda ise annemi masayı hazırlamış şekilde bulmuştum. Her gün annem biz uyanmadan kahvaltıyı hazırlıyor ve bizi bekliyordu. Bu duruma çok mahçup oluyordum.

 

Haşladığı yumurtaları soymaya çalışan annemin yanına yaklaşıp "hayırlı sabahlaaar" dedim. Bilerek sonunu uzatmıştım. Kendimi geç kalktığım ve yardım etmediğim için şirin göstermeye çalışıyordum.

 

Düşündüğüm gibi annem de bana gülerek "hayırlı sabahlar" dedi. Hemen masaya oturup çayları doldurmaya başladım. Bu sırada gece karar verdiğim. Sabah namazından sonra sakin bir kafayla düşündüğüm şeyi nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.

 

Annemden çekinmezdim. Yıllardır arkadaşım gibi olmuştu ama bu konularda utanıyordum sanırım. Yine de cesaretimi toplayıp söze başladım.

 

"Anne ben düşündüm de, düğünü çok bekletmemiz için bir sebep yok. Her şey ayarlanırsa düğünü de yapabiliriz."

 

Karşımda ki sandalyeyi çekip otururken cevap verdi annem.

 

"Tamam öyleyse, ben onlara haber veririm. Hazırlıklarını yapmaya başlarlar. Senin de bir an önce başlaman lazım hazırlıklara. Bir çok şeyin eksik alışverişe çıkmalıyız. Ve sen artık şu koçluk işini de bitir. Yoğun olacaksın."

 

Konuşmasının başını onaylarken sonda ki cümleyle şaşırdım. Düğün hazırlığı için danışanlarımı bir anda nasıl bırakabilirdim? Bu onlara haksızlık olurdu. En azından bir kaç seans daha yapıp bunu onlara bildirmem gerekiyordu.

 

Ben kendimden önce insanları düşünen biriydim bu zamana kadar. Ve şimdi bir anda bu huyumu yok edemezdim. Çünkü benim bu zamana kadar önemli bir sıkıntım olmamıştı. Şimdi de sıkıntı değil, güzel bir şey için yoğun olacaktım. Yani yine sıkıntısı olan insanların daha güzel hayat yaşamaları için çalışmayı bırakmayacaktım.

 

Kahvaltımı yaptıktan sonra odama geçip hazırlandım. Dışarı çıkacak ve Zümer'le buluşacaktım. Feracemi giyip siyah geniş şalımı da omuzlarımdan sarkıttım. Yeniden yeni bir güne başlıyordum. Kapıyı açmadan önce derin bir nefes almıştım..

 

Devam edecek..

 

 

 

 

Merhaba sevgili okuyanlarım. Elimden geldiğince bölüm yazmaya çalışıyorum ama hızlı yazmaya çalışınca kalite düşüyor gibi hissediyorum.

 

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

Kitap hakkında olumlu/olumsuz yorumlarınızı paylaşırsanız çok sevinirim. Herkese hayırlı günler:)

Not; yazıyı başka uygulamadan geçirdiğim için aralarda hatalar olabiliyor. Kitappad uygulamasının biraz eksikleri var ve yazıyı kopyala yapıştır yaparken bazı yerleri değistirebiliyor. Eğer böyle bir şeyle karşılaşırsanız kusura bakmayın.

 

Bölüm : 30.11.2024 21:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...