Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1🇹🇷͜͡✯

@tunlami11

Sizi toprağa değil kalbimize gömdük,

 

Şehit, Ömer HALİSDEMİR

Şehit, Abdullah Tayyip OLÇOK

Şehit, İlhan VARANK

Şehit, Alparslan YAZICI

Şehit, Alper KAYMAKÇI

Şehit, Ayşe AYKAÇ

Şehit, Barış EFE

Şehit, Birol YAVUZ

Şehit, Beytullah YEŞİLAY

Şehit, Cennet YİĞİT

Şehit, Kübra DOLUNAY

Şehit, Gülşah GÜLER

Ve sayamadığım tüm şehitlerin anısına...

Saygı, minnet ve özlemle...

 

Selaların belaları def ettiği gün, 15 Temmuz şehitleri, gazileri, derbe girişimini engelleyen, asker ve polisler, günlerce sokakta uyuyan, tankların altına hiç korkmadan yatan, Özel kuvvetler binasını tereddüt dahi etmeden koruyan, hamile olmasına rağmen kurşun önüne atlayan, bulunduğu bölgeden kilometrelerce uzağa yürüyen, isyan eden, sırf halk zorluk çekmesin diye onları düşünen restoranlara kadar ve daha sayılamayacak kadar çok olan tüm kahramanların anısına...

 

🇹🇷

 

Öncelikle kafamın estiği yerlerden birine hoşgeldiniz. Buraya bir kere girdiyseniz kolay kolay çıkamazsınız.

 

Gerek insanları, gerek sorunları, gerek dertleri, gerek dermanları, gerek yalnızlığı, gerek yaşamları bağlar sizi bu dünyaya. En çokta mülzem olmuşsanız. Suskunluğun getirdiği yalnızlığı, güvensizliği, acıları tanıyorsanız yakından, bu kitap ve kitaptaki her bir birey sizin acı ortağınız olsun...

 

Başlama tarihinizi buraya bırakabilirsiniz.

 

İyi okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

🇹🇷

 

Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

 

~M. AKİF ERSOY

 

 

 

 

 

🇹🇷

 

 

 

2 EYLÜL 2023

 

Antik gibi görünen maûn masanın üzerindeki siyah dosyaya bakarak sigarasını içiyordu saçına aklar düşmüş adam. Son zamanlarda üst üste olan olayların ardı arkasını kesemiyordu. Sırf bu yüzden çok kayıp vermişti adam. Canı yanıyordu bu dosyaya bakınca, ne canlar verilmişti ne canlar bırakılmıştı geriye önündeki meret yüzünden.

 

Bir duman çekti içine, üfledi. Tekrar çekti ve üfledi.

 

Tekrar tekrar yaptı bunu. Kaç dal bitirdiğini sayamadı. Acınası bir umutla, çekerse içine zehri hafifler hatta unutur sandı.

 

Ama öyle olmadı, ne şimdi ne de geçmişte.

 

Bunu fark eden adam sigarayı küllüğe bastırdı ve tam arkasında kalan Atatürk portresine odaklandı. Koca bir iç çekti adam, kısa bir süreliğine masanın üzerindeki ölüm fermanlarını unutmuştu.

 

Derken kapı kaba bir gürültüyle çaldı. Adamın kaşları derince çatıldı. Kendini toparlayıp, "Gir!" Emri verdi.

 

İçeriye giren neredeyse kendi yaşında olan adamı görünce derin bir nefes verdi.

 

Adam tekmil verdi. "Albay Fikret Cevdet, Ankara emret komutanım!" Adam kafa salladı. "Gir Fikret." Albay içeri girip kapıyı kapattı.

 

Yorgunluğu gözlerinin altından, çöken yüzünden ve titreyen ellerinden belli oluyordu.

 

Dostunun bu halini görmesiyle içi ezildi adamın, kendisinin de bir farkı yoktu. Ancak belli etmedi.

 

"Otur." Emri verdi adam. Albay oturdu. Oturmayı kendine haram bilmişti oysa. "Durum ne Fikret?" Sesi buzulları aratmayacak cinstendi. Ama dostu Albay, sesindeki o tükenmişliği duydu. Bir an ne diyeceğini bilemedi. Nasıl söylenir çözemedi.

 

Adam öne eğildi, "Bir haber var, kimden?" Albay ellerini dizlerinin üstüne koydu. "Ondan." Adam yutkundu, gözbebekleri titredi. "Bulmuşlar. Yakalamışlar komutanım."

 

İki adamın da içi, tarif edilemeyen bir azapla doldu. Pişmanlık ve acı kasıp kavurdu tüm düşünceleri.

 

Kayıpların en büyüğü, fedakarlıkların en kuvvetlisi.

 

Gözleri yaşlarla dolu adam, sırtını dikleştirdi. "Zamanı geldi." Ondan farkı olmayan Albay kafasını salladı eminlikle. "MİT aynı şeyi düşünüyor. Bugün haber geldi."

 

Gururla gülümsedi Albay, "Bunu da öngörmüştü, komutanım." Adam da titrek bir tebessüm sundu. Gerçekten de bilmişti. Bir kez daha haklı olduğunu görmüştü. Fedakarlığı boşuna değildi.

 

Devam etti Albay, "Her ne kadar zamanı şimdi olsa da yeterli istihbaratın olmadığını söylediler. Ayrıca yeterli gücün."

 

Milli İstihbarat Teşkilatı ve Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın birlikte çalıştığı ve çökertmeye çalıştığı bir örgüt.

 

PVEA. 

 

Halkla bütünleşmiş ve bir parçası olmuş, etiyle kemiğiyle Türkiye'ye tutunmuş ve bir virüs gibi bulaşmıştı. Büyük bir mücadele veriliyordu şimdi. Halka yönelik bu saldırı neredeyse tüm 81 ilde baş gösteriyordu.

 

Bu uğurda şehit olan onlarca kişi vardı. Onlarca asker, polis, sivil, genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek...

 

Tüm bunlara rağmen ayakta kalan bir ülke. Dimdik bir direkte dalgalanan al sancak.

 

Ülkede seferberlik vardı. Tüm birimler bu seferberliğe katılıyor ve canlarını hiçe sayıyordu.

 

Ve şimdi canını, cananı için hiçe saymış biri feda etmişti kendini.

 

Süre dolmuş, vakit gelmişti. Artık kökten bitirmek için savaşılmalıydı.

 

Savunma değil saldırı yapılması gerekliydi.

 

"Bir tim. Sadece bu dava için can alıp can verecek. Kolay olmayan bir dava için, kolay olmayan adamlar." Keskin ve kararlı bir sesle konuştu adam.

 

"Bizzat sen seçeceksin. Türkiye'nin dört bir yanından gerekirse. Nam salmış, sadece adıyla düşmanı korkutan sağlam askerler."

 

Masaya eğilip dostuna, diğer bir can yoldaşına, askerine baktı adam. "Gerekirse, ezelden yalnız kurtları sürüye dahil edeceğiz Cevdet!" Albay yutkundu. Neyden bahsettiğini anladı. Komutanını anladı.

 

Şuandan itibaren iki adım ötesini görebiliyordu iki adamda.

 

Bir savaş. Karşısında kim olursa olsun ölümüne bir savaş. Artık zamanı gelmişti, artık izleyici olacak kimse kalmamıştı. Herkes savaş meydanındaydı.

 

Fedakarlığa, fedakarlık.

 

Bu vatan ancak böyle ayakta kalırdı.

 

 

 

 

 

🇹🇷

 

GÜNÜMÜZ...

 

Engebeli yolda dimdik yürümeyi başarıyordu kadın.

 

Sakin ama sert, umursamaz ama disiplinli. Hayatın beklenmedik sürprizlerle dolu olduğunu hep bilirdi, yaşardı. Ama şuan yaşatıyor olmak farklı hissettiriyordu.

 

Tam önünde durduğu çadıra girdi destursuz. Önünde pantolunun fermuarını çeken Amed'i gördü. Karşısında güzeller güzeli hevali gördü Amed.

 

Yoksa helali mi demeliydi?

 

"Şiyar, sen gelmişsen." Sırıttı adam. "Tam üzerimi giyindiydim. Keşke daha evvel gel-" Adamın sözünü kesen alnına yediği kurşun oldu.

 

Arkadaşının sevdiği olduğunu bildiği halde elde etmek isterdi hep kadını. Kansız olmasının yanı sıra uçkuruna da düşkündü. Aslında buradaki herkes öyleydi.

 

Kadın çıktı çadırdan sakince. Elinde ki susturucu takılı silahı saklama zahmetine girmedi. Puşisini düzeltti, ardından sıradaki çadıra ilerledi.

 

Buradaki görevi bitmişti artık. Toplayacağı, imha edeceği ve suya düşüreceği hiçbir planları kalmamıştı.

 

Derin bir nefes verdi. Bir yıldır bu kurak dağın başında, kansızların arasında bilgi topluyor ve olabilecek tüm tehlikeli olayları engelliyordu. Ama asıl amacı bu değildi. Kurulan tim için gelmişti buraya. Olayların önünü açmak için.

 

Tüm bunları yaparken canı çok sıkılmıştı. Uzun zamandır şanlı al bayrağı dalgalanmıyordu, marşının sesini duymuyordu ve cennet vatanına ayak basamıyordu.

 

Bunun yerine güven kazanıyor, önemli isimleri öğreniyor, bağlantıları kuruyor ve en önemlisi buradakileri birbirlerine düşürüyordu.

 

Yine de sıkılmıştı. Kaos yoktu.

 

Ama bugün son gündü. Gidiyordu. Ama gitmeden önce güzel bir anı bırakmak istiyordu bu cehenneme. İstediği kaosu yaratarak.

 

Çadırların yarısını gezdi tek tek, karanlık onu gizlerken. Hepsine sırasıyla güzel hediyeler bırakmıştı. Tüm çadırları görebileceği bir yere geçti.

 

İçinde bombalar, bir kaç silah, bıçak ve en önemli dosyaların bulunduğu koca çantayı sırtından indirip açtı. İçini karıştırıp telsizi buldu.

 

Telsiz frekansını ayarladı. Sessiz ama sert sesiyle konuştu hemen ardından. "ATAK, durum güncellemesi istiyorum."

Bir kaç cızırtıdan sonra ses geldi. "ATAK konuşuyor, on beş ila yirmi dakika içerisinde bölgeye intikal edeceğiz, komutanım."

 

"Anlaşıldı." Telsizi kapattığında çok vakti kalmamıştı. O yüzden hemen harekete geçti. Büyük bir kayanın tepesine çıkıp cebine soktuğu kumandayı çıkarttı. Ardından sağ tarafta kalan yaklaşık yirmi çadıra bakarak kumanda tuşuna bastı.

 

Sağ taraftaki yirmi çadır aynı anda patladığında büyük bir ses duyuldu. Ardından kulak çınlatan bir sessizlik. Sol tarafta ki otuz çadır sapasağlam duruyordu.

 

Hepsi dışarıya çıkarken omzunda asılı olan keskin nişancı tüfeğini aldı eline kadın. Bu tüfek, bir yıldır toz toprak içinde beklemişti bu anı. Elbette kadın da.

 

Huzurla taşa yerleştirdi tüfeği. Buradan görünmesi hem mesafeden hem de karanlıktan dolayı imkansızdı.

 

"Leş 1... 2... 3..." Sessizce mırıldanırken ve tek tek hepsinin canını alırken öyle rahatlıyordu ki... Aylar boyunca katlanmak zorunda kalmıştı bu it sürüsüne ve midesi bulanıyordu artık.

 

Gözünü kırpmadan vuruyordu hepsini. Arada bir şarjör değişiyordu. Teröristler kurşunların nereden geldiğini çözemiyor ve bu süre zarfında rahatlıkla geberiyorlardı.

Ortalık kan gölüne dönerken vurduğu her bir yüze küfür savuruyordu.

 

Hepsini tanımak, ilişki kurmak ve kendine güvendirmek zorunda kalmıştı. Bölgedeki tek kadındı. İlk geldiğinde çok şüpheye maruz kalmıştı ve bunun bedelini fazlasıyla ödemişti.

 

Şimdi o bedelin acısını çıkarıyordu. Çoğu diğer tarafta buluşmuştu bile birbiriyle. Çok az kişi kalmıştı. Sağ kanattakilerin leşleri bile yoktu zaten ortada.

 

Bu planı geçtiği ay yapmıştı. Basit bir plandı kadına göre, ama bu salaklara işe yarardı. Tüm çevreyi avucunun içi gibi biliyordu. Bu yüzden rahattı.

 

"ATAK konuşuyor, komutanım orada mısınız?" Rastgele bir yere sıktı dikkat dağıtmak için. Ardından yanında duran çantasından aldı telsizi.

 

"Dinlemedeyim, ATAK."

 

"10 dakika içerisinde bölgeye intikal edeceğiz."

 

"Anlaşıldı, benden haber bekleyin."

 

"Emredersiniz."

 

Telsizi kapatıp tam silaha dönecekti ki, arkasında bir hareketlilik sezdi. Duymamış gibi yaparak silaha odaklandı. Tam başında silahın ucunu hissettiğinde hızla yana kayıp silahı sol eliyle itip, sağ ayağıyla tekme attı. Adam gerileyince elindeki silahı alarak kafasına vurdu. Adam yumruğunu kadının yüzüne savurduğunda tepki vermedi kadın. Hızla adama kafasını gömdü. Silahı kendine çekerek arka kısmıyla ensesine vurdu. Ardından defalarca yüzüne vurdu. Yüzü tanınmaz hale geldiğinde ve bayıldığında arkasını dönüp kalan işine devam etti.

 

Herkes birer leşe dönüştüğünde tek bir adamı bıraktı geriye kadın. Sakince tüfeğini omzuna aldı. Telsizi yan cebine koydu.

 

Önündeki mahlukatın üzerine basıp diğer tarafa geçti. Yakasından tutup sürükleyerek kayanın arkasından çıktı tüm heybetiyle. Karşısında ki adam korku, şaşkınlık ve öfkeyle baktı kadına.

 

"Şiyar..." Adam acıyla bakıyordu. Güvenmiş ve sevmişti kadını. Parmaklarında yüzük bile vardı! Nasıl ihanet ederdi kadın? Bir anda öfke sardı bedenini, "Burada ki herkes seni hevali bildi orospu kadın! Biz yüzük taktık seninle! Sense başkasının kulu köpeği oldun?"

 

Derin bir nefes verdi kadın. Seni nikah masasında mı bıraktım da böyle konuşuyorsun orospu çocuğu, demek istedi. Ama onun yerine, "Hevalinizdim helvanız oldum Kejo torba." Dedi sert sesiyle. Adamın kendi ismiyle alay ettiğini anlayınca daha da sinirlendi Kejo torba.

 

Bunca leşi o yapmamış, çadırları o patlatmamış gibi bir cesaretle kadına silahını doğrulttu Kejo.

 

Kadın da silahı çektiğinde konuştu, "Yüzük için sağol bu arada. İçine çok güzel bilgiler sakladım, koordinatlar gibi. Bayağı işe yaradı yani." Kejo'nun şaşırmasına izin vermeden, beklenmedik bir anda cümlesini bitirir bitirmez Kejo'yu iki omzundan vurdu.

 

Kejo'nun elindeki silah düştü. Kadın bacaklarına sıktı sonra. İt yere düşünce yanına gidip beklemeden gözlerine belinden çıkardığı bıçağı sapladı sırasıyla. "Bu bana her saniye bakıp aklında kurduğun sikik düşüncelerin için." Kejo torba acıyla haykırırken kadın bunu fırsat bilip namluyu ağzına sokup beklemeden sıktı. Ses kesildi. "Bu da aylardır susmayan çenen için."

 

Kadın ayağa kalkıp hızlıca patlamayan tüm leşleri bir araya topladı. Tek tek onları amacına uygun yerleştirdi. Otuzdan fazla adam vardı ve istediği görüntüyü elde etmişti.

 

Derin bir nefes verdi. Helikopter sesini duyduğunda sol kanata ilerledi hızla. Diğer çadırlara elinde kalan tüm bombaları yerleştirdi. Bu sırada helikopter iniş yapmıştı uygun bölgeye.

 

Kadının işi bitince hızla helikoptere doğru yürüdü. Kapı açılınca içeriden görevli bir asker çıktı. Kadını süzdüğünde "Yaranız var komutanım! " Demişti. Kadın bedenini yoklarken sağ kolundaki kasılmayla durdu. Fazla hissetmediğine göre sıyırmış olmalıydı. "Sorun yok. Baktırırım ben." Asker başıyla onayladığında helikoptere girip oturdu ve inceledi, içinde bir görevli asker birde helikopter pilotu vardı.

 

Yeterli yüksekliğe erişince bombayı patlattı kadın. İki asker şaşkınlıkla aşağı baktı. Kadın da aşağıya baktığında bıraktığı imzayı gördü.

 

K. 

 

Orada bulunan leşlerle koca bir 'K' harfi oluşturmuştu. Sağ ve sol tarafta alev alev yanan yangının tam ortasında bir harf. Bir uyarı, belki tehdit.

 

Belki de son kez bırakacaktı bu imzayı. Zaten son kez bırakmak için gelmişti. Kendi elleriyle buna yardım etmişti çünkü olması gerekeni biliyordu. Ancak yardım ederken de kendi elleriyle bir şeyleri yönetirken de kadın bundan hoşnut değildi.

 

Ama şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Vatan'ına geri dönüyordu. Toprağına, bayrağına kavuşuyordu. Bundan ötesi yoktu.

 

Bir yıl sonra Türkiye'de neler değiştiğini merak etti.

 

Aklından bir çok soru geçti ama tek bir tanesi kafasını kurcalamıştı en çok.

 

"Asker!"

 

"Emredin komutanım!"

 

"Galatasaray kadrosu değişti mi?"

 

 

 

 

 

🇹🇷

 

ALAY/ HAKKARİ 07.37

 

İçtima alanında mekik çekiyordu tim. Yarım saattir yapıyorlardı bunu. Ağızlarından tek bir kelime çıkmıyordu lakin bu içlerinden ettikleri küfürleri değiştirmezdi.

 

Bundan yarım saat önce, bir saat boyunca tüm askeriyeyi defalarca kez turlamış ardından kendilerini 'dinlenmek' eylemi adı altında mekik çekerken bulmuşlardı.

 

Hepsi, büyük bir senkronizasyon içinde yatıp kalkarken Albay postası belirdi.

 

"Er Salih Çelik, Iğdır emret komutanım!"

 

Komutanları buzulları aratmayacak soğuk sesiyle konuştu, "Rahat."

 

Er, rahat posizyona geçince timi sevindirecek veya korkutacak o haberi verdi. "Albay sizi helikopter pistinde bekliyor komutanım."

 

"Gidebilirsin." Er uzaklaşırken komutan diğerlerine döndü. "5 dakika içinde burada olmazsanız 200 ters mekikle selamlaşırsınız!" Askerler hızlı adımlarla askeriyeye girerken içlerinden kendini yakışıklı sana biri konuştu. "Allah'ım! Sen bana güç, sabır ve daha çok güç ver Rabbim!"

 

Gerçekten de 5 dakika içinde tekrardan komutanlarının yanında olduklarında piste doğru ilerlediler.

 

Onları gören diğer askerler tim geldiğinden beri hayranlık ve korkuyla bakıyorlardı. Bunu gören timin göğsü kalkıyordu.

 

Ya da götü mü demeli?

 

Piste vardıklarında komutanları gür sesiyle bağırdı, "Dikkat!" Tim rütbece dizildiğinde Albay tam önlerinde durdu.

 

"Rahat!" Emrini duyduktan sonra hepsi rahat pozisyonuna geçti.

 

Albay direkt konuya girdi. "İki saat önce diğer komutanınız Toygar Yüzbaşı'nın geldiğini biliyorsunuz."

 

Herkes onaylamıştı kafasıyla. Toygar Yüzbaşı yurtdışına gittiği ve orada tek başına iki ay boyunca yürüttüğü operasyonu, dün başarıyla tamamlamıştı.

 

Timle ayak üstü tanışmış ve istirahat için odasına çıkmıştı.

 

"Şimdi ise time gelen bir diğer askerle tanışacaksınız."

Herkes şaşkınlık içinde kalmıştı. Kaç kişi daha gelecekti time? Neden sonradan haberleri oluyordu? Ve en önemlisi rütbesi neydi?

 

Bu tim üçüncü bir Yüzbaşı'yı kaldıramazdı. Çökerlerdi. Depresyona girerlerdi. Çünkü bir hafta önce ilk komutanlarıyla tanışmışlardı. Adam resmen gudubetti! Sürekli içtima yaptırıyor, onun dışında tek kelime etmiyordu.

 

Diğer komutanları Toygar Yüzbaşı ise iki saat önce gelmişti. Gudubet değildi ama gıcıktı. Ve şimdi, üçüncü bir kişiliği kaldıramazlardı!

 

İyi insan lafın üstüne mi gelir, yoksa iti an çomağı hazırla mı bilinmez Toygar Yüzbaşı onların yanında bitmişti. Albay'a tekmil verdi, "Kıdemli Yüzbaşı Toygar Yamaç, Ankara emret komutanım!"

 

Albay kaşları çatık, rahat, emrini vermeden konuştu. "Sana gelme demedim mi lan ben!? Ne diye geliyorsun oğlum, yaralı değil misin ulan? Ceza mı vereyim illa!?" Toygar Yüzbaşı eli hâla havada cevap verdi, "Komutanım, yaram gelmeme engel değil. Hem gözde çatla- pardon, çaylağımız geliyor, tüm tim olarak burada olmamız gerekmez mi?"

 

Albay sabır çekti."Siktir git en sona, gözüm görmesin seni!" Toygar Yüzbaşı hafif sırıtarak diğer Yüzbaşı'nın yanına geçmişti. Tim şaşkındı bu kadar rahat olmasına, her seferinde böyle deli gibi davranıyordu. Diğer Yüzbaşı ise onu umursamamayı seçmişti. Hamurunu biliyordu zaten.

 

Onlar bu şekilde beklerken helikopter sesi duyuldu. Herkes o yöne döndüğünde helikopter gittikçe yaklaştı ve piste iniş yaptı.

 

İlk inen helikopter pilotu olduğunda Albay'a tekmil vererek geri çekildi. Ardından kapı açıldığında ve içinden erkek asker çıktığında Yüzbaşılar haricinde herkes siktir çekmişti çoktan çünkü rütbeli bir askere benziyordu.

 

Ama o da Albay'a tekmil verip kenara geçince tuttukları nefesi verdiler.

 

Ancak hiç beklemedikleri bir şey oldu, helikopterden terörist kıyafetleri içinde bir kadın indi tüm heybetiyle. Fakat omzunda keskin nişancı tüfeği ve sırtındaki çanta ile dimdik duruşu, keskin bakışlarıyla bas bas ben askerim diye bağırıyordu.

 

Kendinden emin adımlarıyla hiçbir yere gözü değmeden sadece Albay'a bakarak ilerleyip tam önünde durdu kadın.

"Kıdemli Üsteğmen Lavin Feza Vuralkan, Ankara emret komutanım!"

 

Sert sesiyle bulunduğu bölgeyi inleten kadını gören herkes ikinci bir şok yaşarken şok yaşamayan bir adet sırıtan Toygar birde gururlu Albay vardı.

 

Tim ise komutanları dahil olmak üzere ikinci bir kadın beklemiyorlardı time. Özellikle içlerinden biri hiç beklemiyordu. Bilmiyorlardı, time sonradan gelenin Lavin'in değil kendileri olduğunu.

 

"Rahat asker!" Üsteğmen rahata geçip tekrar konuştu, "Kuzey Irak görevi başarıyla sonuçlandı komutanım!" Elindeki küçük bölmeli yüzüğü çıkardı, ardından Albay'a verdi.

 

Albay, elini Üsteğmen'in omzuna koydu babacan bir tavırla, sonra yarasını fark etti. "Git yarana baktır ardından odama gel." Üsteğmen kafa salladığında Albay bu sefer iki Yüzbaşı'ya döndü. Toygar'ı süzdükten sonra konuştu, "Sizde on dakika içinde odama gelin." İkiside kafa salladığında, Albay askeriyeye doğru adımlamıştı.

 

Üsteğmen'in gözleri ilk kez ona şaşkınlıkla bakan time kaydı. Herkesin üstünde gezindi gözleri, hiçbiri üniforma giymediğinden rütbeleri anlaşılmıyordu. Ama zaten buna gerek yoktu. Üsteğmen Lavin, kimin kim olduğunu çok iyi biliyordu.

 

Tam Toygar ve diğer Yüzbaşı'ya tekmil verecekken Toygar onu durdurdu. "Albay'ın emrine uy. Sonra tanışırsın." Kadın onun sesini duyunca sinirlenmiş, kaşlarını çatmıştı.

 

Toygar onun bu haline koca bir kahkaha atmış ardından asla yapmaması gereken bir şey yaparak, "Çık rütbeden." Demişti.

 

Kadın yaralı kolunu umursamadan tüm gücüyle teröriste yumruk atar gibi yumruk attığında, Toygar yüzünde asla bozulmayan gülümsemeyle sendelemişti hafiften.

 

Tim üçüncü şokunu yaşarken kimse ne olduğunu anlamamıştı. Ama aynı zamanda içlerindeki yağ erimişti çünkü her ne kadar Yüzbaşı da olsa Yüzbaşı'nın da ciddisi makbuldü.

 

Sanki onlar çok ciddiymiş gibi.

 

"Bu ikinci oldu! Üçüncüye seni kazığa oturtmazsam benim adım Lavin değil! Duydun mu Yamaç?!" Sert sesiyle gürlediğinde ondan etkilenmeyen Toygar sırıtarak kızı kendine çekti.

 

"Yumruklarının hastasıyım Çatlak." Kollarını yeni sarmış kız bu cümle üzerine hızla itti Yüzbaşı'yı. "Puşt herif!"

 

Üsteğmen bir daha time bakmadan seri adımlarla askeriyeye ilerledi. Hızlıca revire gidip duş alması gerekiyordu. Sonra Albay'ın yanına uğrayacaktı.

 

Toygar diğerlerine döndü. "Siz bizim salonda bekleyin." Dediğinde herkes kafa sallarken o da Yüzbaşı'yla birlikte Üsteğmen'in arkasından gitmişti.

 

Bu sırada hızlıca yarasına pansuman yaptıran Üsteğmen hızlıca odasına yönelmişti. Tahmin ettiği gibi kurşun sıyırmıştı. Muhtemelen o Kejo'yu vururken Kejo'da boş durmamıştı.

 

Odasının önüne geldiğinde anahtarın Albay'da olduğunu hatırladı. Tam ilerleyecekti ki Albay postası Salih, yanına gelerek tekmil vermiş ve anahtarı uzatmıştı.

 

Teşekkür ederek kapıyı açtığında yaptığı ilk şey camları açmak olmuştu. Odasını özlemişti Üsteğmen. Yatağından tut banyosuna, banyosundan dosya imzalamak zorunda kaldığı masasına kadar her bir detayı özlemişti.

 

Hızlısından bir duş alıp leş kıyafetlerini çöpe atıp üzerine siyah eşofman ve siyah uzun kol body giymişti. Kombin yapmayı bile özlemişti kadın.

 

Aynanın karşısına geçip nemli simsiyah saçlarını salık bıraktı. Laciverte çalan koyu mavi gözlerine baktı. Göz altları morarmıştı hafiften. Beyaz teni yorgunluktan çökmüştü. Ama umursamadı elbette. Bir kaç güne toparlayacağına emindi, bu yüzden direkt odadan çıktı. Albay'ın odasına doğru adımladı.

 

Kapıyı çaldığında 'Gir' emri gelince içeri girdi. İçeride Toygar ve diğer Yüzbaşı'da vardı. Oyalanmadan tekmil verdi. "Kıdemli Üsteğmen Lavin Feza Vuralkan, Ankara emret komutanım!"

 

"Otur Lavin." Elbette oturmadı. Her ne kadar Toygar ona çaylak dese de çaylaklığı bırakalı yıllar olmuştu.

 

"Bu bir emirdir!" Deri koltuğa, iki Yüzbaşı'nın karşısına oturduğunda yanında getirdiği dosyaları Albay'a uzattı. "Size zamanında verdiğim bilgiler haricinde her türlü plan kopyası, çizelgesi ve koordinatlar bu dosyada mevcut komutanım. Ayrıca yüzükte."

 

Albay kafasını sallayıp dosyaları aldı. "Bunların hepsini timle birlikte toplantıda detaylıca konuşacağız." Kısa bir es verip devam etti. "Sırf yerinde duramayacağını bildiğim için bir hafta izinlisin. Aksi halde bir ay olacaktı." Lavin kaşlarını çattı. Şükretti buna. Aslında bir hafta bile çoktu ama sesini çıkarırsa iki aya çıkardı. Adı gibi emindi.

 

"İkinizinde yorgun olduğunu biliyorum, ama bu toplantıyı ertelemeden yapmamız gerekiyor. Tim artık her şeyi detaylıca bilmeli. Operasyon başlamalı."

 

Toygar ve Lavin'e bakarak konuştuğunda ikiside göz göze geldi. Toygar'ın bu konuda az bilgisi vardı.

 

"Sen tim ile toplantı odasına geç, Yüzbaşı."

Yüzbaşı ayağa kalktı "Emredersiniz." Diyerek selam verip çıkmıştı.

 

Albay ayağa kalktığında diğer ikisi de ayağa kalktı. Masayı dolaşıp Lavin'i kendine çekti. Kısa bir sarılmadan sonra Albay gururla kızı yerine koyduğu askerine baktı. "Seninle gurur duyduğumu biliyorsun değil mi Lavin? Görevi eksiksiz ve başarıyla tamamladın. Sadece bu da değil daha önemli bir görevi de başardın." Şüphesiz bunlar Albay'ın ağzından zor çıkacak cümlelerdi. Bu Lavin'i içten bir şekilde mutlu etti.

 

Toygar bu hallerine gülümsedi ama sonra yerinde duramadı ve yapay kıskançlıkla araya girdi. Boğazını temizledi. "Komutanım bende iki ay boyunca görevdeydim. Bana böyle sarılmadınız?"

 

Albay kaşlarını çatarak salak Toygar'a döndü. "Kaybol! Eşek sıpası!" Gürlediğinde Toygar hızla çıkmıştı odadan. Bu haline Lavin ve Albay gülümsemişti. Ardından odadan çıkarak toplantı salonuna ilerlediler.

 

Yoldan geçen astları hem Albay'a hemde Üsteğmen'e selam veriyordu.

 

Herkes bir yıldır ortalıkta gözükmeyen bu kadına bakıyordu. Burada ki herkes tanıyordu, Lavin komutanı. Ne kadar sert, disiplinli ve soğuk olsa da kadın ve erkek askerler ona hayrandı.

 

Ama artık hayran olacakları daha fazla kişi olacaktı.

 

 

 

 

 

🇹🇷

 

Yeni tim. Lavin'e bu haberle geldiğinde Albay, nedenlerinden bahsettiğinde asla yadırgamamış veya içinden bile olsa reddetmemişti bunu.

 

Çünkü en önemli olaylara yakından tanıklık etmiş biri olarak Lavin'e göre bu kesinlikle gerekliydi. Sadece bu iş için çalışacak, kendini buna adayacak askerler.

 

Ancak şimdi toplantı salonunun içinden Toygar'ın sesleri gelirken bundan vazgeçmek istemişti.

 

İçeri girdiklerinde Toygar "Dikkat!" Diye bağırdığında hızla yanlarına geçmişti Lavin.

 

"Şafak! Tekmil ver!"

 

Şafak... Terör örgütünü kökten bitirmek için kurulmuş. Bordo bere eğitiminden sonra farklı bir eğitime tâbi tutulmuş tim, Şafak. Her şeyini kaybetmiş, birbirinin her şeyi olacak Şafak.

 

Tekmil verdiler sırasıyla,

 

"Kıdemli Yüzbaşı Toygar YAMAÇ." Uçkun.

 

"Kıdemli Yüzbaşı Ertem Vaha BOZARSLAN." Börü.

 

"Kıdemli Üsteğmen Lavin Feza VURALKAN." Kuzgun.

 

"Üsteğmen Erenay ÇEVİK." Sancak.

 

"Teğmen Lir AMİROVA." Pinhan.

 

"Teğmen Selçuk BOZ." Serçe.

 

"Asteğmen Alperen ŞENTÜRK." Leffaf.

 

"Asteğmen Kaya DEMİR." Katip.

 

Albay "Rahat! Oturabilirsiniz." Emri verince oturmuştu herkes. Lavin hepsine baktı sırasıyla. Bir yıl önce ve şimdiki hallerinden hiçbir farkı yoktu hepsinin.

 

"Bir haftadır neden burada bu timde olduğunuzu merak ettiğinizi, neden başka eğitime tâbi tutulduğunuzu merak ettiğinizi tahmin edebiliyorum." Time yönelik konuştuğunda Lavin önündeki kalemi alıp parmaklarıyla çevirdi.

 

"Bunun sebebi tamamlanmanızdı ve en önemlisi, Üsteğmen Lavin'in görevden dönmesiydi." Dediğinde tüm gözler Lavin'e dönmüştü. Albay konuşmaya devam etti.

 

"Şafağın amacı, ülkemize tohumlarını serpmiş, içimize yerleşmiş ve halkla bir bütün oluşturarak dikkat çekmemeye çalışan bir terör örgütünü bitirmek. Bu karar üst kurullar ve MİT'in yaptıkları anlaşma sonucu verildi. Bunun üzerine kurulun emriyle bir tim oluşturduk," Masanın üzerine eğildi Albay. "Ünü duyulmuş ve parlak isimlerden. Bundan aranızdan iki kişinin yardımıyla yaptım. Ertem ve Lavin ile."

 

Sert ve kendinden emin konuşmasıyla birlikte tüm söyledikleri herkesi, Lavin'i bile şaşırtmıştı çünkü Ertem Yüzbaşı'nın bu işin içinde olduğunu bilmiyordu. Sanırım Yüzbaşı da bilmiyordu çünkü Albay sözlerini bitirir bitirmez kaşlarını çatmıştı.

 

Bu sözlere şaşıran Toygar soru sormadan edemedi her zaman ki gibi, Lavin'e döndü. "Ben neden bilmiyordum?"

 

"Gizli bilgi." Lavin ifadesizce cevap verdiğinde kaşlarını kaldırdı ama başka soru sormadı Toygar.

 

Üsteğmen'in karşısında oturan Ertem Yüzbaşı konuştu, "Bunu rütbesi üstün birinin yapması gerekmez miydi komutanım? Bana bahsettiğiniz kişinin de kıdemli olduğunu sanıyordum." Kaşlarını kaldırdı Lavin.

 

"Bende kıdemli üsteğmenim zaten." yaptığı kelime oyununa karşı Yüzbaşı ifadesizce baktı.

 

Ne yani, ondan bir yıldız eksik olması kıdemsiz mi yapıyordu? Neyin peşindeydi tam olarak? Gıcık mı tutmuştu? Bir yerlerine mi batmıştı? Kendinden alt rütbeli birisi diye siniri mi bozulmuştu? Cinsiyetçi miydi yoksa? Hangi sorun olursa olsun hiçbir şey onu ilgilendirmezdi. Lavin düşüncelerine karşı sert sesiyle konuştu.

 

"Mareşal rütbeli birini mi bekliyordunuz, komutanım? Bir time tâbi değildim ve bana verilen her ne kadar silah tutmayacak olsam da bir görevdi. Bunu sorgulamak size düşer mi?"

 

"Bende aynı görevi aldım, Üsteğmen. Ancak senden haberim yoktu."

 

Rahatça arkasına yaslandı Lavin. "Benimde sizden haberim yoktu. Çünkü bundan banane? Öyle değil mi?" Konuşmaya herkese bakarak devam etti.

 

"Dediğim gibi yalnız çalışıyordum, çünkü bu terör örgütüyle ilgileniyordum. Bir yıl önce Albay artık bunu tek başıma yapamayacağımı ve yardım almam gerektiğini söylediğinde kendisiyle birlikte derin araştırmalar sonucu her birinize ulaştık. Şimdi öğrendiğime göre Yüzbaşı da bu işin içindeymiş. Ben Şafak için bilgi toplarken sizde eğitimlerden geçtiniz ve işte buradasınız." Herkesten önce Lavin bu eğitime tâbi tutulmuştu. Göreve gitmesi gerekiyordu çünkü ve eğitim kurullarca belirlenmiş bir prosüdürdü. Yapılması zorunluydu.

 

"Yani sırf bu olayla yakından ilgileniyordun ve yalnız çalışıyordun diye mi buradasın? Peki söyle o zaman, niye yalnız çalışıyordun?"

 

Lavin kendisine edilen lafı duyunca hızla Ertem'e doğru eğildi. "İstediğin rütbede ol, saygıdan yoksunsan benim neden yalnız çalıştığımı sorgulayacak makamda değilsin! Hele ki bu gizli bir bilgiyse!" Sesi, normalden daha yüksek çıkmıştı.

 

"Eğer burada oturuyorsak ve ben aldığım görevi bir başkasıyla paylaştığımı öğreniyorsam bunun detaylarını öğrenmeye hakkım vardır, Üsteğmen! Bu işin makamında değiliz!"

 

Lavin masanın altından yumruklarını sıktı. Görevler ve gizlilik onun ar damarıydı. Aksini ihanet sayardı. Az önce bu kuralını çiğnemesi istenmişti! Yanlış bir şey dememek için dişlerini sıktı Lavin. Tam bir şey diyecekken onu bölen sesle susmak zorunda kaldı.

 

"Yeter! Siz ne hadle karşınızda rütbece üstün bir asker varken böyle konuşabiliyorsunuz!?"

 

Lavin'e baktı, "Ne zamandan beri üstüne sesini yükseltir oldun Üsteğmen!?" Cevap beklemeden Ertem'e döndü.

 

"Ne zamandan beri üstünün emrinin bulunduğu bir konuda astını sorgular oldun!?" Sertçe masaya vurdu elini. "Daha dakika bir gol bir! Doğru düzgün tanışmadınız bile!"

 

"Nerden geliyor lan bu cesaret!?" Albay gürlediğinde Ertem'e tüm ifadesizliğiyle bakıyordu Lavin, Ertem de aynı şekilde.

 

Ertem için prensip, prensipti. Aldığı görevden sürpriz yumurta gibi çıkan askerden hoşnut kalmamıştı. Bu görev şakaya gelmezdi. Önemli bir konuydu ve daha yeni bir hain vakası atlatmıştı. Zaten az olan güvenini yerle bir eden o olay Ertem'de olur olmadık şüphelere yol açıyordu.

 

"İki tane üst, hem komutanlarının hemde astlarının yanında bağırıp çağırıyor! Yürek mi yediniz?!"

 

Derin bir nefes verip eğildi masaya. "Bana bakın," Ertemle aynı anda gözlerini Albay'a çevirdiler. Bunu gören Albay diğerlerine baktı.

 

"İlk gün gerginliği diyorum sineye çekiyorum, ilk ve son kez! Daha bilmediğiniz çok şey var. Yolun başındayız Şafak! Ve daha yolun başındayken sizin böyle kavga etmeniz bulunduğunuz konumu unutmanız çocukça bir sidik yarışından farksız! Düşman zaten yeterince bölücü! Birde siz tuz, biber olmayın buna! Bölmeyin kendinizi! Sözüm Yüzbaşı ve Üsteğmen'e değil sadece! Hepiniz birsiniz bundan sonra! Beraber adım atacak beraber koşacaksınız! Rütbe fark etmez, birbirinizden habersiz nefes almayacaksınız! Birbirinizden başka kimseye güvenmeceksiniz! Elbette bazen şüpheler olacak, kavga gürültü illa olacak! Ama günün sonunda o kişiler birbirini anlayacak!"

 

Lavin'e göre haklıydı. Ama çıkıştığı ve sesini yükselttiği konuda o da haklıydı. Üstü de olsa fütursuzca ona verilen gizli bilgiyi sorgulayamazdı. Ayrıca nasıl aldığı görevi yakından ilgilendiği için verdiklerini sanabilirdi? Normalde de görev alamaz mıydı?

 

"Bu bir emirdir!"

 

"Emir anlaşıldı komutanım!" Hep bir ağızdan bağırdıklarında Albay kafa salladı.

 

Diğerleri bu kavgaya karşı gerilmişti. Bir hafta boyunca kimse kimseyle fazla muhattap olmamıştı. Robot gibiydi herkes. Verdikleri selam birde sordukları hal hatır vardı. Çünkü kimse birbirine güvenmiyordu. Çünkü hala tam olarak neyin içinde olduklarını bilmiyorlardı. Çünkü birbirlerini tanımıyorlardı. Bunun üzerine aynı gün içerisinde yeni gelen bu iki asker onları daha da germişken şimdi de bir haftanın ardından ilk defa böyle bir olay olmuştu. Ayrıca onları şaşırtan bir olay daha vardı, Ertem Yüzbaşı'nın bir cümleden fazla cümle kurması ve belli bariz sinirlenmesi. Bu gudubet adamın duyguları olduğundan veya uzun cümle güncellemesi olup olmadığından emin değillerdi. Ve bu onları şaşırtmıştı.

 

Albay Lavin'e dönüp cebinden yüzüğü çıkarttı. "Yüzüğün içinde hangi koordinatlar var?" Az önce bağırmamış gibi sakince sordu.

 

"Önemli bir örgüt propaganda üyesinin sır gibi sakladığı bilgileri bulundurduğu merkez koordinatları." Ezbere konuştuğunda Lavin, Albay kafasıyla onayladı.

 

"Peki böyle önemli bir bilgi nereye gidecek?"

 

Erenay ilk defa konuşarak dikkati üzerine çekti. "MİT'le işbirliği içerisinde olduğumuza göre onlar devralacak."

 

"Doğru."

 

"Ama?" Diye eklediğinde Üsteğmen, Albay ona baktı tekrar. "Koordinatlara hiç baktın mı Lavin?" Kaşları çatıldı Lavin'in. "Hayır, çip gibi bir şey, bilgisayara aktarmak gerekiyordu, aynı zamanda şifreyi çözmek ve benim öyle bir imkanım yoktu. "

 

Kafa salladı Albay, "Üst düzey teknoloji yani?"

 

"Evet, dış ülkelerden yardım alındığı besbelli."

 

Albay bir şeyleri anlayabilmesi için sustu ve ona baktı. Beyninde şimşekler çakan kadın hızla sandalyeden kalkıp Albay'ın yanına geçti ve projeksiyon makinesinden bir slayt açıp anlatmaya başladı.

 

"Çipin özelliği Irak'ta anlatılanlara göre şöyle, koordinatlar hiçbir şekilde kopyalanamıyor veya aktarılamıyor. Çünkü içindeki bilgiler önemli insanların, önemli gördüğü üslere ait. Bölgeler sır gibi saklanıyor ve hatta dış ülkelerden de yardım alınıyor. Bu yüzden önemli kodlar ve koordinatlar bulunuyor. Çip herhangi bir aktarım oluşturulduğunda veya kopyalandığında içindeki bilgiyle birlikte kendini imha ediyor. Şifre sadece bir kez çözülebilir. Yanlış yapma hakkı yok. İkinci kez deneme hakkı yok. Çünkü çip'i alması gereken tek bir kişi var. Türkiye'de kırmızı bültenle aranan bir kişi. Örgüt'ün yeni üyesi edindiğim bilgilere göre. Bu yüzden hiçbir şekilde yakalanmadan bu koordinatları ele geçirmesi ve güvenli bölgeye ulaşması için yüksek kontrollerle ve güvenliklerle donatılmış üst düzey teknolojiyle desteklenmiş bir çip."

 

"Yuh!" Alperen cümle biter bitmez şaşkınlıkla atıldığında ona döndü Lavin. Haklı bir tepkiydi.

 

"Nasıl yani?" Kaya sorusunu yönelttiğinde anlatmaya devam etti Üsteğmen. "Bulunduğum kamp alanı sadece orada düzenlenen katliamlar veya Türk askerine yapılan tuzaklar için değildi. Bu sadece işin görünen kısmıydı. Onlara verilen asıl görev koordinatları asıl kişiye ulaştırmaktı. Böyle küçük terörist grubundan kimse böylesine büyük bir iş beklemez. Onlarda tam olarak böyle yaptı. Beklenmeyecek olanı. Ve ben oradayken bu kansızlar şifreyi çözmeye ve koordinatları öğrenmeye çalışıyorlardı. Liderlere ihanet ediyorlardı."

 

"İyi ama neden? Onların istediği para değil mi? Böyle büyük bir bilgiyi ne yapacaklar?" Selçuk ortaya soru attığında Lavin cevaplamadan Ertem cevapladı.

 

"Çünkü başlarında başka biri var. Ulaşılmaz güce ulaşmak isteyen."

 

Lavin başını salladı, "Aynen öyle."

 

"Yani düşman birdi iki mi oldu?"

 

"Düşman çok, Kaya." Albay düşünceli bir şekilde konuştuğunda Toygar Lavin'e baktı, "Kırmızı bültenle aranan kişi dedin... Affan'dan mı bahsediyorsun?"

 

İhtiyatla başını salladı Üsteğmen. "Birçok şehirde askeri işlere ve karakollara suikast düzenlemiş ve iç çöküşe neden olmak istemiş terörist Affan'dan bahsediyorum. Hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Suikast düzenleyen kişi olduğu ve adı haricinde hiçbir şey bilinmiyor. Soyadı, cinsiyeti, yaşı..."

 

Lavin diğerlerine baktığında konuya yabancı durmuyorlardı, ki yabancı olmaları imkansızdı. Bu olay ülkede toplumsal ve ekonomik sorunlar açmıştı. Halkı yalan yanlış bir ayaklanmaya davet etmiş, ancak MİT tarafından engellenmiş ve halka gerçeği açıklamışlardı. Zor günlerdi, sadece askeri darbe girişimi değildi. Çoğunlukla halka hitap eden bir girişimdi.

 

"Peki şimdi ne olacak?" Kaya konuştuğunda sessizlik hakim oldu.

 

İşte bundan şüpheliydi Lavin. Albay'ın aklından geçen şifreyi çözüp koordinatları açmaktı. Otomatik olarak bunu asıl kişi yani lider öğrendiğinde teröristlerin yaptığını sanacak ve birbirine düşürecekti. Onlar birbirlerine düşerken ve oyalanırken Şafak istediğini alacaktı. Buraya kadar her şey iyiydi. Ama sorun MİT'ti.

 

"Çip'i hackleyerek koordinatlara ulaşamaz mıyız?" Lir geldiklerinden beri ilk kez konuştuğunda Lavin yerine otururken Albay bu tezi çürüttü. "Bu işle MİT ilgileniyor. Teknik olarak bizi ilgilendirmiyor. Ayrıca hacklemek o kadar kolay değil, normal bir teknolojiden bahsetmiyoruz."

 

"E o halde MİT'e verelim halletsinler?" Alperen'in dahiyane fikriyle ona döndü Lavin. "Eğer onlar devralırsa bize hiçbir bilgi vermezler. Şafak'ın amacı görünmeyen örgütü bitirmek. MİT'in amacı ise Affan'a ulaşmak. İkisi bağlantılı şeyler ve eğer çip'i biz halledersek otomatik olarak Affan'a ulaşmış oluruz."

 

"Haa... Peki biz niye çözmüyoruz?"

 

Erenay sabır çekti sessizce, "Çözemezsek MİT tepemize binecek ve tek şifre hakkımız da gidecek çünkü."

 

Albay derin bir nefes verdi. "Şimdilik bu konu rafa kalkacak. Üstlerimle bu konuyu görüşeceğim. Sizde bu sırada istirahat edin çünkü yarın görev var biliyorsunuz. Şafak'ın ilk sahaya çıkışı."

 

"Ben bilmiyordum komutanım." Toygar konuştuğunda Lavin kafa salladı. Onun da haberi yoktu.

 

"Çünkü siz izinlisiniz."

 

"Komutanım ne demek izinlisiniz? Şafak ilk operasyona çıkacak ve iki kişi eksik olacak öyle mi?"

 

Albay kaşlarını çattı, "Karşı mı geliyorsun Yüzbaşı?"

 

"Estağfurullah komutanım, ne haddime! Sadece Ertem bensiz çok korkar oralarda, yazık komutanım yapmayın etmeyin çocuklara!"

 

Ertem ifadesizce ve bıkkınlıkla bakarken Toygar omuz silkti. "Yalan mı? Daha düne kadar birlikte çalışıyorduk lan!"

 

Lavin hayretle sordu, "Siz tanışıyor musunuz?"

 

Toygar göz ucuyla bakıp kafa salladı.

 

"Ben niye bilmiyorum?"

 

Elini havalı sandığı bir şekilde sarı saçlarından geçirdi.

"Gizli bilgi." Trip atıyordu birde! Lavin ağzıyla burnunun yerini değiştirmemek için kendini zor tuttu.

 

"Çıkabilirsiniz." dediğinde Albay, Toygar hızla ayağa kalktı. "Komutanım Allah'ın adını verdim bizsiz göndermeyin!"

 

Şafak şaşkınlıkla Toygar'a bakıyordu. Lavin rahatça oturuyordu çünkü Toygar ne yapar ne eder hatta yamyam gibi Albay'ın başının etini yer yine kabul ettirirdi ceza pahasına.

 

"Seni seçtiğim güne sıçayım Yamaç!"

 

"Beni Lavin seçmedi mi?" Yaşadığı şokla Lavin'e döndü.

 

"Senin dosyanı çöpe attım ben. Albay'ın masasındaydı, Dünya'nın en büyük hatasını yapmayalım diye atmıştım. Ancak Albay çöpten görüp almış. Yoksa ben sana tövbeliyim komutanım." Yaşadığı büyük hayal kırıklığıyla elini kalbine götürüp yüzünü buruşturdu Toygar.

 

Alperen hızla yanına koştu, "Komutanım! İyi misiniz?" Toygar garip garip Alperen'e baktı. "Kalp var bende Alperen. Zamanım kısıtlı biliyor musun? Son günlerimi yaşıyorum."

Alperen büyük bir hüzünle baktı Toygar'a, "Vah komutanım! Gencecik adamsınız ama... Yapabileceğimiz bir şey yok mu?"

 

Toygar kaşlarını çattı. "Alperen salak mısın evladım?"

 

Alperen birden sinsice gülerken Toygar şaşırmıştı. Az önce tam olarak Toygar, Alperen'le dalga geçmek istemişti ama Alperen onunla dalga geçmişti resmen. Cidden, bu timde ki kimse normal değildi.

 

Albay bıkkınca nefes verdi. "Birdiler iki oldular... Defolun gidin lan görmesin gözüm hiçbirinizi! Sende kes sesini Yüzbaşı! Yok sana görev falan. Üsteğmen'i örnek al ve emir'e itaat et."

 

Toygar Lavin'e bakıp göz devirdi.

 

Hepsi selam verip dışarı çıkarken Lavin, önünde ki Erenay'ın yanına gitti. Oldukça iri ve yapılı vücudu vardı. 1.90 boylarındaydı. Ve üçe vurulmuş saçları vardı. Yanına ilerlediğinde Lavin'i fark etti. "Görev hakkında bilgi verildi mi?" Kahve gözlerini hafifçe kısıp neden sorduğunu anlamaya çalıştı komutanını. Lavin ifadesizce bakmaya devam edince pes etti.

 

"Sabaha karşı üç civarında. Ülke, Suriye. Bölge, Halep. Helikopter ile gideceğiz. Toygar Yüzbaşı'nın edindiği bilgilere göre bu gece alışveriş olacak. Ayrıntılar, bilinmiyor. Sevkiyat sebebi, silah alışverişi." Kaşları çatıldı Lavin'in. Toygar'ın göreve gittiğini bugün öğrenmişti. Nereye, ne için gittiği hakkında bir bilgisi yoktu ancak kendisiyle aynı sebepten gittiği belliydi.

 

Kafa salladı Lavin. "Sağol." Arkasını dönüp yürümeye başladı odasına doğru, geride meraklı bir yüz bırakarak.

 

Uykusuz ve yorgundu Lavin. Helikopterde bir şeyler atıştırmak dinç tutsa da hala açtı ama hali yoktu. Tetikte olmadan uyumayı da özlemişti. Ancak bunun görevle bir alakası yoktu.

 

Odanın önüne gelip kapıyı açtı. Kendini yatağın üzerine attı. Ve direkt uykuya daldı.

 

Kendisine neler getireceğini bilmeden...

 

 

 

 

 

🇹🇷

 

SURİYE/HALEP 04.58

 

TANRISAL BAKIŞ AÇISI...

 

"Pinhan, durum bilgisi ver!" Kulaklığa doğru bağırdı Yüzbaşı. Silah seslerinden dolayı zorluk çekiyorlardı. Çok fazla it vardı, sevkiyat güvenliği beklediklerinden daha fazla çıkmıştı.

 

Lir ona seslenildiğini duyunca Selçuk'un çaprazında kalan bir iti tam onikiden vurmuştu. Şafak'ın keskin nişancısı oydu. Uzmanlık alanı buydu ve gerçekten çok iyi bir nişancıydı. Gözüne kestirdiğini anatomisini çıkartarak vururdu.

 

Vurmaya devam ederken konuştu. "Önüm açık, dört bir yandan etrafımız sarılmış durumda komutanım. Uzaktan görünen iki destek arabası var. Sevkiyat aracı yerinden hiç kımıldamadı. Ve komutanım..."

 

Lir gördüğü şeyle duraksadı. Bir küfür savurdu. "Roketatarları var komutanım!"

 

"Hassiktir amına koyayım! Nerden bulmuşlar lan!" Alperen hız kesmeden sıktığı silahını bırakmış şaşkınlıkla bağırmıştı.

 

Ertem sakinlikle gözlerini kapattı. "Ne tarafı hedef alıyor?"

 

Helikopterden indikten sonra sevkiyata giden kestirme yola konuşlanmıştı Şafak. Uçsuz bucaksız bir yoldu. Etraf dağlık taşlıktı toprak kuraktı. Lir dağın eteğine kamufle olurken diğerleri aşağı kısımlarda yer edinmişti.

 

Ancak beklediklerinden fazla destekli çıktıkları için kapana kısılmışlardı. Alperen koca bir taşın arkasında yüzü Lir'e dönüktü.

 

Kaya ve Ertem bir terörist aracını ele geçirmiş oradan atış yapıyordu. Erenay ve Selçuk ise tam ortada başka bir araca saklanmışlardı.

 

Ve roketatar tam ortayı, Selçuk ve Erenay'ı hedef alıyordu.

 

"Sancak ve Serçe."

 

"Ulan belanızı sikmez miyim!" Selçuk bağırarak ateş ettiğinde Erenay kolundan tutarak arabanın arkasına çekti.

 

"Ulan pezevenk! Zaten hedefteyiz! Yerinde dur lan, götünde kurt mu var?!"

 

3 teröristi saniyeler içinde leşe çeviren Kaya konuştu, "Planınız var mı komutanım?"

 

Ertem birkaç saniye sessiz kaldı ardından gözlerini açtı, "Pinhan, emrimle yerinden kalkacak var gücünle roketatara koşacaksın. Ben dikkat dağıtmak için Leffaf'ın yanına koşacağım. Katip, Serçe, Leffaf siz beni koruyun. Sancak, gözün Pinhan'da olsun. Bu Şafak'ın ilk görevi. Şunu ilk görevden itibaren bilin, Şafak hiçbir zaman kaybetmeyecek! Bu bizim için hiçbir şey! Bu bizim için ufak sorun! Duydunuz mu?!"

 

"Emredersiniz, komutanım!" Hepsi bir ağızdan hiddetle bağırdığında Ertem bulunduğu yerden hafif kalktı. Ve bağırdı, "Şimdi!"

 

Ertem var gücüyle Alperen'in yanına koşarken onlar komutanlarını koruyordu.

 

Lir bulunduğu yerden Ertem'in emriyle roketatar'ı hazırlayan adama doğru koştu. Erenay dikkatle Lir'in çevresini temizliyordu.

 

Ertem koşarken omzundan vurulmuştu ancak hiç umursamadan Alperen'in yanına gitti. Hız kesmeden ona ateş edenlere karşılık verdiler.

 

Lir adama yaklaştığında adam onu fark ederek arkasını döndü. Tam ayağa kalkıyordu ki Lir kuvvetli bir tekmeyle kendisine doğrultulan silahı düşürdü. Kansız ona yumruk attığında Lir sendeledi.

 

Hızlıca doğrularak dirseğini suratına geçirdi. Diziyle kasıklarına vurduğunda iki büklüm olan adama yüzünü gömdü. Hiç beklemeden adamı yakasından tutup kayalıklardan aşağı attı.

 

Adam haykırarak düşerken Lir duymuyormuş gibi roketatar'a ilerledi. "Hedefe ulaştım komutanım."

 

Ertem salak saçma mermi harcayan birini gördüğünde derin bir nefes verdi. Bir kez daha bakmadan direkt vurdu.

 

"Oyuncağını güle güle kullan."

 

Lir bunu duyar duymaz şevkle bir tanesini omzuna aldı. Hemde iki tane vardı!

 

"Vay be! Pinhan ekmeği yiyor biz kırıntıları kemiriyoruz." Selçuk isyan ettiğinde Lir hafiften sırıttı. Bulundukları bölgeye yaklaşmış olan arabaları hedef aldı ilk.

 

"O piti piti, leşlerin sepeti..." Bir atış yaptığında roket hızla hedefe doğru ilerledi. En öndeki araba patlayarak takla attığında arkadaki arabalar durmak zorunda kaldı.

 

"Sancak, dikkatleri dağıldı! Çık oradan hemen!" Lir'in söylemesiyle Erenay Kaya'nın olduğu yere hızla koştu.

 

Lir şaşkınlık ve korku karışımıyla patlamaya bakan ortadaki teröristleri hedef aldı. Orayı da patlattığında az önceki kulak çınlatan sessizliğin aynısı oldu.

 

Tam diğer arabaları hedef alacakken Lir ensesinde bir ağırlık hissetti. Arkasını dönmeye çalıştı ama bu sefer yüzüne defalarca yumruk atıldı. Ve kolları arkadan tutuldu.

 

"Pinhan, saat üç yönünde derhal patlat!" Diyen komutanına cevap veremedi. Karanlığa gömüldüğünü hissetti.

 

Lir'in cevap vermediğini fark eden Ertem durdu. "Pinhan! Cevap ver. Bu bir emirdir."

 

Ateşi kesen Ertem ve Alperen ilk önce birbirine baktılar. Ardından Ertem'in gözleri karşısına takıldı. Askerlerini gördü, silahları elinden alınmış ve arkasında 20 teröristin bulunduğu iki askerini.

 

"Siktir!" Alperen'in fısıltısıyla Ertem'in anıları tazelendi.

 

"Lir," Dedi Ertem gözünü Kaya ve Erenay'dan ayırmadan. "Cevap ver. Bu bir emirdir." Dedi son bir umutla.

 

Ve arkasından gelen sesle umudunu yitirdiğini hissetti kafasına değen soğuk metalle. "Silahını bırak komutan. Bu da bir emirdir!"

 

🇹🇷

 

Selam! Öncelikle nasılsınız?

 

Sonralıkla, bölümü nasıl buldunuz?

 

Daha yolun başındayız. Ne, nasıl olacak hep birlikte göreceğiz.

 

Ancak hepinizin bilmesi gereken bir sırrımız var. Bu kitap hepimizin ortak yanı ve ortak merhemi olsun. Kesin bilgi (sızdırıldı.) imzalayıp, kaşeledik ve mühürledik tamam mıyız?

 

Yazım, imla hatası varsa affola.

 

Seviliyorsunuz.

 

Bu arada, Şafak kaç? dndksldmfkdmekel

 

 

Loading...
0%