Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2🇹🇷͜͡✯

@tunlami11

 

Sizi toprağa değil kalbimize gömdük,

 

Şehit, P.Asb.Üçvş. Musa ÖZALKAN

Şehit, P.Ütğm. Oğuz Kaan USTA

Şehit, P.Uzm.Çvş. Mehmet MURATDAĞI

Şehit, P.Üçvş. Fatih MEHMETHAN

Şehit, P.Uzm.Çvş. Ali GÜMÜŞ

Şehit, P.Uzm.Çvş Ahmet BAYRAM

Şehit, P.Uzm.Çvş. Ali YILMAZ

Şehit, P.Söz.Er Sergen PAMUKÇU

Şehit, Tnk.Tğm. Muhammed Cihangir ÇUBUKÇU

Ve sayamadığım tüm şehitlerin anısına...

Saygı, minnet ve özlemle...

 

🇹🇷

 

"Dünya senin adımın için çok büyük, sen ise iz bırakacak bir şey yapmalısın. Çığlığını duyur."

 

                                                                               ~T. 

 

🇹🇷

 

 

Hayaller. İnsanoğlunun sık sık düşlediği ve gerçekleşmesini umduğu gerçeğe yakın imge bütünüdür.

 

Sözlükte ki anlamı bu yani.

 

Ama yıllar önceki kuvvetli fırtına da boynunu bükmeden durmaya çalışan buğday filizi kıza sorsanız, hayal tabirinin, onun için asla gerçekleşmeyecek ve sadece beyninde yaşamaya devam edecek sanal anılar olduğunu söyler.

 

Geçmişe dönseydim değiştireceğim tek şey şüphesiz bu düşünce olurdu.

 

Umutsuzluk, zaten hayatımda yeterince negatif duygu varken ayriyeten savaştığım en güçlü duyguydu. Tek bir istek, tek bir hayal, tek bir destek. Tüm bunlara karşı oluşan aptalca bir olmayacak korkusu. İçinde yaşadığın küçük hayal dünyanın büyük sarsıntısı.

 

Ancak şimdi dönüpte her anlamda büyümüş o kıza baktığımda bu büyük sarsıntının bir artçı dahi olamadığını görüyorum.

 

Çünkü eğer delirmediysem ve aklımın bir oyunu değilse şayet, umutsuzluğuma karşı koca bir siktir çekecek o görüntüyü görüyorum hergün.

 

Askeri üniforma içinde bir Lavin. Her adımında yalpalayan o kızdan, postallarıyla yankı yapan Lavin. Ağladığı tek konuyu hiç konu yapan Lavin. Sadece Lavin'den, Kıdemli Üsteğmen rütbesine geçiş yapan Lavin.

 

Lavin... Lavin... Lavin... Ne çok şey değiştirdin.

 

"Lavin!" Koca bir kahkaha duydum. "Pardon ya! Ağız alışkanlığı be çatlak! Kuzgun diyecektim."

 

Hayır, o senin üstün. Helikopterden aşağı atamazsın.

 

Derin bir nefes verdim. "Ne istiyorsun komutanım?" Sırıtarak bana baktı, "Ne düşünüyorum biliyor musun? Bir yıl sonra tekrar bir aradayız. Aynı timdeyiz lan! Ve şimdi ilk defa birlikte göreve çıkacağız! Çok garibime gidiyor amına koyayım."

 

Sessiz sessiz bakmaya devam ettim. Yani, bu ahım şahım bir olay değildi. Ama bana melül melül beklentiyle bakan bir adet Yüzbaşı mavi varken bunu söylemek helikopterden atlamakla eş değer olurdu.

 

O yüzden saniyeler sonra yaşama belirtisi verip derin bir nefes verdim, "Haklısınız komutanım, sizinle çalışmak bir onur."

 

Toygar yüzünü buruşturdu, "Ruhsuz, insan yalandan da olsa coşkuyla tepki verir. Gerçi, coşku sana işkence etmek gibi bir şey. Yani en azından biraz istekle söyleseydin güzel olurdu."

 

Tam şuanda Guinness Rekorlar Kitabı'na bir kişiyi ekleme şansım olsaydı bu Toygar malı olurdu. Zira, Alay'a olan uzaklığımız helikopterle sadece beş dakikalık bir mesafedeydi ve bu beş dakika boyunca beynim sikilmişti. Bu büyük bir başarı.

 

Yeni tim Şafak'a dair bir umudum vardıysa da artık Toygar sayesinde yoktu.

 

Tabi ortada bir Şafak kalmışsa. İçimde bir korku nüksetti. Şehit haberi almak, özellikle yeni görevden döndükten sonra ve bu haberlerden uzak kaldıktan sonra böyle bir haber almak sarsıcı olurdu. Hem benim için hemde benden daha önemli olanlar için.

 

Yarım saat önce Albay'dan aldığımız haberle harekete geçmiştik.

 

Albay, Şafak'tan durum bilgisi istediğinde ve telsizden herhangi bir yaşam belirtisi gelmeyince iznimiz iptal olmuş ve göreve katılmıştık.

 

Sadece ikimiz. Toygar ve ben. Namıdiğer, Türkiye'ye yapılan her saldırıyı kolayca savurmuş olan ve teröristlerce korkulu kabus kabul edilen, her türlü planı bozan Kuzgun ile genellikle yurtdışında aktif görev yapan, farklı ülkelerde ki farklı terör mensuplarını sınırlara yaklaşmasına dahi izin vermeyen Uçkun.

 

Sadece ikimizdik çünkü Şafak'ın kendisinden başka desteği yoktu. Sadece ikimizdik çünkü ölümün sevgilisi olupta Şafak'a mensup olan sadece ikimiz vardık.

 

Bizim bizden başka kimsemiz yoktu.

 

"Bölgeye intikal izni istiyorum komutanım." Helikopter pilotu dakikalar sonra konuştuğunda Toygar ciddiyetle cevap verdi. "İzin verildi."

 

İneceğimiz yer Şafak'ın görev yerinden iki kilometre uzaklıktaydı. Uygun tek yer burasıydı.

 

Helikopter yere bir metre kala durduğunda ilk ben atladım aşağı.

 

Ve atlar atlamaz sağ tarafımdan bir kurşun geçti. Ardından direkt olarak çok elden taramaya başladılar. Helikopter pilotunun camına. Ardından nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde cam kırılma sesi geldi, ve helikopter sarsıldı.

 

"Sikeyim!" Bağırdığımda Toygar buna karşılık verdi. "Pilot vuruldu!"

 

Helikopter desteğine tutunup geri bindim hızla. İçeri girdiğimde Toygar pilota bez tutuyor, pilot ise kumandayı sabit tutuyordu.

 

Nefes nefese hem konrtol panelini tutuyor hemde bize bakmaya çalışıyordu. "Kullanabilirim komutanım!" İlk Toygar'a sonra bana baktı, "Kullanabilirim." Toygar gözlerini kapatıp kafasını salladı. "Dayan aslanım!" Görebildiğim kadarıyla karın boşluğundan vurulmuştu. Pilotu vurmalarının sebebi kalkışı engellemekti.

 

Helikopter ani bir refleksle havalanırken piç kuruları silah sıkmaya devam ediyordu. Hızla kapıya yaklaşıp birkaç tanesini tam alnından vurdum. Helikopter havalandığında bu zorlaştığı için içeri girdim.

 

"Roket fırlatacak mıyız komutanım?" Dedi pilot. "Hayır, daha çok dikkat çekeriz. Mümkün olduğunca uzaklaş." Toygar eski yerine oturmuştu konuşarak.

 

Nasıl buraya geleceğimizi bilmişlerdi? Asıl bölgeyle aramızda neredeyse 160 metre vardı. Her bir sınıra adam mı koymuşlardı? Silahlar, adamlar ve konuşlandıkları yerler, stratejik alanlar... Sanırım bilmediğimiz detaylar kısmına diğer ülkelerden alınan destek giriyordu.

 

Toygar'a baktığımda düşünceli ve ciddi gördüm. Tam anlamıyla Uçkun kimliğine geçiş yapmıştı. "Komutanım?" Kafasını hızla kaldırıp bana baktı. "Durum her şeyden daha ciddi Lavin."

 

"Onu anladım. Doğrulttukları silah, bekledikleri yer, Şafak'ın esir alınması... Ve destek geleceğinden emin olmaları, tüm bunlar normallikten çıkıyor."

 

"Daha önce böyle şeyler olmuyor muydu yani?" Konu ve örgütle en başından beri ben ilgilendiğim için soruyordu bunu. "Hayır. Saf salak bir şeydi bunlar," Elimle aşağıyı gösterdim. "Ne ara güncelleme geldi anlamadım."

 

Toygar'dan ses çıkmadı. Bende pilotun yanına gittim. "Nasıl hissediyorsun?" Alnındaki teri silip cevap verdi. "Sizi oraya ulaştıracak kadar dinç hissediyorum komutanım." Omzuna vurdum dostane bir şekilde. "Bakmama izin ver." Sol kolunu hafif kaldırınca vurulan yeri gördüm ancak kıyafetten pek bir şey anlaşılmıyordu. "Baş dönmesi, kusma isteği veya titreme var mı?" Bir süre kendini yokladı, "Hayır komutanım."

 

Başımı salladım, "Dayan, seni sağ salim yetiştireceğiz." Güldü, "Ben sizi yetiştireyim ilk komutanım."

 

Azim ve görev isteğini takdir ederken içimden, gözüm biraz uzağımızda olan yere takıldı. Sakin bir sesle seslendim. "Komutanım!" Arkamdan gelen Toygar baktığım yere bakınca sinirle yumruklarını sıktı. "Orospunun evlatları! Bu silah sevkiyatı falan değil anasını satayım! Başka bir boklar dönüyor. Güdüm sevkiyatı olsa bu kadar korunmaz!"

 

Haklıydı, sevkiyattaki kişi gerçekten önemli bir şey olmalıydı. Yada bir kişi. Tam önümüzde küçük bir topluluk vardı ve topluluğun etrafını sarmış başka büyük bir topluluk.

 

Açıkçası bok çukuruna battığımıza emindim. Keşke buraya gelmeden önce gerizekalı topluluğumu arasaydım. Dün Toygar'ı kazığa oturtmakla tehdit etmiştim bana ve diğerlerine haber vermediği için. Şimdi beni yontup kazık yapsalar hak veririm.

 

"Nereye iniş yapacağız komutanım?"

 

Toygar'dan ses gelmedi. İniş yapacak yer yoktu. Nereye gidersek gidelim bizi fark ederlerdi. Ve Şafak bu topluluğun içinde olmalıydı.

 

Zihnimde birbirine bağlı iplerin ucu çıkışı bulduğunda ve kördüğüm çözüldüğünde hafif sırıtmadan kendimi alamadım.

 

"İniş yapmayacağız." Toygar bana baktı. "Ne?"

 

"Dediğim gibi, iniş yapmayacağız." Pilota döndüm, "Mümkün olduğu kadar fazla ses çıkar ve ben diyene kadar dümdüz git."

 

Pilottan uzaklaşıp Toygar'a yaklaşarak sessizce konuştum, "Sana Kuzgunla görevlerin sandığının aksine ne kadar renkli geçtiğini göstereceğim, izin var mı?"

 

Az önceki çaresizlik yerine haylaz bir parıltı gelmişti gözlerine. Kocaman sırıtıp pilota seslendi, "Üsteğmen ne derse yap."

 

"Emredersiniz komutanım!"

 

Pilot dediğimi yaparak biraz alçalıp dikkatleri üzerimize çektiğinde ileriye gitmeye devam etti. Aşağıda bağırış sesleri yükseldiğinde ve silahlar patladığında pilot daha da hızlandı.

 

Aşağıda helikopteri takip edip peşimizde koşan puştlar, Şafak'ın olduğu bölgede bulunan adamların arkasında bulunan büyük topluluktu. "Alçal." Dediğimde silah kontrol panelinin başına geçtim.

 

"Biraz daha uzağa git." Yere yaklaştığımız için helikoptere isabet eden kurşunlar vardı.

 

Uzun menzilli silah kullanan adamlar... Kim var bu sikik olayın içinde?

 

Kumandayı aşağı indirip onları nişan aldım. "Bu bebekten kaç tane var?" Bahsettiğim Anti-Tank füzesiydi. "8." Toygar kahkaha attı. "Bu onlara çok bile!" Kurşun sesleri hız kesmeden devam ederken ben, nişan alıp çoktan ilk atışımı yapmıştım bile.

 

Büyük bir ıslık sesi kulakları doldurduktan saniyeler sonra o ıslık sesini frekansa çevirecek büyük bir ses koptu arka arkaya.

 

Kaç tane kansız vardı bilmiyorum ama o kadar çoklardı ki sayılamıyordu. Kaç ülkeyle anlaşmaları vardı bilmek gerekiyordu.

 

"5 oldu! Diğerlerini bana bırak!" Ayağa kalktığımda yüksek sesten bağırdım. "3 tanesi yetmeyecek!" Toygar kumandayı hafif kaldırdı. "Etraflarında dön aslanım!" Etraflarında dönüp onları yakın tutmayı başarınca, üç ayrı alana saniye farkıyla atış yaptığında ses kesilmişti. Onca dumanın ve ateşin arasında canlı var mı bakmak imkansızdı.

 

"Çoğu gitti azı kaldı. Aşağı hala inemeyiz ne yapacağız?" Konuşan Toygar'a sonra pilota baktım. Terlemesi artmıştı. Ne yapacağımı bilemeyerek pilotun yanından ayrılıp arka tarafa geçtim, aşağı baktım. Gözüme helikopter yer destek demiri çarptı.

 

Aklımdan binbir türlü ihtimal geçtiğinde arkamdan gelen Toygar'a baktım heyecanla.

 

"Söyle başımın belası. Bu sefer hangi deliliği yapıyoruz?" Sırıtıyordu. Bende sırıttığımda onun sırıtışı dondu. "Söyleme sakın anasını satayım! Sen sırıtıyorsan deliliğin dibidir yapacağın şey!"

 

Bağırarak konuştum, "Helikopter destek demiri! Ona tutunarak hedefe uzaktan yaklaşıp vurabiliriz! Helikopterdeyken yere yaklaşmak gerekiyor ve bu da bizi direkt öldürür. Zaten aşağı inemeyiz buna mecburuz!"

 

"Delirme, vazgeçtim valla lan! Ulan manyak! Hem tutunup hem silahı nasıl kullanacaksın!?" Dedi bağırarak.

 

Kahkaha attım, "Ayaklarımızla tutunup ellerimizle kullanacağız!"

 

"Hassiktir lan ordan!" Şüpheyle, aklımı kaçırmışım gibi baktı. "İmkansız!"

 

"İmkansız biziz Uçkun! Ellerimizde ki silahlar hafif, rahatça kullanım sağlarız! Çaylak mısın oğlum sen!? Hiç mi ters barfiks çekmedin!? Altımızdaki canavar bizi taşır, aldığın eğitimler bunun için var komutanım! Ayrıca elimizdeki tüfekler hafif, belki ters döneceğimiz için hedefi şaşırabiliriz ama tüfek merceği sayesinde işimiz kolaylaşır! Zor ama eğitimli bir asker için imkansız değil!"

 

"Ulan salak oğlu salak! Sen bir yıl boyunca bizi kekleyip bilgi almak yerine çok mu dizi, film izledin lan!" Dediği şeye sinirlenip bağırdım tüm gücümle, "Ne nazlanıyorsun komutanım!? Bunu yapabiliriz! Hava şartları, silah ve kas gücümüz elverişli! Hiçbir engel yok!" Yüzünü ovaladı sinirle. Birkaç saniye durdu. İlk patlattığımız yere baktı, sonra arkamızda kalan yere ve en son pilota. Karar vermiş olmalı ki gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. "Tamam Allah'ın delisi tamam!"

 

Elimdeki tüfeğin ağırlığını tek elimle tarttım, dediğim gibi ağırlığını kaldırabilirdik. Verdiğim karar uçuk bir hayal gibi görünse de kas gücü ve denge gerektiriyordu. Rüzgar yoktu, hava şartları iyiydi yeterli yükseklikten uçarsak silah kullanabilirdik. Hazırlıksız olduğumuz tek şey, silahı ters kullanmaktı. Mecburen halletmek zorundaydık. Helikopter yer ağırlığını taşırdı ancak biz fazladan ağırlık taşıyamazdık. Bu yüzden üstümdeki kamuflaj yeleğini çıkardım.

 

"Lavin yeleği çıkarma, ölmek mi istiyorsun sen?!" Dilimin ucuna gelen tüm küfürleri geri yollayıp sabır diledim bir kaç saniye. "Eğer bir şey olursa senin nazın yüzünden olacak komutanım! Uçkun deli derlerdi inanmazdım, iyi ki inanmamışım anasını satayım!" Dedim bağırarak, helikopter sesi fazla geliyordu.

 

Sonra tamda yapmasını istediğim şeyi yaparak gaza geldi ve kendi yeleğini çıkardı. "Sen kimsin ki? Dünkü boka bak! Gelmiş burada Uçkun kim diyor!"

 

Yere oturup silahındaki tüm mermileri çıkardığında aynısını tekrarladım. "Aşağıda umalım ki 60 kişiden az olsunlar çünkü bu silah 30 mermi alıyor 5 tane ıskalama payı bırak,"

 

Ters ters bakıp tüm mermileri koyduktan sonra tetiği çektim. "Sana ıskalayacağımı düşündüren nedir?" Ayağa kalktım ve arkamı dönüp silah dürbününü ayarlamaya başladım.

 

"O silahın menzil kapasitesi 400 metre tatlım, üstünde uçtuğumuz yavrunun irtifa kapasitesi 6000 metre civarı ve biz 100 metre irtifaya çıkacağımıza göre, keskin nişancı değilsen havalanmayacaksın."

 

Arkamı dönüp önümdeki tuhaf yaratığa bakmaya başladım. "Madem matematiğin ve hava bilgin bu kadar çoktu, niye havacı olmadın? Hem belki bazı şanslar daha elverişli olurdu senin için?" Kaşlarını çattı. "Hem belki 'oo buraya seni hangi rüzgar attı?' muhabbeti de dönerdi aranızda." Yapmacık ve zorlama bir kahkaha attığımda sinirlerini bozduğum için sustu beyefendi.

 

Konu olmayan özel hayatına gelince bok gibi kalıyordu ortada.

 

"Hakkını helal et komutanım."

 

"Son yaptığın bazı şanslar şakasından sonra bunu söylemen çok ironik Üsteğmen."

 

Histerik bir şekilde sırıtıp kapıyı açtım, bu helal olsun demekti. Toygar'da tam karşı tarafıma geçip kapıyı açtı. Helikopterin içine doğru dönüp kapının önüne oturduk.

 

"100 metre irtifa! Biz yerleştikten sonra esir bölgesine git!" Toygar tüm gücüyle bağırdığında pilotun buna duyduğuna emindim zira rüzgarı bile bastırmıştı sesi.

 

Son kez Toygar'a bakıp sırıttım. Başını salak olduğumu belirtir bir şekilde iki yana salladı. Sol elimle tutunup sağ elimle silahı tutup, ilk sağ sonra sol ayağımı geçirdim demirden. Kendimi aşağı bıraktığımda düşme hissi yaşayıp düşmemiştim. Kafamı sağa kaydırdığımda bana dönük Toygar'ı gördüm.

 

Keyifle belki de uzun zaman sonra içten bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. Bunu hergün yapsam eminim ömrüm uzardı.

 

Yüzüme gelen rüzgar basıncını hissettiğimde birkaç saniye nefes alamadığım için gözlerimi kapadım. Fazla şiddetli değildi rüzgar bu yönden şanslıydık.

 

Gözlerimi açıp tersten aşağıya baktığımda yaklaştığımızı gördüm.

 

Saymaya üşeneceğim kadar şerefsiz, Şafak'ın etrafını sarmış başında bekliyordu. Bir tanesi öne çıkmış Şafak'tan birinin önünde duruyordu. Hasar almışlar mıydı tam göremiyordum ama hepsi sağlam duruyordu buradan bakınca.

 

Daha da yaklaştığımızda gördüm ki bu kişi Ertem Yüzbaşı'ydı. Ve başında bir silah dayalıydı.

 

"Emrimle!" Diye bağırdı Toygar rüzgardan sesi boğuk gelmişti. Tetiği çekilmiş tüfeği kaldırıp dürbünden, tam olarak Yüzbaşı'ya silah doğrultan adamı hedef aldığımda helikopter sesini duyanlar hızla yukarı baktılar.

 

"Ateş!" Emrini duyduğumda ilk hedefimi vurmaya çalıştım, ıskaladığımda tüfeği daha sıkı tuttum, birkaç saniye bekleyip mercekten hedefimi tam belirlediğimde sıktım Yüzbaşı'ya doğrultulan silahın sahibine. Helikopter biraz aşağı indi ve sola kaydı. Bu ikimiz için de daha kolay olmuştu.

 

"Orospu çocukları!" Diye bağırdım son harfi uzatarak tüm gücümle. Bağırdığımda kafamda hissettiğim kan basıncı daha da arttı. Bu beni korkutmak yerine keyiflendirdi. Beyine reset atıyordum resmen! Belki süper gücüm bu sayede kaybolurdu.

 

Sesim duyuldu mu şüpheli ancak aşağıdan öyle bir kahkaha koptu ki, bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Böylesine bir anırmayı eşek başaramazdı.

 

Şüphesiz bu ses Alperen'e aitti.

 

Bana doğrultulan silah sahiplerinin hepsini tek tek indirirken, Şafak bir anda ayağa kalkıp yanlarındaki adamlara saldırmaya başladı.

 

Lir bir adama ters tekme attıktan sonra bacaklarıyla adamın tepesine çıkmış ve boynunu kırmıştı. Başka bir adama doğru koşup omzuna dokundu, eli silahlı adam arkasına refleksle döndüğü an yumruğunu yüzüne geçirdi.

 

Kaya ve Erenay silah ele geçirirken, Selçuk kafasını kansızlara gömerek bayıltıyordu. Şaşırtıcıydı ama ellerini kullanmıyordu.

 

Ertem Yüzbaşı ise bir anda ayağa kalkıp bir adama tüm gücüyle yumruğunu geçirdiğinde bir metre uzağa uçtu, arkasından gelen adamı arkasını dönmeden dirseğini geçirdi. Üzerine koşan bir başka adama yumruk atarken dirseğiyle vurduğu adam arkadan boğazına yapıştı. İki elini boğazını tutan adamın kafasına koydu, ondan destek alırken önündeki yumruk attığı adama iki ayağını kaldırıp tekme attı. Adam sağa silahı sola savruldu. Ayakları yere değdiği an kafasını tuttuğu adamı kendi kafasının üzerinden aynı yöne savurdu Yüzbaşı.

 

Üç kişiyi aynı anda devirdiğinde Toygar'ın rüzgarın uğultusuna benzeyen yüksek sesli ıslığını duydum. "Kızlar ne ister?" Kendi dediğine kendi güldü.

 

Yavaş yavaş tüm hepsi neredeyse bitince helikopter de yere inmeye başladı. Birkaç kişi kaçmaya çalıştığında bir tanesi hariç diğerlerini indirdim.

 

Erenay, koşan kişinin iki katı bir hızla koştuğunda saniyesinde ensesinde bitmişti. İkisi tekrar bulundukları yere gelirken bizde yere iniyorduk.

 

İki metre kala helikopter durdu. Silahı yere atıp ayaklarımı serbest bıraktım. Ellerimle yerden destek alıp ters takla atarak ayağa kalktığımda önüme gelen rüzgardan dışarı fırlamış saçlarımı elimle arkaya ittim.

 

Bakışlarımı Şafak'a doğru kaldırdım ancak gözlerim karardığından onları göremedim ve sabit bir şekilde bana uzun gelen bir kaç saniye boyunca karanlığa baktım. Yavaş yavaş karanlık pikselli bir şekilde dağılırken baktığım tarafta netleşti.

 

Doğrudan baktığım kişi Ertem Yüzbaşı'ydı. Kaşları çatılı ve memnun olmayan bir ifadeyle nefes nefese bana bakıyordu. Saniyeler boyunca ona mı bakmıştım yani? Siktir, umarım bunu fark etmemiştir anasını satayım.

 

Toygar yanıma geldiğinde helikopter iniş yaptı, bu sırada Yüzbaşı göz kontağını bozdu. Erenay ise tüm gücüyle kaçmaya çalışan adamı tam ortaya itti. Herkes birbirine baktı. Saatler içinde olanlar ilk göreve göre fazla aksiyon doluydu.

 

Toygar yerden benim silahımı aldı, ikisinde de silah olan kollarını açtı. Sırıttı, "Bu sefer gerçekten, time hoşgeldiniz."

 

Alperen yedi kat yukarıdan duyulan eşek kahkahasını attı tekrar. "O kadar mükemmel ve havalı bir girişti ki bu! Şimdiye kadar torunlarıma anlatacağım en havalı hareketti amına koyayım!" Dedi yanındaki Kaya'nın omzuna yumruk atarak.

 

"Benimle de yapar mısınız komutanım?" Götü kalkmaya müsait gelişimini tamamlamamış bir Toygar'a onu balon gibi şişirecek tek bir kelime söylerseniz uçan balona dönüşürdü. Nitekim öyle de oldu.

 

"Yaparız tabi aslanım, jetski de bile yaparız."

 

Teklif ettiğimde korkudan altına sıçan Toygar'a bakın siz.

 

"Ko-komutanım," Pilot seslendiğinde Toygar ve ben hızla o tarafa koştuk. Camdan baktığımda nefes nefese kaldığını gördüm.

 

Arkamızdan Selçuk bağırdı, "Yaralı mı var komutanım?" Arkamı döndüm. "Pilot." Hızla koşup helikopterin içine girdi. Toygar da peşinden gittiğinde gözüm Ertem Yüzbaşı'ya kaydı.

 

Göz göze geldiğimizde hızla gözlerini kapattı. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Tekrar gözlerini açtı.

 

"Erenay, Kaya adamı konuşturmaya çalışın. Lir, Alperen etrafı kolaçan edin."

 

"Emredersiniz komutanım!" Hepsi toplu cevap verdiğinde dağıldılar. Kaşlarım çatık, ifadesizce sordum. "Ben ne yapayım?"

 

Sendeledi. Gözlerini kapattığında tekrar hızla yanına koştum. "Komutanım?" Kalın, kaslı kolunu gövdesinden çektiğinde yarayı gördüm. Ardından taktığı çantanın kolunu indirdiğinde ikinci yarasını.

 

Karnının uç kısmından ve omzundan vurulmuştu. Çok kan kaybetmişti. Üstüne birde nefes almadan leş devirmişti. Çok kan kaybettiği için sendelemişti bu yüzden. Hızlıca kollarımı koltuk altından geçirdiğimde omzumdan destek aldı. Yere çökmeye çalıştım ama o direnince omzundaki yarasına bastırarak yere oturttum. Bana tip tip baktı.

 

"Ölmem merak etme."

 

"Ölmezsiniz zaten, şehit olursunuz."

 

"Çok komiksin, Üsteğmen."

 

"Sizde çok vefakarsınız, komutanım. Az önce resmen şov yaptım size. Tarihe geçmeli yaptığım hareket! Turan taktiğinden sonra Lavin taktiği olarak kullanılmalı!"

 

Konuşup dikkatini dağıtmaktı amacım, sıkı sıkı tutuyordum çünkü dizlerinin üzerindeydi. Çok ciddi görünmüyordu ama esir alınalı fazla olduğu için çok kan kaybetmişti.

 

"Rivayetlere göre Lavin taktiğinden sonra mübalağa sanatı tarihe geçmiş."

 

Ellerimi belinden çektiğimde bunu beklemediği için sarsıldı. Sarsılmayla birlikte inlediğinde cevabını verdim. "Rivayetlere göre Kürşad isyanından önce sizin isyanınız tarihe geçmiş, komutanım."

 

Benim yaptığım hareketi dev gibi cüssesiyle yapamayacağı için kıskanmıştı. O yüzdendi teşekkür yerine isyan etmesi.

 

Kasıldı ve ifadesizce bana baktı. "Senin dilin yok sanıyordum." Haline acıyıp tekrardan yanına yaklaştım. "Dün fark etmemiş miydiniz?" Dedim alayla. Yara olmayan omzundan tutup destek verdiğimde kalktık beraber ayağa.

 

Madem yaralıydı niye söylememişti? Gizem falan mı yaratmaya çalışıyordu yani?

 

Mal mal düşüncelerime son verip helikoptere bindiğimde Selçuk'a baktım. Pilotla konuşuyordu. "Selçuk," Bana baktı halimizi görünce hızlıca yanımıza geldi. "Komutanım? Nasıl oldu bu?"

 

Nemrut herif harbiden de söylememiş kimseye!

 

Bende nemruttum tamam! Ama böyle de değildim en azından.

 

"Ufak bir şey Serçe. Sar sadece." İstemsizce cevap verdim. "Az önce de bayılan Toygar'ın egosuydu zaten komutanım."

 

Ertem kaşlarını çattı. "Konu bana nereden geldi yine amına koyayım?!" Toygar'ın serzenişine karşı Kaya bağırdı. "Komutanlarım! Buraya bakmanız gereken konular var."

 

Hızla helikopterden indiğimde Erenay adama tüm gücüyle yumruk attığında adam yere tabiri caizse devrildi. Kaya beni görünce eliyle yere düşen piçi gösterdi, "Komutanım bu annesi gavur bir şeyler anlatmaya çalışıyor." Anlamadığım için Kaya'ya baktım.

 

Bu sırada yerde sürünen it konuştu. "Hepiniz gebereceksiniz! İki silah sallıyorsunuz diye kazandığınızı mı düşünüyorsunuz?" Düzgün bir Türkçeye sahipti. Yanına yaklaşıp tam önünde durdum. "Sen böyle konuşunca bir halt olabileceğini mi zannediyorsun? Birazdan bülbül gibi öteceksin şimdilik kendini yorma prenses."

 

Adam güldü sonra postalımın dibine tükürdü. Ağzından çıkan kan ve tükürük midemi bulandırdı. Saçından tuttuğum gibi tükürdüğü yere yaklaştırdım. "Yala!" Adam tekrar güldü. "Siz Türkler kendinizi fazla yüceltiyorsunuz," Cümlesini tamamlayamadan bir kez yere kafasını vurdum.

 

Çakıl taşları yüzüne yapıştığında inledi. "Kim olduğunu biliyorum! Nereden, hangi ülkeden geldiğini, kime ve ne için çalıştığını, PVEA'nın satılmışı olduğunu biliyorum!" Palavra, adamın aksanı bile yoktu. Nereli olduğunu bile anlamamıştım. Ancak bir kez daha yüzünü yere vurdum. Erenay'ın patlattığı dudağı ve kaşının yanında birde yüzünde oluşan kanların hepsi ağzına giriyordu.

 

Yere eğildim aramızdaki mesafe tükürdüğü yer kadardı. Gözüme bakıp sırıttığı an kafamı yüzüne gömdüm. Çatırtı geldiğinde burnunun kırıldığına emindim çünkü birde burnundan akan kan eklenmişti iğrenç meymenetine.

 

Arkamdaki gölgelerden helikopterdekilerin de çıktığını görmüş oldum. Kimse duyamasın diye kulağına fısıldadım, "Ben senin kimin köpeği olduğunu biliyorum ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun." Adamın boynunu yakaladığımda iyice kendime çektim çünkü şuanlık Toygar hariç kimse bilmiyordu.

 

"Kuzgun." Silik fısıltım adamın tüylerini diken diken etmeye yetti. Kendini, bir pençe gibi sardığım boynunu kurtarmaya çalıştı. Bıraktığımda gözlerime bakamadı. PVEA'da Kuzgun'un ne anlam ifade ettiği aşikardı.

 

Yavaşça eğildi, dilini dışarı çıkardı ve az önce büyük bir cesaretle tükürdüğü kanı ve tükürüğü yaladı. Anlaşılan arkadaşlarına yaptıklarım hepsinin kulağına ulaşıyordu. Bu iyi bir haberdi.

 

Ben ayağa kalkarken Kaya ve Erenay birbirine bakıyordu. "Biz Türkler, cüretkarlığımızla biliniriz zaten sizin orada. Barbarlık diye anlatırlar korkudan, aklına iyi kazınmış anlaşılan."

 

"Şimdi," Dedim gelen Lir ve Alperen'e bakarak. "Senin bülbül gibi öttüğün kısımdayız." Tam yanımızda durduklarında Alperen konuştu, "Temiz komutanım. Yakın çevrede herhangi bir yerleşim veya topluluk yok. Patlatılan yer hariç." Dedi arkamda duran Ertem ve Toygar'a bakarak.

 

"Patlama alanında canlı var mı?" Toygar konuştuğunda Alperen kafasını salladı. "Yok, hepsi leş." Ardından gözleri yere eğilmiş adama kaydı. "Hay anasını satayım! Yine eğlence mi kaçırdım?"

 

Bunun üzerine gözler yine önümdeki piçe döndü. Eğilmiş adam doğruldu ve ilk bana sonra arkamdaki iki iri cüsseli adama baktı. Başını iki yana salladı ardından hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Hiç kimse geleni durduramaz. Güç istemez çünkü yalnız değil. Sayısız özel isim belirleyin yine de kabus devam edecek," Karnını tutup yüzünü buruşturdu. "Halka açık gösteriyi engellemiş olabilirsiniz ama perdenin arkasındakileri engelleyemezsiniz." Bana baktı, az öncekinin aksine korkuyla değil ifadesiz ve boş bir şekilde. "Akılda tutan, bunları unutma. Günü geldiğinde herkesin önünde!" Bedenini histerik titreme sardığında bir şeylerin ters gittiğini anladım.

 

Ertem bağırdı, "Herkes uzaklaşsın, derhal!" Hepimiz uzaklaştığımızda adam sanki bir robotmuşçasına gülümsedi. Benimle göz göze geldi. "PVEA! daima!" Bunu söylediği an karnı patladı. Bağırsak parçaları yere düşerken başka parçalar yanmış bir şekilde yere düştü.

 

Yüzünde gülümseme, gözleri bende. Sözleri kendine ait değil bir yemin. Son kelimesi ise intihar.

 

"Ben anlamadım, bu nasıl oldu?" Dedi Alperen.

 

"Son sözleri intiharı için gerekli olan cümlelerdi. Anahtar kelime gibi, midesinde ki mekanizmayı harekete geçiren ve sonunu belirleyen." Lir kısık ama net bir sesle konuştu. Adamın midesinden gözünü alamıyordu. Sanki bu görüntüyü defalarca görmüş gibi bakıyordu. Sanki tanıdıkmış gibi.

 

Bir adım attı, ardından adamın yanına hızla yürüdü. Kimsenin bir şey demesine kalmadan elini mideye daldırdı. Ve sanki eliyle koymuş gibi bir cihaz çıkarttı.

 

Herkes ona şaşkınlıkla bakarken yanına gittim ve elindeki cihazı aldım. "Titreşimli sensör, kelimelere uygun frekansı algılar. PVEA daima, bu cümleye uygun bir ses titreşim frekansı, diyafram ve midesi algılıyor ve patlatıyor. Esir düşmemek için. Konuşmamak için."

 

Kanlı tarafını elimle sildiğimde gerçekten de bir sensör olduğunu gördüm. Lir'e baktım, "Bunu nereden biliyorsun?"

 

O da bana baktı, "Teknolojiyle aram vardır ve bu durumun aynısıyla karşılaştım," Duraksadı. "Bir görevde." Şüphemi belli etmeden gözlerine ve mimiklerine baktığımda yalana dair hiçbir şey görmedim ancak bu şüphemi azaltmadı. Arkamı dönerek cihazı Yüzbaşılara götürdüm. Ertem Yüzbaşı elini uzattığı an cihazı ona verdim.

 

Sanki hiçbir şey olmamış gibi pilotun olduğu yere baktım. "Durumu nasıl?" Toygar arkama bakarak cevap verdi. "Şuanlık sağlam Selçuk kanı durdurdu ancak fazla kan kaybetti."

 

"Bu yüzden derhal buradan gidiyoruz. Toparlanın." Ertem Yüzbaşı bizim konuşmamıza ithafen diğerlerine seslendi. Az öncekine nazaran şimdi daha iyi duruyordu ama kendini kastığı belliydi.

 

Hepimiz helikoptere yöneldik. Artık bırakacak bir imzamın olmaması bir kez daha yüzüme tokat gibi çarptı.

 

Herkes sırasıyla yerleşirken ben en köşeye oturup kemerimi bağladım sanki biraz önce aşağı sarkmamış gibi. Kafamı arkama yasladığımda gözlerimi kapadım.

 

Az önce nasıl bir olaya şahit olduğumuza dair bir fikrim yoktu. Ancak şuan emindim, örgüt artık daha da büyüktü. Dış destek edinmişlerdi ve bunu nasıl yaptılar bilmiyorum ama birbirlerine bağlılardı. Örgüte sadık olmayan kadar olanlarda vardı. Daha tehlikeli olmuşlardı. Yüksek teknolojiye sahiplerdi. Az önce ki adam bunun bir örneğiydi, yada ele geçirdiğimiz çip.

 

Eğer sandığım gibi dış ülkelerle gerçek ve sağlam bir ilişkisi varsa çip bizim için büyük sorundu, çünkü örgütün yüksek mertebe örgüt mensupları vardı ve bir yenisi eklenecekti. Kırmızı bültenle aranan birisi. Ve ben buna engel olmuştum.

 

Eğer imzamı aldılarsa, ki o imza uydudan bile gözükürdü, Kuzgun'un yaptığını çoktan anlamış ve bir plan içine girmişlerdi. Bu planları artık sadece bana yönelik değildi. Ancak onlar bu haberi daha almamıştı. Şafak, henüz kendini belli etmemişti.

 

Pencereden sızan ve helikopteri aydınlatan güneş ışınları gözümü aldı. Bu yüzümüze gülen bir ima mı yoksa normal bir denk geliş mi bilinmez, operasyon tam da şafak vaktinde olmuştu. Ve şimdi gün doğuyordu.

 

Bunu diğerleri de fark etmiş gibi herkes ön cama baktı.

 

Hepsine göz gezdirdim sırayla, gözlerinde bariz belli bir yorgunluk vardı. Esir düştükleri zaman ne olduğunu bilmiyordum ama o kadar teröristle zorlanmış olmalıydılar.

 

Kaya ve Alperen fısır fısır bir şey konuşurken Alperen'in gözleri arada bana uğruyor sonra hızla kaçırıyordu.

 

Selçuk ve Toygar yan yana oturmuş sessizce oturuyordu, buna şaşırmıştım çünkü Toygar ilk defa sessizdi.

 

Erenay ve onun yanındaki Lir sessizliğe bürünmüş bir şekilde duruyorlardı. Gözüm Lir'e takıldı istemsiz. Nasıl eliyle koymuş gibi bulmuştu o cihazı? Nasıl önceden aynı durumla karşılaşmış olabilirdi? Ve bu önceden ne kadar önceydi? Çünkü bir yıl önce böyle yüksek teknoloji örgütün elinde yoktu.

 

Ona ifadesizce baktığımı fark eden kadın gözlerini bana çevirdi ve çekinmeden benim gibi ifadesiz bakmayı sürdürdü. Kestane rengi çenesine gelen kısa düz saçları toplamasını engelliyor olmalıydı ki saçları açıktı. Oval ama hafif keskin çene hattı saçlarıyla bütünlük oluşturuyordu. Saçlarıyla aynı renk gözleri masum olamayacak bir keskinlikle bakıyordu.

 

Onu incelemem hoşuna gitmemiş gibi gözlerini kaçırdığında önüme döndüm.

 

Kafamı önüme çevirerek iyice arkaya yasladım. Bu sırada gözleri kapalı Yüzbaşı'yı gördüm. Yarasına ve yorgunluğuna rağmen dimdik oturmuş, kollarını birbirine dolamış ve bu pazılarının ortaya çıkmasını sağlamış, bacaklarını hafif aralamış bir şekilde yüzünde mimik oynatmadan duruyordu.

 

Bu adam kimdi bilmiyordum. Zaten dosyasını göz ucuyla görmüştüm. Diğer herkesin askerlik hayatını, gizli kimliğini ve başarılarını bilirken bu adamın rütbesinden başka hiçbir şey bilmiyordum. Çünkü Albay benim dosyamı gizli tuttuğu gibi onun dosyasını da gizli tutmuştu benden. Ama neden bilmiyordum.

 

"Neler oldu orada, biz yokken?" Toygar sessizliğini bozmuştu sonunda.

 

Herkes Ertem Yüzbaşı'ya baktı. Ancak Yüzbaşı oralı bile olmadı. Bunu gören Erenay sıkıntılı bir nefes verip Toygar ve bana baktı. "Pek bir şey olmadı, tam tüm piçleri leşe çevirdik derken, etrafımızı kuşatan destek geldi. Bizi fazladan adamlarla pusuya düşürdüler. Sonra daha fazla ekip geldi, sizin için. Kurtarma ekibi geleceğini düşünüyorlardı toplu katliamdı amaçları."

 

Ancak tahmin ettikleri olmamıştı, gelen iki kişi vardı sadece. Ama bu iki kişi Kuzgun ve Uçkundu. Deli ve stratejik hamlelerimizle leşe çevirmiştik hepsini. Yoksa gerçek bir katliam olurdu.

 

"Bizden kim olduğumuzu ve çipin nerede olduğunu sordular. Söylemezsek Ertem komutanımı vuracaklardı orada." Kaya konuştu bu sefer.

 

Çipi öğrenmişlerdi. İşte bu güzel haberdi. "İki ihtimal var, ya bu sevkiyat normal bir sevkiyat değildi ve daha büyük bir şey dönüyordu, ya da çip elimizde olduğu için planlanmış bir sevkiyattı. Haberi bilerek bize uçurdular operasyona kim gidecek olursa olsun şehit edecek ve akıllarınca intikam alacaklardı." Ertem Yüzbaşı hareket etmeden sadece gözlerini açarak konuşmaya dahil oldu.

 

İki makul ihtimal. Belki de her ikisi de aynı anda oldu.

 

"Sevkiyatı gerçekleştiren kişiler ve araçlar ne oldu peki?" Soruyu yönelttiğimde kulak patlatan bir sessizlik oluştu. Herkes bunun cevabını vermekten çekiniyor gibiydi.

 

Ertem Yüzbaşı'yla göz göze geldim. "Biz esir düşünce ellerini kollarını sallaya sallaya gittiler," Ve ölüm sessizliği oluşturacak son cümleyi kurdu, "Görev başarısız." Sesi hiçbir duygu barındırmıyordu, ama görev komutanı olarak ilk görevde başarısız olması zoruna gitmiş olmalıydı.

 

Şafak'ın birlikte çıktığı ilk görev başarısız olmuştu, sevkiyatı engelleyememiştik.

 

Sadece helikopter sesinin duyulduğu sessiz saatler sonra askeriyeye yaklaştığımızda Selçuk pilotun yanına gitti. Helikopter biraz sarsıntılı bir iniş yaptıktan sonra kapı Alperen tarafından açıldı. Teker teker iniş yaptığımızda, koca bir kalıp buzdan hallice bedenim her zamankinden daha da robotikti.

 

Ne zaman bu helikoptere binsem ve görevden dönsem, her gelişimde Albay karşılardı beni. Dimdik, elleri arkasında bağlı, ayakları omuz hizasında ve tüm heybetiyle beklerdi. Yalnızlık canımı hiç acıtmazdı. Hiçbir zaman acıtmadı. Ama kimsesizlik hep acıttı. Ben hayatım boyunca yalnızlık ve kimsesizlik arasındaki o ince çizgiyi kendime yuva bildim. Ama her seferinde bu piste iniş yaptığımda yuva bildiğim soğuk dört duvardan nefret ettim.

 

Ve şimdi, öğreniyorum ki bu konuda yalnız değilim. Çünkü koskoca askeriyede, kaç tane görevlinin olduğu yerde, terörle mücadelede ilk sırada olan tim Şafak'ın da kimsesi yoktu. Onları karşılayacak kimse yoktu.

 

Galiba her anlamda, bizim bizden başka kimsemiz yoktu.

 

Helikopterden hepimiz indiğimizde rütbece dizildik, sırayla selam durup tekmil verdik. Bu sırada askeri sağlık personelleri pilot için gelmişti. Haber verilmiş olmalıydı önceden.

 

Albay kaskatı bir ifadeyle bize baktı. Sanki başarısız olduğumuzu ezelden biliyormuş gibiydi. Ama bunun dışında başka bir şey sıkmıştı canını sanki. Ahvali bile sormadan konuştu, "Beş dakika içinde toplantı salonunda." Arkasını dönüp yürümeye başladı. Sert ama hızlı. Sanki zaman peşinden koşturuyormuş gibi.

 

"Sonumuz hayr olsun dostlar. Temizinden sıçtık batırdık her yeri." Dedi Toygar.

 

Hepimiz Albay'ın arkasından dimdik ama belli etmediğimiz hayalkırıklığı içinde hızlıca yürürken Erenay yanıma yaklaştı, "Sizce Toygar komutanımın dediği gibi mi oldu?" Bunu birden sormuş olmasına bir an şaşırsam da umursamayıp belli etmedim ve yürürken cevap verdim, "Hayır." Cevabımla birlikte sessiz kaldı, "Bizimle ilgili değil ama bizimle yakından bağlantılı bir şey." Bunu sesli dile getirince psikolojik mi fiziksel mi anlayamadığım bir şey midemi altüst etti.

 

Erenay bana kafa selamı verirken ben odamın yolunu tuttum düşünceli bir halde. Odaya girdiğimde duş almaya zamanım olmadığından hızla kamuflajımı çıkarıp üniforma giydim. Banyoya geçip rüzgardan yanlardan çıkıp yumak yumak olan saçımı saniyeler içinde tarayıp jilet gibi topladım ve yüzümü yıkadım.

Odadan çıkmadan saate baktığımda dört dakikanın çoktan geçtiğini gördüm. Zaten sinirli olan Albay'ın karşısına bir saniye geç çıksam beni askeriyenin ortasında ibret olsun diye çiğ çiğ yerdi.

 

Hızlı ama yeri inleten postallarımın sesiyle toplantı odasına yöneldim. Benimle birlikte aynı anda Lir gelince odaya birlikte girdik. Albay'dan önce ama diğerlerinden sonra gelmiştik.

 

"Kadınlar, her yerde kendinizi belli ediyorsunuz."

 

Paşama bak sen, sanki kıçında alarm kurulu! Yüzümü buruşturmaya zahmet bile etmedim çünkü yontulmamış odun Toygar, her yerde yontulmamış odun Toygar'dı. Lir ve ben cevap vermeden oturduk.

 

Ertem Yüzbaşı'ya baktım, yarasına baktırmaya tenezzül etmişti. Omzu sargılıydı. Karnı da öyle olmalıydı. Kurşunlar sıyırmış mıydı yani?

 

Sessiz geçen dakikalar sonra Albay içeri girdiğinde hepimiz ayağa kalkıyorduk ki sert ve kurşun geçirmez sesiyle emir verdi, "Oturun."

 

Hepimiz geri oturduk. Albay ise elindeki dosyayı tiksiniyormuş gibi masaya, önümüze fırlattı. Ardından kumandayı aldı ve projeksiyonu açtı. Türkiye haritası gözler önüne geldiğinde Mardin ilini büyüttü. Sertçe kumandayla Mardin'in Nusaybin ilçesinin üzerine vurdu iki kez. Direkt konuya girdi.

 

"PVEA... Nusaybin'de ki çocukların çoğunu kaçırdı." Sert, bu sefer duygu geçirmez bir sesle söyledi bunu. Dimdik ama dalgalı bakışlarla. Sanki bu işin sonunu biliyormuş gibi.

 

Bedenimi içten bir titreme sardı. Erenay'la konuşmamdan bu yana olan mide bulantım arttı. Nusaybin çocukları kayıp... Çoğu.

 

"Ne?" Fısıltılar ve şok nidaları birbirine karışırken hiçbir şey söylemeden gözlerimi kapattım.

 

Çok fazla adam vardı. Bizim patlattığımız ve öldürdüğümüz sadece Şafak'ı koruyan kısımdı. Daha çok vardı. Daha çok...

 

"Ayrıntılarını bilmediğimiz o sevkiyatta Nusaybin çocukları varmış. Aldığımız istihbarata göre ele geçirdiğimiz çip yüzünden oluşan ve gözdağı vermek için bir tehdit bu."

 

Sikeyim! Şerefini siktiğimin dünyasında neden olan çocuklara oluyordu!? Neden yine kalleşliğin sembolü, kötülüğün filizi ekilmemiş masum çocuklar oluyordu!?

 

"Komutanım... Bu nasıl olur? Biz, şimdi çocukları elimizden kaçırdık mı?" Selçuk genizden gelen sert ve azap dolu sesiyle konuştuğunda Albay cevap vermedi, her şey bariz belliydi. Hepimiz olayın şokundayken, o sesiz kaldı. Mide bulantım arttı, tıpkı vicdan azabım gibi. Gözlerimi açmayı reddettim. Çünkü gözlerimi açtığımda bunun kabus olmama ihtimaliyle yüzleşmek ölümle eşdeğerdi.

 

Gözlerimi açtım. Büyük bir gerçekle yüzleşirken, sinirden titreyen ellerimi sımsıkı yumruk yaptım. Masaya diktim gözlerimi.

 

Bir yıl boyunca aldığım bilgi ve istihbarata karşı masum çocuklar... Her daim her türlü saldırıya ve işkenceye maruz kalan çocuklar. Savaşa maruz kalması gereken son canlılar.

 

Sanırım çocukların ehemmiyeti asla değişmeyecekti.

 

Kirli olan dünyaya tertemiz gelmenin de bir bedeli vardı.

 

🇹🇷

 

 

 

 

Merhaba, nasılsınız?

 

Tatiliniz nasıl geçiyor?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Sizce olaylar nasıl ilerliyor?

 

Merak ettiğiniz biri var mı? Karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Sorularım bittiğine göre küçük bir şey rica edeceğim, lütfen oy verip yorum yapabilir misiniz? Oydan ziyade yorunlarınız ve düşünceleriniz benim için çok önemli. Şimdiden teşekkür ederim.

 

Şafak kaç? Nankdnekldkdkqşdk :*

 

 

 

 

Loading...
0%