Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@turkcu_yazar

Sert adımlarının tok sesi askeriyenin koridorunda yankılanırken onu gören askerler anında hazır ola geçiyordu. Korkmalı doğaldı, çünkü Yüzbaşı Baran'ın cezalarından haberleri vardı. Korkmalarına rağmen rahatça konuşabildikleri bir komutandı Yüzbaşı Baran. Bir derdi olan rahatça yanına gidip anlatabilirdi. Hem karakter olarak hem de başarılarıyla saygı duyulacak bir komutandı.

​​​​Bahçeye çıktığında sinirleri anında gerildi Yüzbaşı Baran'ın. Alnına bir ağrı saplandığında çenesini sıktı. Bu saatte burada olması gereken timi burada değildi. Yüzbaşı Özer'in emrine uyulmamıştı. Olacak şey mi?

Tekrar içeri girip hızlı ve sert adımlarla askerlerinin kaldığı odaya yürüdü. Kapıyı yavaşca açıp içeri girdiğinde uyuyan askerlerine baktı.

"Gökbörü!"

Bağırmasıyla bütün askerler uyanmış ilk önce birbirlerine bakmış ardındanda Yüzbaşı Baran'a çevirmişlerdi bakışlarını. Hepsi saniyesinde yataktan çıkıp komutanlarının önünde dizilerek hazır ola geçmişlerdi.

"Uykunuzu alabildiniz mi prensesler?"

Kimseden çıt çıkmıyordu. Çıkaramıyorlardı, çünkü hepsi acaba bize ne yapacak diye düşünüyorlardı.

"Üç dakika içinde bahçede olmayana geçmiş olsun."

Yüzbaşı son sözünü söyleyip odadan çıktığı an herkes yataklarını düzeltip kamuflajlarını giymeye başladı.

"Bittik biz. Bu sefer gerçekten bittik."

"He valla gardaş bu sefer essah sıçtık."

"Sıçtık da sıvıyoruz dadaşım."

"Susunda hazırlanın."

İçlerinde en rütbeli olan Üsteğmen Kadir'in emriyle herkes susup hızlıca hazırlandılar. Odadan çıkıp koşmaya başladılar.

Yüzbaşı Baran elindeki kronometreye baktı. Son on iki saniyeleri kalmıştı. Bakışlarını içeriye çevirdiğinde koşan timini fark etti. Tekrar kronometreye bakıp sesini yüksek tuttu.

"On, dokuz, sekiz, yedi, altı."

Bütün tim önünde hazır olda dizildiğinde Yüzbaşı kronometreyi durdurup cebine koydu. Sert bakışlarını tek tek askerlerinde gezdirdi.

"Üsteğmen."

Üsteğmen Kadir bir adım öne çıkıp elini kaşının üstüne koyarak selam durdu.

"Emredin komutanım."

"Emrime neden uyulmadığını açıkla."

Üsteğmen Kadir arkasındaki silah arkadaşlarına göz ucuyla baktı. Ardından yine bakışlarını komutanına çevirdi.

​​​"Dün akşam arkadaşlar biraz eğlenmek istediler."

"Sen onların aralarında değil miydin?"

"Aralarındaydım."

"O zaman niye kendinide açıklamana dahil etmiyorsun. Şınav pozisyonu al!"

"Emredersiniz komutanım."

Üsteğmen Kadir olduğu yerde şınav pozisyonu aldığında başla emrini bekledi.

"Kal öyle."

​​​​​​Yüzbaşı Baran diğer askerlerde bakışlarını gezdirdi. Yavaş adımlarla tam Asteğmen Yahya'nın önünde durdu.

"Yahya."

"Emredin komutanım."

"Türkü söyledin mi dün akşam?"

"Söyledim komutanım."

"Çimen sayarkende söyleyebilir misin?"

Yahya yutkundu. Çimeni nasıl sayacaktı? Birde üstüne türkü söyleyecekti. Ama yiyorsa komutana hayır de.

"Söylerim komutanım."

"İyi başla o zaman ne bekliyorsun."

Asteğmen Yahya koşarak tugayın bahçesine gitti. Dizlerinin üstüne çöküp besmele çekti.

"Sesin duyulsun Yahya!"

"Emredersiniz komutanım."

Yahya biraz düşündükten sonra memleketi Erzurum'un türkülerinden biri olan Erzurum Yaylasıyam türküsünü söylemeye başladı. Bir yandan türkü söylerken diğer yandanda çimenleri sayıyordu.

​​​​​​Yüzbaşı ondan bakışlarını çekip kıkırdayan diğer askerlerine çevirdi. Askerler onun bakışlarını fark ettiğinde anında susup ciddileştiler.

" Bedir, Zeki içerideki bütün fayansları hem sayacak hemde diş fırçasıyla temizleyeceksiniz."

"Emredersiniz komutanım."

​​​​​İkiside aynı anda bağırıp hemen sağ ellerini kaşının üstüne koyarak üçüde selam durdu. Ardından içeri girdiklerinde kalan üç askere baktı.

"Gürkan ve Kenan sizde şu boya fırçaları var ya küçük onlarla bahçeyi süpürmeye başlayın."

​​​​​​"Emredersiniz komutanım."

​​​​​​İki asker de selamını verip gittiğinde ayakta dikilen son askere baktı Yüzbaşı.

"Alp sende bütün askeriyedeki yatakhanelerin çarşaflarını çıkartıp yenilerini seriyor diğerlerinide yıkıyorsun."

"Emredersiniz komutanım."

Alp'de içeri girdiğinde yerde hala şınav pozisyonunda olan Kadir'e baktı.

"Sende içeride ne kadar fayans varsa o kadar şınav çekeceksin Üsteğmenim. Şimdi kalk ve diş fırçası işine yardım et."

Üsteğmen Kadir ayağa kalkıp selam durdu.

"Emredersiniz komutanım."

İçeri gittiğinde arkada türkü söyleyen Yahya'ya baktı.

​​​"Yahya başka türkü söyle."

"Emredersiniz komutanım."

Yahya başka bir türküye geçtiğinde alnından terler dökülüyordu. İri parmaklarının arasındaki çimleri saymak daha da zorlaşıyordu. İyi boh yedimde uyudum diye düşündü.

Baran hafifçe ona gülümseyip bahçedeki banklardan birine oturdu. Karşısında yere eğilmiş boya fırçasıyla bahçeyi süpürmeye çalışan Gürkan ve Kenan'ı seyretti.

​​​​​​Elindeki diş fırçasını sertçe yanındaki köpüklü kovaya sokup çıkarttıktan sonra fayansa sürtmeye devam etti Bedir.

"Şükür et Bedir şükür et. Türkü söyleyerek çimen sayabilirdin."

"Doğru diyorsunuz komutanım Yahya'ya yazık oldu vallaha."

Yanlarından geçerken onlara bakan düşük rütbeli askerlere ters ters baktı Zeki.

"Ne bakıyonuz gari? Şu ceza bi bitiversin iç birinize acımıcam be."

Trakyalı olduğu konuşmasından bile belli olan Zeki elindeki fırçayı sertçe fayansın arasına sürttü. Bir yandan da onlara bakan askerlere tip tip bakıyordu.

Kadir'in sesi çıkmıyordu fazla. Yarini özlüyordu. Dün akşam görevden gelmişlerdi. O saatte uyuduğu için rahatsız etmek istemediğinden askeriyede kalmıştı. Bu sabahta toplandıktan sonra dağılacaklardı ama dünkü zaferlerini kutlamak istedikleri için böyle bir kaza yaşanmıştı. Bir an önce karısına ve kızına kavuşmak istiyordu. İki haftadır ne kokularını ne de seslerini duymuştu. Duyduğu tok adım sesleriyle başını kaldırıp koridora baktığında Albay Orhan Kurtuluş'u gördü.

"Dikkat!"

Bağırmasıyla oradakiler ayağa kalkıp hazır ola geçtiler. Albay Orhan onların önünde durduklarında hepsi selam durdular. Albay diğer ellerindeki diş fırçalarını fark ettiğinde hafifçe gülümsedi. Babacandı Orhan Albay. Şu Allah'ın yerinde onlara sahip çıkıyordu.

"Yüzbaşı Özer yine niye ceza verdi size?"

"Uyuyakaldık komutanım."

"E haketmişsiniz o zaman."

"Evet komutanım."

"Kolay gelsin size."

"Emredersiniz komutanım."

Albay dışarı çıktığında gözleri Yüzbaşını aradı. Sonunda bankta oturduğunu fark ettiğinde adımlarını oraya yönlendirdi. Baran Albay Orhan'ın geldiğini fark ettiğinde anında ayağa kalkıp selam durdu.

"Rahat Yüzbaşım."

Baran rahata geçip Albay Orhan'a bakmaya devam etti.

"Senin şu askerlerin cezalarını bitir çocuklar eve gitsinler daha yeni görevden döndünüz."

"Emredersiniz komutanım."

Albay Orhan Yüzbaşının omzuna hafifçe vurup bahçede dolanmaya başladı. Baran Gürkan ve Kenan'a baktı.

"Gürkan, Kenan gelin."

Gürkan ve Kenan bir an şaşırıp ardından hemen toparlayıp fırçaları yere bıraktılar. Koşarak komutanlarının yanına geldiklerinde selam durdular.

"Git diğerlerinide çağır Gürkan."

"Emredersiniz komutanım."

Gürkan koşarak içeriye gittiğinde ilk fayansları fırçalayanlara sonrada Alp'e haber vermişti. İçeridekiler çıktıklarında koşarak Baran'ın önüne dizildiler. Yahya'da geldiğinde Baran hepsine tek tek baktı.

"Cezanız bitti. Dağılabilirsiniz."

Hepsi içlerinden şükür çektiler. Hepside anlamıştı Orhan Albay'ın emir verdiğini. Yoksa Baran komutanın bitireceği yoktu. Askeriyede kalanlar içeri girdi. Geri kalan Baran, Kadir ve Kenan tugaydan çıktılar. Kenan Baran'ın yanına geldi.

"Komutanım Allah'ın izniyle haftaya nişanım var sizde buyurun."

Baran gülümseyerek Kenan'ın omzunu sıktı.

"İnşallah Kenan. Hadi iyi günler size."

"Size de komutanım."

Baran o ikisine ters bir yerde kalıyordu. Tugaya yaklaşık elli altmış metre ilerideki lisenin öğretmen lojmanında kalıyordu. Kadir ve Kenan'da buraya bir saat uzaklıktaki bir apartmanda kalıyorlardı. İkisininde arabası olduğu için rahat gidip gelebiliyorlardı.

Baran lojmana doğru yürürken aklına annesi geldi. İki haftadır görevde olduğu için konuşamamışlardı. Cebinden telefonunu çıkartıp annesini aradı. Bir kaç çalıştan sonra telefon açıldığında annesinin sesini duymak yerine kardeşi Aykut'un sesini duydu.

"Abi."

"Aykut naber lan?"

"İyiyim abi sen nasılsın? Görevdeymişsin yaran var mı?"

"İyiyim ben merak etmeyin. Annem nerede?"

"Annem yan binaya taşınan komşulara ziyarete gitti. Oturuyorlar orada."

"Anladım. Dilara nerede o nasıl?"

"Dilara kitap oldu abi onu boşuna sorma."

Baran hafifçe güldü.

"Getir telefonu ona."

​​​Bir kaç hışırtıdan sonra tıklatılan kapı sesini duydu Baran.

"Ya Aykut abi rahat bırak beni artık."

Baran güldü. İkisi her zaman didişir ama birine bir şey olsa kıyameti koparırlardı.

"Meraklın değiliz aç şu kapıyı abim seninle konuşacak."

Kapı açıldığında Baran telefonun Dilara'ya geçtiğini anladı.

"Abim nasılsın?"

"İyiyim Dilara. Sen nasılsın?"

"İyiyim abim görevdeymişsin her şey yolunda dimi? Ne zaman geleceksin?"

"Bu aralar gelemem Dilara ve her şey yolunda. Sende çok kafanı yorma arada çık gez kafanı dağıt tamam mı?"

​​​​​​''Tamam abim dikkat et kendine."

Telefon tekrar Aykut'a geçmişti.

"Abi yarın manitayı sinemaya getiricem bir tık para atarsın dimi?'

​​​​​" Ne kadar lazım?"

"Gönlünden ne koparsa komutanım. Aslan abim benim."

"Tamam eve çıkayım atarım. Sende anneme getir telefonu."

"Tamam abim görüşürüz."

"Görüşürüz hadi

Baran telefonu kapatıp cebine koydu. Eski apartmanın demir kapısına geldiğinde anahtarı cebinden çıkardı. Anahtarı deliğine sokup çevirdiğinde kapı hep yaptığı gibi yine sıkışmıştı. Baran biraz zorladıktan sonra sonunda açabilmişti. İçeri girip eski taş, bir çoğu çatlak, uç kısımları kırılmış, kenarları örümcek ağlarıyla kaplı, demir korkulukları pas içinde kalmış merdivenlerden çıkmaya başladı.

İkinci kattaki dairesinin tahtadan yapılmış dosta korku düşmana güven veren kapısını açtı. Postallarını çıkarıp içeri girdi. Eski kapıyı sertçe kapattı kapı kapanmayıp tekrar açıldığında bu sefer daha sert kapattı. İçeri girdiğinde ilk önce oturma odasındaki çekyatın üstüne telefonunu bıraktı. Odasına gidip kamuflajlarını çıkardı. Askeriyede yıkandığı için tekrar banyo yapmaya gerek duymadı.

Altına siyah eşofmanını üstünede sadece atlet giyinip oturma odasına geldiğinde oturmadan önce tüplü televizyonunun düğmesine basıp açtı. Kırılmış çekyatın üstünden kumandayı alıp sağlam çekyata gidip uzandı. Ayaklarını çekyatın üstüne atıp kumandayla kanalları değişmeye başladı. Spor kanalında kaldığında kumandayı karnının üstüne bıraktı.

Yeni transferleri izlerken telefonu çalmıştı. Diklenip ayak ucundaki telefonunu aldı. Ekrandaki annem yazısını görünce gülümsedi. Geri uzanıp telefonu açtı. Hoparlöre alıp göğsüne koydu.

"Oğlum."

"Annem."

"İyi misin annem? Yaran var mı?"

"İyiyim annem iyiyim yok yaram. Sen nasılsın iyi misin?"

"İyiyim annem iyiym oğlum. Sen eve mi geçtin?"

"Evet yeni gelmiştim. Babannem nasıl?"

"Babannen nasıl olsun oğlum yine şikayet ediyor her şeyden. Şimdide tutturmuş bacaklarım yanıyor hastaneye götüren yok diye. Halbuki daha iki hafta olmadı hastaneye getireli. Ha bu arada babannen sorduki Baran ne zaman bana yeni fırın alacak bu çalışmıyor diyor."

Duraksadı Baran. Yavaş yavaş sinirlendiğini hissetti. Babannesi durumunu bile bile neden böyle yapıyordu ki?

"Anne o fırının taksiti daha geçen ay bitti. Alamam şuan fırın falan."

"Annem biliyorum ama babannen susar mı hiç? Yok çalışmıyor öyle böyle. Sen söylersin ona.''

"Ben daha kendime fırın alamıyorum anne. Daha ona aldığım koltuk takımını ödüyorum. Yok alamam şuan hiçbir şey."

Derin bir nefes alıp bıraktı Baran. Babası şehit olduğundan beri hem babannesinin evini hemde kendi annesinin geçimini kendi maaşıyla sağlıyordu. Borçları da vardı. Babannesi üzülmesin diye pek bir şey diyemiyordu. O da biraz olsun anlayış göstermiyordu.

"Tamam oğlum ben konuşurum babannenle ama beni dinlemiyor sende konuş onunla."

"Tamam anne konuşurum ben onunla. Sen eve geçtin mi?"

"Yok oturuyoruz Hanife ablanla. Yeni taşındılar yan tarafa selam söylüyor sana.''

"Aleykümselam sende selam söyle. Kapatıyorum anne dinlenicem."

"Tamam oğlum. Bu arada fındığa geleceksin değil mi?"

"O zamana izin almayı düşünüyorum tabi verirlerse. Zaten bir dahaki ay fındık ayı belki bir iki hafta sonra gelir otları biçerim. Boşuna adam almayalım."

"Aykut biçer oğlum."

"Aykut güzel biçemiyor ben hallederim."

​​​​​​"Tamam annem sen bilirsin. Ha günlükçü bu sene almıyoruz. Hanife ablan dediki biz size yardıma gelelim siz bize yardıma gelin."

"Tamam anne olur. Hadi görüşürüz."

"Görüşürüz oğlum."

Baran telefonu kapatıp televizyona döndü. Televizyon izlerken yorgunluğu çöktü. Yavaş yavaş gözleri kapanıyordu. O da tutmadı gözlerini iki haftanın yorgunluğuyla uykuya daldı.

***

Ranzada üst katta olan Yahya telefonundan iki yıldır yanık olduğu kadının resmine bakıyordu. Erzurum'daydı kadın. Derin bir iç çekti Yahya.

"Ah ah o gara gara gaşlara gurban olam badem gözlüm."

Alt yatakta yatan Zeki sessizce güldü. Yan taraftaki Gürkan'a bakıp kaşlarıyla üstünde yatan Yahya'yı işaret etti. Gürkan telefondaki resime bakıp ah çeken Yahya'ya baktı. Ayağa kalkıp Yahya'nın yanına gittiğinde eğilip telefona bakacaktı ki Yahya telefonu göğsüne kapatmıştı. Çatık kaşlarla Gürkan'a baktı.

"De get yana de get. Bahtırmam badem gözlüme."

"Yav Yahya bakalım işte yengeye ne olacak?"

"De get önce yengen olsun sonra bakarsın. Yengen olsun hele sonra sen gör Türkücü Yahya'nın sevda türkülerini."

Sağ çaprazdaki Alp gülerek ayağa kalktı. O da diğer yanndan yanaştı Yahya'ya.

"Yahya abi sen hiç konuştun mu bu kadınla?"

Yahya çatık kaşlarını Alp'e çevirdi. Ne demek kadın? Onun bir ismi vardı hayallerimi süsleyen.

"Ne kadını onun adı var adı."

"Nedir abi adı?"

Yahya düşününce bile gülümserdi. Yine öyle oldu. Çatık kaşları düzeldi yanıp tutuşan kalbinin etkisiyle gülümsedi. Hayran kaldı yine kendi çapında.

"Adı mı? Adı Mihriban'dır."

Alp ve Gürkan bakıştıklarında sinsice gülümsediler. Yahya'nın en pofuduk zamanlarından birisiydi."

"Peki Yahya abi sen bu Mihriban hanımla hiç konuştun mu?"

"Konuştum tabi."

Mihriban'ın ses tonu kulaklarında tınladığında derin bir nefes alıp bıraktı Yahya. En kötü türküleri söylese bile hoş gelirdi onun kulağına. Öyle bir sesti onun ki.

"Ee git açılsana Yahya."

Sağ yatağın üstündeki yatakta oturmuş elindeki deftere bir şeyler yazan Bedir'e baktı.

"Deyene bak kendisi üç senedir bu timde ala bir kadına açılamamış bea. Sen başkasına akıl vereceğine git kendi işini görüver gari."

Yahya araya giren Zeki'ye hak vermişti. Onu onaylar şekilde başını salladı. Bedir başını defterden kaldırıp karşı ranzadaki Zeki'ye baktı.

"Dedi üç kere evlenip boşanmış aşk adamı. Sen hiç aşık oldun mu lan öyle kolay konuşuyon? Sen rahat etmek için evlenip sonrada kadın senden askersin bekleyemem diye ayrılmıyor mu? Ben aşığımda şiirler yazıyorum sen aşık olmadın bilmezsin."

Zeki'nin kaşları çatıldığında yattığı yerden diklendi. Bedir'in böyle ileri geri konuşması canını sıkmıştı.

"Bana bak kızan ağzını toplada konuş benimle. Bilmediği yere o kazık burnunu sokma."

Zeki daha fazla bir şey demeden sigara paketini ve telefonunu alıp çıktı. Bahçedeki çardaklardan birine geçip oturduğunda paketinden bir dal çıkarıp yaktı. O bitti yeni bir tane çıkarıp yaktı. Eskiler geldi aklına çıkardı bir tane daha yaktı. Paketi bittiğinde oradaki askerlerden birinden istedi o pakete devam etti.

Zeki odadan çıktığından beri odada bir sessizlik vardı. Zeki hep çabuk sinirlenir çabuk sakinleşirdi ama hiç böyle çıkıp gitmezdi.

Gürkan ve Alp yerlerine geçip oturdu. Bedir de önündeki deftere baktı. Yahya resimi kapatıp battaniyenin altına girdi.

"Niye böyle oldu şimdi?"

Herkesin kafasındaki soruyu sesli dile getiren Alp olmuştu. Hiç kimsede cevap vermedi. Biraz daha oturduktan sonra Alp ayağa kalktı. Odadan çıkıp bahçeye çıktı. Etrafa bakındıktan sonra Zeki'yi çardakta sigara içerken gördü. O tarafa gittiğinde Çardağın önünde durdu.

"Gelebilir miyim komutanım?"

Zeki dumanı havaya üfleyip başıyla onayladı. Alp çardakta Zeki'nin karşısına geçip oturduğunda Zeki ona baktı.

"Söyleyiver kızanım."

"İyi misin abi?"

"Eyiyim aslanım."

"Sen böyle çıkıp gitmezdin. Bu sefer gerçekten kızdın galiba."

Zeki hafifçe güldü. Alp'i severdi harbi çocuktu. Timin en küçüğüydü bir de. Daha bir yakın hissederdi onu.

"Gızıverdim ya kızanım gızıverdim. O kazık burunlu er yere sokar o burnunu."

"Mustafa Kemal nasıl abi?"

Zeki derin bir iç çekti. İlk karısından oğluydu Mustafa Kemal. Sen askersin ben tek başıma büyütemem diyip oğlunuda Zeki'yi de bırakıp gitmişti. Küçücük kazanını emzirmemişti bile.

"Eyidir. Annemde işte aramadım daha."

"Komutanım."

"Söyleyiver kızanım."

"Ama kızmak yok."

"Gızacak bir şeye gızarım. Sen söyleyiver."

"Sen bu üç kadına nasıl nafaka ödüyon abi?"

Zeki böyle bir soruyu beklemediği için durdu biraz. Sonra kahkaha atmaya başladığında Alp'te gülmeye başladı. Sonunda Zeki gülmeyi bıraktığında Alp'te gülmeyi bırakmıştı.

"Gadınlar nafakamı bile istemiyorla r kızanım. Epsi bana siktiri çekti bea."

Alp'in kaşları şaşkınlıkla kalktı. Vay anasını nasıl bıkmışlarsa kadınlar parayı bile istemiyorlar diye düşündü.

Zeki Alp'in ensesini tutup sıktı.

"Güldürdün beni kızan. Keyfim yerine geliverdi şimdi . Koş iki çay kap gel."

Alp ayağa kalkıp içeri girdi. Yemekhaneye gittiğinde oradaki Üsteğmen Gülsüm ile karşılaşmayı beklemiyordu. Tezgahtaki askerle konuşuyordu. Yavaş adımlarla tezgahın oraya gittiğinde Üsteğmen Gülsüm'e selam verdi.

"Neden sivilsin asker?"

"İzinliyiz şuan komutanım."

"Kim verdi size izini?"

"Albay Orhan Kurtulmuş komutanım."

"Anladım."

Alp tezgahtaki askere baktı.

"İki çay verir misin?"

Asker Üsteğmen Gülsüm'e baktığında o başıyla gitmesini işaret etti.

"İstanbul'lu musun?"

Alp ona sorulan soruya gülmek istedi fakat münasip bölgeleri yemedi.

"Hayır komutanım. Van'lıyım."

Şaşırmıştı Gülsüm. Hem böyle kibar ve beyaz tenli birinin doğulu olmasına ihtimal vermemişti. Şaşırmış yüzünü toparlayıp tezgahın üstündeki kağıda baktı.

"Hangi timdensin?"

"Gökbörü Timi'nden komutanım."

Gülsüm Üsteğmen şaşırdıkça şaşırıyordu. O time girmeyi hep istemişti. Şimdi karşısındaki asker o timde olduğunu söylüyordu.

"Anladım asker."

İki çay geldiğinde Alp çayları alıp komutanına selam vererek yemekhaneden çıktı. Bahçeye çıkıp çardağa gittiğinde bir çayı Zeki'ye uzattı.

"Gülsüm Üsteğmen'in sohbeti iyidir."

Alp Zeki'nin söylediği şeyle şaşırıp kalmıştı. O nasıl görmüştü onları?

"Bakma öyle bön bön buradan yemekanenin camı görünüyor oradan gördüm sizi be."

Alp anladığını belirten mırıltılar çıkardı. Boşuna keskin nişancı değil bu adam diye düşündü. Attığını vurur vurduğunu yedi kat yerde olsa dahi bulurdu Zeki Asteğmen.

​​​​​***

Kadir yüzündeki gülümsemeyle zile bastı. İçeriden koşma sesleri duyduğunda daha çok gülümsedi. Önündeki kapı açıldığında karşısında sevdiği Leyla'sı vardı.

"Baba."

Kızının sesiyle bakışlarını aşağıya eğdi Kadir. Kızı ona bakıyordu. Eğilip kızını kucakladığında yüzünü boynuna sakladı. Kızının kokusunu çekti içine. Postallarına değen bir şey hissettiğinde başını kaldırıp postallarına baktı. Leyla'sı bağlarını çözüyordu. Kadir kızını bir koluyla tutup eğildi. Leyla'nın omzunu tutup kaldırdı.

"Kalk Leyla'm ben kendim çıkarırım postallarımı."

Kadir kızını yere bırakıp postallarını çıkardı. İçeri girdiğinde Leyla'ya baktı.

"Ne o sarılmayacak mısın?"

Leyla gülümseyip Kadir'e sarıldığında Kadir kollarını karısının beline sardı. Karısının özlediği kokusunu çekti içine.

"Kadir'im keşke haber etseydin yemekleri ısıtırdım."

"Sürpriz olsun istedim."

Leyla geri çekilip korka korka bedenini süzdü Kadir'in. Her gelişinde korkarak yapardı bunu. Olurda bir yarasını görse nasıl yüreği sızlardı.

"İyiyim Leyla'm merak etme. Siz nasılsınız? Bir problem oldu mu yokken?"

"Hiçbir şey olmadı Kadir. Her şey aynıydı. Sen üstünü değişip yıkanana kadar yemekleri ısıtırım ben."

Kadir gülümseyip odaya gitti. Kamuflajlarını çıkartıp kirliye attı. Banyoya girip hızlıca yıkandı. İhi haftadır traş olmadığı için çıkan kirli sakalını tıraş edip banyodan çıktığında karısı Leyla onun için kıyafetler hazırlıyordu. Kadir yavaşca arkasındsn gidip sarıldığında Leyla minik bir çığlık attı. Kadir güldüğünde karısını bırakıp önüne geçti. Leyla gülümseyerek kocasına baktı. Kadir içekerek bir elini Leyla'nın yanağına yasladı.

"İki haftadır burnumda tütüyorsunuz."

"Sende Kadir. Yaren sürekli seni sordu. Akşam tişörtüne sarılarak uyudu."

"Kurban olurum kızıma ben."

"Hadi üstünü giyinde gel masa hazır."

Leyla odadan çıktığında Kadir üstünü giyinip çıktı. Bacağına yapışan kızını kucağına alıp öpe koklaya masaya geldi.

"Ben Neriman teyzeye haber verim o da gelsin bizimle yesin. Mustafa Kemal sever makarnayı."

Kadir karısının teklifine gülümsedi sadece. Leyla evden çıkıp alt kata indi. Zile bastığında içeriden Mustafa Kemal'in 'Baba' diye bağırdığını duydu. Çok üzülüyordu bu çocuğa. Her kapı çalışında aynı şekilde koşuyor sonra hüsrana uğruyordu.

Kapı hızlıca açıldığında yine olduğu gibi Mustafa Kemal'in gözlerindeki ışık söndü.

"Kızan ben sana demedim mi er kapıya baba diye koşamyacaksın. Kim geldi?"

İçeriden seslenem Neriman teyze yavaş adımlarla pdadan çıkıp kapıya baktı. Leyla'yı fark ettiğinde hafifçe gülümsedi.

"Leyla kızım ne oldu?"

"Yemek yiyoruz Neriman teyze sizi çağırmaya geldim."

"Ben aç değilim Mustafa gelirse gelsin."

Leyla Mustafa Kemal'e baktığında hala üzgün olduğunu gördü.

"Mustafa Kemal makarna yaptım salçalı. Hadi gel sende bizimle ye."

Mustafa Kemal bir şey demeden terliklerini giydi. Beraber üst kata çıktılar. Leyla kapıyı açıp girdiğinde Mustafa Kemal'in de girmesini bekledi. Mustafa Kemal içeri girip masaya geçtiğinde Kadir'e baktı.

"Mustafa Kemal naber aslanım?"

"İyiyim Kadir amca. Babam yine gelmedi beni görmeye. Aramadı da. Her aramasında geleceğini söylüyor ama hiç gelmiyo."

​​​​​​Kadir üzülerek Mustafa Kemal'e baktı. Annesi bırakıp gitmişti. Zeki'nin annesi Zeki'yi eve sokmuyordu. Yıllardır bir küslük vardı aralarında. Gelirsi kapıdan oğlunu görür sonrads geceyi Kadir'in evinde geçirirdi. Artık çekiniyordu Zeki onlarda kalmaya bu yüzden gelmiyordu genelde bu tarafa. Zeki'de oğlunu çok özlüyordu.

"Yarın yanına gidelim mi babanın?"

Mustafa Kemal'in gözleri parladı. Gülümseyerek Kadir'e baktı. Gerçek söylediğine emin olamadı.

"Gerçekten mi Kadir amca?"

"Gerçekten tabi. Hem babaya sürpriz yaparız. Sen nenene söyleme tamam mı?"

"Tamam söylemem."

Mustafa Kemal'in içini heyecan kapladı. Oturduğu sandalyede bacaklarını salladı. Önüne konan makarnayı yemeye başladı.

"Kadir herkes iyi mi?"

"İyi Leyla'm bir sıkıntı yok çok şükür."

"Yarın akşam Baran'ı yemeğe davet et."

"Olur Zeki'yide alır gelirim."

İlkay ailesi ve Mustafa Kemal yemeklerini keyifle yediler. Mustafa Kemal babasını göreceği için bir an önce uyuyup sabah olmasını istedi. Masadan kalkıp Leyla'nın yanına gitti.

"Leyla teyze ben eve iniyorum."

"Bekle Mustafa nenene yemek getiricem beraber ineriz."

Mustafa mutfakta Leyla'yı beklemeye başladı. Leyla küçük bir tencere yaptığı etli yemekten koyup Mustafa'ya döndü.

"Hadi Mustafa inelim."

İkisi birlikte evden çıkıp alt kata indiler. Mustafa zile bastığında yaşlı nenesinin kapıyı açmasını bekledi. Kapı sonunda açıldığında Mustafa Kemal rerliklerini çıkarıp içeri koştu. Leyla gülümseyerek Neriman teyzesine baktı.

"Neriman teyze yemek getirdim. Isıtır yersin istediğinde."

"Çok sağ ol kızım. Bu kızan yaramazlık etti mi üstte?"

"Yok yok bir şey yapmadı Mustafa."

Neriman teyze Leyla'nın elindeki tencereyi alıp gülümsedi.

"Kadir geldi mi?"

"Geldi çok şükür."

"İyi kızım gözün aydın."

"Sağ ol Neriman teyze. Hadi iyi akşamlar size."

"Sanada kızım."

Neriman teyze kapıyı kapattığında Leyla evine çıktı. Eve girdiğinde Kadir'i telefonda konuşurken gördü. Leyla merakla ona bakarken Kadir üzülerek baktı karısına.

"Tamam komutanım."

Hüzün çöktü Leyla'nın yüreğine. Daha yeni gelmişlerdi yeni görev mi çıkmıştı? Kadir telefonu kapatıp Leyla'nın yanına geldi.

"Leyla'm benim gitmem lazım. Merak etme tamam mı?"

"Kadir'im daha yeni geldin ne görevi?"

"Biliyorum biliyorum ama elimden bir şey gelmez. Dikkat edin siz."

Kadir hızlıca odaya gidip temiz kamuflajlarını çıkardı. O üstünü giyinirken Leyla yanına geldi.

"Mustafa Kemal'e anlatırsın sen tamam mı?"

"Baba yine mi gidiyorsun?"

Odalarına gelen Yaren gözleri dolu dolu baktı babasına. Kadir'in yüreği dayanmıyordu kızının yaşlarına ama napsındı? Vatan göreviydi aileden önce gelirdi. Kadir üstünü giyinip kızını kucakladı. O ailesiyle vedalaşırken Leyla göz yaşlarını tutamamıştı.

***

Baran hızlıca kamuflajlarını giyinip evden çıktı. Merdivenleri koşar adım indiğinde hızlıca dışarı çıktı. Mardin'de bulunan Hudut Karakolu'na baskın yapılmıştı. Acil destek istenmişti. Bu desteğide hem Gökbörü hem de Turan Tim'i sağlayacaktı. Koşarak Kışla'ya geldiğide hemen içeri girip Albay'ın odasının önünde durdu. Kapıyı tıklatarak içeri girdiğinde içeride Turan timinin komutanı Gülsüm Üsteğmen'de vardı. Baran Albay Orhan'a selam verdikten sonra ona selam veren Üsteğmen Gülsüm'e selam verdi.

"Yüzbaşım Hudut Karakolu acil destek bekliyor. Gidin ve orayı temizleyin. Emir komuta sende. Kazanız mübarek olsun."

"Emredersiniz komutanım."

Gülsüm ve Baran odadan çıktıklarında doğruca dinlenme odasına girdiler. İki timde buradaydı. Sadece Kenan ve Kadir henüz gelememişti. Baran sinirlendiğini hissettiğinde Alp'e döndü.

"Ara şunları nerede kaldılar?"

"Emredersiniz komutanım."

Alp kenara çekilip Kadir'i aradı.

"Gökbörü ve Turan beni dinle. Helikopterle yaklaşık yarım saate orada oluruz. Oeaya gittiğimizde elimizden geldiğinde o itlerden öldüreceğiz. Sınırdan çıktıları an işimiz zorlaşır onları sınırdan çıkmadan temizleyeceğiz. Gürkan sürekli karakolla iletişim halinde olacaksın."

"Emredersiniz komutanım."

"Alp nerede kaldılar lan şunlar?"

"Geliyorlar komutanım 2 dakikaya oradayız dediler."

Kapı açıldığında Baran arkasını dönüp baktı. Kadir ve Kenan selam verip diğerlerinin yanına geçtiler.

"Üç kişi sınıra konumlandıracağız bize oradan bilgi verecekler. Zeki, Orkun ve Sefer sizler orada görev göreceksiniz. Kaçmaya çalışanı indirin. Şunu unutmayın bu itler biz öldürdükçe çoğalacaklar. Siz üçünüz sınırdan onlara herhangi bir destek geçirmeyeceksiniz. Orada durum zor herkes kendine yeteri kadar mühimmat alsın. Kayıp istemiyorum."

"Emredersiniz komutanım!"

​​​​​​Baran Gülsüm Üsteğmene döndü.

"Sizin diyecek bir şeyiniz var mı Üsteğmenim."

"Hayır komutanım."

İki timde hızlıca hazırlanıp sahaya çıktılar. Varan iki timinde helikoptere binmesini bekledi. En son kendi binip boş yere oturdu. Gürkan karakolla iletişime geçebilmişti.

"Durum ne Gürkan?"

"Sayıları gittikçe artıyormuş komutanım."

"Yaralı veya Şehit var mı?"

Gürkan telsizden zor bela tekrar iletişim kurduğunda komutanının sorusunu sordu. Duyduğu yanıt onu üzse de artık çok geçti.

"Komutanım bilinen sekiz yaralı dört şehit. Kesin bir sayı değilmiş daha fazla olabilirmiş."

Helikoptere sessizlik çöktü. Şehit haberleri hepsini her zaman üzerdi. Ama dillerinden tek bir cümle dökülürdü. 'Vatan sağ olsun.' Hedefleri vatanlarını, bu atalarından kalmış toprakları diri tutmaktı. Hedefleri bu topraklara göz dikmiş şerefsizlere göz açtırmamaktı. Hedefleri çocukları sokaklarda rahatca oynayabilmeleriydi.

"Vatan sağ olsun. "

Hepsi aynı anda mırıldandılar sadece. Kimseden çıt çıkmıyordu. Baran o an babasını düşündü. Onlara babasının şehaditini bir asker gelip söylememişti. Baran bizzat şahit olmuştu babasının şehitliğine. Annesinin çığlıkları kardeşlerinin korkup Baran'a sığınmaları. Baran'ın bir şey yapamaması. Hepsi tek tek gözlerinin önüne geldiğinde başını sallayarak kendine geldi. Hala alamamıştı babasının intikamını bu canını sıkıyordu ama illaki dağda o ite rastlayacaktı ve onu öldürmesi için yalvartacaktı.

"Komutanım."

​​​​​​Üsteğmen Gülsüm'ün sesiyle Baran bakışlarını ona çevirdi.

"Daldınız."

"Bir şey düşünüyordum. Gürkan durum ne?"

"Sayılarında hiç azalma yok komutanım."

​​​​​Tekrar sessizlik oldu. Sadece telsizden cızırtılı bir ses geliyordu. Uzun bir süre Gürkan dışında kimse konuşmadı. O da bilgi vermek dışında bir şey söylememişti.

"Komutanım inişe geçiyorum."

Gelen bilgiyle tim yerlerinde kıpırdandılar. Sınırın biraz yakınına ineceklerdi. Zeki, Orkun ve Sefer yerlerine koğuşlanacak sonrasında diğerleri karakola gidip yardım edeceklerdi. Helikopter yere indiğinde kapıya en yakın oturan Hamza kapıyı açıp indi. Herkes hızlıca indiklerinde gelen silah seslerini duydular. Zeki, Orkun ve Sefer koşarak uygun bir yere koğuşlandıktan sonra kulaklıktan hazır olduklarını söylediler.

"Hadi arkadaşlar artık bizim sıramız."

Koşarak karakolun arkasından girdiklerinde önlerinde geleni indirmeye başladılar. Baran kısa bir göz gezdirişin ardından Astsubay Kıdemli başçavuş Poyraz Oluklu'yu fark etti. Koşarak onun yanına gittiğinde Poyraz başıyla selam verdi.

"Astsubayım durum nedir?"

"Komutanım fazla kaybımız var yeteri kadar mühimmatımız yok."

"Tamam Astsubayım size destek mühimmat getirdik. İnşallah buradan da çıkıcaz."

Baran balını kaldırıp oraya doğru koşan şerefsizi tek mermiyle indirdi. Saatlerce çatıştılar ama bu it oğlu itler biraz olsun azalmadılar. Şehit sayısı da gittikçe artıyordu. Ağır yaralılardanvardı fakat onlara müdahale edilemiyordu.

"Komutanım yaklaşık yüz on altı metre sınır dışı on üç araba destek geliyor."

Kulaklaığından duyduğu bilgiyle kaşları çatıldı Baran'ın. Olduğu yere sinip kulaklığının düğmesine bastı.

"Düzenek kurmaya vakit var mı Orkun?"

"Hayır komutanım."

​​​​​​"Bir şekilde geçirmeyin asker buradakiler azalmıyorlar."

"Elimizden geleni yapıyoruz komutanım.

"Daha fazlasını yapın lan o zaman."

"Emredersiniz komutanım."

Kulaklığını kapatıp şarjörü'nü kontrol etti.

"Komutanım Fırat vuruldu!"

Turan timinden bir askerleri vurulmuştu. Fakat burada acil müdahale edemiyorlardı. Baran onların olduğu tarafa bakarken aniden yüzüne yediği tekmeyle ne olduğunu şaşırdı. Hızlıca toparlandığında üstüne bıçakla atlayacak olan puştu tekmesiyle durdurdu. Ağzına dolan kanı tükürüp silahını ona doğrulttu. Tek mermiyle adamı yere serdi.

"Şerefsiz."

Gittikçe çoğalıyorlardı. Mühimmatları gittikçe azalıyor yaralı ve şehit sayısı artıyordu. Desteksiz halledilecek bir durum değildi. Telsizini çıkartıp Albay'a bağlanmaya çalıştı. Albay'dan ses geldiğinde Baran bir nebze rahatladı.

"Komutanım acil hava desteği lazım. Bunlar gittikçe artıyorlar. On üç araba daha desteğe geliyor. Şehit ve yaralı sayısı artıyor. Timden biri vuruldu. Mühimmatımız riskli daha nereye kadar yeter bilmiyorum. Acil destek gerekiyor. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı yüzbaşım. Gereken desteği sağlayacağız dayanın."

Baran telsizi cebe yerleştirip karşı taraftaki Üsteğmen Gülsüm'e baktı.

"Destek geliyor dayanın!"

​​​​​​Başını kaldırıp sağdan gelen puşta nişan aldı. Tetiğe bastığında şarjörün bittiğini anladı. Yerine sinip şarjörü çıkardı. Yenisini takmak için yeleğin ceplerini yokladığında daha şarjörün kalmadığını fark etti. Elindekini bırakığ beylik tabancasını çıkardı. Mecbur onunla devam edecekti. Allah'ın dağına sis çökmüştü. Baran koca bir küfür etmek istesede tuttu kendini. Küfür eden tiplerden değildi.

Gün doğmaya başlamıştı. Nerede kaldı bu hava desteği diye düşündü. Sis biraz olsun azalmamıştı görüşleri zordu. Telsizinden gelen sesle yerine sinip telsizi çıkardı.

"Yüzbaşı Özer beni duyabiliyor musun?"

"Duyabiliyorum komutanım"

" Bensavaş pilotu Kıdemli Yüzbaşı Tolga Dere. Havadan size destek sağlayamıyorum. Hava şartları buna izin vermiyor oradan çekilmeniz gerekiyoe anca bu şekilde yardım edebilirim. Sizi görebilmem için yirmi metreye kadar alçalmam gerekiyor. Basınçtan doları bu uçakta ciddi bir hasara yol açacaktır."

"Komutanım başımızı çıkartamıyoruz sayıları çok fazla. Geri çekilemiyoruz."

Bir süre ses gelmedi telsizden.

"Tamam alçalıyorum."

Baran derin bir nefes bıraktı. Komutanı onlar için kendisini riske atacaktı. Gelen savaş uçağı sesiyle hafifçe gülümsedi.

"Hakkınızı helal edin Komutanım."

"Sonuna kadar helal olsun Yüzbaşım. Vatan sağ olsun!"

​​​​​​Savaş uçağı tek tek bu şerefsizlerin olduğu yerleri indirdiğinde herkes derin bir nefes verdi. Savaş uçağı havada kontrolsüzce dönmeye başladığında Baran bir şeyleri anladı. Kıdemli Yüzbaşı Tolga Dere buradan sağ çıkamayacaktı. Uçak gürültüyle düştüğünde orada derin bir sessizlik vardı. Koca bir ateş göğe yükseldi. Baran gözlerini kapattı. Kendini feda eden bir asker bunca kişiyi kurtarmıştı. Astsubay Kıdemli başçavuş Poyraz Oluklu Baran'ın yanına geldi.

"Komutanım."

Baran gözlerini açıp ona döndü.

"Otuz altı şehidimiz var. Yaralıların hepsi şehit oldu. Buna Teğmen Fırat Karakaş'ta dahil."

Astsubay dayanamadı gözlerinden yaşlar süzülürken yanlarından uzaklaştı. Timdekilerde belli etmeden bir kaç gözyaşı dökmüşlerdi. Turan timindekiler ise hiç saklamaya gerek duymadan ağlıyorlardı.

Otuz altı şehit. Otuz altı ana yavrusu. Otuz altı babasının aslanı. Otuz altı eş. Otuz altı baba. Otuz altı ana. Nasıl bir yıkımdı böyle?

Baran etrafa bakındı yerde yatan itlere baktı. Hepsini diriltip işkenceyle gebertmek istedi. Kurtarmak için geldikleri bu karakolda bu sayıya kadar nasıl izin vermişlerdi. Göğsü ağrıdı Baran'ın. Otuz altı can bu vatan için canlarını verdi. Bir kişi kendini feda etti. Nasıl haberleri verilecekti ki? Hiç sevmediği bir işte bu.

"Yüzbaşım durum nedir?"

Baran elindeli telsizi kaldırıp ağzına yaklaştırdı tuşuna basıp gözlerini kapattı.

"Otuz yedi şehidimiz var komutanım."

Bir cümle yeterliydi can yakmaya. Daha fazla bir şey diyemedi. Karakoldan çıkıp oradaki puştların arabalarından birine bindi. Yutkunmakta zorluk çekiyordu. Otuz altı şehit ne demekti?

Yanan uçağın yanına geldiğinde arabadan indi. Uçağa yaklaşıp içerisindeki yanan Kıdemli Yüzbaşı Tolga Dere'ye baktı. Ölse bedenini burada bırakmazdı Baran. Çantasından yanmaz battaniyeyi çıkarıp bedenine sardı. Hızlıca ateşin içine dalıp kırılmış kapıdan uzanarak çekip aldı bedeni. Ellerinde yanıklar olmuştu ama umrunda değildi. Otuz altı kişi canını vermişti o eli yandı diye şikayet mi edecekti.

Yüzü az çok belli olan bedene baktı. Acılı bir iç çekti Baran. Bedeni kucaklayıp arabaya koydu. Tekrar diğerlerinin yanına geldiğinde yerde yatan şerefsizlere sarı torbalara koyduklarını fark etti. Arka koltuktan şehidi alıp içeri girdiğinde yerde aynı sıraya dizilmiş şehitlere baktı. Tolga Dere'yi de yanlarına bıraktı Baran. Ağlayamazdı Baran hiç. Babasının töreninde bile bir damla göz yaşı dökmemişti. Sadece acıyla bir iç çeker benimde yeryüzünde sınavım buymuş diye düşünürdü.

"Komutanım."

"Söyle."

"Dışarıdaki siktiğimin puştlarını torbaladık."

"Banane lan niye söylüyorsun bunu bana?"

Alp terslensede bir şey demedi. Şuan hiç kimse hiç kimseye bir şey diyecek durumda değildi. Yerde yatan şehitlere baktı Alp. Sağ gözündem bir damla düştüğünde hızlıca sildi.

"Helikopter iniş yaptı bizi bekliyor komutanım. Albay Orhan bizi bekliyor."

Baran başıyla onaylayıp dışarı çıktı. Ona bakan askerlere başıyla işaret ettiğinde hepsi sessiz sedasız yürümeye başladılar. Helikoptere geldiklerinde yine Baran en son binmişti. Aralarından bir kişi eksikti. Herkes oradaki boşluğa bakıyordu. Turan timi ve Gökbörü timi sessizce göz yaşı döküyorlardı. Baran sesini çıkarmadı. Önündeki silahının namlusuna alnını yaslayıp sadece öylece durdu. İçindeki acıyı hiç kimseye belli etmek istemedi. Hep yaptığı gibi bu da benim yer yüzündeki sınavım dedi. Sabırlı olması gerekiyordu. Biliyordu bu sabırın sonu huzurdu.


Loading...
0%