@turuncuaseton
|
Bir aile, krallığın kenarında, küçük bir kasabada huzur içinde yaşamaktadır. Baba, krallığın sadık bir askeridir, anne ise kasabanın sevilen bir kadınıdır. Küçük kızları, ailenin neşesi ve hayatlarının ışığıdır. Ancak, bu mutlu tabloyu kıskanan biri vardır: kasabanın derinliklerinde yaşayan gizemli bir cadı. Bu cadı, babaya derin bir tutku beslemektedir ve onun kalbini kazanmak için her türlü kara büyüyü yapmaya hazırdır. Kadim büyü kitaplarında, bir insanın kalbini çalmanın tek yolunun, onun gerçek sevgisini yok etmek olduğunu okumuştur. Cadı, anneden kurtulması gerektiğini anlar. Bir gece, gizlice eve girer ve annenin içtiği suya zehir karıştırır. Zehir, yavaşça ve acı verici bir şekilde etki eder. Kadıncağız, birkaç gün içinde zayıf düşer ve ne kadar çabalasa da bu tuhaf hastalığa karşı koyamaz. Baba, eşinin acısını izlerken kahrolur ama hiçbir şey yapamaz. Sonunda, sevdiği kadın kollarında son nefesini verir. Ancak, cadı amacına ulaşamaz. Babayı büyüyle kendine bağlamaya çalışsa da, adamın kalbinde hala sadece karısına duyduğu saf sevgi vardır. Bu sevgi, cadının kara büyüsünü bile etkisiz kılar. Kasabanın sınırlarında yaşayan cadı, adamın kalbini kazanamadığını fark ettikçe içindeki öfke büyüdü. Her geçen gün, başarısızlığının acısı ve adamın kalbinde kendine yer bulamamasının getirdiği hayal kırıklığı onu daha da karanlık büyülere yöneltti. Bu öfke, cadının güçlerini daha önce hiç olmadığı kadar artırdı. Artık sadece bir insanın kalbini değil, bir yaşamı da yok edebilecek kadar güçlüydü. Bir gece, kasabaya karanlık çöktüğünde, cadı evin önünde belirdi. Adam, acı ve kederle dolu, küçük kızını uyutmaya çalışıyordu. Cadı, adamın karşısına çıktı. Adamın yüzü, onun karanlık varlığı karşısında sertleşti. Ancak cadının gözlerinde gördüğü öfke ve güç, onu dehşete düşürdü. "Seninle olmayacak," dedi adam, gözlerinde kararlılık. "Kalbim ona ait ve onu hiçbir büyü değiştiremez." Cadı, dudaklarında acı bir gülümsemeyle adama baktı. "Eğer benim olamıyorsan," diye fısıldadı, "hiç kimsenin olamazsın." Birdenbire, cadı ellerini kaldırdı ve karanlık bir enerjiyle dolu bir büyü fısıldadı. Adam, bu büyünün karşısında kaçma şansı bile bulamadan yere yığıldı. Kalbi bir anda durdu ve nefesi kesildi. Cadı, öfkesinin doruğunda, adamın cansız bedenine soğuk bir bakış attı. Onun gözünde, sevdiği adamı kaybetmenin verdiği acı ve reddedilmenin yarattığı hırs vardı. Küçük kız, babasının yere düştüğünü gördüğünde, gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Annesini kaybettikten sonra babası onun dünyası olmuştu, ve şimdi onu da kaybetmişti. Cadı, kızın çaresizliğini izlerken, kendi güçlerinin doruğunda olduğunu hissetti. Ancak bu güç, onu daha da yalnız ve karanlık biri haline getirmişti. Cadı, adamın cansız bedenini geride bırakıp, küçük kıza son bir bakış attı. "Bu kasaba artık benim olacak," diye mırıldandı. Ardından karanlığın içinde kayboldu. Küçük kız, babasının soğuyan bedenine sarılmış, gözyaşları içinde ağlıyordu. Her şeyini kaybetmişti; hem annesini hem de şimdi babasını. Dünya onun için karanlık ve acı dolu bir yer haline gelmişti. Hava soğumuştu, kasabanın çevresine karanlık bir sessizlik çökmüştü. Kızın gözkapakları ağırlaşıyor, bedeni donmaya başlıyordu. Bu soğuk gecede, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide savruluyordu. Tam o sırada, karanlıkta bir siluet belirdi. Sert bakışlı, uzun paltolu bir adam, kızı fark etti. Adam, bir avcıydı; bu diyarlarda cadıları avlamakla tanınmış, sessiz ve kararlı biri. Bu küçük kızı burada, bu halde bırakamazdı. Çocuk, soğuğun ve yasın etkisiyle bilincini kaybetmek üzereydi. Adam, kızın yanına çömeldi, onu yavaşça babasının cansız bedeninden ayırdı ve güçlü kollarıyla onu kucakladı. Kız, derin bir uykunun eşiğindeydi, ama bir şekilde bu yabancının kollarında güvende hissediyordu. Adam, hızlıca kızla birlikte kasabanın dışına çıktı. Karanlık ormanda, kimsenin bilmediği gizli bir patika boyunca ilerledi. Bu patika, ormanın derinliklerinde, yalnızca seçilmiş birkaç avcının bildiği gizli bir sığınağa çıkıyordu. Burası, cadıların güçlerinden ve krallıkların baskılarından korunmak isteyen insanların saklandığı bir yerdi. Sığınak, ormanın en derin ve karanlık kısmında, dağların içinde gizlenmiş bir mağaraydı. Burada, birkaç avcı ve büyü yapamayan insanlar barınıyordu. Adam, mağaraya ulaştığında, küçük kızı yavaşça yere yatırdı. Mağaradaki diğer insanlar sessizce ona baktılar. Adam, "Bu kız, ailesini kaybetti," dedi, sesinde bir kararlılık vardı. "Onu burada güvende tutmalıyız." Bir kadın, mağaranın derinliklerinden çıkıp kızın yanına geldi. Yaşlı ama güçlü biriydi, birçok yaralıya şifa vermiş biriydi. Yavaşça kızın yanına çömeldi, yumuşak bir battaniyeyle onu sardı ve nazikçe alnına dokundu. "Zavallı çocuk, soğuktan ve kederden perişan olmuş," dedi. "Ama güçlü bir ruhu var, iyileşecek." Avcı, kızın yanına oturdu ve mağaranın duvarlarına çarpan ateşin aydınlığında yüzüne baktı. "Bu kız, bir gün babasının intikamını almak isteyecek," diye düşündü. "Ama önce, iyileşmeli ve neyle yüzleştiğini öğrenmeli." Küçük kız, ağır uykusunun içinde, babasının sıcaklığını özlüyordu ama aynı zamanda, bu yabancı adamın güçlü kollarında bir tür güven hissediyordu. Hayatta kalmıştı ve bu yeni, gizli dünyada büyü yapamayanların arasında kendine yeni bir yol bulmak zorunda kalacaktı.
|
0% |