@turuncuaseton
|
Burası, büyüyle mühürlenmiş, kimsenin varlığını bilmediği karanlık bir mağaraydı. Krallıkların ötesinde, çorak topraklarla çevrili ve ölümcül bir ormanın derinliklerinde saklıydı. Ormanın ağaçları, gökyüzünü örten kara bulutlarla sarmalanmış, dalları ölü eller gibi göğe uzanıyordu. Rüzgârın uğultusu, mağara girişinden içeri giren soğuk bir nefes gibi yankılanıyordu. Bu lanetli yer, cadıların sırlarını saklayan kutsal bir mabetti adeta. İçeriye adım atıldığında, sıradan bir mekândan çok uzak bir atmosfere sahip olduğu hemen anlaşılıyordu. Duvarlar, tuhaf semboller ve kadim yazıtlarla kaplıydı; her biri eski büyüleri ve unutulmuş sırları taşıyan işaretlerdi. Zamanla taşlara kazınmış gibi görünen bu yazıtlar, aslında her bir işaretle yaşayan büyülerdi. Bu büyüler, mekânın atmosferine bir enerji katmış, girenleri her adımda daha da içine çeken bir güçle doluydu. Merkezdeki devasa taş masa, her bir liderin gücünü ve hırsını temsil edercesine masif ve etkileyiciydi. Masanın yüzeyi pürüzsüz değildi; yüzeyine, dört liderin gruplarını temsil eden semboller kazınmıştı. Alevler, ağaç dalları, gölgeler ve ruhları simgeleyen bu semboller, her bir cadı liderinin güçlü enerjisiyle ışıldıyordu. Masanın ortasında, daire biçiminde bir boşluk vardı ve bu boşluk, her liderin oturduğu yerdeki elementin ışığıyla dolarak hareket ediyordu. Alev Safirleri'nin lideri Ignara'nın oturduğu yerde kırmızı alevler dans ederken, Zümrüt Cadıları'nın lideri Viridia'nın önünde yeşil bir ışık huzmesi, doğanın gücünü yansıtıyordu. Umbra'nın gölgeleri masanın üzerine dalgalanırken, Noctura'nın oturduğu noktada koyu mor bir aura yayılıyordu. Yüksek tavanı, devasa sarkıtlarla kaplıydı ve bu sarkıtlar, zaman zaman damlayan suyun yankısıyla hareket eder gibi görünüyordu. Sarkıtların ucundan düşen damlalar, zemine çarparak yankılanıyor, bu ses liderlerin karanlık planlarına eşlik ediyordu. Zemin, nemli ve pürüzlüydü; burada yıllardır hiçbir insan ya da yaratık yürümemiş gibi izsiz ve doğaldı. Yerden yükselen sis, liderlerin ayaklarının etrafında dolanarak adeta ruhların bu karanlık planı onayladığını belirten bir sembol gibiydi. Kenarları eski, taşlardan yapılmış meşaleler aydınlatıyordu; bu meşaleler, sıradan alevlerden çok farklıydı. Her biri cadıların grubuna göre farklı renklerde yanıyor ve dumanları ağır ağır tavanlara yükseliyordu. Kırmızı, yeşil, mor ve siyah dumanlar birbirine karışarak mekâna mistik bir hava katıyordu. Meşalelerin ışığı, duvarlara sembollerin gölgelerini yansıtıyor ve sürekli değişen bir aydınlık veriyordu, bu da ortamı daha tehditkâr hale getiriyordu. Derinlerde, ufak bir su birikintisi dikkat çekiyordu. Bu sıradan bir su değil, cadıların geleceği gördükleri, büyülü bir su kaynağıydı. Her dalga, her su kabarcığı, gelecekteki olaylardan bir kesit gösterir gibiydi. Suyun yüzeyine baktıklarında, her lider kendi vizyonunu ve planını görebiliyordu. Bu suyun derinliklerinden gelen hafif bir uğultu, liderlerin zihinlerinde yankılanarak onları daha da derin düşüncelere daldırıyordu. Liderlerin sırlarını güvenle sakladıkları bu yer, dış dünyadan tamamen izole edilmiş, kimsenin bilmediği ve kimsenin giremeyeceği kadar iyi korunmuştu. Burada, liderler güven içinde planlarını yapabilir, güçlerini birleştirip dünyayı dizlerinin önüne getirecek o dört kitabın peşine düşebilirlerdi. Her sembol, her gölge, her damla su, buranın cadılar için nasıl bir mabet olduğunu gözler önüne seriyordu. Burası, liderlerin gerçek gücünün kaynağıydı ve onların krallıkları diz çöktürmek için kullandıkları en büyük silahtı. Liderlerin birbirlerine olan güveni ve güvensizliği, güç arayışı ve hırslarını harmanlayan bir arenaydı. Burada, kral Fortis'in asla göremeyeceği, hissedemeyeceği ama sonunda tüm krallığını yutacak karanlık planlar doğuyordu. Bu planlar, yalnızca bu duvarlar arasında değil, her bir liderin gözlerindeki kararlılıkta saklıydı. Onlar için her şeyin başladığı ve biteceği bu yer, gerçek tahtlarıydı.
|
0% |