Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm | Test

@tuturkan_3806

Günümüz

(Aybala’nın anlatımıyla.)

Avcumun içinde sıkıca tuttuğum flaş belleği kimseye fark ettirmeden çantama attım. Ardından şüphe uyandırmamak amaçlı çantamı karıştırıyormuş gibi davranıp içinden el aynamı çıkardım ve yuzumde leke olup olmadığına baktım. Emin olduktan sonra aynayı tekrardan çantama attım ve fermuarını sonuna kadar çektim.

Bakışlarım etrafta gezinirken yolun karşısındaki birkaç elemanın bakışlarını üzerimde yakaladım. Farkında değilmiş gibi davranarak yaya geçidinden yolun karşısına geçtim ve otobüs durağına doğru yol aldım.

Durakta iki tane adam bekliyordu. Biri oturağa oturmuş, diğeri ise durağın demirlerine yaslanmış, ayakta otobüs bekliyordu. Oturağa kendimi bırakırken yanımdaki adam hala başka yöne bakıyordu. Ayakta olan ise göz ucuyla bana bir bakış attı. İkisi de 20li yaşlarındaydı. Yapılı bir vücuda sahip oldukları her hallerinden belliydi.

Yanımdaki adam aniden ayağa kalktığında yüzünü göstermemek için direttiği çabanın saçmalığını düşünerek onunla aynı anda ayağa kalktım. Bu işte bir bit eniği olduğunu seziyordum. Yüzünü göstermemekte inatçıydı. Yaklaşan otobüse döndüğünde otobüse bakıyormuş gibi yapıp hafifçe kafamı eğip öne doğru uzattığımda aramıza demire yaslanmakta olan adam girerek amacıma ulaşmama engel oldu.

Nihayetinde otobüs durağın önüne geldiğinde durdu. Dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes verirken hızlı hareket edip önden atıldım. Elimi kartı almak amaçlı cebime attığımda kartımın yerinde olmadığını gördüm. Şoföre mahcup bir ifadeyle bakarken beklemediğim bir anda arkadan bir el uzanıp kartı bastı.

Ekranda değişen rengi gördüğümde arkamı döndüm. Direğe yaslanan adam sert yüz hatlarıyla bana kart uzatıyordu. “Durakta düşürmüşsün.” Hiçbir şey demeden kartı aldım ve minnettar bir gülümsemeyle arkalara doğru ilerlemeye başladım. Kartı parmaklarım arasına alıp üzerinde yazan isme baktığımda bana ait olmadığının farkına vardım.

Kaan Kılıçsoy.

Kaan ismi ne kadar kulağa tanıdık gelse ve bana o günü anımsatsa da ülkede tek Kaan’ın o olmadığını biliyordum. Arkamı dönüp ona baktığımda ise tanıdık bir eşkâlle karşılaşamadım. Kartını basıp arkamdan ilerliyordu. Adımlarımı hızlandırıp bulduğum ilk boş yere çöktüm. Bakışlarım yanıma kaydığında o adamı gördüm. Durakta yanımda oturan ve inatla yüzünü göstermeyen, bana dönmeyen o adamı.

Adının Kaan olduğunu öğrendiğim adam ise önümüzdeki demirlere yaslanıp bir omzunu da cama verdi. Yüzü bize dönük, bakışları tavandaydı. Avcum arasındaki kartı ona doğru uzattım. “Teşekkür ederim,” dedim sessizce. Bakışları bana döndüğünde göz ucuyla yanımdaki adamı işaret etti. “Benim değil, onun.”

Adamın otobüse arkadan kaçak bindiğini düşünüyordum. Yanılmıştım, kaçak binen bendim. İçimdeki tanıdık his daha da alevlendiğinde yüzünü görme isteğim kat be kat daha da arttı. Kartı çevirip ona doğru uzattığımda bana dönmeyi reddedip elini omzunun üzerinden uzattı ve kartı parmaklarının arasını alıp kendine çekti. Tek bir cümle kurdu. Ama bu bile içimde bir şeylerin uyanmasına sebep oldu. “Teşekküre gerek yok.”

Sesi tanıdıktı. Üstünden yıllar geçmesine rağmen kalbimin atışının hızlandığını hissediyordum. Önüme dönüp sessizce ineceğim durağı beklemeye başladım.

Nihayetinde ineceğim durağa yaklaştığımızda ayağa kalktım ve tuşa bastım. Kapılar açıldığında kendimi otobüsten attım ve uzun süre boğuk havada kalmanın rahatsızlığı üzerine temiz havanın yüzüme vurmasıyla derin soluklar aldım.

Hava kararmıştı. Buralar bu saatlerde pek tekin olurdu. Sessiz sokakta topuklularımın çıkardığı ses eşliğinde yürürken arkamda sessiz olmaya çalışan ama bir o kadar da varlığını hissettiren adım sesleri sezdim. Bir anlığına arkamı dönüp biri olup olmadığından emin olmak istesem de birinin olma ihtimali varsa yapacağım bu hareket beni riske sokabilirdi. Farkında değilmiş gibi davranıp yolumu değiştirmeli ve kalabalık olan yerlere gitmeliydim.

Adımlarımı parka çevirdiğimde restorandın ışıklarının açık olduğunu gördüm. İçinde birinin olma ümidiyle oraya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Kendimi içeri attığımda arkamdan kapıyı kapattım. Önüme dönüp içeride bakışlarımı gezdirirken kimsenin olmadığını gördüm. “Kimse var mı?” diye bağırdım. İllaki çalışan biri olmalıydı, ışıklar açık kalmıştı.

Ses gelmedi.

Kahretsin! Koca bir Kahretsin!

Tuzağa düşmüştüm.

Işıklar aniden söndüğünde olduğum yerde geriledim. Sırtımı duvara yaslamayı planlıyordum. Bedenim beklemediğim bir sertliğe çarpınca bunun duvar değil de bir insan gövdesi olduğunun farkına vardım. Ellerim anında çantamı buldu. Sıkı sıkı sardım kollarımla. Sarkan elimin işaret ve yüzük parmağından yardım alarak ses çıkarmadan fermuarı çok az açılacak şekilde yukarı çektim ve yüzük ve orta parmağımı içine daldırdım.

Yüzük parmağıma değen flaş belleği işaret parmağımla arasına sıkıştırarak yavaşça yukarı çektim ve elimi çantadan çıkardım. Bedenimi çarptığım adam uzun ve yapılı kollarıyla beni sarmıştı. İyice adama sokularak kurtulmak için çırpınırken fark ettirmeden adamın ceketinin iç ceplerinden birine attım.

Dirseğimi kırıp kollarımı saran kaslı kollara zamanında güzel görünüm sağlamak amaçlı uzattığım tırnaklarımı batırdım. Olabildiğince derine sokmaya çalışıyor, acımasızca geçiriyordum. Adam acıyla dişlerinin arasından tıslasa da bırakmamakta inatçıydı. Acıya dayanıklı bir bünyeye sahipti.

Beklemediğim bir anda ağzımın üzerine kapanan bezle başım yavaştan dönmeye başladı. Ne kadar direnmeye çalışsam da gözlerim kendini kaymaya zorluyordu. Yaklaşık bir dakikanın sonunda gözlerimin kapanmasıyla kendimi yerde bulmam bir oldu. Adamın sıkı kolları arasından sıyrılarak yere düşmüştüm.

Bilincim kapanmadan duyduğum tek cümle ise tanıdık bir ses tarafından endişe dolu bir bağırıştı.

“Kızı niye yere bırakıyorsun?”

***

Gözlerimi araladığımda sersem bakışlarım etrafta gezindi. Aynı restorandın içindeydim. Bakışlarım üstüme kayınca bir sandalyeye oturtulup ayaklarımı sandalyenin bacaklarına, kollarımı ise sandalyenin sırtında arkadan bağladıklarını fark ettim. Sıkı bir halatla bağladıkları gram hareket edemememden anlaşılıyordu.

“Çıkarın beni buradan!”

Tam o sırada içeride bana doğru yaklaşan adım sesleri yankılandı. Dağılmış saçlarım önüme düşmüştü ve her soluk verişimde havalanıyordular. “Buradan çıkmanın tek bir şartı var.” Hiçbir şey demeden söyleyeceği şartı bekledim. “Flaş bellek nerede?”

“Bende değil,” dedim. Ağız ucuyla gülerek göz temasıma girdi. Bu o adamdı. Kartı bana veren, durakta demire yaslanan adam. “Göreceğiz,” dedi imalı bir sırıtışla. “Kaan!” diye seslendiğinde elinde bir alet olan siyah maskeli bir adam yanımıza yaklaştı. Biraz daha yaklaştığında elinde tuttuğu aletin elektromiyografi -sinirlere elektrik verme cihazı- olduğunu anladım. Karşımdaki adama doğru uzattı ve geri çekilip ellerini göğsünde bağlayarak bizi izlemeye koyuldu. Bir kez daha sordu. “Flaş bellek nerede?"

“Yemin ederim bende değil,” dedim yorgun düşmüş yalvarır bir tonla. Beklemediğim bir anda tırnak etimin içine ucunu yerleştirdi ve düşük voltta elektrik verdi. Çarpılmamın etkisiyle dişlerimi sıkarak acı içinde bağırırken yerimde kımıldandım. “Flaş belleği bize ver.”

“Bende değil,” dedim bir kez daha dişlerimin arasından. Voltun ayarını yükseltti ve acımadan elektriği verdi. Bedenim daha büyük bir şokun etkisiyle yerinde sıçrasa da dişlerimi sıkarak acı içinde inledim. “Daha fazla inat etmeye devam edersen ayarı biraz daha arttıracağım.” Sinir bozukluğuyla güldüm. “Beni böyle korkutacağınızı sanıyorsanız,” dişlerimin arasından soluklandım. “Hiçbir şey öğrenemeyeceksiniz.” Dediğim sırada belki insan vücudunun dayanabileceği en yüksek voltta elektriği verdi.

Bedenim hiç olmadığı kadar sarsıldı ve dişlerim arasından adeta kükredim. Acı varlığını sürdürmeye devam ederken yerimde kıvranıyordum. Dişlerimi o kadar sıkmıştım ki köpek dişlerimin çatırdadığını hatta çatladığını hissedebiliyordum. Ağzıma kanlar dolarken o kadar çok bağırmıştım ki boğazım yanıyordu. Biriken kanı, tam önümde bana elektrik veren elemanın yüzüne tükürdüm. “Sizin gibilere verecek günahım dahi yok. Çabalarınız ne yazık ki boşa!” diye ekledim. Gözlerim öfkeyle dönmüş, avazım çıktığı kadar bağırıyordum.

Adam ayağa kalkarken yüzündeki kanı işaret ve yüzük parmağıyla sildi. Gülümseyerek tepeden bir bakış attı ve alkışlamaya başladı. Arkada bekleyen maskeli adamda ona eşlik etti. Birden ışıklar açıldı ve her yer aydınlığa kavuştu. “Ne oluyor?” diye sordum kaşlarımı çatarak soluk soluğa.

“Tebrikler,” dedi adının Kaan olduğunu öğrendiğim maskeli adam. “Testi başarıyla geçtin.”

“Ne testinden bahsediyorsun?”

“Milli İstihbarat Teşkilâtı,” dediğinde sevinçle gözlerim büyüdü. “Gerçekten mi?” diye sordum şok içinde.

Sorumu umursamadan başka bir soru yöneltti. “Flaş bellek nerede?”

Bakışlarımla ellerimi işaret ettim. “İlk önce ellerimi açmalısınız.”

Dudaklarından sabır dolu bir nefes bırakırken arkama doğru ilerledi ve ellerimi çözdü. Ardından önümde eğilip ayaklarımı da çözdü. Ayağa kalkıp bana acımasızca elektrik veren adamın tam önünde durdum. Tek elimi ceketinin iç ceplerinden birine doğru yönelttim. Ne yapmaya çalıştığımı anlamayarak beni izlemeye koyuldu. Flaş bellek parmak uçlarıma temas edince elimi çektim ve gülümseyerek avcumun içinde tuttuğum flaş belleği ona uzattım.

Tek kaşı havalanırken hayretler içinde bana baktı. “Akıllı hareket.”

“Bizde boş değiliz,” dedim gururlu bir tavır takınarak.

“Nerden aklına geldi?”

“İzlediğim filmlerin bir gün işe yarayacağını biliyordum.” Sırıttım.

“Tanışmaya fırsat bulamadık,” dedi konuyu değişerek. Elini bana doğru uzattı. Uzattığı eli sıkarken “Aybala,” diye mırıldandım. “Pusat,” diyerek karşılık verdi. Arkada duran maskeli adama doğru ilerledim. “Seninle de tanışmak için sabırsızlanıyorum maskeli adam,” derken başımı hafifçe yana eğdim. İmayla gülümsedim. Elimi ona doğru uzattım.

Uzattığım eli sıkarken maskenin altından gülümsediğini kısılan gözlerinden anladım. “Kaan,” dedi. Ardından maskesini tek eliyle yukarı doğru çekti ve kolaylıkla çıkardı. Yüzünün her bir zerresi açığa çıkarken gülümseyen ifadem yavaşça soldu. Bozguna uğrayarak dehşet içinde ona baktığımda ise bana doğru yaklaştı ve yüzlerimiz arasındaki mesafeyi kapatacak şekilde eğildi.

Ferah nefesi yüzüme çarparken ağız ucuyla tebessüm etti. “Hayat bizi 18 sene sonra tekrardan karşılaştırdı Aybala.”

Loading...
0%