@tuturkan_3806
|
(Aybala’nın anlatımıyla.) Yüzüme vuran güneş ışıkları eşliğinde gözlerimi araladım. Bakışlarım etrafta gezinirken nerede olduğuma ve kimin getirdiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Yerimde doğruldum ve koltuğun ayakucunda yere konulmuş bir çift botu ayağıma geçirdim. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı araladığımda gözüme ilk çarpan şey, duvara yaslanarak uyuyakalmış iki adet adamdı. Kaan ve Pusat. Yanlarına gidip tıpkı onlar gibi sırtımı duvara yasladım ve yere çöktüm. Başımı hafifçe çevirip onları izlemeye koyuldum. Daha doğrusu Kaan’ı. Uyurken bile sabit ve sert yüz hatlarına sahipti. Yan profiline bakınca uzun kirpiklere sahip olduğunu fark ettim. Küçükken kaydırağı andıran burnunda hafif kemer çıkmıştı. Yeni tıraş olduğu belliydi. Pürüzsüz bir cildi vardı. Bir anlığına tenine dokunmak istedim. Elimi kaldırıp yanağına doğru götürdüm. Parmaklarım hafifçe temas ettiğinde anında uyanıp cebindeki silahı çıkardı ve bana doğrulttu. Bunu olabildiğince seri hareketlerle yapmıştı. Saniyesinde gerçekleşmişti. Refleksleri tahminimden daha hızlı çıkmıştı. Karşısında beni görünce afalladı. “Aybala.” Sesi uykuluydu. Şaşkın bir ifadeyle ona bakıyordum. Ani hareketi beni bozguna uğratmıştı. “Senin ne işin var burada?” diye sordu. Sorusunu umursamadan ağız ucuyla gülümseyerek imayla ona baktım. “Reflekslerin kuvvetliymiş.” Kaan’la beraber çoktan uyanmış Pusat, başını duvara yaslayıp gözleri yarı kapalı halimizi seyrediyordu. Kaan iltifatıma tepki vermeden sorusunu tekrar etti. “Ne işin var burada?” Elimi enseme götürüp birkaç saniye duraksadım. “Erken uyandım. Etrafta gezmek istedim. Sizi görünce de yanınıza geldim. Bir sorun mu var?” “Yok.” Kaan’ın cevabının ardından Pusat yerinde doğruldu ve ayağa kalkıp üstünü düzeltti. İkimizin de bakışları Pusat’a döndüğünde bize üstten bir bakış attı. “Sohbetinizi bölüyorum ama bir an önce başkanın yanına gitmeliyiz.” “Neden?” diye sorduğumda bende ayağa kalkmaya yeltendim. Söze Kaan girdi. “Dün seni görmek istiyordu. Uyuduğun için rahatsız etmedik. Yarın erken saatte gelmeni söyledi.” Başımı aşağı yukarı salladım. Kaan da ayağa kalkınca hep birlikte koridorda ilerlemeye başladık. Kapının önüne geldiğimizde Pusat ve Kaan geri çekilip beni önlerine aldılar. Çekingen ama bir o kadar da kendinden emin bir ifadeyle kapıyı çaldım. “Gel.” İçeriden gelen onayla kapıyı hafifçe araladım ve aradan geçerek kapıyı ardımdan kapattım. Başkanın masasının tam önüne kadar ilerledim. “Hoş geldin Aybala.” “Hoş buldum.” “Aslında seninle dün görüşmek istiyordum. Ama mümkün olmadı.” Tepki vermeden devam etmesini bekledim. “Otur şöyle,” diyerek eliyle masasının önündeki koltukları işaret etti. İşaret ettiği yere doğru yönelip dediğini yaptım. “Bu akşam önemli bir görev var,” dedi. “Eğer kendini hazır hissediyorsan gidebilirsin.” Hiç düşünmeden yanıtladım. “Hazırım.” Cevabım onu mutlu etse gerek yüzünde bir gülümseme oluştu. “Çıkabilirsin.” Emriyle birlikte ayağa kalktım ve odadan çıktım. Bu benim için iyi bir fırsattı. Yapabileceğime inanıyordum. Önceden de bir sürü göreve çıkmıştım. Şimdi ise üsteğmenlikten MİT’e seçilmiştim. Bu çok onurlu bir mertebeye geldiğimin göstergesiydi. Kapıdan çıkmamla birlikte beni Kaan ve Pusat karşıladı. “Bu akşamki göreve gelecek misin?” Göz ucuyla Kaan’a baktım. “Sence kaçırır mıyım?” Tepki vermeden yoluna bakmaya devam etti. “Aybala Hanım,” diyerek bana döndü Pusat. “Ekiple tanışmak isterseniz hemen karşıdaki odadalar.” Onaylayarak başımı aşağı yukarı salladım. “Tabii ki isterim.” Pusat’ı takip ederek o odaya doğru ilerledik. Kapıyı tıklatıp izin aldıktan sonra önden Pusat girdi. “Gelebilirsiniz Aybala Hanım,” diyerek eliyle içeriyi gösterdi. Ağır adımlarla odaya girerken Kaan da arkamdan geldi. Herkesin bakışları beni bulurken gülümseyerek kendimi tanıtmak için öne doğru adım attım. “Adım Aybala. Üsteğmenlikten MİT’e seçildim. Bu akşamki görev ve ardından gelecek nice görevlerde birlikteyiz. İyi anlaşacağımızı düşünüyorum.” Hepsi birden gülümseyerek memnun olduklarını belirttiler. Arkamda duran Kaan ve Pusat’ın yüz ifadeleri ise şok içindeydi. “Sen üsteğmen miydin?” diye sordu Kaan. “Bu kadar şaşırtan şey ne?” Pusat sert ve duygu barındırmayan ifadesine geri dönerken Kaan boğazını temizledi. “Daha önce söylememiştin.” İmayla gülümseyerek başımı hafifçe yana doğru yatırdım. “Belki başka bir konumdayken karşılaşmış olsaydık daha erken öğrenebilirdiniz.” Tek gözümü kırptım. “Değil mi?” Kaan dudakları arasından sabır dolu bir nefes bırakırken bakışlarını kaçırdı. Parmaklarıyla şakaklarını ovalamaya başladı. Bakışları tekrardan beni bulurken mırıldandı. “Küçükken de böyleydin.” Yüz ifadem ciddiyete bürünürken tek kaşımı kaldırarak baktım ona. “Nasıldım?” “İnsanın sabrını sınardın,” dediğinde duraksadım. Bakışlarımı kaçırarak yere çevirdim. “O günü hatırlıyorsun,” diye mırıldandım. “Hiç unutur muyum?” Ona uzunca bakıp burukça gülümsediğimde neyi kastettiğimi anlayarak destek olmak istercesine göz kırptı. O kadar güzel bir andı ki, bunu bizden başka kimse fark etmemişti. Bakışlarımızda barındırdığımız cümlelerle anlaşmıştık. Dile getirmemize gerek yoktu.
*GÖREVE SAATLER KALA* “Siz ikiniz,” derken Kaan’la beni gösterdi başkan. “Çift rolünü oynayacaksınız.” Bir anlığına tükürüğüm boğazımda kalsa da birkaç öksürüğün ardından boğazımı temizledim. Kaan ise benim aksime çok sakindi. Roldü sonuçta. Abartmayı gerektirecek bir durum yoktu. “Kaan, Pusat ve Aybala ciddi bir toplantıya davetlisiniz.” Üçümüz aynı anda birbirimize baktık. “Toplantı ardından yemek organize etmişler. Yemeğe de katılacaksınız.” Başımı onaylayarak aşağı yukarı salladım. “Diğer ekip arkadaşlarınız size bilgisayar başından bilgi verecek. Bazıları da çıkışta olası bir duruma karşı bekleyecekler. Anlaştık mı?” “Anlaştık,” dedik hep bir ağızdan. Pusat hariç. Pusat o kadar sessiz ve sakin biriydi ki bazen varlığından şüphe ediyordunuz. Bakışları hep sabit ve sertti. “Uçağınız saat 15.00’de kalkıyor. Kuzey Irak ile Türkiye arası yaklaşık 3 saat. Toplantı saat 20.00’de başlıyor. Acele etmeniz lazım. Çıkabilirsiniz.” Başkandan onay almamızla birlikte odadan tek tek çıktık. Yanımda valizim yoktu. Bu yüzden herhangi bir hazırlık yapmama da gerek yoktu. Ofisteki koltuklardan birine oturmuş, Kaan ve Pusat’ın beni almasını bekliyordum. Kuzey Irak’ta birkaç gün otelde ağırlanacağımız için çanta hazırlamaya evlerine gitmişlerdi. Nihayetinde çok geçmeden geldiler ve hep birlikte havaalanına doğru yol aldık. Yolculuk boyunca Pusat ve Kaan kendi arasında konuştular. Sohbetleri dikkatimi çekmediği için dahil olma gereği duymamıştım. Yaklaşık yarım saatin sonunda havaalanına vardığımızda Kaan bana fırsat tanımadan arabadan indi ve geçmem için kapımı açtı. Ona imayla bakarken ağız ucuyla gülümsedim. “Bakıyorum da role çabuk kapılmışsın.” “Centilmenlik görevimi yerine getiriyorum.” Pusat sohbetimize kulak misafiri olurken bagajdan çantaları çıkarıyordu. Birini Kaan’a doğru fırlatıp diğerini de kendi omzuna attı. Daha fazla vakit kaybetmeden uçağa doğru ilerledik. Bizim için ayrılan yerlere geçtik. Pusat oturmadan önce çantaları üstümüzdeki çekmeceye benzer bölüme yerleştirmişti. Kaan’la ben yan yana oturuyorduk. Pusat ise tam önümüzdeki koltuktaydı. Birkaç dakikanın ardından Pusat’ın yanına kızıl saçlı bir kadın oturdu. Pusat’ın bakışları bir anlığına yanına kaysa da aldırış etmeden başını cama yaslayarak dışarıyı seyretti. Uçak yavaştan kalkmaya hazırlandığında çantamdan kulaklığımı çıkardım. Kaan benim isteğim üzerine cam kenarını bana vermişti. Başımı cama yaslayarak kulaklığın tekini kulağıma taktım ve playlist’İmi karışık oynatmaya bastım. Onur Can Özcan – İntihaşk Çalan ilk şarkı buydu. Nakaratı geldiğinde kendi kendime mırıldandım. “Aşka inanmayanlara…” Bakışlarım istemsizce Kaan’a kaydı. Onun da tam o sırada bana baktığını fark ettim. “Seni anlattım…” Burukça gülümsediğimde o da bana karşılık verdi. Kulaklığımın tekini ona uzattım. “Birlikte dinleyelim mi?” Hiçbir şey demeden kulaklığın tekini taktı ve kabul etti. Uçak çoktan kalkmıştı ve biz şuan 18 senedir içinde bulunmak istediğimiz, yokluğunu çektiğimiz o fotoğraf karesinin içinde barınıyorduk. *** Müzik dinlerken farkında olmadan uyuyakalmışım. Gözlerimi araladığımda kendimi Kaan’a yaslanmış bir pozisyonda buldum. Aniden kendimi ondan uzaklaştırırken uyanmama sebep olan o konuşmayı dinlemeye koyuldum. “Excuse me, where are you from?” -Pardon, nerelisiniz?- “Türkiye. Why did you ask?” -Türkiye. Neden sormuştunuz?- Pusat İngilizce biliyordu. Ayrıca çok güzel bir aksana da sahipti. “Ooh, pleased to meet you. I’m a traveler. My next destination after Iraq is Türkiye.” -Ooh, tanıştığıma memnun oldum. Ben gezginim. Irak’tan sonraki hedefim Türkiye.- “Nice.” -Güzel- Tekrardan başını cama yasladığında koltukların arasından onu görebiliyordum. Kadın tekrardan konuştu. “I can’t wait to go there.” -Oraya gitmek için sabırsızlanıyorum.- Pusat kadının cümlesine tepki vermeden camdan dışarıyı seyretmeye devam etti. Arkama doğru yaslanıp başımı Kaan’a çevirdim. Uyanmıştı ve baygın gözlerle beni seyrediyordu. “Neye bakıyorsun?” diye mırıldandım. “Aybala,” dedi içtenlikle. Yeni uyanınca öyle güzel bir sese sahip oluyordu ki bir melodiyi andırıyordu. Büyüleyici bir melodi… “Efendim?” “Çok güzelsin.” Beklemediğim bu cevap karşısında nutkum tutuldu. Bakışlarımı kaçırıp camdan dışarıya baktım. “Nerden çıktı şimdi bu?” Ona bakmıyordum ama hala bakışlarının üzerimde olduğunu sezebiliyordum. “Söylemem için bir neden mi lazım?” “Yok. Yok yani de… Bir anda söyleyince garipsedim.” “İlerde daha çok duyacağın zamanlarımız olacak.” Şok içinde açılmış gözlerim ona döndüğünde inanamaz bir ifadeyle bakıyordum. Neyden kastettiğini kavrayamamıştım. Hiçbir şey diyemedim. Öylece ona baktım. Nutkum tutulmuş, nefesim kesilmişti. O ise gözlerini gözlerime kenetlemiş, gülümsüyordu. “Sen gerçekten iyi değilsin.” Göz devirdim. “Ömrümde hiç bu kadar iyi olmamıştım,” dediğinde sesi emin çıkmıştı. Daha fazla tahammül edemeyerek elimi kaldırdım ve buraya doğru gelen hostesten su istedim. Önündeki tezgahtan suyu uzatırken çantamdan parasını çıkarıp verdim. Hostes uzaklaşırken suyu Kaan’a uzattım. “Al şunu, kendine gel.” “Kendimdeyim zaten.” Dudaklarının kenarı kıvrıldı. “Belli,” derken şişenin kapağını açtım ve Kaan’ın eline tutuşturdum. “İç şunu. Sabrımı sınıyorsun.” “Sen benim sabrımı sınarken ben böyle mi davranıyordum?” Duraksadım. Ellerimi göğsümde bağlayıp iyice arkama yaslandım ve cama doğru yanaştım. “Ne yapıyorsan yap. Benimle uğraşma.” “Emriniz olur prenses.” Atışmamız burada sonlanırken Pusat’ın sesi ikimizin de odağını aynı noktaya topladı. “Flörtleşmeniz bittiyse rahat bir uyku çekmek istiyorum.” Kendi kendime kıkırdadığım sırada Kaan’ın bakışları bir kez daha beni buldu. “Allah aşkına Pusat,” dedim gülüşümün arasından. “Biz flörtleşme yaşını çoktan geçtik.” “Belli oluyor. Liseli gibi atışıyorsunuz.” Göz devirdim. Kendi kendime sırıtarak camdan dışarıyı seyretmeye koyuldum. Şuan Kaan’ın epey keyiflendiğinin farkındaydım ama ona dönersem dikkatimin dağılacağını biliyordum. Gözlerimi yumdum ve kendimi uykunun rahat kollarına bıraktım. Yolculuğun son saatlerini uyuyarak geçirmek istiyordum. |
0% |