@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 11 - Kurşun Ağrıyan başımın sızısına karşın dudaklarımdan tiz bir çığlık dökülürken, gözlerimi zoraki aralamaya çalıştım. Yüzüme vuran güneşi elimi uzatarak bir nebze de olsa kapatırken olduğum yerde doğruldum, etrafıma bakındım. Evde ve kendi odamdaydım. Bulanık zihnimi düne götürdüm, yaşananları hatırlamak adına büyük bir efor sarf ettim. En son… Gofret’in havlamasına karşın bahçeye çıkmıştım. Ancak gerisini hatırlamıyordum, gerisi boşluktu. Başımın ağrısı dozunu artırırken daha fazla oyalanmayarak ayaklandım ve mutfağa geçtim. Melis kahvaltı hazırlıyordu. “Günaydın,” dedim soğuk bir tonla. Bunun üzerine kaşları çatıldı. “Emin misin günün aydığına?” Buzdolabının kapağını açıp raftan ağrı kesici alırken, “Başım zonkluyor,” diye izah ettim. “Çok mu içtim ki alkolü?” Dudaklarından alay dolu bir gülüş döküldü. “Bir damlası kendinden geçmene sebep oluyor Buse, sence çok içmene gerek var mı?” Haklıydı. Fazla alkol kullanan birisi değildim ancak kullandığım zaman da fazla dayanıklı olduğumu söyleyemezdim. Bu yüzden yaşadığım reaksiyonlar oldukça normaldi. Hap boğazımdan aşıp mideme inerken, “Bugün ne yapıyoruz?” diye sordum. Elindeki domates dolu tabağı masaya yerleştirirken, “Bilmiyorum ki,” diye karşılık verdi. Bir süre düşündü. “Sinemaya mı gitsek? Uzun zaman oldu.” Akabinde kaşlarım çatıldı. “Daha dün film izlemedik mi?” “Evinizde sinema salonu olsaydı bu dediğin oldukça mantıklıydı.” Göz devirdim. “Henüz o kadar zengin değiliz, üzgünüm majesteleri.” Melis burun kıvırırken, "Pekâlâ," diyerek onay verdim. “Gidelim madem.” Hem ev kuşuydum hem de evde olmaktan sıkılıyordum. Tuhaftı. Melis son hazırlıklarını yaparken koşar adımlarla odama geçtim ve dağınık olan yataklarımızı toparladım. Banyoya gidip rutin işlerimi hallettikten sonra geri mutfağa geçtim. Hazırlığı biten masaya kurulurken, “Evin kızı sensin ama sofrayı hazırlayan benim,” diyerek homurdanan Melis’e kısa bir bakış attım. Ağzıma attığım salatalığı çiğnedikten sonra konuştum. “Seni bu evde Beril’den çok görüyorum, Melis.” Melis evimizin üçüncü kızı görevini üstleniyordu. “Ay haspam,” dediğinde kıkırdadım ve aç midemi doyurmaya devam ettim. *** Duş aldık, saçlarımızı kuruttuk, üzerimizi değiştirdik derken saat çoktan dört olmuştu. Zaten geç de kalkmıştık. Kapıyı ardımdan kilitlerken bahçe kapısına doğru ilerleyen Melis’in peşinden gittim. Tam kapıdan çıkacaktım ki aklıma gelen şeyle duraksadım. “Melis sen beni burada bekle, Gofret’e suyunu vermeyi unuttum!” Ağzıyla bir şeyler geveleyen Melis’i ardımda bırakırken arka bahçeye yöneldim. Gofret’in su kabına suyu doldurduktan sonra kulübesinin önüne bıraktım. Anında kulübesinden çıkarak çölde kalmış bedevi gibi suyunu içen Gofret’in başını okşarken bakışlarım yerdeki gümüş renkli bilekliğe takıldı. Sorgularcasına bilekliğe uzandım ve parmaklarımın arasına aldım. Bir kız bilekliği olmadığı çok aşikardı ama… kimin olabilirdi? Zihnimi tekrardan dün geceye yönlendirdim. Gofret’in havlaması, dışarı çıkmam, Gofret’le konuşmam… Hayır! Birisiyle konuşmam… sonrasında ayaklanıp arkama dönmem… “Buse!” Duyduğum yüksek sesin beraberinde olduğum konumda sıçrarken bilekliği alelacele çantama attım ve çömeldiğim yerden kalkarak koşar adımlarla Melis'in yanına gittim. “Bir an hiç gelmeyeceksin sandım!” diye hayıflanan Melis’e baktığımda beni her an yiyecekmiş gibi bakıyordu. Cevap vermedim ve bahçeden çıkıp otobüs durağına doğru ilerledik. Otobüs geldikten sonra da sanki tapusu bize aitmiş gibi sürekli gittiğimiz alışveriş merkezine doğru yol aldık. Yaklaşık yarım saati geride bıraktıktan sonra güvenlikten geçtik, asansöre yönelerek sinemanın olduğu dördüncü kata çıktık. Hafta sonu olduğu için her kat oldukça kalabalıktı. On dakikalık bir bakınma sürecinin ardından nihayetinde gitmek istediğim filme karar vermiştim. Bu sefer ki korku filmleri fazla ilgimi çekmediği için drama izleyebileceğimizi düşündüm. Ancak Melis benimle hemfikir olur muydu bilmiyordum. Onay bekleyen bakışlarımı Melis’e çevirdim. “Drama gidelim.” Limon yemiş gibi suratını ekşitti. “Ne dramı kızım, ben salya sümük ağlayarak salondan çıkmak istemiyorum. O yüzden komediye gidelim.” Dudaklarım bilinçsizce sarktı. “Yavrum o bayıyor ya… dram olsun.” “Komedi.” “Dram.” “Komedi.” “Dram.” “Korku.” Kaşlarım çatıldı. “Fantastik.” “Hanımlar… neden ayrı ayrı gitmek yerine burada zıtlaşıyorsunuz?” Melis’le eş zamanlı oldukça tanıdık gelen bu sesin sahibine baktığımızda, Efe’yi gördüm. “Sen nereden çıktın?” diye sordum anlık gelen şaşkınlıkla. Doğrusu Efe’yi değil görmek varlığını bile unuttuğumu düşünüyordum. Sarı saçlarını hafifçe karıştırarak yanımıza yaklaştı. Gözlerinin rengi grimsi bir maviydi ve fazla güzeldi. Arkadaşları gibi Efe de oldukça uzun boyluydu. Yok denilebilecek kadar az sakallı çenesi hareketlendiğinde somurtkan bir tavır aldı. “Sürpriz yumurtadan.” Bir süre boş gözlerle Efe’ye baktık. İkimizin de boş bakışlarını algıladığında hafifçe boğazını temizledi, “Arkadaşkımı bekliyorum,” dedi sırıtarak. Akabinde sanki kokusundan anlamış gibi, “Geldi!” diyerek omzunun üzerinden gelen arkadaşkına, Emir’e, baktı. Harelerimi Melis’e çevirdiğimde yüzündeki hoşnutsuzluğu seçebiliyordum. Emir ile Efe tokalaştıktan sonra Emir, aksi bakışlarını Melis’e dikti ama bir şey demedi. Fakat anı kolladığı an pimi çekilmiş bir bomba misali patlayacağından emindim. Melis mavilerini Emir’den çekerek bana döndüğünde, “Hangi filme gidiyoruz şimdi?” diye sordu büyük bir ciddiyetle. Bunun üzerine Efe yanımıza geldi ve ellerini omuzlarımıza yerleştirerek, “Siz bence film izlemeyin,” dedi korkuyla. Ardından sesini kısarak tonlamasına efekt verdi. “Kan… çıkacak gibi hissettim.” Efe’nin gereksiz abartısına göz devirirken, “Vahşi bir kedi ile arkadaş olması Buse’nin hatası,” diyen Emir’e baktım. Şaşırmamıştım. Bu çocuk Melis’e laf atmadan duramıyordu. Melis’in dudaklarından kısık bir küfür savrulurken hiçbir şey olmamış gibi sırıttı. “Dikkat et, seni de tırmalamayayım. Zira canın yanabilir.” “Sizin aranızda bilmediğim bir husus mu var?” Harelerim, Efe’ye değdi. Bakışları Melis ve Emir arasında mekik dokuyordu. Görünen o ki Emir, Efe’ye yaşananları anlatmamıştı. Veyahut anlatmıştı ancak Efe’nin kastı bu değildi. Emir’in dudakları hareketlendiğinde, “Bir husus olacak olsaydı bilirdin,” dedi soğuk bir tavırla. Efe yanımızdan uzaklaşarak Emir’in yanına gitti ancak Emir onu takmayarak film afişlerinin olduğu kısma doğru yöneldi. Onları göz ardı ettim ve Melis’e baktım. “Drama gidelim, Melis.” İsmini vurgular tonda söylemiştim. “Başladı mesai,” diyen Efe’ye öldürücü bakışlar attığımda teslim oluyormuşçasına ellerini yukarıya kaldırdı. “Sustum.” Melis nihayetinde pes ederken, “Tamam,” dedi bıkkınlık dolu ses tonuyla. “Çocuk sevindirmek sevaptır, seni küçük yelloz.” Kaşlarım çatıldığında kafasına vurdum. “Açmayayım ağzımı şimdi…” Kıkırdadı ve bilet almak üzere sıraya geçti. Ben de patlamış mısır ve içecek aldıktan sonra gideceğimiz filme biletleri alan Melis’in yanına gittim. Efe, Emir’in kolundan çekiştirirken onları orada bırakarak salona doğru ilerledik. Biletleri uzattığımız görevli adam oturacağımız yer hakkında yardımda bulunurken teşekkür ederek merdivenli kısma doğru adımladık. En son koltuğu seçmiştik. Çok da yardıma ihtiyacımız yoktu aslında ama onun da görevi buydu. Melis oturduktan sonra elimdekileri tutması için Melis’e verdim. Montumu çıkaracağım esnada Efe ve Emir bir kez daha gözlere göründü. Merdivenleri tırmanarak bizim oturduğumuz yerin ön safhasına yerleştiler. Daha doğrusu Emir yerleşti. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde Efe, koltuğun üzerinden atladı ve ben daha oturamadan Melis’in yanındaki koltuğa oturdu. Sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi Melis’in elindeki patlamış mısır paketinin birisini eline alarak kucağına koydu. Ağzına patlamış mısırları doldururken anlamsız bakışlarımın istilasından kaçınması imkansızdı. Göz ucuyla Melis’e baktım. Göz göze geldiğimizde neler düşündüğümü anlamış olacak ki kaş göz işareti yaptı. “Hanımlar, aranızda işaretleşmeyin… anlayabiliyorum.” Tekrardan Efe’ye döndüm. Ancak ben daha konuşamadan Emir, “Düşmanıyla bile dost olabilecek kadar gevşek birisidir o,” dedi çatık kaşlarını Efe’ye dikerken. Sonrasında bana baktı. “Kusuruna bakmayın.” Anlayışla gözlerimi kırptım. Tatlı birisiydi aslına bakılırsa. Çıkardığım montla beraber Efe’nin yanındaki boş koltuğa yerleştim, Melis’in uzattığı kolayı kavradım. O sırada bakışlarımız Efe’yle çakıştı. “Gidecek başka film bulamadınız mı?” Umursamazca kaşlarını kaldırdı, “Senin seçimine güvenmek istedim, Buseaşkım,” dedi sırıtarak. Yüzümü buruşturdum. “Aşkım mı?” “Ağız alışkanlığı.” “Efe kızları rahatsız etme de film başlamadan yerine geç.” Efe, Emir’in cümlesi üzerine hafifçe ön koltuğa doğru eğildi. “Salya sümük ağlarsam peçetem olacak mısın Emir’im?” Tiksintiyle yüzünü buruşturan Emir, “Siktir,” dedi bunalmışçasına. “Koluna sil pis bakterilerini.” Efe hüzünle dudak sarkıttı, tekrardan arkasına yaslandı. “Gelmiyorum o zaman yanına.” Akabinde ağlarcasına Melis’le bana baktı. “Beni hep hor görüyor, bakar mısınız…” Efe bu kadar samimiyken… iki adet kütükle nasıl arkadaş olmuştu? “Seni hor gören birisi ile neden arkadaşsın gerçekten anlamıyorum,” dedi Melis, Emir’e atıfta bulunarak. Efe küçük bir kahkaha atarken Emir oldukça tepkisiz kalmıştı. Ya da diyecek lafı yoktu. Veyahut vardı ama konuşmak istemiyordu. Düşüncelerimden Emir’i def ederken yerini ansızın maskeli almıştı. Sahi… ne yapıyordu o? Bana sunduğu teklif gününden beri onu hiç görmemiştim. Teklifini her ne kadar kabul etmek istemesem de etmiştim ve yarın akşam saat sekiz civarında, dediğini yapmak üzere harekete geçecektim. Sanırım artık hem adını hem de yüzünü öğrenebilecektim. Anlaşmamız o şekildeydi. Ama yine de şu an burada olsaydı diye geçirmiştim içimden ancak onu sinemada hayal etmek oldukça güçtü. Maskeli olmasına rağmen sadece bakışları bile mizacını sert kılıyordu. Çoğu koltuğu dolan ve başlama sinyalleri veren film, düşüncelerimden maskeliyi hızlıca savururken gözlerimi büyük ekrana çevirdim. Filmin konusu bir baba ve kızının yaşadığı olaylardı. Kızı, babasının aksine tüm kötü işlerde adı bulunan birisiydi ve yaptığı her iş babasının da adını lekeliyordu. Ancak tüm yaşananlara rağmen babası bir kez bile kızına sırt çevirmemişti. Filmin sonlarına doğru, kızın babası sandığı kişi, biyolojik babası çıkmıyordu. Yaşanan her şeye rağmen kız biyolojik babasını, manevi babasına tercih ediyordu ve bunun üzerime manevi baba intihar ederek yaşamına son veriyordu. Bir kız nasıl bu kadar acımasız olabilirdi? Aklım almamıştı. Ve en sonunda ise biyolojik baba, kızını kötü emelleri için kullanmak istemişti. Kız, o an her şeyin farkına varmıştı ancak o ki babası hayatta değildi. *** Devasa büyüklükte açtığı ağzını elindeki hamburgeriyle dolduran Efe’ye bakan Melis’in dudakları hareketlendi, “Doğal yaşam alanından uzaklaşmak nasıl bir duygu?” diye sordu. Bunun üzerine Efe’nin kaşları çatıldı. “Doğal yaşam alanım derken?” Filmden ağlayarak ve ciddi anlamda Emir’i peçete olarak kullanan Efe, yemek yiyeceğimizi öğrendiği andan beri peşimizi bırakmayarak bizimle aynı masaya oturmuştu. Emir, Efe’ye her an dalacak gibi dursa da fazla konuşmuyordu. Efe ise bizimle yemek yemesini, başka boş masa bularak zaman kaybedemem güdüsüne bağlamıştı. Melis mayoneze batırdığı soğan halkasını ağzına atmadan önce, “Ayısın ya hani,” dedi aşağılar bir tonla. Tüm mısırımızı Efe bitirmişti. Efe ise bozuntuya vermedi, bir ısırık daha aldı. Bu çocuğun yemek yeme şekli iştahımı kabartıyordu. Yutkunduktan sonra gözleri kısıldı. “Çok konuşma, seni de yerim.” Emir’in sert bakışları Efe’yi bulurken nedense sinirlendiğini hissetmiştim. Genel tavrı asabiydi evet ancak şu an bu olay üzerine sinirlenmesi yadsınamaz bir gerçekti. “Hızlı ye de kalkalım,” dedi sertliğini bozmadan. Efe kıkırdadı ve tepsideki nuggetı zorla Emir’in ağzına tepiştirdi. Emir sabır dilerken bu hallerine sırıttım ve pipetimi dudaklarıma yerleştirerek soğuk çayımı yudumladım. O esnada masanın üzerinde ışığı yanan telefonumun bildirim sesini duyarken odağımı telefona verdim. Hafifçe eğilerek gelen bildirime baktım. Gratis indirim mesajıydı. Ekranın ışığı geri sönecekken Efe ekrana bir kez daha dokunarak sönmesini engelledi. “Yanındaki kız kim?” diye sordu kilit ekranımdaki fotoğrafı kastederek. Beril’le çekindiğimiz bir fotoğraftı. “Beril,” dedim Efe’nin sorusunu açıklığa kavuştururcasına. “Kardeşim.” Yalandan boğazını temizler gibi yaptı, az önceki gevşek hallerini bir kenara bırakarak büyük bir ciddiyete büründü. “Kardeşin.” “Kardeşim.” Bir süre sessiz kaldı, ardından oturduğu sandalyeyi dibime çekti. “Bundan sonra en yakın arkadaşım sensin!” Söylediklerine gürültülü bir kahkaha attım. “Beril’i görmek için beni kullanma, Efe.” Bozguna uğramış gibi elini boynuna atarak boynunu sıvazladı. “O kadar belli ettim mi ki ya…” “Ettin.” “Oha, Buse!” Sesi bir anda yükselen Melis’e kısa bir bakış atarken telefonunu bana uzattı. Ne olduğunu çözmek için ekrana baktım. “Paintball?” dedim sorgularcasına. Mavileriyle beni onayladı. “İndirim varmış. Gitmemiz lazım!” Gönderiye tekrardan göz gezdirdim. Gerçekten de güncel fiyatlara oranla oldukça düşük bir meblağ sunmuşlardı ve bilindik bir yerdi. Hafiften gözlerim kısılırken, “Paintball oynayacak kadar fazla arkadaşımız mı var Melis?” diye sordum. “E biz varız!” Lafa atlayan Efe’ye, ardından, “Biz arkadaş değiliz,” diyen Emir’ baktım. Efe’nin onaylamaz bakışları Emir’i buldu. “Oluyoruz işte bok herif!” Emir’in hoşnutsuz bakışları Melis’ değdi. “Ben bu kızla aynı ortamdayken bile huzursuzlanıyorum. Bir de oyun mu oynayacağız?” Melis’in sinir sayısının katbekat arttığı izlenimini yakaladığımda, bunu rekabete dönüştüreceğinden hiç şüphem yoktu. Öldüresiye bakışlarını saklamayı başarırken hafifçe masaya doğru eğildi ve karşısında oturan Emir’e işaret parmağını uzattı. “İddia?” Şaşkınca kaşları kalkarken, dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Biraz düşündükten sonra Melis’in yaptığını yaparak masaya doğru eğildi. “Nesine?” “Eğer ki kazanırsam…” dedi Melis on saniyelik bir suskunluğun ardından. “Yirmi dört saat boyunca her dediğimi yapacaksın.” Emir alayla sırıttı. “Eğer ben kazanırsam… etrafımda dolanmayacak ve bana asla bulaşmayacaksın. Varlığımı yok sayacaksın.” Melis bunları duymayı beklemiyor olacaktı ki bir süre tepkisiz kaldı. Ancak yine de “Kabul,” dedi tepkisizliğini bozmayı başararak. Bunun üzerine Emir, işaret parmağını Melis’le buluşturdu. İkisi de kazanacağından oldukça emindi. Ama ben yaşanacak olayların iyi gidebileceğinden hiç emin değildim. *** “Ah Berilciğim… Kadınlara yaşı sorulmazmış o yüzden şöyle sorayım, dünyayı kaç yıldır güzelliğinle yeşertiyorsun?” Efe’nin yavşak tavrına karşı az önceden beri birbirine zoraki bastırdığım dudaklarım daha fazla dayanamayıp firar etti, kısık bir kahkaha döküldü. Oyun alanına yaklaşık yarım saat önce gelmiştik. Biz üç kişi olduğumuz için karşı takıma birisini almak adına dün, Mert’i davet etmiştim ve Mert daveti kabul etmekle kalmayıp sürpriz bir şekilde Erim’i de yanında getireceğini söylemişti. Bu sefer de biz eksik kalmıştık. Bu yüzden, Erim’i getirme diyemediğim için Dila’yı çağırmıştım. Gruplar şu an eşitti. Tüm hazırlıkları bitirmiş bir vaziyette hakemi bekliyorduk. “Bu çocuk kaç yaşında?” diye soran Beril’e baktım. Efe, Beril’i ilk gördüğü andan beri peşinden ayrılmamıştı. Beril ise Efe’ye pek yüz verecek gibi durmuyordu. Aksine yoğun ilgisinden dolayı bunaldığını bile düşünüyordum. Harelerimi Efe’ye çevirdim. “Kaç yaşındasın, Efe?” “On sekiz.” Beril’in gözleri kısıldı. “Abimsin yani?” Efe bozguna uğramış gibi birkaç saniyeliğine sessiz kaldı, ardından toparladı ve “Sanki bana on yaşında,” dedi sitem edercesine. Benden bir yaş küçük olduğunu biliyordu. “Bacaksız.” Melis yüksek sesli bir kahkaha savurdu. “Bacaksız Beril.” “Kulaklarım daha neler duyacak!” Efe’nin suratına samimi bir gülümseme peyda oldu. “Ah Beriliçem… en son Allah’a o kula gideyim demiştim, sana getirdi. Daha ne yapsın bu çocuk?” Beril oldukça boş gözlerle Efe’nin suratına baktı. Efe’nin gülen suratı düştü, dudakları sarktı. “Ben dertlerimle baş başa kalmaya gidiyorum, malum kimse dinlemediği için…” Akabinde hızla Emir’in yanına gitti ve boynuna atladı. “Beriliçem beni istemiyor, Emir’im,” dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Emir bıkkın bir edayla Efe’yi kendinden uzaklaştırırken bir sonraki hamlesinin ne olduğunu göremeden çekiştirilen kolumun beraberinde bedenim de diğer tarafa doğru döndü. “Buse,” dedi Melis sorgulayıcı mavileriyle. “Mert’le, Dila… Ne alaka bu kadar yakınlar?” Bakışlarım sağ köşeye kaydı. Geldiklerinden beri oldukça sıkı fıkıydılar. “Hiç bilmiyorum,” dedim omuz silkerken. “İlk tanıştıklarında bile flörtleşiyorlardı zaten.” Melis’in dudakları konuşmak üzere hareketlendiği esnada çalan düdük buna engel oldu, herkes yerlerine geçerken hakem söze başladı. “Oyunun en önemli kuralı, oyun içerisinde kasklarınızı asla çıkarmamanız. Şayet atışlardan herhangi birisi teninizle temas ettiği vakit, olumsuz sonuçlar doğurabilir. Keza yaşanmamış şeyler değil. Bunun dışında güvenli alanlara gelerek dinlenebilir, kaskınızı ancak bu alanlarda çıkarabilirsiniz. Silahlarınızın hepsi ayarlı, hepsinin emniyetleri kapalı şu an. Sağ tarafa baskı uyguladığınız an açılacaktır. Oyun içinde devamlı emniyeti kullanacağız arkadaşlar. Hemen hemen her şeyin anlaşıldığını düşünüyorum?” Hakemin sorgular cümlesi üzerine iki takımdan da onaylar mırıltılar yükselirken derince bir nefes aldım, silahımı yere doğru tutarken kızların dibine sokuldum. “Etrafı iyi kolaçan etmemiz gerekiyor.” Melis oldukça hırslıydı çünkü ucu çıkarına dokunuyordu. “O iş kolay,” dedi mavileriyle üçümüze de bakarak. Söze, “En yakın arkadaşımı öldürmek canımı yakacak…” diyerek devam eden Dila’ya baktığımda, dudaklarını büzdüğünü gördüm. Göz ucuyla Erim’e bakıyordu. Kaşlarım hafiften çatıldığında bunu fark etmiş olacak ki, “Şaka yapıyorum, Buse!” dedi dalgaya vurarak. Yapay bir gülüş sergiledim ancak Beril ve Melis, Dila’nın hareketlerini tasvip eder bir konumda değildi. “Hazır mısınız ekip?” Hakemin sorusu üzerine dikkatim dağıldı ve harelerimi önce hakeme, ardından karşı takıma çevirdim. Efe ve Mert birbirinden heyecanlıydı. Burada tanışmalarına rağmen oldukça samimi olmuşlardı. Sanırım erkekler biz kızların aksine daha çabuk kaynaşıyordu. Ancak Emir her zamanki ciddi tavrını koruyordu. Harelerimi Emir’den çekerek Erim’e çevirdiğim an göz göze geldik. Ne zamandan beri beni izliyordu? Olayın atmosferi vücudumda tuhaf ürpertiler bırakırken, istemsizce de olsa yutkundum. Uzun zaman sonra onunla ilk defa bu denli yakın göz teması kurmuştuk ve bu… garip hissettirmişti. Ancak bakışları soğuktu. Ya da bana öyle geliyordu. Düşüncelerimden Erim’i def ederek, “Hazırız,” dedim hakeme bakmadan. Silahımı önüme doğru tuttum, kısık gözlerle rakip bakışı attım. Bunun üzerine iki grupta hareketlenmeye başladı. “Beril,” dedi Efe bir çırpıda yeniden yanımıza gelirken. “Bana ateş etmesen de olur… zira kalbimi dün aleve verdin zaten.” “Öyle mi?” diye sordu Beril yüzüne sahte bir şaşırma ifadesi yerleştirirken. “Aklın sıra ben kazanayım diyorsun yani…” Kıkırdadı. Ancak sahte veya alay edici bir şekilde değildi. “Seni kazandığım zaman derim ben onu.” Beril, Efe’nin sözlerine cevap vermemeyi tercih ederken Efe, arkadaşlarının yanına geçti. Melis ve Emir’in nefret dolu bakışları birbirini buldu. “Her dediğimi yapmaya hazır ol,” dedi Melis, silahını Emir’e doğru tutarak. Emir ise sırıttı. “Seninle son münakaşamız.” Mert, Dila’ya baktı. “Bu güzelliği vurmak içimi kasvete sokuyor.” Dila’nın dudaklarına sinsi bir gülümseme peyda oldu. “Bak bakalım kim kimi vuracak?” İkisi de eş zamanlı gülüşürlerken harelerim Erim’e değdi. Yine bakışları üzerimdeydi. Âdemelması hareketlendi ancak konuşmadı. Ardından hakem düdüğü çaldı, kasklarımızı taktık ve oyun başladı. Oldukça temkinli bir şekilde ormanlık alanın içerisinde adımlıyorduk. Melis saman yığını olan bariyerin arkasına sinerken kıvrak bir hareketle arkamı döndüm. Görünürde kimse yoktu. Beril ve Dila nerede diye düşünürken duyduğum acı dolu yakarışlarla sesin geldiği kısma koştum. Dila kaskının göz çevresini yukarı doğru kaldırırken yüzünde güller açıyordu. Yerde yatan ise Mert’ti. “Bir güzelliğin beni vurması daha da acıymış,” dedi kısık gözleriyle Dila’ya bakarken. Mert’in dediğine kıkırdayıp onları orada bırakırken çaprazıma doğru ilerledim, ormanın daha da içlerine girdim. Tetikteydim. Düşman her yerden karşıma çıkabilirdi. Omzumun üzerinden arkama bakar bir vaziyette yürürken tosladığım şeye karşın irkildim, kafamı anında önüme çevirdim. Kask olduğu için belki kim olduğunu bilemeyebilirdim ancak kokusu… kokusundan tanımak diye bir olay vardı ve ben bu kokunun kaynağını biliyordum. Kalçasını sert bariyere yaslarken kaskını çıkaran Erim’e baktım. Toprak gözleri, gözlerimle buluştu. “Seni arıyordum,” dedi dudaklarından çıkan nefesinin beraberinde. Kaskımı çıkarırken kaşlarım havalandı. “Neden?” “Özledim.” Hiç düşünmeden verdiği bu cevap karşısında kan dolaşımım hızlandı, vücut ısım yükseldi. Her dediğiyle beni bozguna uğratabilecek kadar başarılıydı. Dudaklarım aralandığı vakit konuşmama izin vermeden, “Senden uzak kalmak bana göre değilmiş,” dedi. Sorgular bakışlarımın eşliğinde yanına geçerek kalçamı bariyere yasladım. Yüzüne bakmadan, “Neden uzak kaldın peki?” diye sordum. Birkaç saniye sessiz kaldı, sık bir nefes aldı. “Beni istemediğini söylediğin için daha fazla etrafında dolanmak istemedim. Ama başaramadım. Yine senin yanında buldum kendimi.” “Bana olan yaklaşımını istemiyorum,” dedim itiraf edercesine. O an gözlerini üzerimde hissettim. Ardından kemikli elini çeneme doğru uzatarak başımı kendi tarafına çevirdi. Yine ve yine gözlerimi, göz hapsine aldı. Artık gözlerine bakmaktan çekinir olmuştum. Garipti ama sıradan bir kahverengi değildi bu hareler. Tesirliydi, ucu bucağı olmayan bir ormandı ve ben baktıkça içinde kaybolan kişiydim. “Korkuyorsun,” dedi düşüncelerimden çıkmamı sağladığında. Kaşlarım bir perde misali gözlerimin üzerine düştü. “Neyden?” “Sevmekten, sevilmekten.” “Alakasız!” Sesim gereğinden yüksek çıkmıştı. “Öyle bir korkum yok.” Hafifçe güldü. Yenilmek istemediğim bir başka husus ise gülüşüydü. “Alakalı,” dedi beni tersleyerek. Akabinde yaslandığı yerden doğruldu ve dibime sokuldu. Çehrelerimizin arasında dudak payı olacak kadar boşluk vardı. Kalbimin çarpıntısı tüm dengemi bozmayı başardığında, “Korkmuyorsan… kaçmazsın,” dedi son kelimesine bastıra bastıra. İçim öfkeyle dolmuştu. “Ne korkuyorum ne de kaçıyorum!” dedim burnumdan solurken. “İlla bunu sana kanıtlamam mı gerekiyor?” Neden böyle bir ima yapıyordu? Nereden anlamıştı korkularımı? Dudaklarındaki gülümseme silinmeden, “Kanıtla,” dedi tekdüze bir tonda. “Kalp atışlarını dizginle mesela şu an.” Anlık afallamayla ne diyeceğimi bilemedim. Sağ elini, kalbimin üzerine koydu. “Bedenini terk edecek gibi,” dedi mırıltıyla. Ondan uzaklaşmak istedim ancak her bir hamlem kendi aleyhime oluyordu. Bu yüzden yapmadım. Sol eliyle elimi kavradı, kendi kalbinin üzerine denk getirdi. “O ki Buse… benimki de seninkinden farksız.” Farksızdı. Çarpıntısı, benim çarpıntımdan bile daha yüksekti. Gülümsemesi yavaştan etkisini yitirirken, “Ama…” dedi fısıldarcasına. “Benim kalbim sana yenildiğini bildiği için bu kadar hızlıyken… ya seninki, Buse? Senin kalbin neden bu kadar hızlı?” Söyleyeceğim daha doğrusu ne söyleyeceğimi bile bilmediğim cevaplarım teker teker boğazımda düğüm olurken, bunun tek sebebi silahtan çıkan atış sesleriydi. Erim benden bir iki adım gerilerken arkasında duran Efe’ye baktım. Efe'nin gözleri fal taşı gibi açıldı. “Lan!” dedi şaşkınca. “Kendi ekibimden olanı vurdum!” Erim’in öfkeli bakışları Efe’yle buluştuğunda, “Senin yapacağın işe sıçayım!” dedi tıslayarak. Fırsattan istifade silahıma sarıldım ve vurmak üzere Efe’ye doğrulttum. Ancak birisi benden önce davrandı, Efe aldığı beş altı vuruştan sonra acı çekercesine yere yığıldı. Beril yüzündeki zafer gülümsemesiyle Efe’nin yanına gitti. “Ne gülsün ne diken… Zehirli bir yılanmışsın, nereden bilem?” Efe’nin son sözleri bunlar olurken koşarcasına oradan uzaklaştım. Yana yakıla Melis’i arayan gözlerim nihayetinde bulduğunda hızlı adımlarla yanına gidecektim ki atış yapmak üzere Melis’i hedef alan Emir’i gördüğüm an silahımı üzerine doğrulttum, tüm atışlarımı Emir’e kullandım. Beni görmemişti ve avlanmayı beklemiyor olacaktı ki, “Siktir!” dedi mırıltıyla. Melis kaskını çıkardı, parlayan mavileri beni buldu. Dudaklarını öne doğru büzüştürerek bana öpücük attıktan sonra Emir’in yanına gitti. “Sana yaptıracağım şeyleri şimdiden listeleyeceğim.” “Kazandığınız ne malum?” O an tüm ekip bizim olduğumuz yere geldi. Emir herkese göz gezdirdi, takım arkadaşlarının teker teker vurulduğunu gördü. “Hay sizin yapacağınız işi!” Ardından hareleri Melis’e döndü. Melis ise gülümsedi. “Hiçbir yenilgi bu kadar zevk veremezdi insana…” *** Geçen saniyelerden bihaberdim sanki. Az önce neler yaşamıştım, ne zaman kendimi Mehmet’le buluşmaya giderken boş bir parkta bulmuştum idrak edemiyordum. Sinirden titremeye meyilli olan bedenim beni fazlasıyla zorlarken, yaklaşık on dakikadır gitmeme izin vermeyen Boran’a bakarak sakince nefeslendim. “Boran, yeter! Lütfen git artık.” Masum bakışların altındaki sinirli yüz ifadesi tekrardan Boran’ı yakalarken, “Benden bu kadar nefret etme!” dedi isyan edercesine. “Bir kez ya! Sadece bir kez şans ver bana!” Kasılan bedenim, dediğinin üzerine anında gevşerken alay edercesine sırıttım. “Ne şansı? Neyin şansı?” “Buse,” derken bana baktı, bir adım yakınıma geldi. “Ben, bu kadar yakınımdayken sana dokunamamaya dayanamıyorum artık. Deli gibi sarılmak istiyorum, kokun kokuma karışsın, yalnızca beni sev istiyorum. Biliyorum… sana iftira atarak büyük bir hata yaptım ama Buse, yemin ederim köpek gibi pişmanım.” Gözbebekleri gittikçe büyüdü, ağlarcasına devam etti. “Eğer bunu yapmasaydım belki de sevecektin beni…” İşittiğim bu sahte sözler kusma isteğimi dürterken sağ elimi Boran’a doğru siper ettim ve “Sakın,” dedim en sert ses tonumla. “Sakın seni sevebileceğimin ihtimalini düşünme. Sen benim dünyamda yoksun, olmayacaksın da.” Gözlerimi Boran’ın yüzünden ayırırken birden elime düşen ıslaklıkla irkildim, bakışlarımı elimin üzerindeki gözyaşına çevirdim. Hafif esen rüzgârın sesi dışında yalnızca ikimizin nefes sesleri duyulurken başımı kaldırarak Boran’a baktım. Bakışları benimle buluştuğunda acı çekercesine yutkundu, biriken gözyaşlarının tamamını akıttı. Kaşlarım gözlerime meydan okurcasına aşağıya inerken başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Boran’ın yalvarırcasına bakan yüzüne karşın, “Güzel oyuncusun,” dedim iğnelercesine. “Ancak bense, tüm olanların kurgu olduğunu bilen izleyiciyim.” Çene hatları belirginleşirken yumruğunu sıktı, dişlerinin arasından soludu, “Sana oyun oynadığım falan yok!” diyerek kükredi. “Oyun oynamıyorum!” dedi tekrardan, daha fazla bastırarak. “Bak,” derken bir kez daha yutkundu, dört beş adım geriye gitti ve kollarını iki yana açtı. Başını hafifçe sağa doğru eğerken, “Buse, izin ver sana kendimi affettireyim,” dedi iç çekercesine. “Sarıl bana, sarıl ki tüm sevgimi bahşedeyim. Bulunduğun noktadan koş gel ki, sana kendimi ispat edeyim.” İşittiğim bu sözler karşısında kusma isteğim artmıştı. Adımlarımı Boran’a doğru atarken aradaki mesafeyi kapattım ve usulca kollarını yere indirdim. Yüzüme hafif bir gülümseme yerleştirirken, “Kendine iyi davran,” dedim. “Çünkü ben sana öyle davranmayacağım.” Boran’ın aralanan dudakları çaresizce ya da çaresizmiş gibi açılırken ona arkamı döndüm ve asıl gitmem gereken yere doğru ilerledim. Ancak bu, oldukça kısa sürdü. Peşimden gelerek gitmemi engellemesi yalnızca birkaç saniyesini almıştı. Kavradığı bileğimi kendisine doğru çekiştirirken, “Bırak!” diye bağırdım. “Bu sefer hayır! Bırakmayacağım!” Sesi, benim sesimden daha da gürdü. Gece çökmüş, gündüzün aksine kasvetli bir hava kaplamıştı gökyüzünü. Rüzgâr etkisini yitirmiş, yerini çiseleyen yağmura bırakmıştı. Amacım Mehmet’le buluşmakken uğraştığım kişi Boran’dı. Yere mıhlanan ayaklarım yürümemizi oldukça zorlaştırırken, Boran’ın öfke dolu bakışları beni buldu. “Bu kadar zorluk çıkarmak zorunda mıydın? Sana iyi niyetimle geldim ama beni buna mecbur ediyorsun!” Öfkeden gözüm dönmüştü. Anlık boşluktan yararlanarak elini ısırdım ve kolumu ondan kurtarırken var gücümle koşmaya başladım. Ancak ayağımdan kavramasıyla yere yapışmam bir oldu. Kısık sesli bir küfür savururken üzerime doğru geldi. Tam yeniden bileğimi kavrayacaktı ki aldığı darbe ile yan tarafına doğru yalpalandı. Görüş açıma Mehmet girmişti. Her şey… maskelinin yüzünden olmuştu. Bu ıssız yeri tercih etmeseydi yardım isteyebilecek birilerini de bulabilecektim. Ya da hayır! Tüm suç benimdi! Bu anlaşmayı kabul etmemdi. “Bu kızdan uzak durmanı söylemedim mi lan sana?” “Ben de durmayacağımı söyledim.” Mehmet, bir yumruk daha savurdu, “Siktir git!” diye bağırdı. Aldığı tekmenin beraberinde Boran yere kapaklandı. Henüz ayağa kalkmayı bile başaramamışken Mehmet yere, yanıma çömeldi ve endişeli gözlerle, “İyi misin?” diye sordu. Hızlıca başımı salladım. Boran yerde sızlanırken Mehmet elimi kavradı. Ayağa kalkmak üzereyken her şey karmakarışık bir hal aldı. Her şey… çok hızlı gelişti. Her şey ansızın gelişti. Duyduğum silah sesiyle Mehmet’in gözleri irileşti, elimi kavradığı eli cılızlaştı. Korku dolu gözlerle, “Mehmet!” diye bağırdım. Gözlerimin önünde yediği kurşun ile yığılırken, boğazım düğümlendi. Bir kez daha isyan edercesine adını sayıkladığım arkadaşımın gözlerimin önünde kan kaybetmesine bizzat şahit oldum. Bakışlarımı Boran’a çevirdim ancak Mehmet’i vuran kişi o değildi. Biraz arkasında olan, maskeliydi. Bölüm Sonu. Düşünceleriniz? En beğendiğiniz sahne? Az çok demeyelim yorum ve oy atmadan geçmeyelim lütfen... 💚 Diğer bölümlerde görüşmek üzere 💓 |
0% |