@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 17 - Güvenmek Dirençlerle ortak olmamızın üzerinden bir hafta geçmişti. Babamın Savaş Erguvan’la nasıl tanıştığını bilmiyordum ancak artık onların şirketinde, onlarla ortak olarak çalışıyordu. Direnç’i en son restoranda görmüştüm. Onun dışında ne karşıma çıkmıştı ne de Mehmet’in peşinde dolanıyordu. Şu anlık bir sıkıntı yoktu fakat Direnç’i görmemeyi yeğlerken ailesiyle bu denli haşır neşir olmamız hoşuma gitmemişti. Gitmeyecekti de. Ağır adımlarım okul bahçesinin giriş kapısına geldiğinde bir sonraki adımımı daha atamadan belimi bir el kavradı, ilerlememe engel oldu. Başımı kaldırdığımda görüş açıma giren Erim’e oldukça boş bakışlarla baktım. Dalgın olduğumu anlayacak ki kaşları çatıldı. “Neyin var senin?” Gelişigüzel kafamı salladım. “Bir şeyim yok.” Cevabıma tatmin olmadığı oldukça bariz bir şekilde duvar kenarına yaslandı, kemikli parmaklarını montunun cebine atarak sigara paketi çıkardı. Paketten aldığı sigara çöpünü dudaklarına yerleştirdikten sonra zehri turuncu ateşle birleştirdi ve içine çekti. Kaşlarım hayretle Erim’i izlerken dumanı bana getirmemeye özen göstererek başka tarafa doğru üfürdü. Daha fazla şaşırmayı bırakıp Erim’in yanına yanaştım ve anlık bir hamleyle dudaklarının arasındaki sigarayı aldım. Sorgular bakışları beni buldu. “Bu kadar içmek istediğini bilseydim başka çöp verirdim.” “Ben içmem,” diye yanıt verdiğimde sigarayı yere attım ve sönmesini sağladım. Ardından tekrardan Erim’e döndüm. “Ölmek için fazla gençsin.” Dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme peyda olduğunda, “İçime çekmiyorum ben,” diye yanıtladı. “Dudak tiryakisiyim.” Kaşlarımı çattığımda, “Ne farkı var?” diye sordum. “Her türlü zararlı değil mi?” Hayır anlamında başını iki yana salladı. “Tam aksine, oldukça faydalı.” “Hmm,” derken kollarımı göğüs hizamda birleştirdim. “Saysana faydalarını.” “Saymam için tatmam lazım.” Erim yine saçmalıyor muydu ben mi algılamakta güçlük çekiyordum? Harelerimi Erim’e çevirdim, “Neyden bahsediyorsun?” diye sordum kafam karışık bir şekilde. Bunun üzerine derince bir nefes aldı, toprak renkli gözleri dudaklarımda gezindikten sonra yeniden gözlerime ulaştı. “Dudakların diyorum, Buse. Dudakların.” Bakışlarım boşluğa düştüğünde kalbimin ritmi değişmeye başlamıştı ancak bu durumu çabucak bozdum ve “Sapık,” dedim hiddetle. Yüzünde arsız bir gülümseme belirdi. “Senin sapığın.” Dudaklarıma peyda olan gülümsemeyi olabildiğince bastırarak Erim’e arkamı döndüm, okula gitmek üzere hareketlendim ancak bu durum karşıdan hızlı adımlarla gelen Birgül’ü görmemle sona erdi. Bakışlarını bir an olsun Erim’den çekmezken sonunda Erim’in dibine sokuldu ve “Erim,” dedi heyecanını bastırmaya çalışarak. Hayır neye heyecan yapmıştı onu da anlaması zordu. “Bugün oy verilecek, biliyorsun değil mi?” Erim onaylarcasına gözlerini kırpıştırdı. “Biliyorum. Herhangi bir sorun mu var?" “Hayır, hayır. Herhangi bir sorun yok. Ben şey diyecektim. Bence seçim bittikten sonra da arkadaşlığımızı sürdürebiliriz. Yani. İstersen tabii.” Birgül’ün şu kelimeleri kullanmak için sarfettiği eforu hayatımda herhangi bir olay için sarfetmemiştim. Resmen eli ayağına dolaşmıştı kızın. Erim hiç düşünmeden, “Biz arkadaş değildik ki,” dediğinde belli belirsiz sırıttım. Birgül hiç bozuntuya vermeyip, “Ama olabiliriz,” diye cevap verdiğinde az önceki sırıtışımdan geriye eser kalmamıştı. Ne kadar da arsız birisiydi bu. Çocuk kibar dille reddetti seni işte. Ne diye zorluyorsun ki? Ani değişen duygu değişimlerim daha fazla kendini içinde tutamadığı vakit Erim’in yanına, Birgül’ün de karşısına geçtim. “Yok,” dedim harelerimi Birgül’e çevirerek. “Olamazsınız arkadaş falan.” Bakışları sertleşti. “Buna sen mi hüküm veriyorsun?” Erim bıyık altı sırıtmaya başladığında bana ne olduğunu anlamlandırmaya çalıştım. Gerçekten de buna ben mi hüküm verecektim? Bana neydi onların ilişkilerinden? Sevimli olduğumu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim, elimi Birgül’ün omzuna attım. “Yanlış anladın beni. Ben aranızda mükemmel bir uyum görüyorum. Arkadaş olarak harcamayın kendinizi diyecektim.” Birgül’ün sert bakışları anında yumuşadığında, “Yaa,” dedi hemen. “Gerçekten yakışıyor muyuz?” Gözlerimi kapatarak başımı hareket ettirdim. “Hem de nasıl!” Birgül saçma salak sırıtırken Erim’in bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Akabinde saate baktım. “Ders başlayacak. Kaçtım ben,” dedim ve koşar adımlarla yanlarından ayrıldım. Kendimi zoraki lavaboya atmaya başladığımda yanaklarım sıcacıktı. Yüzüme soğuk su çarptım ve aynadaki yansımama baktım. “Ne saçmaladın sen az önce Buse?” Ne saçmaladın sen!? Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirdim ve lavabodan çıktım. Sınıfa ilerleyeceğim vakit karşıma Boran çıktı. “Hah! Bir sen eksiktin ya zaten.” Varlığına aldırış etmeden yürümeye devam ettiğimde önümü kesti. “Bir günaydın demek bile yok mu prenses?” Gözlerimi devirirken, “Yok,” dedim. “Neden sana günaydın demem gerekiyor?” Umursamazca omuzlarını silkti. “İlla günaydın demesen de olur tabii. Sabahın hayır olsun yakışıklım, aşkım, bebeğim falan. Hepsine razıyım yani.” Boran’ın pişkin suratına yumruk atmamak için zor duruyordum ancak disipline gidemezdim. Daha öncesinde kınama almıştım zaten. Hafifçe sırıtarak, “Sevgilime diyorum ben onları,” diye saçma bir yalan uydurdum. Belki bu gerçeği bilip benden uzaklaşırdı. Lütfen uzaklaşsındı. Bu denli rahatsız ettiği için polise gitmeyi düşünmüştüm aslında ama katillerin bile serbest bırakıldığı bu camiada Boran’ı ellerinde tutmak için hiçbir sebeplerinin olmadığı gerçeği düşüncelerimi bozmak için yeterliydi. Kaşlarını çattığında, “Sevgilin mi?” diye sordu. “Kim?” O an bakışlarım Boran’ın tam arkasından bu tarafa doğru gelen Erim’e kaydı. Biricik sevgilisi Birgül yoktu ama. Tüh! Boran bakışlarımı fark ettiğinde Erim’e baktı. İncelercesine Erim’i süzdü, “Bu mu sevgilin?” diye sordu aşağılar bir tonla. “Lan beni buna mı tercih ettin?” Dudaklarımı, ‘Hayır,’ demek üzere hareketlendirmiştim ki Erim benden önce davrandı. “Tercih seçeneği bile olamayacak kadar ucuz olduğunun farkında değil misin?” Boran’ın sert bakışları Erim’i bulduğunda boğazına yapışmak için yeltendi ancak nöbetçi öğretmen sınıflarınıza geçin uyarısı verdiği vakit bunu yapamadı. Hırlarcasına yanımızdan hızla ayrıldı. Boran gittiğinde rahatlama hissine kapılmıştım fakat kolumdan tutarak beni bir anda çekiştiren Erim’in beraberinde yürümek zorunda kaldığımda rahatlık hissi bedenimi çabucak terk etmişti. Hızlı adımlarla sınıfa çıkmak yerine spor salonuna indiğimizde ardımızdan kapıyı kapattı ve kolumu bırakarak bana baktı. “Buse,” dedi hiç de yumuşak olmayan bir ses tonuyla. “Kim o?” “Boran.” Histerik bir kahkaha firar etti dudaklarından. “İsmini söyleyince insanların kim olduklarını bilme gibi bir yeteneğim yok, Buse.” Haklıydı ama anlatasım da gelmiyordu. Ne diye merak ediyorsun ki kim olduğunu? “Bir yıldır takıntılı olarak peşimde,” dedim kısaca. “Belki peşimi bırakır diye sevgilim var dedim o sırada da sen gelince seni sevgilim sandı.” “Neden bana anlatmadın?” Bir iki saniye boş bir şekilde baktım. “Anlatmam mı gerekiyordu?” Hiç düşünmeden, “Evet,” diye cevapladı sorumu. “Çevrendeki insanların kim olduğunu bileyim ki ona göre koruyup kollayayım seni.” Kalbim göğüs kafesimden fırladı, kendisini en ücra köşelere sakladı. “Derse geç kalacağız,” dedim çıkış kapısına doğru ilerlerken. Kapı kulpunu kavradığımda, “Kıskandın,” dedi güler bir tonla. Bunun üzerine bakışlarımı Erim’e çevirdim. “Ne kıskanması?” “Birgül’ü kıskandın. Hem de ilk gördüğün günden beri kıskanıyorsun.” Kaşlarım gereğinden fazla çatıldığında, “Saçmalama,” dedim. “Niye kıskanayım?” Bilmiyorum dercesine dudak büzdü. “Ben de sorguluyorum onu. Bana karşı olumlu hislerin yoktu, neyini kıskandın ki?” “Kıskanmadım,” dedim oldukça istikrarlı bir tavırla. “Sen yine anlamak istediğin gibi anlamışsın olayı.” Birkaç saniye düşünür gibi yaptı. “Bana öyle geldi o zaman.” Bakışlarımı tekrardan kapıya çevirdiğimde kulpu aşağıya doğru indirdim ve kapıyı açtım. Merdivenlere yöneldiğimde Erim de arkamdan geliyordu. Aradaki mesafeyi kapatıp yanıma geldi. “Bu arada,” dedi söyleyeceği şeyi yeni hatırlamış gibi. Adımlarımı durdurmamıştım ama kulağım Erim’deydi. “Birgül’le takılmaya karar verdik. Malum o kadar zamandır etrafında peşinde koşmama rağmen beni ısrarla istemiyorsun, kabul ettim ben de. Hoş, güzel de kız. Dediğin gibi… yakışıyoruz bence.” Kalbim bu sefer göğsümü farklı bir şekilde dövüyordu. Sözcüklerim boğazıma düğümlenirken verecek bir cevap bulamadım. Zoraki de olsa dudaklarıma belli belirsiz bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım, “Ne güzel,” dedim konuşmayı başararak. “Teşekkür ederiz,” dediğinde hızlı adımlarla merdivenleri tırmandım ve Erim’i arkamda bırakarak sınıfa çıktım. Sırama doğru ilerleyerek Mehmet’in yanına geçtim. Beni gördüğünde far görmüş tavşan gibi suratıma baktı. “Ne bu halin? Canını sıkan bir şey mi oldu?” Olumsuz anlamda başımı iki yana salladım. “Uykusuzum biraz sadece.” Gülümseyerek elini omzuna yerleştirdi ve iki kere yavaşça omzuna vurdu. Ben de gülümsedim ve başımı Mehmet’in omzuna yasladım. “Sen nasılsın?” dedim göz ucuyla Mehmet’e bakarak. “Ağrıların hâlâ devam ediyor mu?” “Ağrım kalmadı. Çok daha iyiyim.” Başımı Mehmet’in omzundan kaldırdığımda ciddi bir yüz ifadesine bürünmüştüm. “Mehmet… emin misin Direnç’i şikâyet etmemeye? Bana kalsa bir dakika bile beklemezdim ama elimde kanıtım yoktu. Kanıtsız suçlama yapamazdım.” “Hayır, Buse. Sadece biraz daha zaman lazım. Amacıma daha da yaklaştım. Enselerindeyim.” “Babam Direnç’in babasıyla ortaklık kurdu.” Mehmet’in bakışları sertleştiğinde, “Ne?” dedi sadece. Gözlerimle onayladım. “Bana da sürpriz oldu. Bakalım neler olacak…” Mehmet’in gerildiğini anlamak zor değildi. Elimle kolunu sıvazladığımda, “Korkma,” dedim sakin bir şekilde. “Uzak duruyorum ben Direnç’ten.” Dudaklarına sahici bir gülümseme yerleştiğinde yanaklarındaki gamzeler belirginleşti. “Ha şöyle,” dedim ben de gülümseyerek. “Bu gamzeleri sürekli görmem lazım.” “Sen olduğun sürece hep çıkar onlar.” Hoca sınıfa girdiğinde önüme döndüm ve çantamdan dersin kitabını çıkararak sırama koydum. Mert derse gelmemişti. Aynı zamanda Erim de gelmemişti. Sanırım seçimle ilgili işleri vardı. Düşüncelerimden ikisini de def edip odağımı derse verdim. *** Bugün diğer günlere nazaran daha soğuktu ancak biz yine bahçede oturuyorduk. Sıcak çayımdan bir yudum alırken, “Buse,” diyen Melis’e baktım. “Emir’e Derya’dan pardon Kayra’dan uzak durması gerektiğini söylemeliyiz.” “Geldi mi okula?” “Geldi. Hatta şu an merdivenlerden iniyor.” Harelerimi merdivenlere çevirdiğim vakit Emir’i gördüm. “Uzaklaşmadan yanına gidelim.” Eş zamanlı oturduğumuz banktan kalktık ve Emir’in yanına ilerledik. “Emir,” diye seslendiğimde yönünü bana doğru çevirdi ve sorgularcasına önce bana daha sonra ise Melis’e baktı. Akabinde tekrardan bana baktı. “Evet?” Ben konuya nasıl giriş yapacağımı düşünürken Melis pat diye, “Kayra’dan uzak durman lazım,” dedi. Emir’in kaşları anında çatılırken, “Kayra,” dedi. “Kayra’yı nereden tanıyorsun? Uzak dur ne demek?” “Bak, Emir. Kayra senin düşündüğün gibi birisi değil. O… tehlikeli. Ondan uzak durman gerekiyor.” Emir histerik bir kahkaha attığında aşağılar gözlerle Melis’e baktı. “Bana istediğini diyebilirsin. Hatta bana iftira bile atabilirsin. Ama sakın sevgilime ağzını açma. Adını bile ağzına alma.” Melis’in iyilik meleklerinin kanatlarını Emir’in cümleleri tek tek koparmıştı. Bunu biliyordum. Ama Melis o melekleri öldürmediği sürece her şey devam ederdi. Pes edilmezdi. Melis hiçbir şey demeden hızla yanımızdan uzaklaşırken, “Pişman olacaksın, Emir,” dedim ve Melis’in peşinden gittim. Az önceki banka oturan Melis’in yanına oturduğumda kıvrak bir hareketle başını dizlerimin üzerine koydu. “İnanmayacağını biliyordum.” “Ne düşünüyorsun peki?” “Plan.” Gökyüzündeki bulutlara baktı. “Elimizde kanıtımızın olacağı bir plan.” *** Son bir kez daha aynaya baktım. “Melis. Bu taktiğin işe yarayacağından emin misin?” Melis koluna saat takarken göz ucuyla aynaya baktı. “Emir’den daha yakışıklı oldum bence. Beni görse Derya’yı bırakıp gay olmaya karar verir.” Dudaklarımdan gürültülü bir kahkaha firar ederken Melis’in babasının parfümünden sıktım. “Acaba sakal yakışır mı?” “Tahta kalemiyle çizeyim istersen?” Burun kıvırdım. “Yok. Kalsın.” Tüm hazırlıklarımız hemen hemen bittiğinde güneş gözlüğümü taktım, motorcu ceketimi üzerime geçirdim. Siyah kot pantolonumla beraber oldukça güzel bir tarzım vardı. Erkek olduğuma ben bile inanacak gibiydim. Melis de üzerine deri ceketini geçirirken, “Ben biraz kısa boylu erkek oldum,” dedi dudaklarını büzerek. Sonrasında hemen toparladı. “Boyu değil işlevi derler her zaman.” Daha fazla oyalanmadan evden çıktık ve arabaya bindik. Cuma günü yani dün Melislere gelmiştim ve hafta sonumu burada geçirecektim. Bugün de önemli bir işimiz olduğu için Melis arabayı annesinden ödünç istemişti. Zaten evin tek çocuğu olduğu için de çoğu dediği yapılıyordu. Melis arabayı çalıştırıp yola koyulduğunda ben de hafifçe eğilerek radyoyu açtım. Birkaç kanal geçtikten sonra bildiğimiz bir şarkıyı duyunca geriye çekildim ve arkama yaslanarak Melis’le aynı anda şarkıyı söylemeye başladık. Onu hiç görmemiştimmmmm, Birden webcam’ini açtı, Bana bir hareket yaptı, Şok! Bir hareket yaptı derken Melis’in el hareketi çekmesi kaçınılmazdı. Müthiş eğlenceli yolculuğumuz on beş dakikanın sonunda biterken emniyet kemerimi çıkardım ve arabadan indim. Kısa bir süreliğine güneş gözlüğümü hafifçe yukarı kaldırıp etrafa bakındım. Gözlüğü geri indirirken Melis yanıma geldi. “Hazır mısın?” Bozulmadığını bildiğim halde ceketimin yakasını düzenledim ve “Hazırım Kaan Akkoç,” diye yanıt verdim. “Ya sen?” Melis siyah peruğunun üzerine taktığı güneş gözlüğünü gözlerine taktıktan sonra cevap verdi. “Ben de hazırım Enes Akkoç.” Dudaklarımıza peyda olan gülüşle beraber gideceğimiz yere doğru adımlamaya başladık. Barın önüne geldiğimizde kapıdaki güvenlik gecenin bu vakti neden güneş gözlüğü taktığımızı sorgular gibi baktı ancak bunu göz ardı ederek, “Kimlik?” diye sordu. Melis’le eş zamanlı ellerimizi cebimize atarken cüzdanlarımızı çıkardık ve içerisinden kaç gün önceden ayarladığımız sahte kimliklerimizi çıkardık. Güvenliğe kimlikleri uzattığımızda elimizden kimlikleri aldı ve detaylıca incelemeye başladı. Bir şeylerden şüphelenmesinden korkmaya başladığımda, “Geçin,” dedi ve kimliklerimizi geri uzattı. Yaşadığım rahatlıkla derin bir nefes aldım ve Melis’e kısa bir bakış atarak içeri girdik. Gözlüğümü hafifçe kaldırarak etrafa bakındım. Barmenin çalıştığı kısımda mor, diğer kalan kısımlarda ise turuncu ışıklandırma vardı. Boş masalardan birisine yerleşirken, “Kaçta gelecek?” diye sordum. Melis saatine bakarken, “Birazdan burada olur,” diye yanıt verdi. Başımı sallayarak beklemeye başladığımda bir tane kız yanımıza doğru geldi, benim yanımdaki boş sandalyeye oturdu. Bakışları ikimizin arasında mekik dokurken en son bende kaldı. “Sizi burada ilk kez görüyorum.” Başımı hafifçe kıza doğru çevirdim, sesimi olabildiğince kalınlaştırarak, “İlk kez geldiğimiz için olmasın?” dedim. Omzundan sarkan sarı saçlarını geriye attırırken kolunu omzuma koydu ve yanağımdan makas aldı. Patlak vermemek için tepki veremiyordum ancak ne yaşıyordum şu an ben! Melis’in dudakları iki yana keyifle kıvrılırken sarışın kız, “Adın ne?” diye sordu. “Enes.” “Jale.” Ardından bakışları Melis’e döndü. “Senin adın ne yakışıklı?” İçimdeki kahkaha atma isteğini zoraki bastırırken Melis'in yerine, “Kaan,” diye cevap verdim. Melis benim gibi sesini kalınlaştıramıyordu. Zaten bu yeteneğimi bildiği için bu fikir aklına gelmişti. “Hasta biraz. Sesi fazla çıkmıyor kusuruna bakma.” Jale’nin hareleri yeniden bana dönerken, “Önemli değil,” dedi. Çok geçmeden alt dudağını dişledi ve “Odaya geçmek ister misin?” diye sordu. Gözlerim fal taşı gibi açılırken Melis bıyık altından gülüyordu. Jale’ye dönüp, “Odaya geçmek isteyeceğim kişinin sen olmasını istemem,” dediğimde bozuk bir yüz ifadesiyle, “Şerefsiz,” diye kükredi ve hızla yanımdan kalkarak masayı terk etti. Melis hâlâ gülmeye devam ederken ayağına sert bir darbe geçirdim. “Ayak üstü elden gidiyordun Enes,” dediğinde gözlerimi devirdim. Tam o anda gelmesini istediğimiz kişiyi gördüm. “Melis,” dedim fısıldayarak. “Derya geldi.” Melis çabucak baktığım yöne bakarken Derya masalardan birisine yerleşmişti bile. Derya hakkında sıkı bir araştırma yapmıştık. Nerelere gittiğini, kimlerle takıldığını öğrenmiştik. Biraz zor olmuştu ancak sonucu için zor yollardan geçmemiz gerekiyordu. Planımızda ise Derya, Mert’le buluşacaktı ve biz de onları adım adım takip ederek her anı fotoğraflayacaktık. Dikkat çekmemek içinse erkek kılığına girmiştik. Telefonumun titrediğini hissettiğimde cebimden telefonu çıkardım ve gelen mesaja baktım. Ardından Melis’e döndüm. “Mert geliyormuş.” Melis başıyla onay verdiğinde telefonunu cebinden çıkardı ve pusuda beklemeye başladı. Mert çok geçmeden geldiğinde gözleri ilk önce bizi aradı. Biz olduğumuzu anlaması için bir işaret yaptım, bizi gördü ve Derya’nın olduğu masaya geçti. Konuşulanları duymak için Derya’nın bizi görmeyeceği masaya oturduk. Mert de ses kaydı alacaktı. Belli bir süre herhangi bir etkileşim olmadı. Sıkıntıyla oflayan Melis'e baktım. “Mert flört etmesini bilmiyor bence. Ben gitsem tavlamıştım şimdiye kadar.” “Bu sesle mi?” “Her şey ses mi canım?” “Dur! Masadan kalkıyorlar.” Derya, Mert’in koluna girdiğinde Melis anında video kaydına geçti. Akabinde Mert’in yanağından öptü. Mert’in içinden bize sövdüğünden emindim çünkü ortaklığımızı oldukça zor bir şekilde kabul etmişti. Ben Dila’ya yamuk yapamam demişti ancak en sonunda pes etmişti. İkisi birlikte barın üst katına çıkarlarken biz de peşlerinden ilerledik ancak bir anda iki kızın önümüzü kesmesi buna engel oldu. Ellerinde viski dolu bardaklar vardı. “Vay canına,” dedi esmer olan. “Bu çıtırlar yeni katılmış aramıza.” Bunun üzerine kızıl olan güldü, kolunu Melis’in omzuna attı. “Bu benim.” Esmer olan ise benim boynuma dolandı. “Bu da benim.” Ardından kırmızı dudaklarının parladığı yüzünü bana doğru çevirdi. “Benim misin bu gece?” Daha cevap bile veremeden dudaklarını dudaklarıma doğru yaklaştırınca güçlü bir şekilde kızı ittim. “Değilim,” dediğimde büyük bir sinirle bana baktı. “Beni nasıl reddedersin?” Elini havaya kaldırıp iki kere parmaklarını şıklattığında anında yanımıza dört tane takım elbiseli, koca cüsseli adamlar geldi. Dehşetle gözlerim büyürken kollarımızdan tuttular ve bizi barın dışarısına çıkardılar. Sesimizi çıkaramamak her saniye aleyhimize işlerken kızlar da peşimizdeydi. Esmer olan, “Onlara işkencenin en büyüğünü verin,” dediğinde takım elbiseli adamlar aynı anda başlarını salladılar. “Siz ne saçmalıyorsunuz?” diye sorduğumda kolumdan tutan adam, “Çok konuşma!” dedi ikaz dolu sesiyle. Melis’le birbirimize baktığımızda dudaklarını hareket ettirdi. “Üç dediğimde.” Gözlerimle Melis’i onayladım ve Melis komuta verdiğinde adamın birisine tekme atıp birisinin kolunu ısırdım. Melis de aynılarını yaptı. Var gücümüzle koşmaya başladığımızda peşimizden koşmaya başladılar. Ancak onlar bizden daha hızlıydı. Adamlardan bir tanesi aradaki mesafeyi kapatıp elini saçıma attığında saçım, daha doğrusu peruğum, ellerinde kaldı. Önce yanındaki adama, sonrasında elindeki peruğa, en sonunda ise bize baktı. “Lan bu kız!” dedi yaşadığı şaşkınlıkla. Diğer üç adam da aynı şekildeydi. Aynı adam Melis’in de peruğunu çıkardı. “Bu da kız!” Biz tekrardan kaçmaya yeltendiğimizde diğer iki adam kollarımızdan tutarak buna engel oldu. Peruklarımızı çıkaran adam yanımıza yaklaşıp güneş gözlüklerimizi de çıkardı. Akabinde dudaklarından güçlü bir ıslık döküldü. “E bunlar çok güzel.” “Abi yok, valla çirkinim ben. Hepsi makyaj. Kanma bunlara.” Melis’in cümlesi üzerine tüm bakışlar Melis’e döndü. Önümdeki adam Melis’in karşısına geçerken, “Maviş,” dedi. “Sen sanki daha bir güzel geldin gözüme.” “Ben o gözlerini oymadan siktir git.” Sesin geldiği yöne bakarken bize doğru yaklaşan Emir'i gördüğümde şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Melis’le bizi tutan adamların elleri anında gevşerken bizi bıraktılar ve koşarak uzaklaştılar. Bizimle konuşan adam gitmemişti. Boş boş Emir’e bakmayı bıraktığında diğer adamla birlikte o da gitti. Bunlar kimdi ve Emir’den neden korkmuşlardı? Emir neden buradaydı? Bizi neden kurtarmıştı? Sıkılan kollarımı ovuştururken Emir ikimize de incelercesine baktı. Halimize gülmeye başladığında Melis’in sinir seviyesinin arttığını gözlemleyebiliyordum. Cebinden telefonunu çıkarıp bir hışımla Emir’in yanına ilerlerken çektiği videoyu açtı. “İzle bunu,” dedi sert bir tonla. “Geçen gün beni aşağılamıştın ama izle. Gör sevgilinin ne bok olduğunu!” Emir’in yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silinirken elini yumruk yaptı. “Bu…” dedi güçlükle. “Gerçek mi?” “Yok,” dedi Melis dalga geçer bir vaziyetle. “Kızın kafasına Derya’nın kafasını shopladım.” Emir’in kaşları çatıldığında, “Derya?” diye sordu. Bunun üzerine Melis, Derya hakkındaki tüm bildiklerini Emir’e anlattı. Emir'in bu gerçekleri kaldırabileceğinden emin değildim. Bir süre sardırarak videoyu izledi. Ardından bize baktı. “Bana yardım eder misiniz?” *** Her bir basamağında pembe bulutları anımsatan dumanlarla kaplı merdivenlerden ağır ağır inerken, üzerimdeki beyaz elbisenin hoşluğu dudaklarımın iki yana kıvrılmasına sebep olmuştu. Arkadan hafifçe esen rüzgâr saçlarımı uçuştururken etrafa bakındım. Yalnızca benim bulunduğum bölgede beyaz bir ışık huzmesi vardı. Geri kalan yerler karanlıktı. Aşağıya biraz daha yaklaştığımda kulağıma hoş bir melodi dolmaya başladı. Tüm merdivenleri indikten sonra ise adımlarım direkt olarak ona doğru ilerledi. Ellerimiz buluştuğunda pembe dumanların arasında dans etmeye başladık. Gözlerimin içine baktı, hafifçe gülümseyerek dudaklarını hareket ettirdi. Aynalardasın, sen bir sanrısın, Hiçbiri değil, gerçek değil… Hayallerimdesin, rüyalarımdasın, Yanımda değil, gerçek değil… Dans ederken adım attığımız her noktaya tepedeki ışık da eşlik ediyordu. Her şey kusursuz planlanmıştı. Birlikte ileri geri giden adımlarımız, müziğin ritmine ayak uyduruyordu. Fakat tuhaf olan şeyler vardı. Bunun bilincindeydim. Bilincindeydim lakin tepki vermeyi başaramıyordum. Sorgular bir vaziyette, “Mehmet?” dediğimde parmağını dudaklarıma bastırdı. “Şşh.” Ardından beni kendi eksenimde üç kere döndürdükten sonra kolunu omzuma yerleştirdi. Ve kulağıma fısıldadı. Aniden gelen bir hismiş gibi, Sıkıştım, çıkamıyorum, İçimden atamıyorum seni… Dudaklarımı aralamayı başardığımda beni tekrardan kendi eksenimde döndürdü, elimi bırakarak dumanların arasına karıştı. Panikle etrafa bakındığımda bir anda arkamda belirdi, belimden tutarak beni kendisine doğru çekti. Çenesini omzuma yerleştirdi, elimi tuttu ve bana baktı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gördüğüm kişi karşısında korkuyla yutkundum. Sensiz değilim, sensiz deliyim, Hiç iyi değilim, iyi değilim… Sensiz deliyim, sensiz değilim… Hiç iyi değilim, delirdim. Şarkının devamını Erim sürdürdüğünde neyin içerisine düştüğümü sorguladım. Erim elimden tutarak beni döndürdüğünde tekrardan kendisine çekti ve elini belime yerleştirdi. Bir elim Erim’in elindeyken diğer elim ise omzunu kavrıyordu. Bir süre öylece kaldık. Müzik çalmaya devam etti, biz ise birbirimize bakmaya. Kokusu burnuma dolduğunda kalbim yerinden fırlayacak gibi atmaya başladı. “Sen…” dedim konuşmayı başardığım vakit. Ancak tepki vermedi. Omzunda olan elimi ellerinin arasına aldı, küçük bir öpücük kondurdu. Elim boynunu kavradığında belimi tutarak yere doğru eğildik. Hareleri yüzümde gezinirken, “Ben…” dedi ve gülümsedi. “Neyim ben?” Ardından belimdeki elini hızlıca çekti. Yere düşme korkusuyla sıçradığımda tüm gördüklerimin rüya olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. Bedenimin sıcaklığı karşısında avuç içlerim terlerken etrafıma bakındım. Karanlıktı. Bugün Erim’i yalnızca spor salonundan çıkarken, son konuşmamızı yaptığımız zaman görmüştüm. Ne oy verirken ne de derslerde bir daha görememiştim. Belki de o kızladır diye düşünmüştüm gün boyu. Peki ya bu rüya neyin nesiydi? Mehmet’in bana söylediği şarkı sözleri… ardından Mehmet’in gidip Erim’in gelmesi… neyi anlatmak istiyordu bana? Söyledikleri şarkı… gerçek miydi? Telefonumu hızlıca elime aldıktan sonra ayaklarımı yataktan sarkıtıp terliklerimi giydim ve Beril’in uyanmamasına özen göstererek odadan çıktım. Dış kapıyı da hafifçe araladıktan sonra anahtarı eşofmanımın cebine attım ve kapıyı ardımdan kapatarak arka bahçeye gittim. Gofret’in henüz uyumamasına karşın içten içe sevinirken yanına yaklaştım ve çimlerin üzerine otururken Gofret’in başını dizlerime koymasını sağlayarak başını okşamaya başladım. Soğuk hava üşümeme sebep verirken sıcak nefesimi dışarıya doğru üfürdüm. “Kafam allak bullak Gofret. Son bir aydır her şey çok tuhaf. Yaşanmaması gereken şeyler yaşıyorum. Anlamadığım hislerle savaşıyorum. Neler oluyor bana?” Gofret dilini çıkarmakla yetinirken hafifçe gülümsedim ve eğilerek başını öptüm. “Ondan kaçmaya çalıştıkça etrafında buluyorum kendimi.” Nefeslendikten sonra gelişigüzel cümlelerimi Gofret’ten cevap gelecekmişçesine söylemeye başladım. “Her şeyden önce benden gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını bilmek istiyorum, Gofret. Bana neden sürekli çelişkili davrandığını, benimle alay mı ettiğini yoksa… gerçekten istediği için mi ilgilendiğini bilmek istiyorum. Kafam soru işaretleriyle dolu. Onu zihnimden atmayı başaramıyorum. Dengem şaşıyor. Zihnimi kontrol edemiyorum. Korkuyorum. Tekrardan aynı hataya düşmekten, tekrardan aynı şeyleri yaşamaktan. Bu yüzden de ondan köşe bucak kaçıyorum. Ama buna izin vermiyor. Hem de hiç izin vermiyor.” Tekrardan derin bir sessizliğe gömüldüğümde telefonumun ekranının yanmasıyla telefonu yanıma alış amacımı hatırladım, çimlerin üzerine bıraktığım telefonu elime alarak kilidini açtım. Ardından zihnimde kalan şarkı sözlerini aratarak karşıma çıkan ilk videoya tıkladım. Sinir bozucu reklamlar bittikten sonra şarkının melodisini dinlemeye koyuldum. Aynısıydı. Sessizce şarkıyı dinledim. Affettim, Uyandırma beni, Böyle bitmesin, Hep düşledim seni… Devamı ise bu kısımdı. Rüyamda söylenmeyen kısım. Şarkı çalmaya devam ederken bir anda telefonum çalınca irkildim, gelen aramaya baktım. Erim’i aradığını gördüğümde merakla kaşlarım havalandı. Saatin iki buçuğunda neden beni aramıştı? Açmakla açmamak arasında tereddütte kaldığımda arama sonlandı. Ancak çok geçmeden tekrardan çaldı. Düşünmeyi bırakıp aramayı yanıtladım. “Erim?” “Sana mesaj atacağım konuma gelebilir misin? Lütfen.” Sesi ağlamaklı geliyordu. İçime bir yumru otururken telefonun kapanma sesini işittim. Çok geçmeden mesaj geldi. Mesajı açıp adrese baktım. Burayı biliyordum. Bizim aşağı mahalleydi. İyi ama Erim’in bizim buralarda ne işi vardı? “Sence gitmeli miyim Gofret?” Gofret bana cevap verircesine havladığında oturduğum yerden kalktım ve ayağımdaki terliklerime aldırış etmeden Erim’in attığı adrese doğru adımlamaya başladım. Fazlasıyla merak ediyordum. Neden bu saatte burada olduğunu, neden beni aradığını... Merakım gitgide artarken çok geçmeden Erim görüş açıma girdi. Duvarın kenarına sinmiş bir vaziyette oturuyordu. Önceki gördüğüm hallerinden eser yoktu. Ağlamış mıydı? İyi ama neden? Uzaktan öküzün trene baktığı gibi bakmak yerine Erim’in dibine sokuldum ve bomboş gözlerle karşı tarafa bakan Erim’e baktım. “Erim?” diye mırıldandığımda bakışlarını bana çevirdi. Kan çanağına dönmüş gözlerine endişeli bir şekilde bakarken beklemediğim bir anda kollarını bana sıkıca sardı. “Kötüyüm,” dedi hiçbir şey dememe fırsat vermeden. “Ve benim senden başka sığınabileceğim birisi yok.” Ne diyeceğimi… ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Havada kalan ellerimi yavaşça Erim’in beline koyduğumda daha da sıkı sarmaladı beni. “Anlatmak ister misin?” “Sadece sarılsak?” Görmese bile gözlerimi kırpıştırdım. Neydi onu bu hale sokan şey? Meraklıydım. Öğrenmek istiyordum ancak onu zorlayamazdım. Bir süre daha öylece kaldıktan sonra sıktığı kollarını gevşetti ve geriye çekildi. Bakışları üzerimde gezindi. İşaret parmağıyla üzerimi gösterirken, “Pijamaların da ayrı bir yakışıyormuş.” Omzuna hafifçe vurdum. “Dalga geçme.” “Dalga geçmedim. Geçmem de. Yaşadığımız dünya bile yalan olduğu halde en gerçekçi şey sensin. Sana olan duygularım, hislerim.” Gözlerimi bir iki kez kırpıştırdığımda, “Hâlâ dalga geçiyorsun,” dedim. “İkigül’e söyle sen bunları.” Kaşları sorgularcasına çatıldığında, “İkigül mü?” diye sordu. Ardından gülmeye başladı. Birisi Erim Koral’a gülmeyi yasaklayabilir miydi? “Çok mu bozuldun ne?” Alnıma düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken, “Hayır, tabii ki de” diye cevap verdim. “Siz benim favori çiftimsiniz.” “Kötü bir yalancısın ama ısrar etmeyeceğim. Sadece tepkini merak etmek için öyle bir şey söyledim. Aramızda herhangi bir ilişki yok. Sen gittikten sonra reddettiğimi de dile getirdim zaten.” Burnuma dokunup parmağını geri çekti. “Benim kalbim senden başkasına çarpmıyor.” Sanki ıssız topraklarıma yağmur yağmış, tohumu bile olmadığı halde çiçekler açmıştı rengârenk. İçimdeki bu belirsiz mutluluğu saklamak için çok çaba sarfetmiştim ancak başarılı olduğumu düşünmüyordum. Bakışlarımı Erim’den kaçırmaya yeltendiğimde, “Kaçma,” dedi. “Kedi fareyi önünde sonunda yakalar.” Bozulmuş bir surat ifadesi takındığımda, “Ben fare miyim?” diye sordum. Sırıttı. “Evet.” Konuyu değiştirerek, “Ne olduğunu anlatmayacak mısın?” diye sordum. Hareleri yeniden üzerimde gezindi. “Sen neden bu soğuğa rağmen neden bu şekilde çıktın dışarıya?” diye sorduğunda gözlerimi kırpıştırarak yukarıya kaldırdım ve derin bir nefes alıp verdikten sonra, "Hazır mısın?" dedim. Erim’in anlamsız ve sorgulayan bakışları beni himayesi altına alırken yalandan öksürerek boğazımı temizledim ve “Şimdi,” diyerek söze başladım. “Ben saçma bir rüya görüp uyandım. Sonrasında ise yatağımdan kalkıp etrafa bakındım. Karanlıktı. Terlediğim için de biraz nefes almak adına bahçeye çıktım. Sonra Gofret’in yanına gittim. Biraz oğluşumla konuştum. Akabinde sen aradın… senin aradığını gördüğümde kısa çaplı bir şoke geçirdim ancak çok sürmedi merak etme. Sonra telefonu açtı…” Lafım Erim’in beni aniden kendine çekmesiyle bölünürken nefesi dibimde bittiği için ve beklemediğim bir anda bunu yaptığı için kalbim şu an çok hızlı çarpıyordu. Güçlükle, “Açtım,” diyerek mırıldanırcasına lafımı bitirdiğimde, “Buse,” dedi nefesi dudaklarıma çarparken. “Çok üzün cümleler kuruyorsun.” Hiç çekinmeden, “Çok uzun cümleler kurdurtuyorsun,” dedim. “Yavrum, sen her şeyi soracak mısın böyle?” Yüzüne arsız bir gülümseme peyda olurken, “Eğer sen bana böyle hitap edeceksen, en ufak şeyi bile soracağım,” dedi tok bir sesle. O an yere küçük beyaz şeyler usul usul düşmeye başladı, başımı kaldırarak gökyüzüne baktım. Kar yağıyordu. İzmir’de. Kar. Yağıyordu. Ve. Ben. İlk. Kara. Erim’le. Yakalanmıştım. Saçma sapan Kore aşk inanışlarından sıyrılıp bakışlarımı tekrardan Erim’e çevirirken, “Erim,” dedim soru soracağım için. “Kış mevsimini sever misin?” Erim önce başını kaldırdı, bir süre öylece gökyüzüne baktı. Kusursuz bir görüntüye sahip olan boynu gözlerimi şenlendiriyordu. “Evet veya hayır demem yanlış bir cevap olur,” diyerek cevap verdi. Daha sonra, “Ben mevsimleri ayırt etmem,” diye de ekledi. “Güneşin sımsıcak, parıl parıl parladığı bir gün de eğer benim içim kan ağlıyorsa, o güneşin benim için hiçbir faydası olamaz. Veyahut dışarıda fırtına çıktığı bir zaman da gözlerimin içi gülüyorsa çıkan fırtına benim adıma etkisini tamamen kaybeder.” Sesi, kulaklarımda eşsiz bir tını bırakırken dedikleri oldukça mantıklı ve bir o kadarda farklı gelmişti. Harelerini ellerime doğru çevirirken ellerimi avuçlarının arasına aldı ve sıkı sıkıya kapattı. “Mesela,” dedi gözlerimin içine bakarken. “Şu an hava oldukça soğuk. Ama hiçbir önemi yok.” Dediğini idrak etmeye çalışırken birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Bu demek oluyordu ki şu an oldukça mutluydu. Bunun sebebi ben miydim? “Neden bir önemi yok?” “Sen varsın.” Kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibi çarparken bu hissi yok etmek adına bakışlarımı avucunda olan ellerime kaydırdım ve “Ellerim neden avuçlarının arasında?” diye sordum. “Üşüdükleri için.” “Üşüseydi hissederdim.” “Hissetseydin cebine koyma girişiminde bulunurdun.” “Demek ki üşümemiş.” “Demek ki hissetmemişsin.” “Hissediyorum, sıcak.” Kendinden oldukça emin bir şekilde, “Hayır, hissetmiyorsun,” dediğinde kaşlarım çatıldı. “Sen ben misin?” “Belki,” dedi sadece. Ardından ellerimi dudaklarına doğru yaklaştırarak avucunun arasına sıcak hava üfledi. Ellerimdeki ısı artış miktarının farkına vardığımda gözlerim büyüdü. Gerçekten üşümüşler miydi? Kar gittikçe hızlanırken ayaklandı ve beraberinde beni de kaldırdı. “Artık eve gitmelisin,” dedi ve önüme geçti. Ardından elimi tuttu, yürümeye başladı. Ağır adımlarım Erim’e belli bir ahenk sağlarken bir anda duraksadım ve elimi elinden çektim. “Erim,” dedim arkası bana dönükken. “Sana güvenmek istiyorum.” Yönünü bana doğru çevirdiğinde gülümsedi, kollarını iki yana doğru açtı. Erim’e doğru ilerledim, aradaki mesafeyi kapattım ve kollarımı beline doladım. Başım omzuyla birleşirken Erim’in ellerini belimde hissettim. Karnımda birbirine tekme atan kelebeklerin beraberinde yüzüme bir gülümseme peyda olurken hep bu anda kalmak istedim. Erim’in kollarının arasındaki sıcaklık dışarının soğuğunu tamamen etkisiz bırakırken burnuma nüfuz eden koku karşısında zihnimde o an yeniden canlandı. “Bugünü, bu saati, bu yüzü… asla unutmayacağım. Ve şunu aklından sakın çıkarma, mutlaka geri geleceğim.” Kokusu aynıydı. O günden beri unutamadığım tek kokuydu. Bölüm Sonu. Düşünceleriniz? En beğendiğiniz sahne? Az çok demeyelim yorum ve oy atmadan geçmeyelim lütfen... 💚 Diğer bölümlerde görüşmek üzere 🥺<3 |
0% |