@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 20 - Özür Dilerim 24 Ocak 2023 Günlük Burç Yorumuna Göre 25 Ocak Çarşamba Günün Nasıl Geçecek? Sevgili Aslan, bugün odağında eğitim, yayıncılık, seyahat, hukuksal konular ve uzaklardaki tanıdıklar yer alıyor. Güne yoğun rüyalarla başlayabilirsin. Günün ilk yarısında uzun zamandır görüşmediğin bir tanıdığından haber alabilirsin ya da uzaktaki bazı tanıdıklarınla görüşebilirsin. Senin için şanslı, iyimser bir zaman dilimi. İkili ilişkiler, yayıncılık ve medya, hukuki konular ve seyahat açısından birtakım fırsatların olabilir. Yalnız bir Aslansan sosyal mecralar aracılığıyla yeni tanışmalar ve karşılaşmalar yaşayabilirsin. Günün ikinci yarısında ise sağlığınla, solunum yollarınla ilgili birtakım hassasiyetlerin olabilir ve doktor kontrollerini yaptırabilirsin. Aynı zamanda iletişimde, haberleşmede ve işinle ilgili birtakım aksaklıklar yaşaman da mümkün. Yanlış anlaşılmalara dikkat etmende fayda var. Bugün ikili ilişkilerinde, evliliğinde ya da aşk hayatındaki bir konuda bir tamamlanma, sonuçlanma ve kapanış yaşayabilirsin. Sevgiyle kal. “Buse, siz yarın Erciyes’e gitmiyor musunuz okul olarak?” Çözdüğüm testin sonucunu okumayı bitirdiğimde başımı kaldırıp kapı pervazına yaslanmış bir vaziyette bana sorgularcasına bakan anneme baktım. “Gidiyoruz.” Annem harelerini odada gezdirdi. “Herhangi bir hazırlık yaptığını göremiyorum.” “Çünkü gitmeyi düşünmüyorum.” “Sebep?” “Yarın solunum yollarımla ilgili birtakım hastalıklarım olacakmış.” Annemin kaşları anında çatıldığında yanıma yaklaştı ve elimden telefonumu alıp burç yorumunu okudu. Bir anda bir gülme sesi yükseldiğinde kesik nefeslerinin arasından, “Bunlara mı inanıyorsun gerçekten,” dedi aşağılar bir tonla. Anneme mızmızlanma bakışlarımı atarken telefonu geri elinden kaptım. “Anne ya! Çok kötüsün.” “Hazırlanıyorsun. Hemen!” Annem son sözünü söyleyip odadan çıktıktan sonra başımı sağa doğru çevirip duvardaki saate baktım. Dokuz buçuğa geliyordu. Ne ara akşam olmuştu anlayamamıştım bile. Homurdanarak yerimden kalktım ve küçük valizimi yatağımın üzerine koyduktan sonra gerekli eşyalarımı yerleştirdim. İşim nihayet bittiğinde masanın üzerine bıraktığım telefonu aldım ve WhatsApp’a girdim. En üstte bizim grubun birikmiş mesajları vardı. Bazen gereksiz konuştukları için grubu sessize almıştım. Mesaj kutusuna girdim ve mesajları okumaya başladım.
JÜPİTER’İN YAMUK YILDIZLARI Mert: Topalanın. Önemli nir şey konuşacağız. Melis: Yazmayı öğrendiğin zaman konuşabiliriz. Mert: Bu da bana TDK kesidi. Neyse. Bildiğiniz üzere yarın gidiyoruz ama ölmeyeceğimize emin miyiz? Hani kayak yapmayı falan bşlmiyoruz. Melis: Biz biliyoruz. Sen bilmiyorsun. Bir de ölürsen kıymalı dağıtırlar mı Mert? Mert: He. Melis: O zaman öl PUHAHAHAHAHAFSÖPĞVÖBEGPAÜW. Mert: Lan! Yazıklar olsun... Yemedim yedirdim, içmedim içirdim... Dokuz ay karnımda taşıdım... Bu muydu hak ettiüğşm?????????? Melis: Her sorduğumuzda paran yok knk. Mert: Kanka cidden yok lan. Melis: Siktir. Mert: Buse neerede? Melis: Yedim onu. Mert: ÖGRPHEKHRPRKSÜGĞHWYLEAĞÜWLE Ulan ne komik karısın Mel. Öldüm. Mert: Allah rahmet eylesin knk. Yarın okul servisiyle mi gideceksiniz arabayla mı idye soracaktıö ben. Arabamız mı var? Melis: Mert araba mı çaldın lan yoksa pislik???? Mert: Ne alaka aq. Memetin var. Erimaşkımın var. Servisle gideriz biz. Melis: Servis. Mert: Tüm on ikiler katılmadığı için tek servis gidiyor. O da doşmuş. Melis: Bunu neden yeni söylüyorsun aq. Mert: uf sen.sus. buse konuşşsun. buse bizi duyuyorsan ayağını kaldır. Melis: WhatsApp grubunda mı? Mert: He. O zaman mesaj yazsın canım. Her şeyi benim mi söylemem gerekiyo. Evet. Mert: Tamam. Yarın saat kaçta ve nerede buluşuyoruz? Mert: sabah 10. Servis okuldan kalkacak. Arabayla gelevek olanlarda var. Onları saymıypruö. Melis: E biz kimle gidiyoruz şimdi? Mert: Erim ya da memed. Seç nirisini. Melis: Emir. Ay Erim. Ğüuş5üjeğtlğrtönrltöjlröehsgğlsü. Melis: Gülme şerefsz ÖKSPOWEGĞPAKBNĞPNKFÜE. Mert: Sizin irenç muhabbetnize daha fazla dayanamayacağım. Gidiyorum bb. bb. Melis: by Kıkırdayarak WhatsApp’tan çıktım ve telefonu yatağa bıraktım. Yarın için nedense hiç enerjim yoktu. Tüm tatil boyunca evde yatma fikri bile daha cazip geliyordu. Düşüncelere boğulacağımı anladığım sırada buna müdahale ettim ve kafamı toparladıktan sonra odadan çıkıp salona geçtim. Beril televizyon izliyor, annem ise kitap okuyordu. Gürültüde nasıl kitap okuduğunu hiçbir zaman anlayamamıştım. Boş olan koltuğun birisine yerleşirken, “Babam nerede?” diye sordum. Sorduğum soru üzerine kafama yastık fırlatıldı. Beril’e ölümcül bakışlarımı sunarken, “Uyuyor adam,” dedi asabi bir tavırla. “Odadan çıktığın yok ki evden haberin olsun.” Bıkkın bir tavırla anneme döndüm. “Anne! Kopyanı doğurmayı nasıl başarabildin?” Annem göz ucuyla ikimize de baktıktan sonra, “Didişmeyin,” dedi ve oturduğu yerden kalkarak kapıya doğru ilerledi. “Biraz da odamda okuyayım kitabı. İyi geceler güzel kızlarım.” “İyi geceler anne.” “İyi geceler anniş.” *** “Ya kaysana sıkışıyorum!” “Olmuşsun doksan kilo, bir de bana suç atıyorsun!” “Ya yeter!” diye bağırdığımda bir anlığına tüm sesler kesildi. Sinirli gözlerimle bir Melis’e bir de Mert’e baktım. Yola çıktığımızdan beri kavga ediyorlardı. “Kocaman yere iki kişi sığamadınız.” “Öne oturmama izin verseydin bunlar yaşanmazdı Buse.” “Arkaya oturmak istediğini söyledin Mert!” “Sonradan karar değiştirdim.” “Bana söylemedin?” “Ben söylemeden anlaman gerekiyordu. Sen ne biçim arkadaşsın?” “Şu yaşananlardan sonra arkadaşlığımızı sorgulamaya başladım bile.” “Ben çok sıkıştım. Erim, yakınlarda petrol falan yok mu?” Melis’in sorusu üzerine Mert’le olan kargaşa anında kesilirken Erim, “Varmış,” diye karşılık verdi. Bakışlarımı Melis’ten çekip yola çevirirken Erim istasyona girdi. Hep birlikte arabadan indiğimizde peşimizden gelen Emir de yanımıza doğru yaklaştı. O kendi arabasıyla geliyordu ancak yalnızdı. Yaklaşık üç saattir yoldaydık ve Uludağ gibi yakın yerler varken ta Erciyes’e gitme fikri tabii ki de Erim’in işiydi. Sebebini bilmiyordum ancak şimdiden yorulmuştum bile. Temiz hava bir nebze de olsa üzerimdeki baskın havayı yok ederken Melis koluma girdi ve beni markete doğru çekiştirdi. “Beni bırakıp gitme, Buse.” Melis’in suratına boş boş bakarken, “Bırakacağım,” dedim alayla. Sırıttı ve koşarak lavabo tarafına doğru gitti. Melis’in çıkmasını beklerken raflardaki ürünlere göz gezdirdim. Gözüme kestirdiğim birkaç tane abur cuburu kucağıma sıkıştırırken Melis yanıma geldi. “Şunları ödeyelim.” Kasadan ürünleri geçirdikten sonra arka cebimdeki kredi kartını çıkardım ve ürünlerin ücretini ödedim. Melis aldıklarımı poşete yerleştirdikten sonra marketten çıktık. “Ay dünyanın en iyi olayı tuvaletini yapmakmış sanırım. Kuş gibi hafifledim!” Melis’in son dediğine kahkaha atarken Erimlerin hareleri eş zamanlı bize döndü. “Emir’in elinde sigara mı var bana mı öyle geliyor?” Melis’in sözüyle beraber Emir’e yöneldi bakışlarım. “Hiç mi sigara içmeyen birisi görmedik? Neye şaşırıyoruz biz?” Mavi hareleri beni buldu. “Doğru.” “Tuvaletin deliğine düştün sandım Melis.” “Deliğe seni nasıl sokabilirim diye plan yapıyordum ondan geciktim Mert.” Mert gözlerini devirdiğinde, “Üşüdüm,” dedi homurdanarak. “Gidelim artık.” Saate bakmak için elimi arka cebime attığımda telefonumu bulamamıştım. Tüm ceplerimi karıştırırken, “Sanırım telefonumu düşürdüm,” dedim ve kimseye bir şey demeden koşar adımlarla markete geri gittim. Kasiyer olan kız ortalıklarda görünmüyordu. Yere bakınırken telefonu kasanın orada görünce büyük bir rahatlık hissiyle eğildim ve telefonumu aldım. Paspasın orada ne işi vardı bilmiyordum ancak onun üzerine düştüğü için ses çıkarmamış olması muhtemeldi. Marketten geri çıkıp arabanın oraya ilerlediğimde gördüğüm manzara görmek istediğim bir manzara değildi. Kesinlikle değildi. Harelerim etrafta gezinirken, “Gittiler,” dedi Erim. Erim’e baktım. “Neden?” “Mert biraz araba değişikliği deyip Melis’i de peşinden sürükledi. Emir de Mert’in çenesini çekmemek için gaza bastı.” Camii avlusuna bırakılmış bebek gibi terk edilmiş hissetmiştim kendimi. “Anladım.” “Gidelim biz de.” Başımla onay vererek arabaya doğru yürüdüm ve arka kapıyı açarak koltuğa yerleştim. Erim ön koltuğa otururken dikiz aynasından bana baktı. “Neden oraya oturdun?” “Daha rahat.” “Ön daha rahat.” “Hayır.” Arabadan inip yanıma doğru yaklaştı ve kapıyı açtı. “Öne geçer misin?” Kaşlarımın çatıldığını hissettiğimde, “Neden?” diye sordum. Hafifçe sırıttı. “Orada dikkatimi dağıtabilirsin. Dikkatimi dağıtırsan, ikimiz için de hiç iyi şeyler olmayabilir.” “Dikkatini dağıtacak bir şey yapacağımı zannetmiyorum.” “Güzelliğin dikkatimi dağıtmak için yeterli bir sebep.” “Alakasız.” “Alakalı,” dedi her zaman olduğu gibi benim düşüncemin aksini savunarak. “İki seçeneğin var. Ya öne oturursun ya da… öne oturursun.” “Adaletsizlik sanki?” “Öne oturana kadar gitmeyiz.” “Küçük bir çocuktan farkın yok.” Dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme peyda olduğunda kalktım ve ön koltuğa geçtim. Arabadan inmeye üşenmiştim. Erim kazandığı zaferle birlikte daha fazla gülümseyerek arka kapıyı kapattı ve şoför koltuğuna yerleşti. Kendi kapısını da kapatıp kemerini bağladı. Akabinde arabayı çalıştırarak yola koyuldu. Dirseğimi camın pervazına yaslarken başımı hafifçe Erim’e doğru çevirdim. Tanıştığımız günden beri Erim’le sayısız anımız olmuştu fakat… beni öptüğü o gün zihnime adeta kazınmış gibiydi. İyi mi olmuştu kötü mü olmuştu bilemiyordum. Etkisi içimde derin bir iz bırakmıştı. Her gün Erim’i düşünmem akıl sağlığım için tehlikeliydi belki ama yapamıyordum. Onu düşünmeden duramıyordum. Sanki kalbim, inanmak istemediğim şeye daha da bağlanmaya başlamıştı. Ciğerlerimi bir anda Erim’in kokusu doldururken dalmış olduğum düşüncelerimden sıyrıldım, harelerimi yukarıya doğru çevirdim. O an Erim’le göz göze geldik. Kalbim hızlıca çarpmaya başlarken, “Kemerini takmanı söyledim kaç kere,” dedi yüzüme dik dik bakarak. Kendime gelmeye çalışarak gözlerimi kırpıştırdım. “Duymamışım.” Erim hafifçe başını salladı, gözlerinde o bilindik bakış belirdi. “Aklın başından gitmiş senin,” diye mırıldandı imalı bir gülümsemeyle. “Sayende.” Büyük bir pot kırdığımı Erim’in bana olan bakışlarından anlarken yaşadığım utanç yerin dibine girmem için yeterliydi. Arabayı çalıştırdığında, “Ne?” dedi şaşkın şaşkın. “Sen beni mi düşünüyorsun?” Ses tonu şu an dediğimin oldukça hoşuna gittiğinin altını çiziyor gibiydi. “Evet,” dedim taviz vermeden. “Neden yakın yerler varken Erciyes’i seçtiğini düşünüyordum.” Sol kaşı havaya kalktı. “Ha seni öptüğüm anı falan düşünmüyordun yani?” İçimde yaşadığım volkanik patlama ikinci defa patlarken Erim’in ermiş kişi olduğunu falan düşünmeye başlamıştım. Ne düşündüğümü nasıl bilebilirdi? Yine de taviz vermek yoktu! “Hayır,” dedim kendimden oldukça emin bir şekilde. “Bir an bile düşünmedin yani?” Bir an yutkunarak ona diklendim. “Hayır, hiç aklıma bile gelmedi,” dedim inatla, sanki bu lafımla kendimi bile inandırmaya çalışıyordum. Erim kaşlarını kaldırdı, yüzünde sinsi bir ifade vardı. “Öyle mi?” diye sordu, bana doğru hafifçe eğildi. Gözlerindeki bakış, sanki beni öpecekmiş gibi bakıyordu. Nefes almayı unutmuş gibi hissediyordum şu an. Gözlerimi kaçırmak istesem de bu anı da bozamıyordum. Erim dudaklarını iyice dudaklarıma doğru yaklaştırırken bir anda gülümseyerek geri çekildi ve koltuğuna yaslandı. Kaşlarını kaldırarak bana sanki hiçbir şey olmamış gibi baktı. Beni kandırmış mıydı o? Alelacele camın yanındaki düğmeye bastım ve pencereyi açtım. Ayaz hava tenime vururken yanaklarımdaki ısı seviyesi gitgide düşüyordu. Beni nasıl nakavt edeceğini biliyordu ve ben de buna kanıyordum. Aptaldım işte. *** Gözlerimi araladığımda hâlâ arabadaydım. Ancak gözlerimin tam hizasında direksiyon vardı. Hızlıca yattığım yerden doğrulurken etrafıma bakındım. Erim ortalıkta görünmüyordu. Arabadan iner inmez kazağımın altından tenime işleyen soğuk karşısında gözlerimi büyüttüm. Arka koltuktan montumu alıp üzerime geçirirken ellerimi de cebime koydum. İzmir’in soğuğu neymiş ki Kayseri’nin yanında… Erim’in nereye kaybolduğu düşüncesi beynimi esir alacakken Erim elinde iki tane halka tatlısıyla geldi, birisini bana uzattı. “Tatlısı güzel diye duymuştum.” Erim’in uzattığı tatlıyı elinden alırken bir ısırık aldım. Sıcak ve gerçekten de lezzetliydi. Meşhur Tekir Tatlıcısı yazan dükkânın yan taraflarında hediyelik eşyalar satan dükkânlar vardı. Biraz ileride ise çeşme. Etrafın bembeyaz olması beni birazcık duygulandırmıştı. Ah İzmir… “Nasıl?” “Lezzetli.” Arabaya geri bindikten sonra biraz daha gittik. Otelin önüne geldiğimizde Emir’in arabası ve servis de park yerindeydi. Okul olarak geldiğimiz için biraz indirim kapmıştık ancak yine de çok makul bir fiyat değildi üç gün için. Ama o ki otelin dışı gerçekten güzel görünüyordu. Eminim içi de güzeldi. Bagajdan valizimi aldıktan sonra Erim’in eşyalarının olduğu sırt çantasına baktım. Biz kızlarda mı sorun vardı erkeklerde mi? Cidden… bu kadar az eşyayla nasıl yaşayabiliyordu bunlar? Otelin giriş kapısından geçtikten sonra resepsiyona doğru ilerledik. Kimliğimi çıkarmak için çantama gömülürken kim olduğunu göremediğim kişi, “Hoş geldiniz,” dedi samimi bir tavırla. Kimliğimi nihayetinde bulduğumda kafasını toprağa gömen deve kuşu rolümden çıktım ve başımı kaldırdım. Odaları ayarladıktan sonra birlikte üçüncü kata çıktık ve ben Melis’in kaldığı odaya ilerlerken Erim de sol koridora doğru ilerledi. Aslında okuldaki diğer kızlarla aynı odada kalmamız gerekiyordu ama Erim ve Emir bizim grubu başkalarına karıştırmamayı tercih etmişti. Kart yardımıyla kapıyı açtıktan sonra içeri girdim ve kendimi yatağa attım. “Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım!” Kıkırdadım. “Emir’le nasıl gitti yolculuk?” “En son Mert hiç susmuyordu. Uyumuşum.” “Ben de uyumuşum.” Yerimden doğruldum ve valizden temiz kıyafetler çıkardıktan sonra duşa girdim. Çabucak duşumu aldıktan sonra üzerime siyah taytımla kırmızı kapüşonlumu geçirdim ve havlu sarılı saçlarımı açarak kuruttum. Taradıktan sonra banyodan çıktım. Odanın içi gerçekten güzeldi. Ortada iki tane baza vardı ve bazaların üst kısmında siyah beyaz göl tablosu vardı. Bazanın sol tarafında pencere, tekli koltuk, abajur ve masa bulunuyordu. Masanın dibinde ise yine koltuk vardı. Cam manzarası ise teleferiklere bakıyordu. Bazaların iki tarafında da komodin ve gece lambaları vardı. Odayı incelemeyi bırakıp Melis’e döndüm. “Acıktım.” “Ben de. Yemeğe inelim.” Telefonumu elime aldıktan sonra oda kartını da kapüşonlumun cebine attım ve Melis’le beraber odadan çıktık. Asansöre ulaştıktan sonra birinci katın düğmesine bastım ve aşağıya indik. Restoran kısmına geçiş yaptıktan sonra harelerim bizimkileri aradı. Güya okulla gelmiştik ancak yetkili kişiler yalnızca Erim ve Mert’ti. Müdür kendi başınızın çaresine bakabilecek yaştasınız dediği için öğretmen kadrosundan kimse gelme teşrifinde bulunmamıştı. “Bizi mi arıyorsun?” Kulağımın dibinde biten sese panikleyerek tepki verince korkudan dengemi kaybettim ve arkamdaki kişinin beni tutmasıyla kucağına düştüm. Karşımda sırıtan Mert’i görünce hemen kalktım ve omzuna bir yumruk geçirdim. “Ödüm koptu geri zekâlı!” “Özür dilerim. Bilerek oldu,” dedi ve hemen ilerideki masaya yerleşti. “Of! Ne acıkmışım he.” Melis’le beraber biz de Mert’in masasına geçtik. “Buse'nin tüm abur cuburlarını sen yedin nasıl hâlâ açsın anlayamadım.” Doğru ya, poşet Melis’te kalmıştı. “Onlar çerezlikti kızım! Karın mı doyurur? Benim karnımı doyuracak tek şey karım.” Yüzüm buruştu anında. “İğrençsin.” “Sensin iğrenç. Zaten benimle birlikte gelmedi. Mutsuzum.” “Bu mutsuz halin mi?” diye sordu Melis kıkırdayarak. Emir masaya geldiğinde, “Afiyet olsun,” dedi yemek yemediğimiz halde. Emir, Mert’in yanına oturduğunda Mert bir kolunu Emir’in omzuna attı ve yanağından makas aldı. “Seni yiyeceğiz herhalde.” Emir bunalmışçasına Mert’in kolunu omzundan attı. “Efe bitti sen mi başladın?” Akabinde Emir’in hareleri bana değdi. “Erim nerede?” “Aynı odada kalmıyor musunuz?” “Mert’le aynı odadayım maalesef. Erim tek başına kalıyor. Mert’in çenesini çekemem dedi piç. Başka oda da kalmadı. Yoksa ben de ayıracaktım odamı.” “Beni bu kadar sevdiğinizi bilmiyordum,” dedi Mert, Emir’e bakarken. “Geldi işte.” Melis’in lafıyla birlikte bakışlarımız masaya doğru yaklaşan Erim’e döndü. Siyah bir kapüşonlu ile gri eşofman vardı üzerinde. Saçları ise dağınıktı. Garson geldiğinde Erim boş olan sandalyelerden birisine oturdu. Garsonun dağıttığı menüden ne yiyeceğimize karar verdikten sonra yemeği beklemeye başladık. Yönümü Melis’e doğru çevirirken, “Bir gülümse bakayım,” dedim. Melis dediğimi ikiletmeden gülümsedi ve gülümsediği için de yanaklarındaki kocaman çukurlar ortaya çıktı. Parmaklarımı oraya yerleştirdim ve gülümsedim. “Haniymiş buradaki gamzeler?” Melis daha çok gülümseyince şımaracağını anladığım için ellerimi çektim ve “Tamam, yokmuş,” diyerek geriye yaslandım. Melis bozularak kapüşonumu kafama geçirdi. “Şımartsan bir yerlerine bir şey olurdu sanki!” Ben gülerken, “Küçük çocuk bile senden daha az şımarıyordur Melis,” diye lafa atıldı Mert. “Keşke ciddiye alacağım birisi olsaydın Mert.” “Koşko coddoyo olocogom boroso olsoydon Mort.” Mert’in taklidine hepimiz gülüşürken görüş açıma çapraz masada oturan çocuk girmişti. Taş çatlasın yirmi yaşında falandı. Bakışlarının üzerimde olduğunu fark ettiğimde gülümsedi. Tepki vermemiştim. Bakışlarımı daha ben kaçırmadan bir anda sandalyem çekildi, harelerime Erim yansıdı. Sesimi fazla çıkarmadan, “Ne yapıyorsun sen?” diye sordum. Umursamazca omuz silkti. “Canım senin yanına oturmak istedi.” “Benim canımın seni istediği ne malum?” “Çok kırıcısın, Buse.” “Sen de çok kabasın, Erim.” Çapraz masaya yeniden baktığımda hâlâ baktığını görmüştüm. Hafif çekik gözlü, esmer birisiydi. Bu kadar bakması hoşuma gitmemişti. “Milleti kesme, günah,” dediğinde Erim’e baktım tekrardan. “Kesmiyorum. Niye baktığını anlamaya çalışıyorum.” Erim başını çocuğa çevirdiğinde çocuk anında bakışlarını kaçırdı. “Bakmaz artık.” “Bakışlarınla mı kaçırdın şimdi?” Sırıttı. “Çok yetenekliyim değil mi?” “Çok…” dedim alayla. Ardından garson siparişlerimizi getirdi ve yemek yemeye başladık. Oldukça eğlenceli geçen bir saatin ardından yatmak üzere ayrıldık. Odaya gireceğimiz sırada çantamı arabada unuttuğum aklıma gelmişti. “Melis. Çantam arabada kaldı. Sen geç odaya. Gelirim birazdan.” “Tamam, yavrum.” Erim’in odasına doğru adımladım ve kapısını tıklattıktan sonra açılmasını bekledim. Çok geçmeden açtı kapıyı. Hiç uzatmadan lafa girdim. “Çantam arabanda kalmış da. Alabilir miyim?” Hafifçe gülümsedi, odadan çıktı ve birlikte aşağıya indik. Erim arabanın kilidini açtıktan sonra arka kapıyı açtım çantamı aldım. “Teşekkür ederim,” dedim Erim’e dönüp gülümseyen bir yüz ifadesiyle. “İsteklerin benim için emirdir.” Kıkırdadım ve Erim’le birlikte otele doğru yürümeye başladık. Ancak birkaç adım attıktan sonra yüzüme çarpan bir bakış beni olduğum yere mıhladı. Gözlerim onu bulduğunda, kalbim donup kaldı. Bir an için tüm sesler kısıldı, etrafımda kim varsa silindi, dünya durmuş gibiydi “Seni sevdim ben Aras. Gerçekten çok fazla sevdim. Ama bu sevgiyi taşırken tükendim. Bir şeyler için çabalarken tükendim.” Ela gözleri beni buldu. Dediklerimin her birine inanmayarak baktı. “O yüzden mi aldattın beni?” “Aldatmadım!” diye bağırdım hırçın bir şekilde. Bir yandan ağlıyor, bir yandan Aras’ı ittiriyordum. “Senin için ölümü göze aldım ya ben! Senin yerine ben yara aldım ben! Nasıl seni Sevmediğimi düşünebilirsin? Beni sevmeyen sendin Aras.” “Saçmalıyorsun!” “Saçmalamıyorum. Sen beni hiçbir zaman sevmedin Aras. Ve zoruma giden şey beni sevmemen falan değildi biliyor musun? Zoruma giden şey herkese büyük bir şefkatle yaklaşırken beni yok saymandı. Senin saçının teline zarar gelse kahrolacak olan bana, sanki hayatını mahvetmişim gibi muamele yapmandı zoruma giden şey. Söylesene… Seni bu kadar sevdiğimi bildiğin halde neden bana bu kadar acımasızca davrandın? Neden beni gereksiz bir çöp poşeti gibi gördün? Neden ağlattın, neden kırdın?” “Gördüm dedim sana! Başka adamı öptüğün fotoğrafları gördüm dedim!” “O ben değildim!” Boğazım bağırmaktan acıyordu artık. Aras’ın göğsüne vurmaya başladım hızlıca. “Boran’ın attığı iftira yüzünden benden ayrıldın! Terk ettin beni. Seni bu kadar severken siktir ettin beni hayatından! Nasıl ya nasıl? Nasıl bana değil de ona inanabildin? Bu mu senin sevgin Aras? Bu mu!” “Bu,” dedi fısıldarcasına. Bileklerimden tuttu, vurmamı engelledi. Ellerimi göğsünden hızla uzaklaştırdı, beraberinde kendisi de uzaklaştı. “Sakın bir daha çıkma karşıma.” “Aras…” “Aras diye birisi yok artık hayatında Buse. Senden gerçekten tiksiniyorum.” Son sözüydü senden tiksiniyorum. O günden sonra Aras’ı ne görmüştüm ne de haberini duymuştum birilerinden. Ve yıllar sonra karşılaşmamız… neyin nesiydi? Göğüs kafesim kasvetlenmişti. Kendimi iyi hissettiğimden emin değildim. Çocukluk aşkımdı Aras benim. Evet, belki küçüktüm, saftım ama gerçekten seviyordum. “Buse,” diyen sese odaklandığımda harelerim Erim’i buldu. “İyi misin?” Sorgulayıcı bakışlarından kaçarken buldum kendimi. Gelişigüzel başımı salladım. “İyiyim.” Aras’ın ela gözlerini üzerimde hissediyordum. Tüm cesaretimi toplayıp ben de baktım suratına. Değişmeyen tek şeyi gözleriydi. Bakışlarıydı. Eski saçlarından eser yoktu. Pürüzsüz suratı artık kirli sakallıydı. Benden önce bakışlarını çekti ve uzaklaştı. Boşlukta gibi hissediyordum kendimi. Otele girdikten sonra direkt asansöre binip kata bastığımızda arkama yaslandım. “Kimdi o?” dedi Erim ciddi bir ses tonuyla. “Önemsiz birisiydi.” “O yüzden mi kaskatı kesildin Buse? Kimdi?” Yerde olan harelerimi Erim’e çevirdim. Onu bu kadar sert ve ciddi gördüğüm nadir anlardandı. “Eski sevgilim,” dedim nefeslenerek. Bir süre sessiz kaldı. “Anladım,” dedikten sonra kapı açıldı ve hızla yanımdan uzaklaştı. Neye bozulmuştu? Odaya girdiğimde hissiz hissediyordum kendimi. Melis Beni görür görmez yanıma geldi. “Betin benzin attığına göre görmüşsün malum şahsı.” Kaşlarım çatıldı. "Sen ne zaman gördün?" “İlk geldiğimizde… resepsiyondaydı. Sonra başka birisi geçti yerine nereye kayboldu bilmiyordum. Söyleyecektim ama fırsatım da olmadı.” “Gördüm,” dedim bir önceki cümlesine dönüş yaparak. “Göreceğimi düşündüğüm en son kişi bile değildi.” “Biliyorum, biliyorum. Benim de aklıma gelmezdi burada göreceğimiz.” Melis kolumdan tutup beni yatağa oturturken, “Ne hissettin?” diye sordu. Omuz silktim. “Son konuşmamız geldi aklıma.” “Bu mu sadece?” Nefeslendim. “Melis. Erim sordu kim olduğunu.” “Söyledin mi?” Onaylarcasına gözlerimi kırpıştırdım. “Ama suratı düştü.” “Aa! Ne kadar da tuhaf. Sevdiğim kız, eski sevgilisi ve ben mutlu bir aileyiz demesini falan mı bekliyordun kızım! Oğlan sana düpedüz aşık ve sen suratı düştü diyorsun.” “O yüzden mi yani?” “Başka neden olabilir Buse? Sen de afallayınca tabii, hâlâ onu sevdiğini düşünmüş bile olabilir. Malum, çocuğun sevgisine karşılık vermiyorsun. Sürekli bir bariyer koyuyorsun aranıza, aksini düşünmemiştir hatta. “Haklısın… ama sevmiyorum ki. Sadece dediğin gibi… görmeyi beklemiyordum ve bu yüzden afalladım.” “Bunu ona anlat.” Bir hızla odadan geri çıktım ve yeniden Erim’in kapısına vurdum. Kapının açılmasını bekledim ama bu sefer açılmadı. Birkaç kez daha vurdum ama sonuç değişmemişti. Aklıma dışarıya çıktığı düşüncesi gelince zemin kata indim ve otelden çıktım. Kayseri’nin alışmaya oldukça zorlanacağım ayaz havası anında tüm bedenimi sarmalarken bunu umursamadım ve etrafıma bakınarak Erim’i aradım. Biraz daha ilerleyerek otelin arka kısmına doğru gittim. Oradaydı. Soğuk zemine oturmuş, öylece karşısına bakıyordu. Ne kadar ağır olsa da adımlarım sanki ona giderken hızlanıyordu kendiliğinden. Aynı vaziyette yanına oturdum, dizlerimi kendime doğru çektim. “Hava çok soğuk değil mi burada oturman için?” Başını bana çevirmesini, toprak rengi gözleriyle yüzüme bakmasını bekledim. Yapmadı. Bırak başını çevirmeyi gözlerini dahi kırpıştırmıyordu. Cevap vereceğine olan inancım yavaşça kaybolmaya başlarken, “Ona…” diye başladı söze. “Ona olan bakışların daha çok üşütüyor.” “Yanlış anladın,” dedim fısıldarcasına. “Sadece… onu görmeyi beklemiyordum. O yüzden… yani… şaşırdım.” Kelimeler birbirine dolanmıştı sanki. Normalde Erim’in düşüncelerini umursamazdım ancak şu an olayı yanlış anlaması kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu sanki. “Daha fazla üşümeden otele gir.” “Ya sen?” “Ben üşümüyorum.” “Ben de üşümüyorum.” “Üşüdüğün gerçeğini ikimiz de biliyoruz.” “Sen de benimle gel o zaman,” dediğimde başını bana çevirdi ve gözlerime ciddi bakışlarını sapladı. Bu bakışlar daha da kötü hissetmeme sebep olmuştu. Buna… buna alışık değildim. “Buse,” derken sesi oldukça ikaz doluydu. Aldırış etmeden soru sorarcasına, “Erim?” dedim. “Sana otele dön dedim, hadi.” “Ben de sen gelirsen dedim. Kısasa kısas.” Sinirle soludu. “Buse, gidiyor musun?” “Geliyor musun?” O inatçıysa eğer ben de inatçıydım. Bana karşı olan soğukluğunu bozmadan şuradan şuraya adım atmazdım. “Ne istiyorsun Buse? Her zaman benden kaçmak için çabalardın. Sana fırsat tanıyorum. Bu sefer kendi isteğimle gitmeni istiyorum. Neden gitmemek için diretiyorsun?” Sarkıt oluşturmuş, ucu sivri buz kütlesi. Yerinden koptu, göğüs kafesime saplandı. Acıyla deldi geçti. Canım yandı. “Gerçekten… gitmemi mi istiyorsun?” Hayır demesini bekledim. “Evet.” Demedi. “Gönlündeki kişinin ben olmadığımı anladım. Neden kalmanı isteyeyim?” “Gönlümdeki kişi o değil.” Yeniden çevirdi bakışlarını bana. “Ona öyle baktın ki Buse, o an kalbim ilk defa kabullendi beni sevmediğini. Tüm çabalarımı yok etti. Ve o an canım gerçekten yandı. Herkesten kaçırabilecekken seni, ona kılımı kıpırdatamayacak olmam canımı yaktı.” Akabinde ayağa kalktı. “Şimdi git lütfen.” Boş bir şekilde bakabildim sadece. Erim benden uzaklaşırken yaşadığım hayal kırıklığıyla oturduğum yerden kalktım ve otele doğru adımladım. Hiçbir şeyim olan kişi canımı bu kadar yakmayı nasıl başarabilmişti? “Buse.” Başımı yerden kaldırdığımda görüş açıma Aras girdi. Onu gördüğümde gözlerim dolmuştu anında. Neden ikinci kez yaralıyordu beni? Neden beni üzmekten başka bir halta yaramıyordu? “Biraz konuşabilir miyiz?” “Ne konuşacağız?” dedim hiddetle. Onu umursamayıp yanından geçmek istedim ancak omzumdan tutarak buna engel oldu. “Sadece beş dakika, Buse. Senden özür dilemek istiyorum.” Kaşlarım çatıldı. Elimin tersiyle akan gözyaşlarımı sildim. “Ne konuda?” “Biliyorum… üzerinden çok zaman geçti ancak sen haklıymışsın her konuda… Çok sonradan öğrendim gerçeği ama inan bana karşına çıkacak ne yüzüm vardı ne de cesaretim. Burada da karşılaşmayı hiç beklemiyordum… Başka imkânım olmayacağını düşündüğüm için şimdi söylemek istiyorum, Buse. Özür dilerim. Tüm yaşattıklarım için.” Dediklerinden gram etkilenmemiştim. “Bitti mi?” “Bir şey demeyecek misin?” “Senin yüzünden kırılmaktan yoruldum, Aras.” “Özür dilerim…” “Dileme! Özür falan dileme! Geçmiyor! Yeni yara açtın bana şu an nasıl geçebilir?” “Yeni yara derken?” Sinirle soludum. “Git yanımdan.” “Ama Buse…” “Sana git yanımdan diyorum!” diye bağırdım. Sesim oldukça gür çıkmıştı. Otele girmekten son anda vazgeçip geldiğim yöne doğru çevirdim bedenimi. Ve tam karşımda Erim’i gördüm. Kalbim hızla atmaya başlarken ne zamandan beri orada olduğunu düşündüm. Eğer konuşmalarımızı duyduysa daha da fazla kırılacaktı bana. Çünkü yine yanlış anlamış olacaktı her şeyi. Dudaklarına çarpık bir gülümseme yerleşti, sivri uçlu bıçak gibi can yakıcı bakışlarını harelerime sapladı acımasızca. Hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve hızla arabasına doğru yürümeye başladı. Vakit kaybetmeden peşinden koştum. Arabaya bineceği sırada elinden tuttum. “Gitme.” Elini hızlıca elimden kurtardı, “Bırak!” diye bağırırken. “Sen benimle oyun mu oynuyorsun Buse? Çok mu haksızlık ettim deyip yanına geliyordum sadece! Bana yeni yara açtın dediğini duymak istemiyordum.” “Yine yanlış anladın!” “Hâlâ yalan söylüyorsun.” Erim beni umursamadan arabasına bindi ve arabayı çalıştırdı. Hareket etmesine fırsat vermeden ben de arabaya bindim. “Nereye gidiyoruz?” diye sorduğumda sinirli bakışları beni buldu. “İn.” “Haklısın ben de üşüdüm. O halde hadi sıcak bir yere gidelim,” diyerek onu anlamamazlıktan geldiğimde kaşlarını çattı. Arabayı çalıştırmayı durdurup arabadan indi. Peşinden ben de indim. Hızlıca yürürken koştum ve koala gibi belini sarmaladım. “Dinlemen lazım beni.” “Buse!” Sesi yine ikaz doluydu. Derin bir nefes aldı ve ellerimi belinden çekti. Dudaklarımı araladım ancak Erim’in siniri yüzünden diyecek bir şey bulamayınca geri kapattım. Erim yeniden benden uzaklaşırken yeniden peşinden koştum. Otelden uzaklaştığımızda soğuk, bedenimin titremesine sebebiyet veriyordu. Montumu da giymemiştim. Kesin donarak ölecektim. Adımlarım Erim’e çarptığı için dururken bir adım geriye çekildim. “Beni dinlemeye karar verdin değil mi?” diye sordum heyecanlı bir şekilde. Kaşları olabildiğince çatıldı, ellerini yanaklarıma koydu. “Buz gibisin, Buse. Titriyorsun,” dedi ve üzerindeki montu çıkararak bana uzattı. “Giy şunu.” “Beni dinlemezsen giymem.” Erim umutsuz bir vaka olduğumu oldukça belli eden bir şekilde başını iki yana salladı ve beni önüne doğru çekerek bir eliyle belimi kavradı. Diğer eliyle de montu üzerime geçirdi. Erim’in belimde olan eli sopsoğuk bedenimi ısıtmayı fazlasıyla başarırken elini belimden çekti ve beni kendine doğru çevirerek montun fermuarlarını çekti. “Şimdi otele dönüyorsun.” Beni bırakıp öylece yoluna devam ettiğinde eşeğin trene baktığı gibi bakıyordum şu an. Dalgınlığımı bozup Erim’in arkasından koşarken yerin buzlaşmış kısmına denk geldiğimi çığlık atarak yere düştüğümde fark etmiştim. Başım gereğinden fazla zonkluyordu. Beyaz renge kırmızı karışmaya başlarken, yavaşça bilincimi kaybediyordum. Kalkmaya çalıştığımda başarısız bir sonuç elde ettiğim için kafam geri buza çarpmıştı. Kulağıma birkaç tane küfür mırıltısı gelirken birisi beni havaya kaldırdı ve adımı seslenir gibi oldu. “Erim,” dedim kısılan sesimle. “Sensin değil mi?” “Benim,” dediğini duyar gibi olduğumda zoraki gülümsemeye çalıştım. Yüzündeki endişe gözlerime yansıyordu bulanık bir şekilde. Sert, telaşlı nefes alışlarını duyabiliyordum. Kaşları çatılmış, yüzü bembeyaz kesilmişti. Bilinçsizce elimi yanağına uzatıp zorla gülümsedim. “Erim… bana inanıyorsun değil mi?” Onun yüzüne yansıyan o çaresiz ifadeyi daha fazla görmek istemiyordum. Yüzüme çarpan soğuk havayı hissetmek bile gitgide zorlaşıyordu. Başımın içinde yankılanan ağrıya rağmen, “Yalan söylemiyorum, Erim… Ben sevmiyorum onu, gerçe…” “Sen acı çektikçe acı çekiyorum. Konuşma, Buse.” Lafımı yarıda kesen bu cümlesi içimde bir damla teselli bırakırken bilincim yavaşça Erim’in ellerinin sıcaklığıyla silinip gitmeye başladı. Gerisi karanlık. *** Boş boş tavanı izlerken kolumu kaldırıp elimin üzerindeki yapışkanlı şeye iğrenircesine baktım. “Ne kadar illet bir şeysin sen böyle. Resmen tüm kanımı çekiyorsun ve ben senden nefret ediyorum serum kardeş,” diye homurdanırken ağrıdığı için kolumu daha fazla yukarıda tutamadım yavaşça aşağıya indirdim. Yattığım yatakta -daha doğrusu hastane yatağında- doğrulmak yerine iyice yayıldım. Başımı sol tarafıma çevirdiğimde hiç beklemediğim bir şekilde Erim'le göz göze gelince gözlerimi büyüterek alt dudağımı ısırdım. Erim’e şirince sırıtarak, “Güünaydııın,” dediğimde dudaklarına çarpık bir gülümseme yerleşti. “Günaydın.” Düne oranla daha sakindi, evet. “Birtakım aksilikler yaşadık sanırım.” “Aklım çıktı,” dedi itiraf edercesine. “Seni öylece görünce aklım çıktı! Neden bu kadar dikkatsiz davranıyorsun? Ya sana bir şey olsaydı!” “Ama olmadı, sakin ol.” “Konu sen olunca sakin olmayı başaramıyorum nedense.” “Aa!” dedim yakınırcasına. Ne bu azar sabah sabah? Ne demiş Dean aşkım, yoksa kafayı yiyeceğim." “Dean kim?” Kaşları çatıktı ve oldukça ciddiydi şu an. “Ne? Cidden tanımıyor musun? Supernatural dizisinin başrolü olan Dean Winchester olan Dean. Utan utan. Ya da utanma. Görmediğin iyi olmuş. Şimdi çocuğu görüp gay olursun falan kısmetin kapanır. Sonra tüm kızlar ağlar, ‘bu çocuk nasıl gay olur? ben onunla evlenecektim…’ diye. Aman aman!” Sinsice sırıttı. “Bu, tüm kızların beni beğendiğini gösteriyor o zaman. Bunu mu demek istedin?” Dediklerini başımı çarptığım için mi yoksa geri kafalı olduğum için mi bilmiyorum ama idrak edememiştim. “Evet, ama tam olarak öyle değil. Yani… Şe…” “O zaman sen de beni beğeniyorsun,” diyerek lafımı böldüğünde gözlerimi kocaman açarak ona baktım. “Evet ama bir Dean olamazsın. Kendini fazla büyütme de.” Bir dakika ama ne diyordum ben? Resmen çocuğa aşk itirafı yapıyordum! “Dean’i si…” diyerek küfür edeceği sırada içeriye hemşire gelince lafını tamamlayamamıştı. Ben bıyık altından gülerken hemşire, Erim’e baktı. “Bakıyorum da hastayı hemen iyileştirmişsiniz,” derken bitmiş serumumu yerinden çıkarıyordu. Erim ayağa kalkarak keyifle sırıttı ve bana bakarak, “Beni görmesi yeterli oluyor,” diye cevap verdi. Kaşlarım çatılırken içimden ‘ne?’ nidası döküldü. Hemşire elimdeki zımbırtıyı da çıkardıktan sonra bana bakıp gülümsedi ve Erim’e döndü, “Hastamızı artık taburcu edebiliriz. Biz tüm gerekenleri yaptık. Yalnızca başını sert çarptığı için küçük bir yeri kanamış. Üşüdüğü içinde bitkin düşmüş. Bu yüzden endişelenmenize gerek yok. Geçmiş olsun,” diyerek odadan çıktığında Erim’e baktım. “Ben kafamın kırıldığını sanmıştım,” dedim sızlanarak. Erim gözlerindeki ciddiyetle bana bakıyordu. “Buse, gerçekten ciddi bir şey olabilirdi,” dedi, sesinde hafif bir öfke ama daha çok endişe vardı. “Neden bu kadar dikkatsizsin?” Bir an sessizce ona baktım, sonra başımı eğip üzgünmüş gibi suratımı buruşturdum. “Ay aman Erim,” dedim dramatik bir sesle, “ben başım çatladı hastanelik oldum diye düşünüyorum, sen kalkmış fırça çekiyorsun. Romantik bir anıma gelmedin diye seni şikâyet edeceğim!” Erim’in gözleri daha da ciddileşti, sanki bir an bile gevşemeye niyeti yoktu. “Şaka yapmayı bırak,” dedi. “Senin kendini bu kadar riske atmana dayanamıyorum, Buse. Bunu anlamıyor musun?” Onun bu kadar ciddi, neredeyse kaşlarını çatıp bana bakacak kadar telaşlı olması içimde tuhaf bir gülme hissi uyandırıyordu. “Erim,” dedim başımı iki yana sallayarak. “Korkma, düşüşte uzmanlık diplomam var.” Erim başını elleri arasına aldı, gözlerini hafifçe kapattı. Yüzümü ellerimle kapatıp içimden kahkaha atmamak için zor durdum. Erim derin bir nefes alarak gözlerini bana dikti. Onu deli etmek mükemmel bir keyifti. “Tamam, tamam,” dedim ellerimi havaya kaldırarak. “Bir daha dikkat ederim.” Erim’in kaşları bir an gevşedi, gözlerinde o endişeli bakış yerini hafif bir tebessüme bıraktı, yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. Ben ne yaptığını anlamaya çalışırken üzerime doğru eğildi. “Romantik anına da geleceğimden hiç şüphen olmasın, Buse.” Bir anda içim titredi, o bana doğru eğildikçe kalbim hızla çarpmaya başladı. Erim’in yüzü o kadar yakındaydı ki, neredeyse nefesini tenimde hissediyordum. “Erim, ne yapıyorsun?” dedim, sesim istemeden kısılmıştı. “Sana romantik anlar yaşatıyorum.” Bu sözler içimdeki heyecanı daha da artırdı, kalbim her an göğsümden fırlayacak gibiydi. Bir an gerçekten beni öpeceğini düşündüm, nefesim kesilmişti. Ama tam o anda, aniden geri çekilip sırıttı. Gözlerinde sahtekarlığını belli eden bir ışık vardı. “Yoksa yine beklentiye mi girdin? Arabada girdiğin gibi…” Erim’in bu ani geri çekilişiyle birlikte yüzümdeki heyecan yerini bir anda şaşkınlığa bıraktı. Ben buna ikinci kez kanmayı nasıl başarmıştım? “Hayal dünyan çok güzelmiş, beğendim açıkçası.” Gülümsedi. Çenesini dikleştirdi ve gözlerimin içine baktı. “Benim hayatım da hayal dünyam da senden ibaret, bu yüzden güzel olması kaçınılmaz bir durum.” Erim’in içimi titreten sesi, bu cümleyi işittiğimde anın büyüsü yüreğime dokundu, kalbim hızlandı. Yataktan kalktı ve benim de kalkmam için elini uzattı. “Gidelim mi artık?” *** Otele döndükten sonra yaklaşık bir saatimiz dün neler yaşadığımızı bizimkilere anlatmakla geçmişti ve daha tatilin ilk gününden beynimi ağrıtmışlardı. Dünü saymıyordum çünkü dün tatil falan olamazdı. Annem burç yorumuma gülüp beni aşağılamıştı ancak her şey çıkmıştı! Kâbus gibiydi gerçekten… Montumu üzerime geçirdikten sonra beremi, atkımı ve eldivenlerimi de taktım. Normalde eldiven takmayı çok sevmezdim ancak birazdan kayak yapacağımız için eldiven takmasaydım eğer ellerimin ölümüne dair sela okunurdu. “Kutup ayısına benzedin, Buse!” diyerek kahkaha atan Melis’e bakarken yüzümü ekşittim, elime gelen yastığı Melis’e fırlattım. “Çok komiksin.” “Evet,” dediğinde daha gürültülü bir şekilde gülmeye başladı. Akabinde sustu. Bu kızın hızlı ruh değişimleri beni bazen korkutuyordu. Tüm hazırlıklarımızı yaptıktan sonra telefonumu da montumun cebine attım ve odadan çıktık. Çıktığımızda ise Emir’le karşılaştık. “Mert yok mu?” “İndi o. Sona ben kaldım.” Emir’in hareleri Melis’i bulduğunda Melis hiç Emir’e bakmıyordu. Emir’den özür beklediğini bildiğim için tavırlarına karşın bir şey diyemiyordum. Haklıydı da. Otelden çıkıp kayak pistine geldiğimizde bizim okuldakilerden birilerini görünce onlara karşın gülümsedim. Onlar da bana karşılık verdiler. Bakışlarımı onlardan alıp bizimkilere verdiğimde görüş açımda bu sefer Mert ve Erim de vardı. Erim kayak kostümü ve taktığı güneş gözlüğüyle yine çekici duruyordu. Hastanedeyken biraz daha yumuşak davranmıştı ama tamamen eski haline dönmüş müydü emin değildim. “Herkes burada olduğuna göre kayak takımlarını alalım ve eğlence başlasın,” diyen Mert’i onaylarken kullanacağımız kayakları almaya gittik. Pistin en üstüne yürüyen merdiven yardımıyla çıkarken Mert, ben sizin gibi uyuşuk değilim diyerek yürümeyi tercih etmişti fakat iki adım atar atmaz yere kapaklanmıştı. Hep beraber Mert’e güldüğümüzde ise sinirle bize bakıp el hareketi çekmişti. Pistin en tepesine vardığımızda herkes kayakları ayaklarına yerleştirmeye başladı. Gerçi Mert pek beceriyor gibi gözükmüyordu. Erim, Mert’e yardım ettikten sonra sırıtarak Mert’e baktım. “Sen kayabileceğinden emin misin?” “Buse! Seni bir kaydırırım görürsün o zaman emin miyim değil miyim!” dediğinde korkmuş gibi yaptım. “Annecim! Öcü.” “Of sus,” dedi ve kaymak üzere derin bir nefes aldı. İçinden ‘Allah'ım lütfen sen bana yardım et ve insanlara rezil olmama izin verme’ diyerek dua ettiğine adım gibi emindim. Duası bittikten sonra gözlerini kısarak bana baktı ve kaymaya çalıştı ama tuhaf olan bir şey vardı. Mert kaymayı gerçekten de başarmıştı. Mert’in kaymasına ağzım açık kalmış bir şekilde şaşırırken birisi kulağıma, “Seni çok seviyorum, Buse…” dedikten sonra beni ittirince kısa bir çığlık attım. Aşağıya doğru kayarken dengemi zor bir şekilde sağladıktan sonra Melis’i öldüreceğime dair hiçbir şüphem yoktu. Yanımdan bir ses, “Buse!” diye seslenince başımı çevirip Melis’e baktım. Ama öyle bir baktım ki diyeceği lafları diyemeden bakışlarını kaçırıp benden uzaklaştı. Pistin sonuna geldiğimde bir an hızımı alamayınca çok pis bir şekilde yere yapıştım. Kulağıma kahkaha sesleri dolduğunda başımda dikilen Melis ve Mert’e baktım. “Üçe kadar sayıyorum,” dediğimde ikisi de gülmeye devam ederek ellerini uzatıp beni yerden kaldırdılar. “Beceriksiz,” diyen Mert’e sinirli bakışlarımı atarken yere hafifçe eğilip elime biraz kar aldım ve Mert’in suratına patlattım. Mert şaşkın bir şekilde bana bakarken bir iki adım geriye gittim. Ayağımdaki bu şeyler oldukça zorluyordu ama başarabilmiştim. Mert sinsice sırıtıp Melis’e baktı ve ikisi aralarında kafa sallayıp aynı anda yerden kar alıp ellerinde yuvarlamaya başladılar. Ben geri geri giderken onlar ise bana doğru yaklaşıyordu. Geriye bir adım daha atacağım sırada bedenim birisine toslayınca başımı hafifçe kaldırıp çarptığım kişiye baktım. Normal kahverengiden daha güzel kahverengi gözlerle karşı karşıya geldiğim sırada içim kıpır kıpır olmuştu. Ancak Erim’in yüzündeki soğukluğu hissettiğimde içimdeki kıpırtılar anında yok olmuştu. Ne yani hastanede sırf kafamı çarptığım için mi iyi davranmıştı bana? “Erim,” dediğimde lafımın devamını getiremeden kafama gelen kartoplarıyla başımı hunharca kahkaha atan Mert ve Melis’e çevirdim. “Şimdi elime düştünüz,” diye tısladığımda ikisi de benden hızla uzaklaştı. Kafamı olumsuz bir şekilde sallayıp Erim’e geri döndüm. “Sen neden kaymıyorsun?” “Başının yeniden zarar almasından korkuyorum.” “Erim… Beni dinleseydin eğer olmazdı bunlar!” Haklılığımın verdiği pay ile oldukça özgüvenim artmıştı. “Bak, ikinci bir yara açtın dedim evet ama onu senin için söyledim ben. Bana inanmadığın için canım yandı Erim. Dünden beri bunu anlatmaya çalışıyorum sana ama bana inanmamak için ısrar ediyorsun.” Bir anlığına duraksadı, âdemelması hareket etti. “Gerçekten mi?” Başımla onay verdim. “Gerçekten. Aras’a karşı bir şey hissetmiyorum. Üzerinden uzun zaman geçti. Böyle bir düşüncen olmasın.” Bakışlarının yumuşadığını hissettiğimde içim rahatlamıştı. “Peki beni seviyor musun?” “Buse, şu an savaş başlıyor! Hazır mısın?” diye bağıran Mert’e baktığımda elindeki dev kar topuna baktım. Gözlerinde parıltı vardı. Melis ise hızla arkasına dönüp kar yığınlarından bir avuç dolusu kartopunu topladı. “Hazır değilim ama seninle kapışmak zorundayım!” diyerek araya girdim. Hemen bir avuç kar alıp Mert’e doğru fırlattım. Kartopları havada süzülürken Mert’in çığlıkları arasında bacağına isabet etti. “Başka bir yere git, Buse! Yeterince acı çekiyorum!” Melis bu durumu fırsat bilerek, Mert’in dikkatini dağıtıp kafasına bir kartopu attı. Mert, Melis’in attığı kartopu ile sarsılınca kollarını havaya kaldırdı. “Melis? Beraberdik sanıyordum ama sen düşmanımmışsın.” “Melis’e güvendin mi gerçekten?” “Hata yapmışım, Emir’im…” dedi Mert, ellerini beline koyup başını eğerek dramatik bir şekilde. O an hepimiz gülmeye başladık. Emir, Mert’in durumu abarttığını görünce hemen devreye girip elindeki kartopunu Mert’in kafasına isabet ettirdi. Mert, şaşkın bir ifadeyle Emir’e baktı. “Sen de mi Emir? Sen de mi… İntikamım acı olacak!” Mert, eline biraz kar alıp onu yuvarlarken Melis’i hedef aldı. Bir anda kar yağmuru içinde kaybolduk, birbirimize kartopları fırlatmaya başladık. Kartopları havada uçuşurken savaş devam ediyordu. Yorulduğumda yere çöktüm ve içimden nefeslendim. “Pes ediyorum ben artık. Kaymak istiyorum ama ayakta durmaya mecalim kalmadı.” “Kızakla kayalım.” Erim’in dibimde belirdiğini gördüğümde gülümsedim ve elimi ona uzatarak kalkmama yardım etmesini istedim. Sorgulamadan elimi tuttu ve ayağa kalktım. Ayağımdakileri çıkararak elime aldım, o da aynılarını yaptı. Kayak takımlarının ve kızakların olduğu yere gittiğimizde yalnızca ikili kızakların kaldığını görünce dudak büzdüm. “Tekli kalmamış ya.” “İyi ki kalmamış.” Erim’in fısıltıyla söylediği şeyi duymam için megafon kullanmam gerekiyordu galiba. “Anlamadım?” “Mecbur beraber bineceğiz diyorum.” “Ya da ben iki kişilik kızağa tek binerim?” “Öyle tadı çıkmaz,” dedi ve görevliden kızağı aldıktan sonra yürüyen merdivene doğru ilerledi. Ben de peşindeydim. Kızağı yürüyen kısma koyduğunda bende kızağa oturdum ve şirince Erim’e baktım. “Yoruldum da.” Pistin üstüne vardığımızda kızaktan ineceğim esnada Erim omuzlarımdan geri ittirdi ve beni kızaktan indirmeden kayak yerine getirdi. Oh anam oh, çok güzel bir duyguymuş bu başkası tarafından taşınmak! Kızağın ön tarafında oturduğum için Erim de arkadaki koltuğa oturdu. Ellerini belime koyduğunda hafifçe gözlerine baktım. İçimde tepinen öküzleri eğer birisi içimden çıkarmazsa şu an yemin ederim karnımı şişleyecektim. “Hazırsan ittireceğim,” dediğinde gözlerimi kırpıştırarak kaçırdım. Büyük bir heyecanla, “Hazırım aşkım,” dediğimde kaşları havalandı. “Aşkım?” dedi soru sorarcasına. Ayrıca sırıtıyordu da. “Dilim sürçtü ya. Hazırım Erim diyecektim ben,” derken elimle kaşımı kaşıdım. Güldü. “Aşkımı tercih ederim,” dedi ve ayaklarıyla ittirerek kızağın kaymasına izin verdi. Benim elim ise direksiyondaydı ve gerçekten araba sürüyor edasıyla direksiyonu sağa sola çeviriyordum. Erim belimdeki ellerini daha fazla sıktığında başını omzuma koydu. Dikkatimin dağılmaması için ona bakmasam bile yaşadığım hisler buna izin vermiyordu. Tam birisine çarpacağım sırada Erim tek elini direksiyona koydu ve önümüzdeki kişiye çarpmaktan bizi kıl payı kurtardı. Fakat kızağın hızına dair hiçbir şey söylemeyecektim çünkü duvarın önündeki brandaya toslamamıza ramak kalmıştı. Başımda bir el hissettiğimde hafifçe doğruldum. “İyi misin?” diye sorduğunda olumlu anlamda başımı salladım. Evet, başımın çarpmaması için eliyle bunu önlemişti. “Ben kaymayacağım,” diyerek somurttum ve kızaktan kalktım. Erim ciddi suratıyla bana bakarken, “Yemek mi yesek?” diye sordum. Otelin restoranına geçtiğimizde, “Ne yiyeceksin?” diye sordum. Menüye göz gezdirme işlemini bitirdikten sonra bana baktı. “Seni.” Yalancı bir sinirle omzuna vurdum. “Zevzeklik yapma.” Sırıttı. “Sucuk ekmeği de güzelmiş buranın.” “Yiyelim o zaman ondan.” Siparişleri verdikten sonra geriye doğru yaslandı ve bana baktı. “Bir gün boyunca her istediğimi yapacağın günü sabırsızlıkla bekliyor olmalısın.” Gözlerimi kırpıştırarak gülümsedim. “Ne demezsin…” “O günü sana haber edeceğim.” Siparişler geldiğinde ikimizde konuşmadık ve yemeklerimizi yedik. Yemeklerimizi yedikten sonra da Erim’le kısa bir ücret ödeme tartışması yaptık ve en sonunda benim inatçılığıma dayanamayıp kendi yediğimi benim ödememe izin verdi. Odalarımıza çekilmek için asansörü beklerken dün akşam yemek yerken sürekli bana bakan çocuk asansörden indi. Beni görmeyi beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. Erim’in varlığını fark ettiğinde hiçbir şey demeden uzaklaştı yanımızdan. Asansöre bindiğimizde katın düğmesine bastım. “Hepsinin gözlerini oyasım geliyor.” Harelerimi Erim’e çevirdim. “Cani misin?” “Hayır, bencilim. Seni paylaşmayı sevmiyorum.” *** Melis Taşkın’dan; Bir sağa bir sola döndüğüm halde uyumayı başaramamıştım henüz. Buse bilmem kaçıncı rüyasını görmek üzereyken komodinin üzerindeki telefonumu aldım ve saate baktım. Bire yaklaşıyordu. Sıkıntıyla yerimden kalktım ve camın önüne gittim. Bir süre manzarayı izledim öylece. Tugay il dışına gideceği için gelmemişti tatile ancak çok da sorun etmemiştim bu durumu. Şu an onu kullanıyor gibiydim ve bu yüzden de kötü hissediyordum. Onu kişi olarak seviyordum evet ama bu hislerim kalben değildi. Kalben sevdiğim birisi yoktu. İçeride iyice sıkılınca üzerine montumu geçirdim ve sessiz adımlarla odadan çıktım. Ardından da otelden ayrıldım. Biraz da olsa temiz havayı solumak iyi gelmişti. Çok soğuktu ama biraz daha kalmayı düşünüyordum şu anlık. Sükût altında olan ortama mırıltılar eşliğinde söylenen şarkıyı işittiğimde odağımı sese verdim, sesin geldiği yöne doğru adımladım. Harelerime Emir yansıdığında şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Gecenin bu saatinde Emir’i göreceğimden bihaberdim. Şarkının sözleri tanıdık geliyordu. Ses çıkarmadan şarkıyı bitirmesini bekledim. Emir şarkıyı söyledikçe içimde anlamsız hissiyatlar beliriyordu. Her zaman dinlediğim melodi şu an daha fazla anlam yüklüyordu sanki sözlerine. Bana ne olduğunu anlamıyordum ancak fazla üzerine de düşmüyordum. Şu an düşündüğüm şey Emir’in gecenin bu saatinde neden şarkı söylediğiydi. Belki de acısı vardı. Birisini özlüyordu veyahut zevk içindi. Bunun binlerce sebebi olabilirdi. Şarkıyı bitirmişti fakat oturduğu yerden kalkmıyordu. Orada daha fazla oturması onun zararına olacaktı. Ona seslensem mi diye tereddütte kalırken daha fazla dayanamayarak yanına gittim. Başı eğik olduğundan dolayı yüzünü göremiyordum. Yerde, sönmüş birçok sigara izmariti vardı. “Emir?” Sesimi algıladığında öne eğik kafasını kaldırdı ve anlamsız gözlerle bana baktı. Tek kaşını kaldırarak, “Melis?” diye karşılık verdi. “Uyumadın mı sen?” “Annem gibi konuşma, Emir. Burada olduğuma göre uyumamışımdır.” Belli belirsiz güldü. “Hep böyle misindir sen?” Merakla kaşlarım havalandı. “Nasılım?” “Bilmem. Sürekli beni tersleyen. Benden hiç hazzetmeyen. Kafa açan, dırdırcı falan işte.” Bozulmuş bir surat ifadesiyle havalanmış olan kaşlarımı çattım. “Ben kafa mı açıyorum?” Bu sefer oldukça belirgin bir şekilde güldü. “Bu kadar sigara içtiğine göre bir şeye canın sıkılmış.” Dediğimin üzerine dudakları kıvrıldı. “O da nereden çıktı?” “Çünkü seni tanıyorum.” Sırıttı. “Ne kadar?” “Yani… adını bilecek kadar. Yeterli bence.” “Ya sana zarar verirsem?” “Hoşt!” “Tanıdığın zannettiğin insanı bile tanımıyor olabilirsin. İnsanlar bir nevi zehir gibidir. O zehir yavaşça yayılır bedenine, anlamazsın. Sana neler olduğunu, nelerin değiştiğini anlayamazsın. Zaman geçer, o zehir kaplar tüm bedenini. Acı çekersin, kimse duymaz sesini. Elini tutan olmaz, düştüğünde seni yerden kaldıran olmaz. Orada öylece teslim edersin ruhunu. Güvenme, kimseye güvenme. Güven, insanı yıkar.” Dedikleri şaşırtmıştı doğrusu. Haklıydı, kimseye güvenmemek gerekiyordu. Ama şu an konumuzla ne alakası vardı bu dediklerinin Allah aşkına? Gözleri dolmaya başladığında burnunu çekti. Hayretle izledim mimiklerini. Ağlıyor muydu? İşaret parmağımı ona doğru uzatarak iki kere koluna dokundum. Yavaşça kafasını kaldırıp bana baktığında hemen doğruldum ve bir adım geriye çekildim. Anlamsız gözlerle Emir’e baktım. “Sen neden ağlıyorsun?” dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini sıkarak biriken gözyaşlarını tekrardan aşağıya akıttı. Gözlerini açtıktan sonra kolunu uzattı ve beni kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı. Şu an nasıl bir durumun içindeydim anlayamıyordum. Bu durumu algılamaya çalışırken kulağıma, “Lütfen gitme, ihtiyacım var…” diye fısıldadı. Bir süre öylece kaldık. Akabinde benden ayrıldı, gözlerimin içine baktı. Baş parmağı yüzümde gezindi. “Özür dilerim, Melis. Seni kırdığım için özür dilerim. Sana inanmadığım için, seni incittiğim için, sana ön yargılı davrandığım için… yaşattığım her şey için özür dilerim. Şimdi senden özrümü kabul ettiğine dair bana tekrardan sarılmanı istesem… sarılır mısın bana?” |
0% |