@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 27 - Kutlama Kritik bir andı ve etrafa derin bir sessizlik hâkimdi. Ta ki herkes bir anda, ‘Goooool!’ çığlıkları atana kadar. Maçın bitimine üç dakika kala son golümüzü atarak maçta dörde bir galip geldiğimiz için büyük bir sevinç çığlıkları kopmuştu ve herkes zaferi elde ettiğimiz için ayaklanmıştı. Olduğum yerde sevinçten zıplarken arkamdaki kişinin beni itmesiyle öne doğru sendeledim, düşecek gibi oldum. Kalabalığın arasında zor güçte olsa dengemi sağlayabilmiştim fakat maç boyunca sadece iki yudum içtiğim kola için aynısını söyleyemezdim. Kola ansızın elimden kaydı, saniyeler içerisinde tam önümde duran kızın başından aşağı döküldü. Suratıma okkalı bir tokat yemiş gibi gözlerimi büyütürken alnından kola damlayan kız kafasını bana çevirdi, kırmızı renk görmüş boğa gibi sinirli bir şekilde bana baktı. Sanki kendimi affettirmeye çalışıyormuşum gibi kıza sevimli olduğumu hissettiğim bir şekilde sırıtırken, bu davranışımın işe yaramadığını yaklaşık dört saniye içerisinde anlamıştım. Kızın eli ani bir hareketle bana doğru uzandığında sıyrılmayı başardım ve aradaki boşluklardan ezilmemeye çalışarak tribünden uzaklaştım. Stattan çıkar çıkmaz rasgele bir yere doğru arkama bakmadan koşmaya başladım. Peşimden geliyor muydu, gelse bile ben neden koşuyordum bilmiyordum ama beynim şu an düşünme yetisini kaybetmiş olsa gerekti. Nefesimin kesileceğini hissettiğimde tam çaprazımdaki kulübeye benzeyen yere doğru ilerledim ve sırtımı duvarına yasladım. Kızın sinirine bakılırsa beni orada öldürecekti. Oysaki ben ondan özür dilemeyi düşünüyordum. Sanki bilerek yapmıştım… Sanırım bundan sonra da maçları televizyondan seyretmeye devam etsem iyi olacaktı ama her Fenerbahçe maçı İzmir’de oynanmıyordu ki… Nasıl göz ardı edebilirdim bu gerçeği? Saçmalamaya başladığımın farkına vardığımda iç sesimi susturarak ayağa kalktım. Önüme gelen saçlarımı arkaya doğru atarken yavaş adımlarla otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Ellerimi montumun cebine koyduğumda keşke Erim’de yanımda olsaydı diyerek iç geçirdim. Gelmesini istemiştim ancak Atlas’ın okulu ile ilgili işi olduğu için gelememişti. Keza zaten Fenerbahçe’yi sevmiyordu. İşi olmasa bile gelir miydi bilemiyordum. Melis desen o da Fenerbahçeli değildi. Fenerbahçe’m ve ben bunları hak etmemiştik. Otobüs durağına geldikten sonra şansım yaver gitmiş olacak ki hiç beklemeden otobüs geldi. Otobüs kartımı cebimden çıkarırken açılan kapıdan otobüse bindim ve kartımı validatöre okuttuktan sonra yavaş adımlarımla arka tarafa doğru yürüdüm. Ancak hemen sağ tarafımda kafasına kola döktüğüm kızı görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı. Elleriyle birbirine yapışan saçlarını ayırmaya çalışıyordu ve yanında oturan oğlana sinirli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Ne anlattığı hakkında herhangi bir fikrim yoktu ama konu kesinlikle bendim. Beni fark etmemesi için hızlıca arka tarafa doğru ilerledim ve boş olan koltuklardan birisine oturdum. İçimden bir an önce eve varmayı dilerken hafifçe öne doğru eğilerek sırtımdaki çantamı önüme aldım ve içinden telefonumu çıkararak herhangi bir bildirim gelmiş mi diye baktım. Annemin, “Annem, gelirken marketten iki kutu süt ve bir paket karbonat alabilir misin?” mesajını okuduktan sonra sanki annem görecekmiş gibi kafamı olumlu anlamda salladım ve telefonu kapatarak geri çantama attım. Başımı otobüsün camına yaslarken kafasına kola döktüğüm kız ve yanındaki çocuğun ayaklandıklarını gördüm. Kızla göz göze geldiğimde istemsizce alt dudağımı ısırdım. Kız bana oldukça sinirli bir şekilde bakarken gözlerimi kaçırdım ve sanki saatin kaç olduğunu merak etmişim gibi kolumdaki saate baktım. Şu an nedense o kızın yanıma gelip ‘sen kimsin de benim saçlarıma kola dökersin’ diyerek bana dalacağını düşünmüştüm. Gerçi böyle bir şey olsa tabii ki de altta kalmazdım ama şu an adrenalin hormonlarım kavga edemeyecek kadar işlevlerini yitirmişti. Gözümü saatimden ayırıp o kızın olduğu yere geri baktığımda otobüsten inmiş olduğunu fark ettim. Derin bir oh çekip kendime gelirken bir anda omzumda bir el hissedince olduğum yerde sıçradım. Yan tarafıma baktığımda o kızın yanındaki oğlan görüş açıma girdi. Neden yanıma oturduğunu anlamaya çalışırken, “Bir sorun mu var?” diye sordum. Başını hayır anlamında iki yana salladı ve hafif sırıtarak, “Biraz tedirgin görünüyorsun,” dedi ima ediyormuş gibi. Dediğinin üzerine belli belirsiz kaşlarım havalandı. O kadar belli etmiş miydim ki? “Ya da sen öyle görüyorsun?” diyerek lafı çevirdiğimde sırıtması daha da genişledi. “Dediğin gibi olsun. Ama korkmana gerek yok, sadece saçlarını yapış yapış yaptığı için sinirlenmiş.” “Bilerek yaptığımı düşünmüyordur umarım.” “Daha dikkatli olabilirmişsin.” Omuz silktim ancak cevap vermedim. Bakışlarımı çekerken önüme döndüm. Varlığından haberim yokmuş gibi davranırken ineceğim yere yaklaştığımızda çantamı elime aldım ve ayağa kalkarak çocuğa döndüm. “Geçebilir miyim?” diye sorduğumda dediğimi ikiletmeden kalktı ve geçmem için bana yol verdi. En azından saçma sapan bir şey demeyip canımı sıkmamıştı yoksa kesin bir tatsızlık çıkardı. Zaten bomboş otobüste yanıma ne sebeple oturduğunu da bilmiyordum. Kızdan korkmamam gerektiğini söylemek için miydi yani? Düğmeye bastıktan sonra otobüsün durmasını bekledim ve durduktan sonra da açılan kapıdan kendimi dışarı attım. Annem markete uğra dediği için bir durak önce inmiştim. Bu, benim için biraz sıkıntıydı çünkü yokuş çıkmam gerekiyordu. Kendimce sızlanmayı bırakıp markete gittim ve annemin söylediklerini aldıktan sonra nefret ettiğim yokuşu tırmanmaya başladım. Yokuş bittiğinde ben de bitik durumdaydım. Derin derin nefesler alarak iki adım daha attım, evin bahçesine giriş yaptım. Elimdeki poşet de sağ olsun iyice yorulmuştum ve şu an eve gitmek için can çekişiyordum. Anahtarı çıkarıp kapıyı açtıktan sonra içeriye girdim ve ayağımla iterek kapıyı kapattım. Koşarak mutfağa gidip tuttuğum poşeti masanın üzerine bıraktıktan sonra yine koşarak odama daldım. Odaya adımımı atar atmaz, “Dört - bir, dört - bir, dört - bir!” diyerek neşeyle bağırırken Beril’in anında kaşları çatıldı ve kafama yastık fırlattı. Elimle yastığı tutarken kötü cadı kahkahası attım. “Fazla heyecan yapmışım, pardon.” Beril gözlerini devirirken masum, cici kız rolümü alarak yanına yaklaştım ve yanaklarını sıktım. “Kaybetme duygusu nasıl bir şey güzellik? Anlatsana biraz.” “Sabrımı sınama Buse,” derken kaşları hâlâ çatıktı. Bu hareketine sırıttım. Beril’i sinir etmek dünyanın en eğlenceli şeylerinden bir tanesiydi ve şu an oldukça sinirliydi. Çünkü bugün zaferle geldiğim, Fenerbahçe ve Beşiktaş maçı için girdiğimiz iddiayı kaybetmişti. Eğer iddiayı ben kaybetseydim bir hafta boyunca Beril’in istediği her şeyi yapacaktım. Fakat iddiayı Beril kaybetmişti ve önünde yalnızca iki seçeneği vardı: Ya Fenerbahçe forması giyip bir gün boyunca onunla gezecekti ya da Fenerbahçe forması giyip tüm gün öyle dolaşacaktı. “Başka bir şey istesen?” diyerek homurdandığında gözlerimi kısarak Beril’e baktım. Cevap vermek yerine ayaklandım ve dolabımdan formalarımdan bir tanesini çıkararak Beril’e uzattım. “Hayır.” “İstediğin kadar para vereyim?” “O parayı iki katıyla benden geri alırsın Beril.” “Sana özel yemek yapayım?” “Zehirlenemem.” Beril sıkıntıyla oflarken korkulu gözlerle uzattığım formaya baktı. “Ya git sevgiline falan giydir ben niye giyiyorum?” “Sevgilimle iddiaya girmedik, Beril. Ayrıca fikir de senin fikrindi.” “Maça gelemedim ya ondan kaybettik bence.” “Hı-hım,” dedim geçiştirircesine. Ardından tekrardan Beril’in yanına oturdum. “Çok düşündün, Beril. Alt tarafı bir gün.” “Çok fazla.” “Bir gün süt içmedim diye kediler ölmüyor.” Kaşları çatıldığında bana salakmışım gibi baktı. “Ne alaka, Buse? Ayrıca kediler her gün süt içmez. Onu geçtim sürekli süt de içmez.” Gözlerim istemsizce tavana bakarken ciddi bir şekilde düşünüyormuşum gibi yaptım. “Orasını ben de pek anlamadım ama her neyse Beril, konumuz bu değil. O formayı giyeceksin.” Beril’in ikna olduğunu yüz ifadesinden anlarken sırıttım ve “Yarın,” diye cevap verdim. “Yarın üzerinde göreceğim.” “Tamam Allah’ın cezası. Sus artık.” Beril kanser olduğuna göre görev tamamlanmıştı. *** Yatağımda telefonumla uğraşmakla meşgulken, kapı açılınca içeriye giren anneme baktım. Annem de bana baktı. Yaklaşık on saniye boyunca anlamsız bir şekilde annemle bakıştık. “Ne oldu anne?” “Aysel Teyzen oturmaya çağırıyor. Seni de özlemiş.” Sıcacık yatağımdan hiç kalkasım gelmese de itiraz etmedim ve “Beş dakikaya hazırlanırım,” dedim telefonumun kilidini kapatırken. Annem odadan çıktıktan sonra yatağımdan kalktım ve üzerime bir ceket geçirerek saçlarımı atkuyruğu yaptım. Yatağın üzerindeki telefonumu cebime attıktan sonra annemin yanına gittim. Annem pijamama karşın ters bir bakış atsa da bir şey demedi ve evden çıktık. Genelde bir yerlere giderken pijama ile çıkmama kızıyordu. Aysel Teyzenin bahçesine girdiğimde annem aniden duraksayınca arkasından yürüdüğüm için anneme çarpmaktan son anda çektim kendimi. “Kadının gözlüğü bizde kalmıştı. Onu unuttum. Sen geç, geliyorum ben.” “Tamam, anne.” Annem geri eve dönerken kapıya yaklaştım ve zile bastım. Ayağımla yerde ritim tutarak kapının açılmasını beklerken kapı açıldı, yüzüme geniş bir gülümseme yayılacağı sırada kapıyı açan kişi sayesinde birkaç saniyeliğine donakaldım. Erim’in yüzüne arsız bir gülümseme peyda olurken üzerindeki Galatasaray tişörtüne baktım. Ardından tekrardan Erim’e baktım. “Erim,” dedim fısıltıyla. “Senin ne işin var burada?” “Babaannemin evine gelemez miyim?” dedi hiç düşünmeden. Haklıydı. Sorduğum soru sorabileceğim sorular arasında en saçma olanıydı. Kendi kendime derince bir nefes alırken Erim birden belimi kavrayarak beni içeriye çekti, arkasından kapıyı kapattı. Gözlerim yerlerinden fırlayacak gibi olurken, “Erim!” dedim sesimi yükseltmeden. “Ne yapıyorsun sen? Aysel Teyze görecek şimdi.” “Görsün,” dedi Erim yanaklarıma küçük öpücükler kondururken. “Seni çok özlediğim için dayanamadığımı söylerim.” Vücuduma elektrik dalgaları gibi mutluluk yayılırken gülümsedim. “Çok güzel kokuyorsun,” dedi Erim oksijen olarak beni soluyormuş gibi. Kalbim, normal atış hızının dışına çıkarken bir anda nereden çıktığını anlamadığım Helin koşarak içeriye geldi ve Erim’in bacağına yapıştı. Erim benden ayrılırken gülümseyerek Helin’e baktı ve hafifçe eğilerek Helin’i kucağına aldı. Helin, komşumuz Menekşe Teyzenin yedi yaşındaki torunuydu ancak şu an burada ne işi vardı bilmiyordum. Erim, Helin’in yanaklarını öptükten sonra, “Resmin tamamını boyadın mı ufaklık?” diye sorunca Helin olumlu anlamda başını salladı ve Erim’in kucağından inerek oturma odasına geçti. “Gel.” Erim’in peşinden ilerlerken koltuklardan birisine oturdum. Erim de yanıma oturdu. Helin ise karşımızdaki koltukta oturuyordu. “Aysel Teyze nerede?” “Çamaşır asıyor. Ben asayım dedim ama inat etti astırmadı.” Aysel Teyzeyi iyi tanırdım. Kolay kolay kendi işini bir başkasına yaptırmazdı. Anladığımı belli eden mırıltılar çıkardığımda Erim’i görmek bünyeme gerçekten iyi gelmişti. Boynuna atlayıp gün bitene kadar Erim’e sarılasım vardı ancak şu an bunu yapamazdım. Erim’e olan aşkımı Helin’in aramıza oturması bozarken Erim’e sokuldu ve gözlerini kısarak bana baktı. “Bu kız neden burada Erim?” diye sorduğunda abi dememesindeki rahatlığına kaşlarımı çattım. “Erim Abi demen gerekmiyor mu?” “Sen evleneceğin kişiye abi der misin ki?” Dediği üzerine büyük bir kahkaha patlattım. Helin bana ters bakışlar atarken sesim fazla çıkmasın diye elimle ağzımı kapattım, biraz daha güldükten sonra elimi ağzımdan çektim ve Helin’e dalga geçercesine, “Derim ben,” diye karşılık verdim. Helin dediğimi sorgulamaya başlarken Erim’in bakışları üzerimdeydi. “O daha çocuk,” dedi dudaklarını hareket ettirerek. Omuz silktim. “Çocuk olması seni öpm…” Aysel Teyze pat diye odaya girdiğinde sözümü tamamlayamadım ve bakışlarımı Erim’den çekerek Aysel Teyzeye çevirdim. Ayağa kalkarken Aysel Teyze yanıma yaklaştı ve sarıldık. “Buse, hoş geldin güzel kızım. Nasılsın?” “İyiyim, teyzem. Sen nasılsın?” “İyiyim yavrum. Annen de gelecekti?” “Gözlüğün bizde kalmış sanırım. Onu getirmek için geri eve dönmüştü. Gelir şimdi.” Kapı çaldığında kıkırdadım. “Geldi bile.” Aysel Teyze kapıyı açmaya gittiğinde tekrardan Helin’e döndüm. Benim sevgilime yapışması hiç hoşuma gitmiyordu ve küçük bir çocuğu kıskandığım için de kendime korkunç bir gözle bakıyordum. *** Aysel Teyze ve Didem Abla yaptığım tatlının güzel olduğuna dair beni överlerken annem çayları tazeliyordu. Helin ise sinirli bir şekilde bana bakarak tatlı yiyordu. Çocuk… İyi misin sen çocuk? Didem Abla, Helin’in annesiydi. Bugün Menekşe Teyzeyi hastaneye kontrole götürecekleri için Helin’i buraya bıraktıklarını öğrenmiştim. Erim de Helin’i henüz bugün tanımış. Keşke tanımasaymış. “Ellerine sağlık Buse, tatlı çok güzel olmuş,” deyince bakışlarımı Didem Ablaya çevirdim. Tatlıyı dün yapmıştım. Annem ise gelirken buraya getirmişti. Gülümseyerek, “Afiyet olsun Didem abla,” dediğim sırada Helin, “Yoo,” dedi mızıkçı bir ifadeyle. “Bence hiç güzel olmamış.” İçimden sabır nidaları çekerken Erim bıyık altından gülüyordu. “Helin, çok ayıp anneciğim!” dedi Didem Abla uyarır bir ses tonuyla. Helin annesinden azarı yediği için susmak zorunda kalırken içimden sustuğu için şükrettim. Göz göze geldiğimizde bana dil çıkardı sinirli bir şekilde. Çok tepki verdim ancak yansıtamadım. Annemler kendi aralarında gülüşürlerken ben, sevgilimi çaktırmamaya çalışarak izlemekle meşguldüm. Annem daha önceden Erim’in bu evin torunu olduğunu öğrenmiş olacak ki karşılaştıklarında herhangi bir tepki vermemişti. Üstüne üstlük Erim’e gerçekten minnet duyuyordu beni kurtardığı için. Erim harelerini bana çevirdiğinde yakalanmamın verdiği etkiyle utanmıştım. Dudakları iki yana kıvrıldığında göz kırptı. O göz kırpışı çok şey anlatıyordu aslında da… Şu an eli kolu bağlıydı biraz. Bakışlarımı Erim’den kaçırıp tabaklara çevirdiğimde ayağa kalktım ve boş olan tabakları alarak mutfağa geçtim. Tabakları sudan geçirirken Erim yanıma geldi. “Sevgilim,” dedi ağır ağır. Sevgilim dediği için küçük bir çocuk gibi şımarmak istesem de istifimi bozmadım ve tabakları makineye yerleştirdikten sonra Erim’e baktım. “Efendim?” “Ne yapıyorsun?” “Kime?” Erim’in tek kaşı havalandığında başımı önüme çevirdim ve Erim’in görmediğinden emin olduğum bir pozisyonda sırıttım. Sırıtmayı bırakıp geri ciddi bir surat ifadesine bürünüp arkamı döneceğim sırada Erim benden önce davrandı, kollarını belime dolayarak başını omzuma koydu. Küçük bir de öpücük kondurdu. Yakalanacağımızın korkusu yetmiyor gibi Erim’le her yakınlaştığımızda hızlanan kalp atışlarım da beni öldürecek gibiydi. Erim, “Bana,” dedi diyeceğim cümlelerimi ağzıma geri tıkarken. “Ne yapıyorsun sen bana? İki saniye ayrı kalsam nefesim kesiliyormuş gibi hissediyorum.” Midemde kelebekler uçuşurken Erim’i kendimden uzaklaştırmak istedim ancak bir milim dahi yerinden kıpırdamadı. “Erim…” dedim mırıldanarak. “Birisi gelecek şimdi.” Nefesi boynuma çarptığı için boynumu gıdıklarken, “Kim geliyorsa gelsin,” dedi umursamaz bir tavırla. “Mecbur evleniriz.” Dediğine gülümserken yanağıma uzun bir öpücük kondurdu ve benden uzaklaştı. Erim uzaklaşır uzaklaşmaz adrenalin hormonlarım bir nebze de olsa azalırken derin bir nefes aldım. Erim’e bir şey demeyip mutfaktan çıkacağım sırada bir iki adım geriledim, buzdolabının üzerinde duran fotoğrafa baktım. “Bebekliğin çok tatlı.” Erim’in hareleri önce fotoğrafta daha sonra ise yüzümde gezinirken imalı bir bakış attı. “İstersen benzerini tekrardan yapabiliriz…” Yanaklarımın bu sefer kızardığından emin olduğumda bakışlarımı kaçırdım, ardından ben de kaçarak içeri geçtim. Annemler hâlâ koyu bir sohbetin içerisindeydiler. Rahatlama hissini yaşadığımda geri yerime oturdum. Çok geçmeden Erim de geldi ancak bu sefer karşıma değil yanıma oturdu. Bu çocuk bugün beni kalpten götürecekti! Yüzündeki arsız gülümsemeyi görmemeye çalışarak biraz daha yana kaydım. Saniyeler içerisinde o da yana kaydı. Erim’e uyarır gözlerle bakarken tekrardan yana kaydım, o da benimle birlikte yana kaydı. Koltuğun sonuna geldiğimizde manidar bir şekilde gülümsedim. Erim yeniden dibime sokulduğunda elini arkama doğru attı, göz temasını annemlerle kurarken eliyle saçlarımla oynamaya başladı. Kalbim yersiz ağzımda atarken metanetli olmaya çalıştım. Ama olamıyordum. Karşımda annem, yanımda sevdiğim adam, saçlarımda sevdiğim adamın elleri olunca ben metanetli falan olamıyordum. Dizginleyemiyordum hislerimi. En yoğun şekilde yaşıyordum. Erim beni her an yakıyordu. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda bir anda ayağa kalkıp, “Anne!” dedim panikle. Sesimin yüksek çıktığını fark etmiştim ancak biraz geç olmuştu. “Ne oldu kızım?” “Sisteme ödev yükleyecektim. Bugün son günüydü. Unutmuşum. Eve gitmem lazım.” Annem bana garipseyen gözlerle bakarken, “İyi madem,” dedi fazla sorgulamadan. Ardından anahtarı bana uzattı. Babam yine şehir dışındaydı ve Beril Hanım uyuyor olabilirdi. Kapıda kalamazdım. Annemden anahtarı aldıktan sonra Didem Abla ve Aysel Teyzeye iyi geceler diyerek hızla evden çıktım. Erim’e bir şey dememiştim çünkü kaçmamın tek sebebi oydu. Keşke Helin uyumasaydı da Erim, Helin’le ilgilenseydi. Aysel Teyzelerden çıktıktan sonra evimizin bahçesine gittim ve Gofret’in yanına doğru ilerledim. Gofret beni görür görmez yanıma gelirken kucağıma aldım ve başını okşadım. “Nasılmış bakalım benim güzel oğlum?” Gofret cevap olarak dilini çıkarırken başından öptüm ve salıncağa oturdum. Başımı arkama yaslarken gökyüzündeki tek tük yıldızlara baktım. “Söylesene Gofret…” diye mırıldandım sessizce. “Ya bir gün sıkılırsa benden… Kaçarsa hiçbir şey söylemeden… Ne yaparım ben o zaman?” Bir süre sessiz kaldım sadece. İçime bir anda çöken huzursuzluğun anlamını bilmiyordum. “Hızlı mı ilerledi her şey sence Gofret? Çok mu aceleye getirdik biz tüm yaşananları? Bilmiyorum, Gofret… İnan ki hiçbir şey bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki o da Erim’i çok sevdiğim. Ama ya bir gün aramıza mesafeler girerse diye düşünüyorum hep… Yarın bir gün üniversiteye gideceğiz ikimiz de. Ya ayrı kalırsak? O zaman ne yapacağız?” “Aşk iki beden arasında yaşanmaz.” Erim’in sesini duyduğumda olduğum yerde irkildim, kafamı başımda duran Erim’e çevirdim. Yanıma otururken kolunu, omzuma attı ve başımı kendi omzuna yasladı. “Aşk iki kalp arasında yaşanır. Ben nereye gidersem gideyim, varlığını kalbimde hissettiğim an tüm olay bitmiştir benim için. Kokunu ezbere biliyorum, seni ezbere biliyorum. Bunlar ayrı kalsak bile değişmeyecek şeyler, Buse. Varlığını bilmek yeter benim için.” Gözlerim bulanık görmeye başladığında akan burnumu çektim ses çıkarmamaya çalışarak. Erim ağladığımı fark ettiğinde hafifçe benden uzaklaştı, elleriyle akan gözyaşlarımı sildi. “Buse, benim yanımda ağlamak yok. Ben yokken de ağlamak yok ama ben varken kesinlikle yasak. “Ama…” “İtiraz istemiyorum.” İtiraz hakkım elimden alındığında başımı tekrardan Erim’in omzuna yasladım ve kollarımı sıkıca Erim’e doladım. “Seni çok seviyorum.” “Ben de seni çok seviyorum.” *** “Mert! Yüz kere anlattın tamam. Anladım artık!” Bağırdığım için okul koridorundaki herkes şaşkınlıkla bana bakarken Mert beni kınarcasına bakıyordu. “İşimi sağlama almam lazım kızım.” “Yapmam bak?” “Tamam, tamam. Bari son kez anlatayım. Sen Melis’le, Dila’nın gelişini kontrol ediyorsun. Geldiğinde ise konfetileri patlatıyorsunuz. Bense müzik sistemini devreye sokup sevgilimi kucaklıyorum. Ardından ise gitarımı çalıp şarkımı söylüyorum.” “Tamam, Mert…” dedim bıkkın bir tavırla. “Alt tarafı ilk ayınız. Bu kutlama işini abartmadın mı sence?” “Abartmadım,” diye karşılık verdiğinde oldukça ciddiydi. Mert’in, Dila’ya bu denli bağlı olması beni gerçekten ürkütüyordu. Ve Mert, Dila’nın konusunu açtığından beri yeni anımsamıştım o gün Dila’yı o halde Erim’in evinde gördüğümü. Yaşadığım olaylar yüzünden tamamen aklımdan çıkmıştı ancak unutmuş değildim. Ders zili çaldığında kaçacak fırsat bulup Mert’ten ayrıldım ve sırama geçtim. Hülya bugün okula gelmediği için sınıfın en huzurlu günlerinden bir tanesiydi. Erim lavabodan geldiğinde hiç etrafına bakınmadan direkt yanıma oturdu ve kolunu omzuma attı. Erim’in kolunu omzumdan geri attığımda kaşları çatıldı. “Bu bir şaka olmalı!” Erim elini kalbinin üzerine koyup kalp krizi geçiriyor gibi yaptığında, yaptığı şova karşın gözlerimi devirdim. “Şovu bırak, Erim.” “Sevgilim, ne oldu durduk yere?” Zihnimde yeniden o an canlanırken sinirlendiğimi hissedebiliyordum. “Dila,” dedim hiç lafı eveleyip gevelemeden. “O gün… Senin üstün yoktu ve onun da altı yoktu. Ne alakaydınız ki o halde?” Erim bir anlığına ne dediğimi anlamaya çalışırken dediğim şeyi hatırladığında, “Ha,” dedi anladığını belli ederek. “Pantolonuna portakal suyu dökülmüştü o gün. Çıkarıp yıkamak zorunda kaldı. Ben de kuruyana kadar benim şortlardan birisini verdim. Üstüm ise battı yemek yaparken. Onu çıkardığım sırada da sen geldin Buse. Aklına başka şeyler gelmesin, benim güzel sevgilim. Sana olan hislerim arttığından beri Dila’yla görüşmüyorum bile. O gün de kendisi geldi.” Gözlerinde tek bir tane bile yalan ibaresi bulunmuyordu ve haklı olabilirdi. Erim sürekli dibimde bitiyordu ve Dila’yı ilk günlerdeki kadar çok görmüyordum. Ki Mert’le sevgiliydi. Böyle bir durum olsa Mert illa ki ayrılırdı değil mi? Sanırım fazla kıskançlık beni saçma düşüncelere sürüklüyordu. Anladığımı belli eden mırıltılar çıkardığımda Erim gülümsedi ve yanağımdan makas aldı. Ardından da hoca derse girdi, ayağa kalktık. Son saatimizdi ve ders boş sayılırdı çünkü resimdi. Hoca yoklamayı aldıktan sonra serbest çalışma yapacağımızı söyleyerek telefonuna gömülmüştü. Erim çantasından resim kâğıdı çıkarırken ben de kendi çantamdan çıkardım ve ne çizsem diye düşündüm. Çizesim hiç gelmiyordu açıkçası. Kurşun kalemi elime aldıktan sonra kâğıdın ortasına çöp adamla önce kendimi, sonrasında ise Erim’i çizdim ve kollarımızı birbirine doğru uzatarak ellerimizi birleştirdim. Yaptığım resme sırıtırken üstüne de kalp çizip içini boyadım. Kâğıdın üzerinden kalktığımda, “Bitti benimki,” dedim Erim’e bakarak. O ise daha çiziminin temellerini atıyordu. Kısık gözleri çizdiğim resme bakarken, “Ben bu kadar çirkin miyim?” diye sordu. Başımı hayır anlamında iki yana salladığımda dudakları kıvrıldı, resme uzanarak eline aldı ve kâğıdı katlayarak çantasına attı. “Neden resmimi çaldın?” “Odama asacağım. Çok beğendim.” Erim’e kıkırdayarak tepki verirken kollarımı masanın üzerine koydum ve başımı da kolumun üstüne yasladım. Erim’in yaptığı çizimi pürdikkat izlerken belli bir süreden sonra bakışlarım Erim’e kaydı. Saçları uzamıştı bir hayli. Çenesinde tek tük sakalları çıkmıştı. Muhtemelen yarın hiçbiri olmayacaktı. Yüz hatları belirgin, surat ifadesi oldukça ciddiydi şu an. Genel olarak bir işle ilgilendiğinde gerçekten ciddi oluyordu. Bu adam benim sevgilimdi. Ve ben gün geçtikçe daha da fazla âşık oluyordum. *** Yanlış saymadıysam eğer şu an elli altıncı kez derin derin nefesler alarak tüm sinirimi nefesimle birlikte dışarıya vermeye çalışıyordum ama olmuyordu. Yaklaşık iki saattir Mert’i beklediğimiz için sinirli olmamamın imkânı yoktu. Bize altı buçukta hazır olun diyen beyefendi hazretleri maalesef saat sekiz buçuk olmasına rağmen ortalıklarda gözükmüyordu. “Buse, değerli vaktimi bu saçma mekânda harcadığım için yargılanacaksın.” Oturduğum sandalyede hareketlenirken, “Benim ne suçum var Melis?” diye sordum. “Hepsi Mert’in suçu.” Mert’i andıkça sinirlerim yenilenirken telefonumu elime aldım bilmem kaçıncı kez Mert’i aramak için arama kayıtlarına girdim. Tam arayacağım sırada Mert kapının eşiğinde görününce kapıya doğru gittim, sinirle soluyarak, “Gelmeseydin Mert!” dedim. “Biz kutlardık kızın birinci ayını.” Mert sırıtarak içeri girerek, “Sus,” dedi beni hiç takmayarak. “Halletmem gereken şeyler vardı. Birazdan Emir ve Erim de gelecek. Hatta…” dedi sustu, arkasını dönerek buraya doğru gelen Emir ve Erim’e baktı. “Geldiler.” Erim’in üzerinde deri bir ceket vardı. Altında ise siyah bir kot. Emir’in kombini de Erim’le aynı sayılırdı ancak deri değil de şişme mont giymişti. Melis, Emir’in geldiğini görür görmez bakışlarını kaçırırken Mert’e olan sinirimi bir kenara bırakıp Erim’e sarıldım. Sanki birkaç saat öncesinde beraber değilmişiz gibi. Emir’in hareleri kısa süreliğine Melis’i bulurken çok geçmeden o da kaçırdı bakışlarını. Bunların arasında bir mesele vardı ancak Melis bir şey olmadığını söylüyordu. Ama vardı, bundan emindim. Emir’in yaralandığı gün… Biz uyuyakalmıştık. Yoksa… Düşündüğüm şey miydi? “Buse, birazdan gelecek. Konfetiler hazır değil mi?” Mert’in sorusu üzerine Erim’den ayrılırken masanın üzerindeki konfetileri aldım ve Mert’in gözüne sokarcasına ona doğru uzattım. “Hazır, Mert.” “Aa! Buse. Şimdi trip atmanın hiç ama hiç sırası değil. Bu tavır ne? Ayıp.” Ters bakışlarımı bir hançer gibi Mert’in gözlerine saplarken, “Ne trip atması Mert?” diye sordum. İki saniyeliğine kaşları havalandıktan sonra asla bana inanmadığını belli eden bir sırıtış sergileyerek, “Tamam,” dedi ve bakışlarını benden çekti. “Kanka, sorması ayıp biz neden geldik?” Emir’in sorusu üzerine tüm bakışlar Emir’e dönerken, “Alkış tutarsınız,” dedi Mert alayla. “Çok heyecan yaptım oğlum! Yanımda olun istedim. Sadece Erim gelse de olurdu ama Erim’in kuyruğu gibi peşinden ayrılmıyorsun ki anasını satayım!” Emir ve Erim gülüşürlerken son bir kez daha mekânı inceledik. Süslemeler tamamdı. Hediyesi de hazırdı. Müziği de ayarlamıştık. Geriye yalnızca Dila’nın gelmesi kalmıştı. “Kaçta gelecek?” diye sordu Melis sessizliği bozarak. “Birazdan burada olur.” Melis bıkkınlıkla gözlerini devirirken hareleri bir anlığına Emir’e değdi. Ancak bunu yine çok kısa tuttu. Olduğum yerden kalkıp Melis’in yanına giderken kolundan tuttum ve “Bir gelsene,” diyerek Melis’i dışarı çekiştirdim. “Ne bu sizin göz kaçırmalarınız? Pek huyunuz değildi. Sanki utandığınız bir şey var?” “Kimle?” Sorusu karşısında sen ciddi misin der gibi bir bakış attım. “Melis!” “Buse…” dedi gözlerime içli içli bakarken. “Biz öpüştük!” “Ne!” Sesim yüksek çıktığında Melis eliyle ağzımı kapadı ve “Sus,” dedi kızarcasına. “Ondan utanıyorum işte. Bu sefer ki… Çok farklıydı. Bilmiyorum. İlk değildi ama öncekinde etkilenmemiştim hiç. Şimdi aklıma geldikçe aklımı kaçıracak gibi oluyorum.” “Melis… Neden daha önce söylemedin?” Bakışlarından ötürü ciddi anlamda utandığını anladığımda üstelemedim ve “Tamam,” dedim kıkırdayarak. “İlk kim öptü?” “Emir.” Tam cevap vermek için dudaklarımı aralayacağım sırada Melis kolumdan tuttu ve beni içeriye soktu. Ardından ise kapıyı kapattı. “Dila geliyor.” Mert bir anda paniklediğinde Erim, “Sakin ol lan!” dedi kaba bir dille. Çok geçmeden diğer ışıklar söndü, sadece loş olan ışık açık kaldı. Dila kapıya yaklaştığında Melis’le iki yana geçtik ve Dila içeriye girer girmez konfetileri patlattık. Akabinde hep birlikte, “Sürpriz!” diye bağırdık. Dila’nın şaşkın yüz ifadesinden dolayı ağzı açık kalırken Mert, Dila’nın yanına yaklaştı ve elinden tutarak onu ortaya kısma doğru getirdi. Dila hâlâ şaşkınlığını atabilmiş değildi. Mert, Dila’ya büyük bir aşkla gülümserken yanağına uzun bir öpücük kondurdu ve oradaki sandalyeye oturarak kucağına gitarını aldı. Şarkının melodisi açılırken Mert mikrofonu rahatça kullanabileceği bir şekilde ayarladıktan sonra tekrardan Dila’ya döndü ve gülümsedi. Al beni yanında saklanan bi’ ses duyulmadan, Bir adım atarsa kör sormadan, Yollara düşerse hiç durmadan, Duy onu… Sar beni sevginle aklanan bu kalp oyulmadan, Kırda ki köpek o kuş vuranı bulmadan, Yaprağı ağaçtan hesap sormadan, Gör onu… Bilsen ne vardır onun içinde, Görsen de görmesen de ne fark eder? Şimdi ben yüreğinde, Yoksam olmasın hayat benimle, Durmam dursa da zaman düşümde, Son defa aklımdasın… Şarkı bittiğinde Mert gitarı bir kenara koyarak bir dakika bile gözlerini ayırmadığı sevgilisinin yanına sokuldu. “Birinci ayımız kutlu olsun bir tanem,” dedi yaşadığı sevinçle. “Seni gerçekten çok seviyorum.” Biz alkış tutmaya başladığımızda Dila bize baktı, ardından Mert’e bakarak Mert’ten uzaklaştı. Dila’nın yüz ifadesinden dolayı tuttuğumuz alkış yarıda kalırken Dila, “Mert,” dedi gözlerine bakarak. “Ben ayrılmak istiyorum.” Mert’in yüzündeki gülümseme yavaş yavaş solduğunda, Mert gibi hepimiz donakalmıştık şu an. Sanki ağır çekimdeydik ve Mert, duyduğu şeyi sindirmeye çalışıyor gibiydi. Mert sustuğu için Dila devam etti. “Aslında buraya da bunu söylemek için gelmiştim.” Gözleri etrafta gezindi. “Kutlama yapacağını bilmiyordum. Üzgünüm.” “İyi ama neden?” dedi Mert konuşabilmeyi başardığında. Tüm acısını bastırmaya çalışıyordu şu an. “Ne oldu birdenbire? Ne değişti?” Mert’in ses tonu kalbimi kırmıştı. “Birdenbire olan bir şey değil, Mert.” Dila’nın hareleri Erim’i aşıp Emir’i bulduğunda, eliyle Emir’i işaret etti. “Onun yüzünden.” Emir’in kaşları çatıldığında Dila kimsenin konuşmasına fırsat vermeden, “Emir,” dedi Mert’e bakarak. “Mert ben Emir’e âşığım.” |
0% |