@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 29 - Ateş ve Su Melis Taşkın’dan; Hâlâ ve hâlâ önümdeki büyük eve bakarken, kafamda her türlü hesaplamaları yapmaya çalışıyordum. Ve dakikalardır düşündüğüm en büyük sorum şuydu kendime; ben bu evin penceresine nasıl tırmanacaktım? Ev değildi aslında. Villaydı. Bu yüzden iki katlıydı ve alt kattaki tüm pencereler kapalıydı. Tek açık olan pencere üst kattaydı, oraya ne yapıp edip ulaşmam gerekiyordu. Emir’le konuşmam gerekiyordu. Spider Man gibi oradan oraya atlamam gerekiyordu. Sinirli bir Emir’in peşinden gitmen ne kadar sağlıklı olmuştu derseniz size en düşük ihtimali söyleyebilirdim çünkü defalarca kapısını çalmama rağmen Emir kapıyı açmaya bile yeltenmemişti. Yetmediği gibi beni kovmuştu. Ama gitmeyecektim. Ben Melis Taşkın’dım ve yapmadığım bir şeyle suçlanamazdım. Beni dinlemek zorundaydı. Daha fazla düşünmeyi kesip etrafıma tekrardan bakındım ve evin arka tarafına doğru ilerledim. Emir’in ev adresini de Erim’den almıştım. Buse gelmeyi teklif etmişti ancak reddetmiştim. Kendi başıma halletmem gereken bir konuydu. Göktuğ’u ise daha sonraya bırakmıştım. Bir açık pencereye bir de evin yüksekliğine bakarken gözüm hemen solumdaki pencereye ilişti. Vakit kaybetmeden pencerenin önüne geçtim, pervazına ayaklarımı koyarak yukarı çıktım. Kollarımı beyaz kalın sütuna doğru kaldırırken ellerimle sıkıca sütunu kavradım, bir bacağımı sütuna atarak çevik bir hareketle sütunun üzerine çıktım. İçime büyük bir başarı mutluluğu dolarken, “Heyt be!” dedim motive edici ses tonumla. “Melis, mükemmel bir insansın öpüyorum kızım seni!” Kendime olan aşk itirafım bittiğinde sütunun üzerinde dengemi sağlayarak sağa doğru ilerledim, pencerenin açık olduğu yere gittim. Harelerim yatak odası olduğunu anladığım odanın içerisinde dolanırken dudaklarımdan kısık sesli bir ıslık döküldü. Evin dışı gibi içi de harikaydı. Başımı hafifçe yukarı kaldırıp tavana bakarken tavanın bile ayrı bir havası vardı. Böylesi evler yalnızca filmlerde veya dizilerde oluyor sanıyordum ancak yanı başımda olan bir insanın evinin böyle olacağı aklıma gelmemişti. Galiba ben fakirdim. Harelerim tüm yapacağım işi unutup itinayla odanın içerisinde dolaşmaya devam ederken gözüm duvardaki tablolara ilişti. Gözlerimi kısarak tabloları incelerken ne olduklarını anlamaya çalışmıştım ancak başarılı olamamıştım. İşin garip yanı neden hâlâ pencerenin pervazında durarak kendime eziyet çektiriyordum? Odaya girmemin vakti gelmişti. Olduğum yerde hareketlenerek pencereden içeriye zıpladım hızlıca. Ancak pencere yüksekliği ile yerin mesafesini hesaplayamamış olacaktım ki ayağımı burkmuştum. Yüzüm acıyla kasılırken yüzüme gelen saçlarımı yanıma savurdum, sanki dokununca mucizelere gerçekleştirecekmişim gibi burktuğum ayağıma dokundum. Acıyordu ancak fazla bir hasar olduğunu düşünmüyordum. “Çabana hayran kalmam gerekiyor mu?” Emir’in sesini duyar duymaz bedenim buna ansızın yakalandığı için buz keserken başımı Emir’e çevirdim. Oldukça ciddi ve duvara yaslanmış bir vaziyette bana bakıyordu. Ne tepki vereceğimi bile bilemezken aniden ayağa kalktım ve Emir’e doğru adımladım. Ancak yürümemle birlikte kıvrılmam da bir oldu. Ayak bileğimin acısı baş gösterirken dişlerimi sıktım. “Geçti, geçti, geçti…” Bir nebze de olsa kendimi iyi hissettiğimde yeniden Emir’e odaklandım. Yüzünde hiçbir mimik değişmemişti. “Emir,” dedim ağır adımlarla yanına ulaştığımda. “Eve almadın da eline ne geçti? Beni dinlemeden seni bırakacağımı mı sanıyorsun?” Emir benden uzaklaşmamıştı ancak bakışları beni korkutuyordu. Ağzını açıp tek kelime etmezken konuşmaya devam ettim. Beni dinlemediği için sinir perilerim geri gelmişti. “Sen beni ne sanıyorsun Emir? Ben salak mıyım? Neden sana şov yapayım? Neden seni kullanayım?! Sana aşkımı itiraf ettim ben Emir! Sen hiçbir bok yapmazken ben yaptım bunu! Orada da var mıydı Göktuğ? Ona inat mı yaptım Emir? Bu kadar mı bana olan sevgin ve güvenin? Kim kimi kandırıyor Emir?!” Emir’in hareleri yüzümde gezinip tekrardan gözlerime ulaştığımda üzerime doğru yürümeye başladı. Anlık refleksle geriye doğru giderken, “Bana aşk itirafı yapıyorsun,” diye söze başladı. “Senden cesaret alıp ben de hislerimi sana açıklıyorum, sonra sevgilimi,” dedi, sustu. Her bir kelimesini tane tane, bastıra bastıra söylemişti. Ve son kelimesini ise imayla karışık sinirli bir şekilde söylemişti. Üzerime doğru gelmeye devam ederken en son duvara tosladım. “Ve sevgilimi,” diyerek devam etti konuşmasına. “Eski sevgilisiyle sarılırken görüyorum!” Emir bağırdığında olduğum yerde sıçradım. Emir’in öfkesini gözlerinden anlayabiliyordum, benden nefret ediyormuş gibi bakıyordu. Ben korkumla baş başayken Emir ses tonunu geri kıstı. “Ve ne tuhaf ki benim sevdiğim kadın, bundan birkaç ay önce intikam almak için beni öpmüştü. Şimdi ise gelmiş, kendisine inanmamı bekliyor… Vay canına! Etkileyici bir senaryo.” Birbirine kenetlenen dudaklarımı aralayarak, “Emir,” dedim sakin bir tonla. “Yemin ederim ki öyle bir şey yok. Göktuğ’u sevmiyorum ben, seni seviyorum. Aniden çıktı karşıma. Konuşalım dedi istemiyorum dedim, sarıldı birden. Sonra sen geldin, yanlış anladın.” “Bitti mi?” Emir’in yüzündeki ciddiyet kalbimi kırarken elimi yüzüne yaklaştırdım. Emir elimi havada kaparken, “Artık yok,” dedi. “Dokunma ve bir an önce evimden git. Hayatımdan da git, istemiyorum seni Melis. Sana olan duygularım yüzünden kendime acıyorum.” “Ne saçmalıyorsun ya sen?! Bana inanmıyorsun ve bunun üzerine bir de beni sevdiğin için pişmanlık mı duyuyorsun?” Başımı hızlı hızlı iki yana sallarken Emir’den uzaklaştım, “Hayır Emir, hayır,” dedim öfkeyle. “Sen beni sevmiyorsun. Sevsen inanırdın bana, direkt siktirip atmazdın. Her sevdiğin insana karşı böyle misin sen Emir? En ufak bir olayda hayatından mı çıkarıyorsun onları? Kimse sana öğretmedi mi anlayış kavramını? Affetmek kavramını?” “Öğretmedi!” diye bağırdı bir anda. O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki sesi odada yankılanmıştı. “Kimse öğretmedi Melis!” Elimden yakalayıp beni hızla peşinden sürüklerken büyükçe bir odaya getirdi. “Görüyor musun?” dedi aynı öfkeyle. O odadan çıktık, merdivenleri aşıp aşağıya indik. Yine bir odaya daha girdik. “Burayı görüyor musun?” Emir’in peşinden sürüklene sürüklene tüm evi dolaşmıştık. “Emir yeter!” dediğimde durdu, elimi bırakarak kollarını iki yana açtı. “Görüyor musun Melis? Bu kocaman evde kimse yok görüyor musun? Benim kimsem yok! Bana kollarını saran bir annem veya bir babam yok. Kardeşim de yok Melis! Kimse bana öğretmedi neyin doğru neyin yanlış olduğunu. Tek başıma büyüdüm ben.” Sesi sona doğru titrerken yere çöktü yavaşça. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Tekim ben Melis,” dedi çatallaşmış sesiyle. “Kimsem yok. Yıllar sonra birisine güvenip onu hayatımın merkezine koymuştum, sırtımdan vurdu. İkinci şansı seninle denemek istedim…” Yerde olan bakışlarını bana çevirdi. “Sen ne yaptın Melis?” Emir’in yanına gidip boynuna sarıldığımda, “Sen ne yaptın?” diye tekrarladı fısıltıyla. Yaşlı gözlerimle Emir’in saçlarını öperken, “Ağlama,” dedim acımın yansımış ses tonuyla. “Ağlatma, Melis. Ağlatma. Tam mutlu olmuşum derken ağlatma beni.” “Özür dilerim. Ama bana inanman gerek.” Başını iki yana sallarken beni kendisinden uzaklaştırdı, ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi. “Git buradan,” dedi ayağa kalkarken. “Git ve bir daha gelme.” Emir yanımdan ayrılırken çaresiz gözlerle gidişini izledim. Boşluğa düşmüştüm sanki. Bir şeyleri halledeyim derken berbat etmiştim. İnanmıyordu ki bana. İnanmıyordu… *** Sinirden dudağımı dişlemekten dudağımı kanattığımı ağzıma metalik bir tat geldiğinde anlarken, çantamdan peçetemi çıkardım ve dudağıma bastırdım. Omzuma bir el dokunduğunda yanımda oturan kıza başımı çevirdim. “İyi misin Melis?” “İyiyim canım,” dedim peçeteyi dudaklarımdan çektiğimde. Sıra arkadaşımdı ancak hiçbir alakamız yoktu. Sınıfımdakileri sevmiyordum. Ahırdaki hayvanlar bile daha akıllı geliyordu bana. Harelerimi Beyza’dan çekip tekrardan Emir ve Dila’ya çevirirken gözlerim kısıldı. Dila bizim sınıftaydı. Ve her koşulda Emir’e yaklaşıyordu. İşin kötü tarafı Emir bundan rahatsız olmuyordu. Birlikte vakit geçiriyorlardı. Dila, Emir’in yanından kalkıp sınıftan çıktığında sıramdan kalktım ve Emir’in yanına gittim. Emir yanına oturmama tuhaf bir bakış atarken, “Hep aynı sırada mı oturulur ilahi,” dedim yalandan gülerek. “Pes,” demekle yetindi Emir. Ardından bakışları dudağıma takıldı. Elini dudağıma yerleştirdiğinde bunu beklemediğim için kalp atışlarım hızlanmıştı. Bir anda dudağıma güçlü bir baskı uygulandığında acıyla yüzümü buruşturdum. “Kanıyor,” dedi sert bir ses tonuyla. “Çirkin yüzünü ekşitme hemen.” Emir’e göz devirirken Dila sınıfa girdi, gözleri direkt bizi buldu. Gülümseyerek yanımıza yaklaşırken, “Emir,” dedi samimi olduğunu zannettiği bir şekilde. “Yerimi hemen başkasına mı kaptırdın?” Emir bakışlarını Dila’ya çevirirken, “Geçici,” diye cevap verdi. Emir’in cevabıyla birlikte kaşlarım çatılırken ayağımla Emir’e tekme attım. Herhangi bir tepki vermezken elini çekti, dudağıma baktı. “Şimdilik kanamıyor. Kanarsa parmağını bastırırsın.” “Sağ ol,” demekle yetindim, sessiz kaldım. Dila hâlâ bana bakarken ‘ne var?’ dercesine Dila’ya baktım. Sinirlenmemeye çalışarak nefeslenirken, “Orası benim yerim ya hani, kalkmıyor musun?” “Daha okula bugün gelip burası benim yerim diye tutturman biraz garip değil mi?” Kendi sıramı gösterirken, “Oraya,” dedim. “Sen oraya otur. Burası benim yerim.” “Emir bir şey söylemeyecek misin?” “Çocuk değilsiniz. Yer kavgası mı yapacaksınız?” “Cidden, Dila. Çocuk değiliz.” Dila’nın sinirli bakışları beni bulurken bunu fazla sürdürmedi ve eşyalarını alarak benim sırama geçti. Eşyalarımı almadığımı anımsadığımda yerimden kalkarak sırama geçtim, eşyalarımı toparlayarak elime aldım. “Biraz öne eğilir misin?” Dila dediğimi uygularken çantamı aldım ve Dila’yı dövmemek için kendimi frenleyerek geri Emir’in yanına geçtim. Emir bıkkın bir tavırla bana baktı. “Seninle oturmak istediğimi nereden çıkardın?” “Fikrini sormak isteseydim eğer, sorardım. Sordum mu? Hayır.” Cümlemi bitirip sırıttığımda Emir başını iki yana sallayarak önüne çevirdi. Birkaç dakika sonra hoca derse girdi, diğer defterimi çantama koyup Edebiyat kitabını çıkardım. Hoca yoklamayı alıp nerede kaldığımızı sorarken sınıfın inekleri anında cevap verdi, kaldığımız sayfayı açtık. Uzunca bir metin vardı ve bunu hoca bize okutacaktı, hep böyle yaptırırdı. Sınıfa göz gezdirdikten sonra, “Emir,” dedi. “Metni bize okur musun?” Emir hocaya karşın sinirli bir nefes alırken, “Tabii hocam,” dedi ve kitabımı önüne çekti. Anlamsız gözlerim Emir’i bulurken, “Kitabı getirmemişim idare et iki dakika,” dedi açıklama bekliyormuşum gibi. “Yine bana muhtaçsın…” diye sessizce mırıldandığımda gözlerini benden aldı ve metni okumaya başladı. Metni takip etmek için iyice Emir’in yanına yaklaşırken tam ortada buluşmuş gibiydik. Emir bu kadar güzel kokarken derse nasıl odaklanacaktım? Emir okumaya başladığında düşüncelerimden arındım ve dinlemeye başladım. Ses tonu güzel olduğu için vurguları güzel yapıyordu. Genel olarak Emir’in tüm notları yüksekti ancak hiç ders çalışıyor gibi bir havası yoktu. Hoca aralara sürekli laf katıp bir şeyler anlatarak metni yaklaşık yirmi dakika da bitirirken, “Şükür,” diye mırıldandı Emir. Ardından kitabı önüme uzatarak beni uca doğru ittirdi. “Uzaklaş.” Emir başını sıraya koyup gözlerini kapatırken ellerimi çeneme yerleştirdim ve dirseklerimi sıraya koyarak dersi dinlemeye devam ettim. Dersin bitmesine son beş dakika kala bakışlarım bir Emir bir kalemlerimin arasında gidip geldi. Dudaklarıma muzip bir gülümseme peyda olurken kalemliğime uzandım ve tükenmez kalem aldım. Hafiften Emir’e doğru yaklaşıp uyuyup uyumadığını kontrol ederken nefes alışverişleri belli bir ritimdeydi. Ne çabuk da uyumuştu... Elimdeki kalemi Emir’in suratına yaklaştırıp uyandırmamaya çalışarak iki tane çöp adam çizerken dudaklarımı birbirine bastırarak sırıttım. Emir’le kendimin dövmesini yapmıştım Emir’in yüzüne. Bence çok güzel olmuştu. İşimi bitirdiğimde zil çalmıştı. Öğle arasındaydık. Emir’den uzaklaşıp eşyalarımı toparlarken ayağa kalktım ve nefeslendim. Hiçbir şey yapmamışım gibi sınıftan çıkarken Dila’yla kapıda karşılaştım. Geçmem için geriye çekilirken omzuna çarptım ve sınıftan çıktım. Pislik karı. Merdivenleri inip Buse’nin sınıfına gideceğim sırada Ayhan Hocanın yolumu kesmesiyle tüm planım bozuldu, gülümseyerek Ayhan Hocaya baktım. “Melis. Spor salonundan bir basketbol topu alıp gelir misin bana hemen? Burada bekliyorum.” Hoca elindeki anahtarı bana uzatırken zaten ‘hayır’ deme hakkımı elimden almıştı. “Tabii hocam,” diyerek yönümü değiştirdim ve spor salonuna inerek topların olduğu odanın kapısına ilerledim. Elimdeki anahtarla kapının kilidini açtıktan sonra bir tane basketbol topu aldım ve kapıyı geri kilitleyerek Ayhan Hocanın yanına gittim. “Buyurun, hocam.” “Sağ ol, Melis.” Anahtarı hocaya verirken hoca elindeki poşeti de bana verdi. “Bunu da soyunma odasına bırakabilir misin?” “Tamam, hocam.” Elimdeki poşetle birlikte sinirli bir şekilde tekrardan spor salonuna inerken, “Her işe de Melis koşsun zaten,” diye söylendim. “Melis de Melis, ne bu Melis, hamal mıyım oğlum ben?” Poşeti soyunma odasına bırakırken, “Melis onu yap, Melis bunu yap,” diye söylenmeye devam ettim. Ardından odadan çıktım. “Melis her işinize koşar zaten. Her şeyi Melis yapar!” “Galiba evet.” Emir’in sesini duyduğumda hızlı adımlarım durdu, harelerim Emir’e çevrildi. Emir bana yüzündeki şaheseri gösterirken, “Melis,” dedi dişlerinin arasından. “Bu ne, Melis?” Gülmemek için dudaklarımın birbirine bastırırken başımı yana çevirdim, kendimi toparladıktan sonra yeniden Emir’e baktım. “Ben yapmadım niye benden biliyorsun ki hemen?” “Bunu bana senden başka kimse yapmaz, Melis.” “Ben de yapmam.” Emir üzerime doğru yürürken, “Gelme üzerime katil,” dedim ciddiyetle. Ben kaçarken Emir peşimden koştu. Spor salonunu Emir’le birlikte adeta tavaf ederken Emir şaşırtmaca yaparak beni yakaladı, omuzlarına atarak bacaklarımdan sıkı sıkı tuttu. “Emir bırak beni! Yükseklik korkum var bak, ölürüm vebal altında kalırsın valla.” “Evimin camına tırmanırken yoktu yükseklik korkun.” Emir’in hem götüne bakıp hem de göt olmuşken, göt olduğum gerçeğini umursamayıp bir anlığına Emir’in götünü ısırmayı düşünmüştüm ancak sapık değildim, yapmayacaktım. Emir’in bacaklarına vurmaya başladığımda soyunma odasına girdiğimizi gördüm. “Ne yapacaksın bana Emir? Seri katil falan mısın yoksa? Oha!” “Biraz daha abartmak ister misin?” Emir nihayetinde beni indirdiğinde sinirli gözlerle Emir’e baktım. “Ne yapıyorsun oğlum sen? Aklını alırım bak!” Histerik bir şekilde sırıtırken, “Ben şimdi senin aklını alacağım, hazır mısın?” diye sordu. Anlamsızca yüzümü buruşturdum. “Nasıl olacak o?” Emir kolumdan yakalayıp beni kendisine çekerken kaçmamam için oldukça sıkı tutuyordu. Cebinden bir kalem çıkarırken kapağını ağzıyla açtı, kapağı yere attıktan sonra kalemi yüzüme yaklaştırdı. Korkuyla yüzümü geriye çekerken Emir beni daha da çok kendisine çekti. “Uslu dur.” Ardından kalemi yanağıma dokundurdu, bir şeyler yazdı veya çizdi. İşi bittiğinde ise gülümseyerek geriye çekildi. “Çok yakıştı.” Emir’den ayrılıp hemen aynaya koşarken gördüğüm manzara karşısında çığlık attım. “Emir, bu ne Emir? Emir bu ne?!” Emir gürültülü bir kahkaha atarken hemen suyla yanağımı yıkadım. Ama değil silinmek rengi bile solmamıştı. “Emir bunu neyle çizdin Allah aşkına?” “CD kalemiyle.” Yüzümü çıkarırcasına su ve sabunla yıkarken hiçbir şekilde gitmiyordu Emir’in suratımda bıraktığı bok çizimi. Ha bok çizdiği yetmiyor gibi etrafına sinek de çizmişti. Kızgın bir boğa gibi hırlarken, “Emir!” diye bağırdım. “Emir sıçtım senin ağzına!” Emir bana hunharca gülmeye devam ederken Emir’e doğru koştum. Koştuğum gibi kaçmaya başladı. Kedi köpek gibi birbirimizi kovalıyorduk ancak hiçbir şekilde yakın mesafeyi kuramıyorduk. Sinir perilerim daha da arşa çıkarken ne yapsam diye düşündüm, aklıma ayağımı burktuğum gerçeği geldi. Emir’i yakalamaya devam ederken ayağımı tekrardan burkmuş gibi yaptım, güçlü bir çığlık atarak yere attım kendimi. Yüzümde yalandan acımın izleri yer edinirken Emir koşarak yanıma geldi. “Sakın bana yine aynı ayağını burktuğunu söyleme.” Süt dökmüş kedi gibi Emir’e bakarken, “Yine aynı ayağımı burktum,” dedim fısıltıyla gözlerimi kaçırarak. Endişeli görünüyordu. Pantolonumu hafifçe yukarıya sıyırıp bileğime dokunurken içim bir tuhaf olmuştu. Belli bir noktaya baskı uyguladığında sızlandım. “Yürüyebilecek misin?” Başımı onaylarcasına salladım. “Yürürüm.” Emir koluma girip ayağa kalkmama yardım ederken kıvrak bir hareketle Emir’in yere düşmesini sağladım ve bana karşı hamle yapmaması için kollarından tuttum. Endişeli bakışları korku dolu bakışlara dönerken, “Sen…” dedi dişlerinin arasından. Cadı gülüşüm spor salonuna dolarken, “Bunu sen istedin,” dedim ve Emir’in omzunu güçlü bir şekilde ısırdım. Acıyla bağırdığında Emir’i serbest bırakarak ayağa kalktım ve ellerimi silkeledim sanki toz olmuş gibi. “Oh! Çok iyi oldu.” Ardımda Emir’i bırakarak havalı bir şekilde çıkış yapacağım sırada ne zaman ayaklandığını bilmediğim Emir beni kolumdan yakaladı, hızlıca kendine çekti. Kollarımı arkamda kenetlerken sinirli suratıyla bana baktı. Şu an çok fazla yakındık ve ben Emir’i öpmek istiyordum. Yüzünü daha da yaklaştırdığında, “Melis,” dedi fısıltıyla. “Fazla cüretkârsın. Neden canını yakabileceğimi düşünmüyorsun?” Dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. “Sevmediğin birisinin canının yanmasıyla uğraşmayacak birisin, Emir. Canımı yakacağını düşünebilirim ama bunun yanında beni sevdiğini de düşünürüm. Bana sinirlisin, seni üzdüğüm için beni üzmek istiyorsun lakin yapamazsın Emir. Çünkü beni seviyorsun ve yediremiyorsun bazı şeyleri.” Sözlerim bittiğinde nefeslendi, nefesi yüzüme çarptı. “Beni kendine fazlasıyla çekiyorsun. Kokunu soluduğumda bile kendime gelemiyorum ben Melis, yakıyorsun. Cayır cayır yanan ateşine atlamak istiyorum, seninle ölmek istiyorum. Fakat şunu sakın ama sakın unutma Melis. Sen ne kadar ateş olsan da su, daima ateşi söndürür.” Buse Uluer’den; Melis’i, Emir’le yaşadığı son vukuatın dört gün geçmişti. Melis’in yanağındaki lekeyi saatlerce uğraştıktan sonra anca çıkarabilmiştik ve yanağı kızardığı için bir saat kadar buz koymuştuk. Neyse ki atlatmıştık bunu da. Mert’le de görüşmüştük. Okula da geliyordu. Daha iyiydi önceki günlere nazaran. Erim, Mert’le ne konuşmuştu bilmiyordum ama Mert’in fikirleri değişmiş gibi duruyordu. “Hanımefendi, geldik.” Dalgınlığımı taksi şoförünün ikaz etmesi bozarken, “Pardon,” diyerek elimi çantama attım ve cüzdanımdan para çıkararak ücreti ödedim, taksiden inerek Erim’in evine doğru ilerlemeye başladım. Beni çağırmıştı ancak neden çağırdığını bilmiyordum. Defalarca sormama rağmen cevap alamamıştım. Klasik Erim’di işte. Beni meraklandırmaya bayılıyordu. Bahçeye girip taşlardan seke seke giderken kapıya ulaştım ve ciddi bir Buse olarak zili çaldım. Bir iki dakika içerisinde kapı açılırken Erim kapıda belirdi. Beni görür görmez dudaklarına gülümseme peyda olurken ben de gülümsedim. İçeriye geçeceğim sırada Erim benden önce davranarak beni kendisine çekti, belimi kavrayarak ayağıyla kapıyı kapattı. Yüzündeki arsız gülümseme dudaklarımla buluştuğunda uzunca öptü. Nabız atış hızım en uç noktaya ulaşırken düşecek gibi oldum, Erim’in omzundan sıkıca kavradım. Erim benden ayrıldığında, “Kendimi vampir gibi hissediyorum,” dedi gözlerimin içine bakarken. “Sana fazla susuyorum.” “Vampirsin zaten,” dedim hiç düşünmeden. “Bir tek dişlerin eksik.” Erim dediğime kıkırdarken beni bıraktı ve ben de montumu çıkararak askılığa astım. Çantamı da rastgele bir yere koyarken salona geçtim. Erim peşimden gelirken, “Atlas yok mu?” diye sordum. “Çok özledim onu.” “Odasında.” Atlas’ın evde olduğu bilgisi beni mutluluktan havalara uçururken koltuğa oturmadan hızla odadan çıktım ve Atlas’ın yanına koştum. Kapısını tıklatıp içeriye girdiğimde Atlas başını çevirip bana baktı, “Vuse!” diye heyecanlanarak ayağa kalkarak boynuma atladı. Atlas’ın yanaklarını bir sürü öperken Atlas kıkırdıyordu. “Vuse,” dedi yüzüme bakarken. “Sen neredeydin?” “Kendi evimdeydim bir tanem. Senin gibi ben de okuluma gittiğim için yanına gelemedim, özür dilerim.” Atlas anlarcasına başını salladığında kucağımdan indi ve elimden tutarak, “Birlikte resim çizelim mi?” diye sordu. Başımı evet anlamında salladım, Atlas’la birlikte yere oturdum. Atlas daha önceden karaladığı kâğıdı ters çevirip temiz yüzünü kullanmaya karar verirken bana da kalem uzattı. “Ne çizelim?” diye sorduğumda Atlas bir süre düşündü. “Abimi çizsene Vuse.” Hafifçe gülerken kaşlarım gözlerimin üzerine düştü. “Abin mi?” dedim gülüşümün arasından. Atlas ise başını sallayarak beni onayladı. “O sürekli seni-” “Atlas! Atlas…” Erim odaya daldığında Atlas’la eş zamanlı Erim’e baktık. Erim yanımıza yaklaşırken, “Abiciğim,” dedi gülümseyerek. “Sen resmini tek başına çizmek ister misin? Buse ablanla ödev yapacağız biz.” Atlas bir bana bir de Erim’e bakarken, “Olur,” dedi. Ardından resmini çizmeye başladı. Erim elimden tutup beni ayağa kaldırırken, “Resmin bitince bana göster olur mu Atlas?” diye sordum. Atlas kafasını sallamakla yetinirken Erim’le birlikte Atlas’ın odasından çıktık.” “Ne söyleyecekti Atlas bana?” Erim’in dudakları sarkarken, “Bilmiyorum ki,” diye cevap verdi. Ardından oldukça karanlık bir odaya geçtik. Erim ışığı açarken, “Neden buraya geldik?” diye sordum, gözlerimi bomboş olan odada gezdirdim. Pencere olmadığı içindi bu kadar karanlık olması. “Burayı annemle Atlas için dönüştürmeye karar verdik. Bir çeşit aktivite yapacağı oda gibi düşün. Baştan tasarlayacağımız için de duvarları boyayacağız falan. Ama boyama yapmak için usta çağırmaya gerek duymadım.” Erim yanıma yaklaşıp çenesini omzuma yerleştirirken yüzünü bana çevirdi. “Sevgilimle birlikte boyarız diye düşündüm.” Gözlerim fal taşı gibi açılırken, “Gerçekten mi!” dedim heyecanla. “Bayılırım!” “Güzel. O zaman işe koyulalım. Bekle beni burada.” Başımı aşağı yukarı hareket ettirirken Erim odadan çıktı ve beş dakika sonra elinde boya kutularıyla geri geldi. Kolunda da sanırım tulum vardı. Boya kutularını yere bırakırken kolundakini bana uzattı. “Üzerini değiştir. Kirlenmesin.” Erim’in uzattığı tulumu elinden alırken odadan çıkıp banyoya geçtim ve üzerimi değiştirdim. Bileğimdeki tokayla saçlarımı topladıktan sonra Erim’in yanına gittim. Erim de üzerini değiştirmişti. “Ne yapıyoruz şimdi?” Duvara yaslı olan rulo fırçayı elime alırken Erim boyanın kapağını açtı, duvarın bir köşesini gösterdi. “Burayı klasik maviye boyayacağız. Geriye kalan taraf ise bebe mavisi.” Elimle asker selamı yaparken, “Anlaşıldı!” dedim. Fırçamı boyaya batırıp damlamamasına özen göstererek Erim’in dediği duvara değdirdim ve duvarı boyamaya başladım. Duvarı boyadıkça rahatlıyordum sanki. Erim de diğer ucu boyuyordu. Kaşlarım hafiften çatılırken, “Neden orayı boyuyorsun?” diye sordum. “Ortada buluşmak için.” Sessiz bir şekilde gülerken boyama yapmaya devam ettim. Kendimce şarkı mırıldanarak fırçamı tekrardan boyaya batıracağım sırada Erim’e baktım. Boyama yapmayı bırakmış beni izliyordu. “Gözlerini oymadan önce işini yapmaya devam et,” dedim kızarcasına. Erim gülmekle yetinirken fırçamı boyaya batırdım ve geri duvara odakladım kendimi. “Her akşam votka, rakı ve şarap, İçtikçe delirir, insan olur harap, Kurtar beni bundan, ne olur Ya Rab…” “Aşkımdan harap olduğunu bilmiyordum.” “Öğrendin artık,” dedim göz kırpıp Erim’e bakarken. Erim sırıtırken, “Buse,” dedi nefesini dışarı verirken. “Biliyor musun her şey bazen çok garip geliyor.” Fırçayı iyice yukarıya değdirmeyi başarırken, “Ne garip geliyor?” diye sordum. “Beni seveceğine olan inancımı yitirmiştim bir ara. Şu an yanımda olman, benimle olman garip geliyor… Nasıl başardım diyorum kendi kendime, ne sevap işledim de senin sevgini hak ettim?” Kolumu hareket ettirmeyi bıraktığımda başımı Erim’e doğru çevirdim. “Çünkü bana gerçekten sevilmeyi hissettirdin,” dedim itiraf edercesine. “Kendimi dünyanın en özel insanı gibi hissettirdin. Seni sevmek de senin tarafından sevilmek de çok güzel bir duygu Erim.” Erim’in duygu yüklü bakışları bir saniyeliğine bile çehremden ayrılmazken yanıma geldi, gözlerimin içine baktı. Yüzünü, yüzüme doğru yaklaştırırken bir anda burnuna boya damlamasıyla gülmeye başladım. Harelerim başımızın üzerinde duran fırçaya bakarken fırçayı indirdim. Gülmeme devam ederken Erim pek de keyifli durmuyordu. “Komik değil,” dedi asabi bir tavırla. “Sırası mıydı şimdi bunun?” “Nazar çıktı nazar.” “Hı-hı,” dedi homurdanmasını hâlâ sürdürürken. “Sinirlenme. Boya stres alır.” Erim’in dudaklarına çarpık bir gülümseme yerleşirken boya kutusuna yanaştı, elini boyaya batırarak tekrardan yanıma geldi. Ne yaptığını gözlemlerken, “Şimdi bu boyayı sana sürersem tüm stresim yok mu olacak?” Erim’e sorgular bakışlarımı atarken, “Sakın!” dedim. Tam elini yüzüme atacağı sırada geriye kaçtım. “Ya Erim! Gelme peşimden.” “Kaçma.” İçeride küçük çocuklar gibi kovalamaca oynarken ayağım boya kutusuna takıldı, tüm boya yere döküldü. Ağzım açık bir şekilde boyanın dökülmesini izlerken alt dudağımı dişledim. “Ben şaka mıyım?” Erim gürültülü bir kahkaha atarken mahcupça Erim’e baktım. Ancak fazla bakamayarak bakışlarımı geri çektim. Anlık boşlukla kendimi duvara toslamış bir şekilde bulurken çekingen bir tavırla Erim’e baktım. Az önceki kahkaha atan halinden eser yoktu ve oldukça ciddi görünüyordu. Ben yutkunurken Erim, “Kaçsana,” dedi. İki yanıma da kısa bir bakış atarken Erim bunu düşünmeme engel oldu, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Dudaklarıma doğru eğilirken kalbim ağzımda atıyordu. Dudaklarıma iyice yaklaştığında gözlerimi kapattım istemsizce. Ama o ki Erim öpmedi, elinde tüm boyayı yüzüme sürdü. Gözlerimi açtığımda Erim’in sinsi yüz ifadesiyle karşı karşıya geldim. Kaşlarım çatılırken, “Erim!” dedim sinirle. “Çok kötüsün.” “Stres attım.” Yüzümdeki boyanın bir kısmını alıp Erim’in yüzüne çalacağım sırada yine yapacağım işe engel oldu ve kollarını duvara yaslayarak beni sıkıştırdı. Bana imalı bir bakış atarken bu sefer ben atağa geçtim ve ayakucumda yükselerek yüzlerimi yakınlaştırdım. Tam öpeceğim sırada gülerek Erim’den uzaklaştım. Erim bozuk bir surat ifadesiyle bana bakarken omuz silktim umursamazca. “Buraları temizlesek iyi olur.” *** Adımın seslenildiğini duyduğumda adımlarımı durdurup arkama döndüm, bana doğru koşar adımlarla gelen Dila’ya kaşlarımı çatarak baktım. Nefes nefeseydi. Biraz soluklandı, kendisini toparlayarak boğazını temizledi. “Az önceden beri peşinden koşuyorum, anca yetiştim.” “Ne oldu ki?” “Önemli bir işin var mı Buse? Nereye gidiyordun?” Sorduğu soruları garipsesem de merakıma yenik düşeceğimi bildiğim için ters bir tepki vermedim. “Öyle dolaşmaya çıkmıştım. Sen beni nereden buldun?” “Aslına bakılırsa evine gelmiştim ama tam geldiğimde sen otobüse bindin. Ben de peşinden geldim. Arayacaktım ama numaran silindi. Erim’i aradım kaç kez ama ulaşamadım. Bugün bir arkadaşım buraya gelecek. Daha doğrusu Erim’in çok sevdiği bir arkadaşı. İstanbul’da yaşıyor normalde ve buraları fazla bilmiyor. Onu havalimanından alacaktım ama annem hastaneye kaldırılmış, yanına gitmem gerekiyor. Erim’e söyleyemem çünkü sürpriz yapacak. Bu yüzden benim yerime sen gidebilir misin Buse? Söz verdim, mahcup olmak istemiyorum. Senden başka gidecek kimsem de yok açıkçası.” Dediklerini pür dikkat dinledikten sonra, “Annene ne oldu?” diye sordum. Endişeli bir şekilde, “Bilmiyorum,” diye cevap verdi. “Babam ağlıyordu telefonda, herhangi bir şey söylemedi.” “Umarım kötü bir şey yoktur. Tamam, giderim ben Erim mutlu olacaksa eğer. Ama nasıl tanıyacağım? Ve nereye getireceğim?” “Erim’in evine. Sen şimdi beni ara. Numaram var mı?” “Var.” “Tamam, sen beni ara ben de numaranı kaydedip sana fotoğrafını atayım.” Dediğini yaparak Dila’yı aradım ve Dila numaramı kaydettikten sonra, “Melih’e de haber veririm,” dedi. “Şu an beni bekliyor…” Akabinde sustu, duygu dolu bakışlarıyla birlikte bana sarılırken, “Buse…” dedi minnet duyduğunu belli ederek. “Çok teşekkür ederim. Hakkını ödeyemem galiba.” Dila’nın sırtını sıvazlarken, “Önemli değil,” dedim. “Hadi annenin yanına git. Geçmiş olsun şimdiden.” Dila kollarını benden ayırırken parmaklarıyla gözlerini sildi ve gülümseyerek yanımdan uzaklaştı. Beş dakika sonra WhatsApp’tan mesaj geldi, ekranı açarak gelen fotoğrafa baktım. Simayı aklıma kazıdıktan sonra taksi durağının oraya gittim ve taksilerden birisine binerek havalimanına gideceğimi söyledim. Neyse ki yakındı. Yolculuğun ardından yolcuların indiği kısma gittim ve gözlerimi etrafta gezdirdim. O kadar çok insan vardı ki Melih denen şahsı bulabileceğimden emin değildim. Telefonumu çıkarıp tekrardan Melih’in fotoğrafına dikkatlice baktım. “Sanırım o fotoğraftaki benim.” Bakışlarım yanı başımda duran şahsa dönerken fotoğraftaki kişiyle eşleştirmiştim. Siyah saç, kaşında piercing, kolunda ise yılan dövmesi. Evet, Melih buydu. Melih’i eşleştirmeyi bırakıp nezaketen gülümserken, “Sanırım,” dedim. Benim aksime oldukça samimi bir şekilde gülümserken elini uzattı, “Melih ben.” Uzattığı elini tutarken, “Buse,” dedim. “Gidelim mi?” “Çok iyi olur.” Melih elinde valizleriyle peşimden gelirken havalimanından çıktık ve taksi bakındık. Şu an etrafta taksi yoktu. “Birazdan gelir,” dedim Melih’e bakarken. Melih anlayışla başını hareket ettirirken, “Sıcakmış burası,” dedi. Kıkırdadım. “Çok da sıcak değil aslında. Tişört giymen biraz tuhaf.” “Sevmiyorum pek uzun kollu giymeyi. Bünyemi alıştırdığım için çok hasta olduğum da söylenemez. Tişört ve montla tamamlıyorum kışı.” “O da bir prensip meselesi tabii.” Melih gülerek karşılık verirken taksi geldi, elimde durması için işaret ettim. Şoför taksiden inip valizleri bagaja koyarken kapıyı açmak için kapının kulpuna uzandım. Melih’le aynı anda kapıya uzandığımızda bir anlığına dengemi kaybettim. Düşeceğim sırada Melih kolumdan tutarak, “Özür dilerim,” dedi. “Ben aceleci davrandım.” “Sorun yok,” dediğimde Melih geriye çekildi ve kapıyı açarak taksiye bindim, uç tarafa geçtim. O da yanıma oturdu. Şoför arabayı çalıştırırken adresi söyledim, yola koyulduk. Birkaç dakika sessizliğin ardından şoför konuştu. “Yolculuk nereden evladım?” Melih bakışlarını telefonundan ayırıp şoföre baktı. Şoför yaklaşık ellili yaşlarının ortasındaydı. “İstanbul abi.” “Güzel oralar da.” Adamın bakışları dikiz aynasından bana değdiğinde, “Sevgilin mi bu güzel kız?” diye sordu, tükürüğüm boğazıma kaçtı. Öksürmeye başladığımda Melih bana su uzattı. Uzattığı suyu alarak birkaç yudum içtim. “İyi misin?” “İyiyim, iyiyim.” “Yok abi,” dedi Melih ardımdan. “Arkadaşım.” “Kusura bakma evladım, yanlış düşünmüşüm.” “Estağfurullah.” Yaşadığımız saçma olayın ardından Erim’in evine ulaşırken taksinin ücretini ödemek için cüzdanımı çıkardım ancak Melih benden önce davranarak ücreti ödedi ve taksiden indik. Valizlerini aldıktan sonra taksi gitti, Melih’le baş başa kaldım. “Demek sürpriz yapacaksın?” dedim sorarcasına. “Büyük bir sürpriz olacak. O da beni özlemiştir umarım.” Bilmiyorum dercesine dudak sarkıtırken bahçeye doğru yürüdük. Erim’in evine daha ilerlemeden Erim bahçede belirdi, Melih’le beni yan yana görünce çenesi seğirdi. Erim’in tavrına karşın kaşlarımı çatarken Melih’e baktım. Onun yüz ifadesi de Erim’den farksızdı. Ortamdaki gerginliğin kokusunu almaya başladığımda, “Buse,” dedi Erim öfkesini dizginlemeye çalıştığı bir tavırla. “Senin bu piç kurusunun yanında ne işin var?” “Piç kurusu mu?” diye sordum şaşkınlıkla. “Buse cevap versene!” “Erim, o senin arkadaşın ya hani. Sürpriz yapacakmış sana.” “Sürprizim Erim’e değildi, Buse.” Melih’in dediği şeyle birlikte beynimden vurulmuşa dönerken, “Ne?” diyebildim sadece. “Siz arkadaş değil misiniz?” “Biz arkadaş falan değiliz ama sanırım siz de değilsiniz.” Harelerimi Erim’e çevirirken kaşlarımı çattım. “Ne diyorsun sen Erim? Tanımıyorum bile.” Erim hızlı adımlarla yanıma gelip telefonunu çıkardı, birkaç tane fotoğraf gösterdi. Taksiye bineceğimiz sırada Melih’in kolumdan tuttuğu an çekilmiş fotoğrafları. Ağzım açık kalırken, “Kim gönderdi bunları?” diye sordum. Erim sinirli gözlerini bir ok gibi üzerime atarken, “Ne önemi var Buse!” diye bağırdı. “Ne önemi var? Nefret ettiğim birisi sana neden dokunuyor Buse!? Neden?” “Nefret mi?” “Buse sen benimle dalga mı geçiyorsun?” “Gitme kızın üstüne, sadece adını biliyorum. Olaylar bildiğin gibi değil.” Melih’in savunması üzerine Erim’in hareleri Melih’e döndü, yanına giderek suratına sert bir darbe indirdi. “Savunma benim sevgilimi! Savunma! Adını. Ağzına. Bile. Alma. Sikerim lan senin belanı!” Melih aldığı darbeden çok da etkilenmezken umursamazca yarım ağız gülümsedi. “Hiç değişmemişsin Erim Koral,” dedi ima yaptığını belli ederken. Ardından kısa süreliğine bakışları bana değdi, yeniden Erim’e baktı. “Buseyi de mi üzmek için kendine âşık ettin?” |
0% |